• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Gecekondulaşmanın Gelişimi

BÖLÜM 4: KAVRAMLAR VE TEORĐK ÇERÇEVE

4.2. KENTLEŞME

4.2.1. Hızlı Kentleşmeyi Oluşturan Süreçler

4.2.2.2. Gecekondulaşma

4.2.2.2.1. Türkiye’de Gecekondulaşmanın Gelişimi

Ülkemizde gecekondu olgusunun geçirdiği süreç incelendiğinde, ilk gecekondulaşmanın görüldüğü 1945–1950 döneminde barınma ihtiyacının giderilmesine yönelik olarak işgal edilmiş kamu arazilerinde akraba ve eş-dost/hemşehri desteği ile yapılan kötü koşullara sahip barınaklar olarak ortaya çıkmıştır. 1950–1960 yılları arasında gecekondu mahalleleri yerleşik bir düzen halini almış ve gecekondulular hukuki ve toplumsal varlıklarını kabul ettirmişlerdir.

Türkiye’de kentleşme hızının artmaya başladığı ilk yıllar olan 1950’li yılların başı aynı zamanda gecekondulaşmanın da yaygınlaştığı yıllardır. Bu dönemde yukarıda genel seyri ile açıklanan kentleşme süreci özellikle büyük kentlerde mekansal yarılmanın ilk

örneklerini yaratmıştır. Bu dönem 1945 yılında Marshall yardımının tarım sektöründe yarattığı yapısal değişme ve bu değişimden etkilenen nüfus bundan sonra kentlerde barakalaşma olgusunu aşarak gecekondulaşmayı ortaya koymuştur (Şenyapılı, 2004: s.118). Ülkemiz’de bu yıllar aynı zamanda çok partili rejimin de başladığı yıllardır. Özellikle kırsal kesimden aldığı oy ve destek ile tek parti iktidarını sarsmış ve iktidara gelmiş olan Demokrat Parti, yine aynı yıllarda yaşanan kitlesel köyden kente göç olgusuna popülist bir yaklaşım sergilemiş, gecekondu yapımına karşı sert ve kesin bir duruş almaktan kaçınmıştır. Đktidarın bu esnek tavrı gecekondu yapımını yaygınlaştırmıştır (Erman, 2004). 1950'lerde Demokrat Parti ve 1960'larda Adalet Partisi iktidarları sırasında ülkeye hakim olan iktisadi kalkınmaya olan inanç, gecekondu halkının muhafazakar iktidar partilerini desteklemesi sonucunu doğurmuş, ve bu durum toplumla bütünleşme eğilimlerinin belirtisi olarak görülmüştür.

1960’lı yıllarda ise devlet ithal ikameci planlı kalkınma modelini benimsemiş, ve bu modelde gecekondu halkı ucuz iş gücü kaynağı ve tüketici olarak önemli bir rol üstlenmiştir. Bu da yine devletin gecekondu oluşumuna karşı kesin bir duruş almasını engellemiştir. Gecekonduların varlığının devlet tarafından kabul edildiği ilk gecekondu yasası bu dönemde çıkarılmıştır. 1960’li yılların sonuna kadar geçen süreçte gecekondulaşma ile ilgili yapılan araştırmalarda bu sorun geçici bir durum olarak algılanmış; gecekondulaşmanın geleneksel yaşamdan modern yaşama geçişte ortaya çıkan bir olgu olduğu algılanmıştır; bu çerçevede yapılan çalışmalarda gecekondularda yaşayan kırsal kökenli nüfusun zamanla kentlileşeceği düşünülmüştür. Yine bu dönemde ülkemizde kentleşme süreci batının XVIII. ve XIX yüzyıllarda yaşadığı kentleşme deneyimine benzetilmiştir.

