• Sonuç bulunamadı

Sanat, bir duygunun, bir tasarının ya da güzelliğin dıĢavurumunda ve anlatımında kullanılmıĢ olan yöntemler veya bu anlatım sonucu sanatçı tarafından ortaya konulan yaratıcı bir üründür. Bu ürün, bir uygarlığın beğeni ölçülerine ve kültürel yapısına uygun olarak yaratılmıĢ bir anlatımdır aynı zamanda. Sözen ve Tanyeli (1992, s. 208)‟nin de belittiği gibi sanat; insanoğlunun yarattığı yapıtlarda güzellik ülküsünün anlatılmasıdır.

Sanat ve insan, yaĢam boyu ayrılmaz ikili olarak düĢünülmüĢ ve sanatın, eğitime katkısı olduğu ve zenginlik kazandırdığı kabul edilmiĢtir. “…aynı zamanda özlük değerine ulaĢan eğitime katkı yapar. Çünkü her bir sanat disiplini farklı duygulara baĢvurur, kendini farklı aracılarla ifade eder ve her biri öğrenim çevresine özel bir zenginlik katar” (Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 21).

Sanat, toplumların yaĢam biçemini oluĢturan önemli bir olgudur ve salt seyredilecek bir müze eĢyası değildir. Bu görüĢ ĠpĢiroğlu (2009, s. 16) tarafından, “endüstri çağında sanat büyük toplumların yaĢam üslubunu oluĢturmak iĢlevini üstleniyor. Bu sanat seyirlik müze eĢyası olmayı istemiyor” biçiminde tanımlanmaktadır.

Yaratıcılığın ve hayal gücünün dıĢavurumu olan sanatın, kültürle de yakın bir bağı olduğu Çeçen (1996) tarafından genel boyutları ile sanatın kültürün içinde yer aldığı ve kültürün özelliklerine göre biçimlendiği Ģeklinde tanımlanır.

Badiou‟ya (2004) göre sanat, bir düĢüncenin, bir olaya dönüĢmesi olarak algılanır. Bu algı, bir gerçeğin sürecidir ve bu gerçek her zaman, duyulur ya da duyusal olanın

18

gerçeğidir. Yani, duyulur olanın, bir düĢüncenin, ideanın happening‟e, oluĢuma dönüĢmesidir.

Sanatın, kimi zaman duyusal bir yol çizdiğini de görürüz. Bugün sanat terimi birçok kiĢi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi algılanabilmektedir.Aslında önemli olan sanatın, evrensel bir değer olduğunun ve her kültürde o kültüre yönelik bir eğilim içinde ortaya çıktığının kabul edilmesidir. Böyle bir toplumda yaĢayan insanlar da doğal olarak mutlu ve yaratıcı olabilmekte, sanatsal açıdan insanda bir tavır, tutum ve alıĢkanlık oluĢturma çabası, insanlığı daha güzele götürmektedir. Etike (1995)‟nin de belirttiği gibi, güzel ve özgün olanı aramak, estetik olanı düĢünmek, aramak, bulmak, yeni ve özgün olarak uyum ve bütünlüğe kavuĢturmaya çalıĢmak gibi düĢünce ve eylem içeren sanatsal çabalar bireylerde tavır ve alıĢkanlık olarak yerleĢtiğinde insanlık daha güzel bir dünyaya sahip olacaktır.

Sanat insanlığı daha güzele götürür. Bunun yanında, eğitici ve öğretici amaçları vardır ve iyi duygular da aĢılar. Sanatın amaçlarından biri de Ersoy (1995)‟a göre, insanları eğlendirmek ve oyalamaktır. Sanat, estetik olarak haz verir, eğlendirir, insanları oyalar ve yaĢam dersi vererek insanın daha nitelikli yetiĢmesini sağlar. Ancak, yaĢanılan coğrafya, kültür farklılıkları ve okul çevrelerinin dahi sanata bakıĢ açısı, boĢ zamanlarını değerlendirme, oyalanma ve süs olarak görülmekte bu durum da üzücü ve düĢündürücü olabilmektedir.