1960 ‘li yıllarda akademisyenlerin gecekondulaşma üzerine genel algısı kente göçenlerce kentlerin köyleştirildiği, ancak gecekondulu toplumun da kentlileştiği (Yörükhan 1968: s.11) yönünde olmuştur. Bu çerçeve içinde gecekondu halkı homojen bir grup olarak görülmekte, bu grubu kentteki diğer insanlardan ayrıştıran temel farklılık köylü özellikleri taşıması olarak sunulmaktadır. Böylece gecekondulu, “kentli” ailelerden farklı “Öteki” olarak kurgulanmaktadır (Tok, 1999: s.44). Genel bir değerlendirme ile devletin özellikle 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren gecekondu sorununun

çözümüne yönelik birtakım girişimlerde bulunduğu gözlenir. Çıkarılan yasaların caydırıcı, önleyici hükümlerinin de bulunmasına rağmen gecekondulaşmanın önüne geçilememiştir.

1970’li yıllarda ise kentlerdeki orta gelirli gruplar gecekondu sahibi olmaya başlamışlardır; bu dönemde sosyal bilimler literatüründe gecekondulaşma olgusu farklı bir biçimde ele alınmış; gecekonduluların süreç içerisinde gelenekselden kırsal kültürden modern yaşama geçiş süreci içinde yaşanan geçici bir olgu olarak görme eğilimi terk edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde gecekondulular sistemdeki çarpıklığın ve eşitsizliğin yarattığı sömürülen, kentsel hizmet ve olanaklardan yararlanmayan bir tabaka olarak ele alınmıştır. Gecekonduluların kentle bütünleşmek istedikleri, ancak kentsel yapının buna izin vermediği; ayrıca devletin politik yaklaşımının da bunu engellediği savunulmuştur. Örneğin Eke, kente göçenlerin kentsel yaşama katılımlarının kolay olmadığını savunmuş ve bu durumun kente göçenlerden kaynaklanmadığını aksine göçenlere yardımcı olacak politikaların üretilmeyişinin bu durumu yarattığını savunmuştur. Kente göçenlere olanak yaratıldığında kentsel işlevlere katılabileceğini; olanakları ölçüsünde eğitim, sağlık başta olmak üzere kentsel hizmetlerden yararlandığını belirtmiştir. (Eke, 1981: s.67). Yine bu dönem hızlı kentleşmeye dikkat çeken Kıray (1970) gecekondulaşmayı “yavaş işçileşme” (Erman, 2004) olarak ifade etmiştir. Kongar (1973: s.80) gecekondulaşmayı kentsel tabakalaşma açısından ele almaktadır. Yine Kongar tarafından Altındağ gecekondularında yapılan bir çalışmada gecekonduluların ezilen ve ikinci sınıf olarak görülmek istenmedikleri, kentsel olanakların kendilerine de götürülmesini bekledikleri ifade edilmiştir (Kongar,1992: s.213).

Şenyapılı ise, gecekondu nüfusunun, gecekonduların ilk ortaya çıktıkları zaman gözlenen marjinal konumunun zamanla değiştiğini, hem üretim hem de tüketim alanlarındaki katılımları ile gecekonduluların ekonomik olarak toplumla bütünleştiklerini, ancak kentli kesim tarafından sosyo-kültürel boyutta kabul görmediklerini ifade etmektedir. Ayrıca, gecekondu halkının kentle ekonomik bütünleşmesinin, sunduğu ucuz ve örgütsüz iş gücü ile ve kentli kesimden dışlanmasını telafi etmek için satın almaya yöneldiği tüketim malları yoluyla olduğuna dikkati çekmektedir (Şenyapılı, 1982).

1970'ler dünyada ve ülkemizde ekonomik bunalım ve bunun getirdiği politik sorunların yaşandığı bir dönem olmuş, toplum iki ayrı kutba ayrılmış, ülkede siyasal çalkantılar yaşanmıştır. Bu süreçde bir önceki döneme göre sosyal demokrat fikirler geniş taban bulmuştur. Bunun sonucunda gecekondulular merkez sağ partilerden çok eşitlik ve emek yönünde değişim talebinde bulunan sosyal demokrat ve sol ideolojilere kaymıştır (Erman, 2004). Artık gecekondular varolana uyum sağlamak yerine var olan düzeni değiştirmek isteyen “sakıncalılara” dönüşmüştür.