KırıĢoğlu (2002)‟na göre sanat hala, yüce duyguların iĢlendiği düĢük bir araçtır. Sanatın çok yönlü oluĢu onu önemli kılar ve sanatın iĢlevi ne yalnızca duygusal bir rahatlık ne de haz duyurmasıdır. Sanatın çok yönlü, kültürel, iletiĢimsel, bilgilendirici, aydınlatıcı ve davranıĢ geliĢtirici iĢlevi onu yine çok yönlü ve önemli kılmaktadır. Bu öneminin yanı sıra öğrencilerin ve çocukların genel eğitim içinde algısal eğitim ve sanat yolu ile niteliksel bir ayrımsama yapmaya da gereksinimleri vardır.

Çoğu zaman doğanın, insan elinde bir malzeme olduğu ve sanatçı ile doğa iliĢkisinin teknik bir süreç olduğu söylenmiĢtir. “Sanat dediğimiz eylem, bir Ģeyi resmetmemize, ya da temsil etmemize yarayan teknik bir süreçtir- peki ama bu Ģey nedir? En basit varsayım sanatçının dıĢ dünyayı, gözleriyle gördüğü Ģeyleri resmettiğidir” (Read, 2004, s. 215). Sanatçının gördüklerini resmetmesi sanat tarihçilerine göre toplumlara ve yaĢanılan devirlere, toplumların yapısına göre değiĢebilmektedir. Bunun sonucunda da sanatın eksiksiz bir tanımı yapmak güçleĢmekte ve beklentilere göre

19

değiĢebilmektedir. Kınay, (1993) sanat, toplumların ve kiĢilerin sanat denilen olaydan ne beklediklerine göre değiĢik tanımlar gösterebilir, en basit tanım ve deyimi ile sanat; bir biçim, form oluĢturma, yetenek ve becerisidir demektedir.

Sanatın tanımına felsefi açıdan baktığımızda ise doğayı taklit etmek değil güzellik ve sanat olgusunun insanın iç dünyasından geldiği görüĢünü buluruz. Hegel‟e göre, sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. B. Croce ise bu konudaki düĢüncelerini Ģöyle anlatmıĢtır; “Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile daha güzel olabilir (guzel-sanatlar-sanat nedir, 2013).

Bu düĢünceye göre sanat, insan yaĢamını güzelleĢtiren bir olgudur ve yaĢanılan coğrafyanın özellikleriyle de yakından iliĢkili görülmektedir.

Aristo bir felsefeci olarak sanat hakkındaki görüĢlerini aktarırken, “Sanatın hedefi objelerin saklı yönlerini bulmaktır. Çünkü bu en doğru realitedir” demiĢtir (Bigalı, 1999, s. 1). Bigalı (1999)‟ya göre sanat, insanın olduğu her yerde var olmuĢtur ve bilinçaltında geliĢen bir olaydır. Ayrıca her insanın ona gereksinmesi vardır. Sanat, insan topluluklarının olduğu her yerde vardır ve maddi hayatın yanında ruhların da ona gereksinimi vardır. Sanat ve yaratıcı düĢünceler, sezgiler, insanın bilinçaltında oluĢur. Bir baĢka görüĢe göre “Sanat adı verilen bir Ģey yoktur aslında, yalnızca sanatçılar vardır” (Gombrich, 1986, s. 4). Bu bakıĢ açısı bize sanat ve sanatçıyı farklı bir yaklaĢımla tanımlamaktadır.

Sanatın ne olduğunun tartıĢılması, bize sanatın ve sanat yapıtının özünün anlaĢılıp anlaĢılmadığını da ön plana çıkarmaktadır. Özsezgin, “ÇağdaĢ sanat eleĢtirmenlerinden W.E. Kennick, sanatın özünün çok karmaĢık, araĢtırılması çok güç ve ĢaĢırtıcı olduğunu öne sürenlere karĢı çıkar ve biçim ve içerikteki ayrımlarına karĢın, her sanat felsefesinin temelinde bulunan düĢüncenin, bütün sanatlarda ortak bir „öz‟ün varlığını ortaya koyuyor” (Özsezgin, 1997, s. 18) demektedir.

Sanat kavramını tarihsel bir bütünlük içinde ele almak ve irdelemek, insana, topluma ve yaĢamın kendisine ait sorunları da gündeme getirmektedir. Elgün (2000, s. 41) sanata Ģöyle değinmektedir; “Albrecht Dürer, sanatın doğanın gizlerinde bulunduğunu savunuyor ve sanatçının onu gizlerin arasından çıkaran insan olduğunu öne sürüyor.

20

Dolayısıyla Dürer‟e göre sanat; doğanın, doğal olanın irdelenmesi anlamını kazanıyor”.

Sanat sözcüğüne etimolojik açıdan baktığımızda ise Ģunu görürüz: “Arapça su‟n (yapma, ortaya koyma, oluĢturma)dan sa‟at/sanat…Yapmak iĢi, ortaya koyma durumu, yapmalık, yaratmalık. Arap dilinde: su‟n kökünden sa‟ni/yaratan, yapan, ortaya koyan, sun‟i/yapmacık, gerçek olmayan, doğal olmayan, sonradan yapılan” (Eyüboğlu, 1991, s. 578).

Heiddegger (2007) ise felsefi bir yaklaĢımla, sanat eseri ve sanatçının kökeninin sanat olduğunu söyler. Köken, sanat eserinin içinde var olanın varlığının oturduğu yer, varlığın geldiği yerdir demektedir.

Sanat yapıtına bir baĢka felsefi yaklaĢım ise sanat ontolojisi yoluyla yapılmakta ve bir yapıtın sanat değeri taĢıyıp taĢımadığı tartıĢılmaktadır.“Sanat, değeri belli bir erek için, bir araç değeri olduğu için relativ‟dir. Sanat eserine o, yalnız estetik objede aktüelleĢen değer ile ilgili olarak yüklenir” (Tunalı, 2002, s. 161). Bu görüĢe göre bir sanat eseri var olanı kendine konu olarak ele alır ve bir sanat eserinde seyirci açısından sanat eserine yüklenen ve yorulan, atfedilen Ģey olarak karĢımıza çıkar.

Yıllar boyunca neyin sanat, neyin sanat olmadığına ait fikirler sürekli olarak değiĢse de, geçen zamanla birlikte değiĢik kısıtlamalar ve yeni tanımlarla yepyeni bir yol yaratılmıĢtır. Küratör, sanat tarihçisi ve çevirmen olan Stephen Wright (Akay, 2004) de sanatı kendine özgü bir durumun üretilmesi olduğunu savunur. Sanatın üretilmiĢ kendine özgülükler olarak değil, kendine özgülüklerin üretilme biçimi olarak algılanması gerektiği görüĢünü savunur. Kendine özgü olsun ya da özgülüklerin anlatımı olsun, sanat, ilk çağlardan beri insanın yaĢamında vardır ve var olmayı da sürdürecektir.

Sonuç olarak, Georges Braque‟ın dediği gibi “Sanatta geçerli olan tek Ģey açıklanamaz olandır” (ĠpĢiroğlu, 1995, s. 113). Sanatçı bu söylemiyle bize sanatın bir giz olduğunu anlatmaktadır. Burada en belirgin olan ise sanatın, insan için evrensel bir değer olduğu ve kısıtlı da olsa her kültürde değiĢik biçimde karĢımıza çıkabildiğidir. Deha düzeyindeki zekanın, var olana karĢı tepkisinin, tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaĢtığı bir alan olduğu da bir gerçektir. Ancak bu gerçeğin anlaĢılması zordur. Sanatçı, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insan olduğu için, gerçek sanatın anlayanı azdır. Onu anlamak için çaba gerekir, tıpkı yaĢamın içinde var oluĢumuz gibi.

21 Sanat Eğitimi

Disiplinler arası bir alan olan sanat eğitimi, eğitim ve sanat gibi birbirine bağımlı iki temel alandan oluĢmaktadır. Bu iki temel alandan biri olan eğitim, insanın tüm yaĢamı boyunca onunladır. Selçuk, eğitim konusunda Ģöyle düĢünmektedir: “Günümüz anlayıĢı çerçevesinde olmasa da, eğitim, insanlığın yaradılıĢından beri süregelen bir etkinlik alanıdır. Çünkü her insan, doğumundan itibaren sosyal ve fiziksel bir çevre içinde yaĢamakta ve bu çevreye uyum sağlamak durumunda kalmaktadır” (Selçuk, 1997, s. 1).