1970’li yıllar gecekondularda yaşayanların kırsal kültürü yaşatan ve homojen bir topluluk olarak değil, içinde pek çok sosyal, kültürel ve politik sosyal grupları barındıran heterojen bir yapı gösterdiğinin anlaşıldığı dönemdir. Toplumsal açıdan gecekonduların kentlerde sanayi alanlarının gelişimine bağlı olarak ortaya çıktığı; Türkiye’nin toplumsal yapısında varlığını sürdüren geleneksel ilişki ve kurumlara, kentsel yapı içinde yeniden işlev kazandıran bir işçi konutu türü şeklinde yaklaşıldığı görülmektedir.

1980’li yılların başından itibaren geckondulu topluluk içinde etnik, mezhepsel ve coğrafi köken açısından farklılıklar taşıyan heterojen bir topluluk olmuş; geceondularda yaşayan halkın özellikle mezhep temelli farklılaşmasını konu alan çalışmalar gündeme gelmiştir. Bu durum batı dünyasında hakim olmaya başlayan kimlik ve farklılıkların vurgulandığı post-modern söyleme denk düşmüştür.

Tansı Şenyapılı gecekondu alanlarının gelişiminin sanayi alanlarının gelişimine bağlı olduğunu savunmakta, benzer düşünceyi ortaya koyan Mübeccel Kıray’da “Azgelişmiş ülkelerde metropolleşme süreçleri” isimli makalesinde gecekondular için alt kent yani banliyö (suburb) ifadesini kullanmaktadır. Bu dönemde gecekondu mahallelerinde yaşayanların farklı coğrafi kökenlere sahip olmaları yanında farklı farklı mezhep ve etnik kökenden gelmeleri nedeniyle kültürel ve siyasal yapılarının da farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Böylece gecekonduluların kendi içlerinde de farklılıkları olduğu, zaman zaman bu farklılıkların birbiriyle çelişen hatta çatışan alt gruplar oluşturduğu ortaya konmuştur. Örneğin kimi gecekondu mahallesi için “Đslamcı”, “radikal sol” ,”alevi”, “kürt” “kürt alevi”, “sunni” v.b. kimlikler ön plana çıkarılmıştır.

Hatta bu durum 1990’lı yılların ortalarında bazı gazete ve televizyonlarda haber programlarında bile konu edilmiştir.

Bu söylemden hareketle gecekondulular üzerine yapılan saha çalışmaları da farklılaşmış; özellikle gecekondulu kadınların tutum ve davranışları üzerinde çalışılmıştır. Gecekondularda yaşayan kadınlar toplumsal yaşam içinde bir önceki dönemlerin aksine nesne olarak değil özne olarak algılanmıştır. Ayrıca gecekondularda büyüyen ikinci ve üçüncü kuşakların ortaya çıkması gecekondu halkının kendi içindeki farklılığı da daha da derinleştirmiştir.

1980’li yıllar liberal politikaların uygulandığı çıkarılan gecekondu afları ve gecekondu arazisi üzerinde dört kata kadar bina yapılmasına izin verilmesi ile birlikte gecekonduluya formel konut piyasasında rant yolu açılmış; gecekondu arazisi büyük kazanç getiren ticari meta haline gelmiştir. Bunun da "evvelden bir gecede gecekondularını yapıyorlardı; şimdi bir günde köşeyi dönüyorlar" diye halkın tepkisini çektiği basında sıkça ifade edilmektedir (Erman, 2004). Ülkemizde kentleşme bir yerleşim süreci ve fiziki çevre değişikliği olarak barınma, mesken bulma ve hizmet sorunlarıyla gelişmektedir.

Türkiye’nin genelinde gecekondu sayısı 2 milyonu aşmıştır. 10 milyondan fazla insan bugün gecekondularda yaşamaktadır. Uzun süre Türkiye’nin büyük kentlerinde, hem gecekondulara hem de gecekonduda oturanlara geçici diye bakılmıştır. Fakat son yıllarda gecekondular gelişmiş ve kentlerin egemen ve kalıcı özelliği durumuna gelmiştir. Bugün Ankara’da nüfusun % 61’i, Đstanbul’da nüfusun % 45’i, Đzmir’de nüfusun % 43’ü gecekondu türü yerleşimlerde oturmaktadır. Gecekonduların % 30’u sağlam, % 30’ çürük, % 40’u onarılabilir durumdadır. 2/3’ünde su, % 40’ında da elektrik yoktur (Sevgi, 1988: s.129-130).