Eğitim sonucunda, yeni davranıĢlar kazandırmak amaçlanır. Bu da insanları doğrudan doğruya öğrenmeye ve öğretme sürecine götürür. Eğitim sistemi içinde yer alan tüm etkinlikler öğrenmeyi baĢlatır. Bu etkinliklerden biri de güzel sanatlar eğitimidir. “Bütün sanatları ve bu sanatların birbiriyle iliĢkisini düĢünsel boyutta, sanatçı, izleyici, toplum, kültür ve eğitim bağlamında inceleyen kurumsal çalıĢmalara „Güzel Sanatlar Eğitimi‟ denir” (S. Buyurgan ve U. Buyurgan, 2012, s. 2). Bu bağlamda, oluĢturulan kurumsal çalıĢmaların toplumsal, ekonomik, sosyolojik ve teknolojik kalkınma yolu ile geliĢeceği ve var olacağı düĢünülmektedir.

DüĢünen, sorgulayan, üreten insan, çevresine uyum sağlayan insandır. Çağımız, düĢünen, sorgulayan, yaratıcı ve verimli bireylerin çağıdır. Eğitimli insan, kendini geliĢtiren insandır. Eğitim, çok küçük yaĢlardan baĢlar ve ömür boyu sürer. Eğitimin kalitesi insan yaĢamını yetiĢkin oluncaya dek derinden etkileyen bir niteliktir. BaĢaran (1987, s. 14)‟a göre eğitim; “…bir ulusun yüzyıllar boyu süren kültürünün ürünüdür. Bu anlamda eğitim, bir toplumsal kurumdur. Tıpkı din, töre, siyasa ve benzerleri gibi eğitim sözü de bir toplumsal kurumu anlatır”. Eğitimin bir toplumsal kurum olması, kadını ve erkeğiyle toplumun tümüyle yakın iliĢkilidir ve çağdaĢlaĢmanın öncüsüdür. Bunun sonucu olarak toplumun tümü eğitimden yararlanmalıdır. Yarısı eğitimsiz kalmıĢ bir toplum kalkınmasını tamamlamamıĢ demektir. Özellikle kadınların eğitimi ve küçük yaĢta alınacak bir sanat eğitimi gelecek kuĢakların eğitimli olmasını sağlayacağından çok önemlidir. TavĢanoğlu (2003) da küçük yaĢta alınan sanat eğitiminin insanlara çok boyutlu düĢünmeyi öğrettiğini ve bunun uygar dünyada çok üzerinde durulan bir konu olduğunu belirtmektedir.

Sanat eğitimini zanaatkarlıktan ayırmak gerektiği söylenmektedir. Bu ayrım verilirken,18. yüzyıla gelinceye dek örgün sanat eğitiminden söz edilemeyeceği ve

22

yüzyıllar boyunca sanatçıların usta çırak iliĢkisi içinde yetiĢtirildiğinden bahsedilmektedir. Sözen ve Tanyeli (1992) lonca sisteminin bir sonucu olan bu yetiĢme düzeninin Batı‟da kapitalizmin geliĢimiyle birlikte loncalar ortadan kalkınca zorunlu olarak yerini okul-içi eğitime bıraktığını ve akademilerin bu yeni gereksinme sonucu ortaya çıktığını belirterek açıklamakta ve çağdaĢ sanat eğitiminde en önemli, ilerici atılımların 1919-1933 arasında Almanya‟daki Bauhaus bünyesinde gerçekleĢtirildiğini söylemektedirler.

Ġster sanat eğitimi olsun ister zanaatkarlık, her ikisi de görsel sanatların eğitimi ve öğretimiyle yakından iliĢkilidir. Bu öğretimin kapsamı içinde, uygulamalı çalıĢmalar, sanat eseri inceleme, eleĢtiri, sanat tarihi ve estetik yer alır. KırıĢoğlu (2002)‟na göre, tanımlandığı alanın özel bir bölümü veya tanımı kullanan kiĢi ve kurumlara göre de sanat eğitiminin anlamı değiĢebilmektedir. Ünlü sanat tarihçisi Herbert Read‟in „Sanatın Anlamı‟ adlı kitabında, „sanat‟ sözcüğünün daha çok plastik ya da görsel sanatlara bağlandığını, ancak tüm sanatları kapsayan geniĢ bir tanım olarak ele alınması gerektiğini söylediği KırıĢoğlu tarafından belirtilmektedir.

Okullarda öğrenciye olduğu kadar yaĢamın her kesiminde de bireylere yaratıcı kiĢilik kazandırma, sanat eğitimi yoluyla gerçekleĢtirilir. Sanatın kendisi iç dinamikleriyle yaratıcılık yetisini geliĢtiren bir disiplindir. Yaratıcı davranıĢ yaĢamın her kesiminde gereklidir. San (1985, s. 16)‟a göre,“…yaratıcı birey, çevre ve dünyasını biçim ve mekan iliĢkileri ve çok yönlü etkileĢimler içinde görüp algılayabilendir”. Yaratıcılığın geliĢtirilmesi ise yine San (2007)‟a göre, sanat eğitiminin küçük yaĢtaki çocuklardan baĢlayarak verilmesi önemlidir.

Sanat eğitiminin atölye ortamında özgürce yapılması, öğrencilerin birbirinden etkilenerek eleĢtirel yaklaĢımları, müzik dinleyerek çalıĢmaları, kendilerini geliĢtirmeleri açısından önemlidir. Bu tür ortamlar öğrenciye özgürlük sağlar. Emre Baykal, NeĢ‟e Erdok‟un bu konudaki görüĢlerine bir söyleĢisinde Ģöyle yer vermektedir; “…sanat eğitiminde „özgürlük‟, mutlak bir kuralsızlık ve disiplinsizlik olarak anlaĢılmamalıdır. Öğrenci, sanatçı olmanın ilham gelene kadar beklemek değil, belli bir çalıĢma disiplinine sahip olmayı gerektirdiğini bilmelidir” (Baykal, 1992, s. 23).

Sanat eğitiminin geliĢimi, diğer ülkelerdeki sanat eğitiminin nasıl yapıldığını araĢtırıp öğrenerek ve kendi eğitim sistemimiz içinde toplumsal farklılıkları da göz önüne

23

alarak yapılacak uygulamalarla olasıdır. Bu araĢtırma ve uygulamalar yapılırken evrensel boyutlarda yapılmalı, diğer dünya ülkelerindeki sanatsal uygulamalar ve geliĢmeler gözlem yapılarak araĢtırılmalıdır. Bu araĢtırmalar sırasında alınan örnekler doğru incelenmeli ve çarpıtılmamalıdır. “Sanatın geliĢmesi ve öğretilmesi ve sosyal yaĢantı içerisindeki vazgeçilmezliğini anlatma, dünya sanatındaki geliĢmeleri ve örnekleri çalıp çırpmak Ģeklinde değil, oradaki eğitim kurumlarındaki öğretme ve yönlendirme sistemini araĢtırıp kendi eksiklerimizi araĢtırıp, kendi eksiklerimizi görmekle baĢlayacaktır” (KeleĢ, 2004, s. 117).

Eğitim aslında çok yönlü boyutları olan bir süreç sonunda geliĢir ve pek çok kültürel etkileĢim yolları barındırır. Say‟a göre “eğitim, önemli bir yönüyle kültürel etkileĢim yollarını aydınlatmak anlamına gelir. Sanat eğitimi, „düĢ gücünü‟ yükselterek donanımlar sağlar” (Say, 2007, s. 84).

Eğitim, genç kuĢakları gündemde olana yönlendirmek Ģeklinde değil, kültürel var oluĢlarının kökenine indiren bir çaba içerisinde ve bu koĢulları sağlama Ģeklinde olmalıdır. Bu durum toplumları, içinde yaĢadıkları çağın değerleri üzerinde bir yaĢam kalitesine yükseltecektir.