Büyük kentlerimizin çoğunda gecekondu yerleşmeleri varlık gösterir. Bu tür konutlar özellikle kentlerin fiziksel mekanı üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Kente gelen bireylerin barınma gereksinimini gecekondu alanlarından karşılamaya çalışmaları, gerçekte gelir yetersizliğinin ve kente olan yabancılıklarının bir sonucudur. Gecekondular

hızla kentleşen ülkelerin şehirlerinde kentin eski ve modern kesimleri arasında hem maddi hem de sosyal anlamda geçiş halindeki alanlardır. Bu açıdan bakıldığında; şehre göç edenler başlangıçta gecekondu alanlarında yaşamaktadır. Ancak ülkemizde sanayileşmenin temposundaki yavaşlık hem de güvenli ve yüksek gelir getiren işlerin azlığı gecekondu bölgelerini kısa süreli gecekondu alanları olmaktan çıkarmış ve kalıcı mekanlar haline dönüştürmüştür.

Kent merkezini çevreleyen gecekondular; barındırdığı düşük gelir grubundaki insanlara, kentin veremediği sosyal ve ekonomik güvenceyi, kendi içinde yaratmış olduğu değerler ve ilişkilerle sağlayabilmektedir. Belki de kırsal kesimden taşınmış bulunan akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinin yarattığı enformal etkileşim bu güvencenin kaynağı olabilmektedir..

Gecekondu kültürü ara kültür, alt kültür, veya geçiş kültürü gibi isimlerle de anılmaktadır. Kente gelen bireyler sabit ve güvenceli bir iş ve konut bulamadıklarından kendilerine çeşitli güven mekanizmaları aramaktadırlar. Akrabalık, hemşehrilik gibi ilişkilere yönelmekte ve dolayısıyla bu ilişkiler içerisinde modern kent işlev ve toplumuna uyum sağlayamamaktadırlar. Gecekondu kültürünün bir diğer özelliği de giyim-kuşamın geleneksel izler taşıması ve aile içi (akrabalık) ilişkilerinin hakim olmasıdır. Gecekondularda yaşayanlar büyük oranda marjinal işler gibi vasıfsız ya da terzilik, marangozluk, şoförlük, oto onarım işçiliği gibi sanayileşmemiş iş kollarıyla veya küçük devlet memurluğu, hasta bakıcılık gibi alt-orta tabaka işlerle geçimlerini sağlamaktadır (Kıray, 2003: s.20-21).

Bazı gecekondu alanları yalnızca dar gelirli konutları olabildiği gibi bazı gecekondu bölgeleri düşük statülü etnik gruplar, bazı bölgeler ise aynı yöreden gelen aileler içinde (Kırşehirliler, Sivaslılar gibi) farklılaşmaktadır (Kıray, 1982). Sevgi’nin Đzmir gecekonduları ile ilgili yapmış olduğu bir araştırmada, gecekonduların % 35,03’ünde herhangi bir sorun olmamasına karşın, % 12,41’i su, %12,26’sında kanalizasyon; % 10,95’inde çevre kirliliği, %9,90’ında ulaşım ve %9,30’unda elektrik sorununun bulunduğunu ortaya çıkmaktadır (Sevgi, 1988. s.131).

Đzmir kent bütününde sağlık hizmetleri ile eğitim kurumlarından yararlanmayı ilgilendiren sorunların düşük oranlarda kalmasına karşılık, kanalizasyon (% 41,69), su (% 32,02) ve ulaşım (% 18,43) gibi sorunlar yüksek oranlara ulaşmaktadır. Aynı şekilde gecekonduların içinde yer aldığı yerleşim alanlarında çevre kirliliği sorunu %10,95 iken, bu oran kent bütününde % 2,11’e düşmektedir (Sevgi,1988). Gecekondudan apartmana taşınmış aileler üzerinde bazı araştırmalar mevcuttur. Gecekondu yerine yaptırdıkları apartmanda yaşayan akraba aileler üzerindeki bir araştırmada gecekondudaki yaşantının apartmana taşındığından bahsedilmektedir (Şenyapılı, 1992: s.208).

Kentlerde yerleşim alanlarını ilgilendiren sorunların yalnızca gecekondu bölgelerinde rastlanmaz; ancak çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği bu sorunların daha çok gecekondu bölgelerinde yoğunlaştığını kabul eden pek çok çalışma yapılmıştır. Gecekondular ve gecekondulaşma her ne kadar da birçok araştırmacı tarafından kentsel bir sorun olarak görülse de Gökçe’nin ifade ettiği gibi kentle bütünleşme de bir tampon mekanizma görevi üstlenmektedir (Gökçe, 1993: s.1). Gecekondulaşma kentle mekansal bütünleşmenin ilk basamağını oluşturmaktadır. Gecekondular yapısı gereği kırsal kesimden kentsel kesime transfer olan nüfusun kentlileşme ya da kentsel yaşamla bütünleşmesinde önemli rol oynar (Tatlıdil, 1991: s55–56). Benzer bir düşünceyi paylaşan Acar “Đşçi konutu olarak gecekondu” adlı makalesinde gecekondu alanlarının işçiyi, memuru, küçük üreticiyi, marjinal çalışanları birbirine kaynaştırdığını (Acar, 1982: s.256); kente yeni göçenlerin, ilk işlerini genellikle akraba ve hemşerilerinin yardımı ile edindiklerine dikkat çekmiş bu tür dayanışma mekanizmaları içeren gecekondu alanlarının hem iş bulmayı hem de işsizlik dönemlerini atlatmayı kolaylaştırdığına dikkat çekmiştir.

1990’lı yıllarda yapılan gecekondu konulu çalışmalara da gecekondulaşmanın diğer yüzü ele alınmış; gecekondularda yaşayan yoksul halk kitleleri ve yoksulluk üzerine çalışılmıştır. Yani gecekondulu kente göçen ve kırsal kültürün hakim olduğu bir yaşam süren kesim olarak değil, kent yoksulu olarak ele alınmıştır. Bu dönem hem liberal politikaların etkisiyle yoksulluğun arttığı özellikle kentsel mekanda ekonomik temelli yarılmaların görüldüğü bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Hemşehrileri tarafından dışlanan, enformel ilişki ağları içine girmeyi başaramayan, Doğu'dan zorunlu göçle gelip,

çok kötü durumdaki konutlarda kirada oturanlar gecekondu araştırmalarında ortaya konulmuşlardır. Ayrıca, gecekondu arazisinin giderek ranta açılmasıyla, kent çeperindeki arazi üzerinde artan bir rekabet ortaya çıkmış, bu durum da güçsüz kesimleri gecekondu yapma sürecinden dışlamıştır (Erman, 2004).

Kırdan kente göçün yoğunlaştığı 1950’li yıllarda ülke gündemine giren gecekondu olgusu başlangıçta düşük gelirli grupların barınma problemini karşılamak amacıyla ürettikleri geçici bir çözüm olarak görülmekteydi. Bugün gelinen noktada ise gecekondunun düşük gelirli grupların barınağı olmanın ötesinde farklı anlam ve işlevleri üstlendiği görülmektedir. Günümüzde gecekondu toplumunun karşımıza zaman zaman yasa dışı, bölücü siyasi örgütlerin kök saldıkları; hatta aşırı Đslamcı çevrelerin de kök saldığı yerler olarak görülme eğilimi artmıştır. Ayrıca, günümüzde gecekondu denilince toplumsal düzeni, zaman zaman sistemi de tehdit eden grupların oluştuğu alanlar olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Bugün tinerci çocuklardan, sokak çetelerine, kapkaççılara kadar her türlü şiddetin ve yasa dışılığın adresi gecekondular olarak görüldüğü bilinmektedir. Gecekondu çevreleri için “varoş” kavramının ortaya atıldığı görülmektedir.