Sanatın ve sanat eğitiminin, boĢ vakitleri değerlendirmek, hoĢ vakit geçirmek, oyalanmak, kurslarla bir takım teknik bilgiler öğrenmek ve güne renk katmak demek olmadığı söylenmektedir. Sanat, ülkelerin en büyük değeri olmalı ve sanat eğitimi alan bireylerde yaratıcılığın geliĢtirilmesi için ne gerekiyorsa onun yapılması önemlidir. Ġçmeli bir söyleĢisinde; “Eğitimle bir yere kadar getirirsiniz insanları ama büyük bir sanatçı olmak için yaratıcı olması gerek. Yaratıcılık olmazsa plastik sanatlar olmaz. Plastik sanatlarda, okumakla bilginizi arttırırsınız ama bir yere kadar da öğrenciyi siz yola getirirsiniz. Gösterirsiniz ama ondan sonrası için yaratıcılık gerekir” (Tıknaz, 2004, s. 10-12) demektedir.

Yaratıcılık Gartenhaus‟a (2000) göre tanımı zor olmakla birlikte bir sır değildir. Tanıdıktır ve hepimiz tarafından bilinir; çünkü biz onu yaĢarız. Ancak, çok az kiĢi onu geliĢtirmek için çaba harcamakta, harcanan bu çabalar da yaratıcılığa doğru yol almayı sağlamaktadır. Yine Gartenhaus‟a (2000) göre, herkes yaratıcı biçimde düĢünme yeteneğine sahiptir ancak yaratıcılık ne belirsizdir ne de uzaktır. Merak etmek kadar tanıdık ve yeni bir Ģey denemek kadar kıĢkırtıcıdır. Bu nedenle, okul yaĢamı boyunca baĢarısız olduğu görülen pek çok kiĢinin, meraklı yaklaĢımları sonucu, yaratıcı

24

çalıĢmalar içinde olduğu görülmüĢtür. “Okulda çok kötü olan, hatta okulu terk etmesi istenmiĢ parlak insanların öykülerini çoğumuz duymuĢuzdur. Thomas Edison bunlardan biriydi. Öğretmenleri onu „taĢkafa‟ buluyorlardı” (Gartenhaus, 2000, s.17). Bu durumda okulda alınan eğitimin de nitelikli eğitmenler gerektirdiği, etkili olup olmayacağının buna bağlı olduğu üzerinde durulması da baĢka bir tartıĢma konusu olabilmektedir.

Sanat eğitiminin yaratıcılığı geliĢtirdiği ve hedef alınması gerektiği, eğitimciler tarafından da sıklıkla vurgulanmaktadır. Öğrencilerin algısal yetilerini geliĢtirmek ve düĢüncelerini görsel biçimlere dönüĢtürebilmelerine yardım etmek, sanatın dilini öğretmek, bunu yaparken de sanattan zevk almalarını sağlamak gerekir. “Bu bağlamda hedef yalnız sanat yapan uygulayıcılar değil, sanattan tat alan, sanatı çözümleyebilen, kültürü anlayan bireyler yetiĢtirmektir” (KırıĢoğlu ve Stokrocki, 1997, s.1.7) denilmektedir.

Yaratıcılığın özgür bir anlatım yolu olduğu, geliĢtirilmesi için çeĢitli yollar önerildiği eğitimciler ve sanat uzmanları tarafından tartıĢılmaktadır. Aynı yazarlar, (1991) sanat uzmanları tarafından yaratıcılığın, çok çalıĢma ve bazen de düĢ kırıklığını da içeren pek çok bileĢeni kapsadığını kabul ederler demektedir. Ünlü sanat eğitimci Elliot Eisner (Eisner‟den aktaran, KırıĢoğlu ve Stokrocki, 1991,) dört yaratıcılık türü önermiĢtir. Bunlar Ģöyle sıralanır;