Varoşlu sözcüğü giderek günlük yaşamda ve özellikle basında, yaygın olarak kullanılan bir kavram haline gelmektedir. Akademik çevrede bu kavramı kullanan (örneğin, Ayata, 1996) ya da bu kavramı eleştirel olarak irdeleyen (örneğin, Etöz, 2000) çalışmalar ortaya çıkmaktadır. “Varoş” Macar asıllı bir sözcüktür, Türk Dil Kurumu sözlüğünde kent veya kasabada dış mahalle olarak ifade edilirken, Meydan Larousse’de şehir surlarının dışındaki mahalleler, çevre mahalleler olarak tanımlanmaktadır. Varoş bugün kenti çevreleyen dış mahalleler ve gecekondu mahalleleri için kullanılan bir terimdir. Günümüzde “varoş”lar ile uyuşturucu, terör, yıkıcı ve bölücü unsurlar, suç, şiddet arasında ilişki kurulmuş; “varoş”lular kentin üst gelir gruplarını tehdit eden unsurlar olarak algılanmaktadır. Günümüz kentlerinde toplumsal şiddet, suça eğilim, sosyal dışlanma, yoksulluk, işsizlik, aile içi şiddet gibi toplumsal bozulmanın adresi olarak “varoşlar” gösterilmektedir. Bu kurgulamada “kentli” “varoş” luyu bir öteki olarak algılamaya başlamış, böylece kentsel mekânda “varoş”lular ile “kentli” ler arasında derin bir yarılma ortaya çıkmış; ya da var olagelen yarılma derinleşmiştir. Kısacası, “varoşlu”

şemsiyesi altında şiddet ve toplumsal düzensizlik, Đslamcı köktencilik ve yasa dışı bölücü sol olarak sisteme karşı siyasal tehdit ve kültürel olarak yetersiz olma durumu biraraya getirilmektedir.

Günümüzde gecekondu mahallelerinde yaşayan kitleleri kentsel olanaklardan ve kentin sunduğu hizmetlerden yararlanan ancak “kent kültürünü ve estetiğini” benimsememiş kitleler olarak görme eğilimi de artmıştır. Kentsoylular gecekonduluları yeni bir dejenere kültür yaratmakla ve yozlaşma ile suçlamakta “varoş kültürü” adı altında gecekondu mahallelerinde yaşayanların benimsediği değer yargıları ve tutumları eleştirmektedir.

Gecekondu mahallelerinin zaman içinde birbirlerinden farklılaştıkları, kimisinin apartmanlara dönüşerek kentin formel konut piyasası içine katıldığı, kimisinin tipik gecekondu mahallesi özelliklerini koruyarak varlığını sürdürdüğü, kimisinin ise eskiyerek, bozularak en yoksulun sığınma mekanları haline geldiği gözlemlenmektedir. Buna paralel olarak, kimi gecekondulu apartman ya da bir/bir kaç gecekondu sahibi olurken, kimisi ise gecekonduda kirada oturmaktadır. Ayrıca gecekondu halkı kendi içinde de hiyerarşik olarak bölünebilmekte, böylece kentliden ayrılan gecekondulu süreç içinde kendi içinde de farklı bölünmeler yaşamaktadır..

Günümüzde Batı ülkeleri başta olmak üzere, kapitalist dünyada zengin ile yoksul arasındaki uçurum artmakta; toplumun avantajlı kesimi korunaklı, dışa kapalı, ve yüksek teknoloji ve özel güvenlik görevlileriyle korunan konut çevreleri, özel hastaneleri, özel okulları, özel sağlık ve yaşam sigortaları ile kendi yaşam mekan ve kurumlarını oluşturmakta, yoksullarla olan ilişkilerini en aza indirgemektedir. Varoştan yayılan şiddet ve kişi güvenliğine olan tehdit söylemi, bu yöndeki gelişmeleri desteklemektedir. 1950'lerin kentle bütünleşemediği, köylü değerleri ve yaşam biçimini koruduğu için “kentli” tarafından toplumun modernleşmesi önünde bir engel olarak görülen gecekondu halkı, bugün “varoşlu” adı altında “kentliler” tarafından giderek kendi dışlarına itilmektedir.