1. Sınırları zorlama; Duchamp‟ın hazır objeleri

2. Sınırları kırma; Picasso‟nun yeni akımlardaki öncülüğü 3. Ġcat etme; Leanardo‟nun makinaları

4. Estetik düzenleme; bir resimde bütünlüğü sağlama.

DeğiĢik eğitimcilerin sanat eğitimine bakıĢ açıları ve düĢünceleri sanatın bir biliĢsel geliĢim oluğunu savunmakta ve disiplin-odaklı sanat eğitiminin bütün dünyada yaygın olduğu belirtilmektedir. KırıĢoğlu ve Stokrocki (1997)‟ye göre; Edmund Feldman, sanat eğitiminde tanımlama, çözümleme, yorum, yargı olarak aĢamalar içeren ve araĢtırıcı sanat eleĢtirisi olarak bilinen bir eleĢtirel düĢünme sistemi olduğunu ifade etmektedir. Bu kuramı, Louis Lankford (1992) dört belli baĢlı sanat kuramı ile iliĢkili estetik araĢtırmalar yönünde geliĢtirmiĢ, Michael Parsons (1987) estetik görüĢ aĢamalarını, Mary Erickson (1983) sanat tarihsel yaklaĢım aĢamalarını saptamıĢtır.

25

John Michael (1983) gençlerin sanat yapma yönelimlerini Lowenfeld‟in düĢüncesini temel alarak sınıflandırmıĢ, insan geliĢimi alanında, Howard Gardner (1984) „çok yönlü zeka‟ kuramını ortaya çıkarmıĢtır. David Feldman (1974) „evrenselden tikele‟ olan geliĢme yaklaĢımını, yetenekli ve özel çocuklar üzerine yapmıĢ ve „tikelden evrensele‟ olarak yeniden düzenlemiĢtir. Böylece Wilson‟lar (1977) tarafından ortaya atılan kopya kuramı ile eski tabular yıkılmıĢ, kültürel okur-yazarlık önem kazanmıĢ, Gilbert Clark ve Enid Zimmerman (1987) tarafından yetenekliler için yaĢam boyu öğrenme, beĢikten mezara sanat öğretimi gibi programlar yaygınlaĢmıĢtır (Geenburg ve Hoffman, 1980).

Sanat eğitiminde amaç toplumsal bir beğeni düzeyi yaratmak, bireysel olarak kültürel geliĢme sağlamak, bilgili, yaratıcı, değer yargıları geliĢmiĢ toplumsal bir yapı oluĢturmaksa, sanat eğitimcilerine, okullara, ailelere ve ülke yöneticilerine önemli görevler düĢtüğü görülmektedir.

Kültür

Hançerlioğlu (1975, s. 190) kültür tanımında; “Osmanlıca Hars, Fransızca ve Ġngilizce Culture, Almanca Kultur, Ġtalyanca Cultura olarak ele alınmaktadır ve insansal doğa” demektedir. Aynı yazar, kültürün Latince tarım anlamına gelen cultura kökünden türetildiğini ve kültür kavramının çoğunlukla, bir toplumun duyuĢ ve düĢünüĢ birliğini sağlayan bütün değerlerinin tümü olarak tanımlandığını belirtmektedir.

KonuĢma dilinde de bu anlamı taĢıdığı vurgulanan kültürün, Hançerlioğlu‟na göre gelenek, görenek, düĢünü ve sanat değerleri gibi bir toplumun bütün değerlerini kapsadığı söylenmekte ve kısaca bilgi anlamı taĢıdığı, konuĢma dilinde de kültürlü adamın, bilgili adam demek olduğu belirtilmektedir. Felsefe diliyse bu bilginin köküne iner ve orada insanın doğayı kendi üretimiyle değiĢtirerek yeniden ve kendisine göre yaptığı yepyeni bir doğa bulduğunu söyler.

Kültürün bir sözlük anlamı verilmesine karĢın tam olarak bir anlam içermediği de söylenmiĢtir. Çeçen (1996)‟e göre kültür kavramının zor tanımlanması Ģimdiye kadar gerektiği gibi tanımı yapılmadığından ve zamanımızda yeni tanımların yapıldığındandır. Çeçen bu durumu uygarlığın geliĢimiyle iliĢkilendirir ve kültürün