• Sonuç bulunamadı

Özellikle 1950 yılından sonra kırsal çevrelerde meydana gelen ekonomik değişim beraberinde büyük nüfus kitlelerinin kentlere göç etmesi sonucunu doğurmuş, böylece ülkemizde kentleşme hızı yükselmiştir. 2000’li yıllara gelindiğinde kentsel nüfus oranının % 66’ya yükseldiği görülmekedir. Kentsel nüfusta meydana gelen artışta en önemli payın kırdan kente yoğun göçten kaynaklandığı söylenebilir. Yaşanan yoğun kır-kent göçü milyonlarca köylünün başta Đstanbul, Đzmir ve Ankara olmak üzere büyük kentsel alanlara yerleşmesine yol açtı. Kentler bir yandan alansal olarak büyürken diğer yandan göç eden nüfusla beraber toplumun sosyal ve kültürel yapısından dönüşümler ortaya çıktığı görülmektedir. Kente göç eden nüfus, yaşamaya başladıklar bu yeni ortamda sosyal bir varlık olmanın gereği olarak yeni ilişkiler kurmak durumundadır. Bu çalışmanın konusu kente göç eden bireylerin yine kentsel ortamda geliştirdikleri bir ilişki biçimi olan hemşehrilik olgusudur.

Bu tez çalışmasının amacı ülkemizde kentleşme sürecinde ortaya çıkan; sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal etkileri bulunan bir dayanışma şekli olan hemşehrilik olgusunun incelenmesi ve kentlileşme süreci ve kent kültürü üzerindeki rolünün ortaya konmasıdır. Hemşehrilik olgusu, aynı coğrafi kökenden gelenlerin, kentsel ortamda birbirlerine destek olmak, karşılaştıkları bu yeni mekanda sorunlarını çözmek, “memleket” lerine özlemlerini gidermek amacıyla kente özgü olduğu düşünülen ve pek çok sosyal bilimci tarafından “tampon mekanizma” olarak nitelendirilen bir ilişki türüdür.

Bu araştırmanın temel problemi, kentleşme sonucunda kentsel alanlarda ortaya çıkan hemşehrilik olgusunun Đzmir kent bütününde yarattığı sosyal ve kültürel etkiyi incelemektir. Bu çalışma içerisinde geçen birey kavramı; farklı disiplinlerce farklı yaklaşımlarla ele alınmakta; bu çalışmada ise toplumsal yaşam içinde çevresinde meydana gelen olayları anlayan, çevresel değişimlere göre gelişen,

bir bilince sahip, süreç içinde gelişen ve değişen toplumsal bir varlık olarak ele alınacaktır.

Türkiye’de kentlere göçle gelen ve kentlerin gecekondu mahallelerini tercih eden kitlelerin ekonomik açıdan çoğunlukla orta ve alt gelir grubunda yer aldığı bilinmektedir. Özellikle oluşmaya başladığı 1950’li yılların başından itibaren gecekonduluların düşük gelirli insanların yaşama alanı olduğu yapılan pek çok saha çalışmalarında ortaya konmuştur. Ancak ülkemizde 1980 sonrası yaşanan ve ülke dinamiğini etkileyen ekonomik koşullar bölgeler arası dengesizlikleri daha da derinleştirmiş; bu durum iş bulma amaçlı göç akışını daha da hızlandırmıştır. Ayrıca 1990 sonrası Doğu ve Güneydoğu’nun kırsal kesiminde yaşayan çoğunlukla yoksul kitleler bu göç dalgasının hızlanmasını sağlanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki 1980 sonrası ülke kentlerine de yansıyacak ekonomik değişim kentte yeni zenginler ortaya çıkarmış, bu durum gecekondu alanlarına da yansımış, aynı gecekondu mahallesinde bile farklı gelir grupları iç içe yaşamaya başlamıştır.

Türkiye’de büyük kentlere göç eden kitleler ekonomik alım gücü zayıf, geldikleri yerlerde tarım ve hayvancılıkla uğraşan kitleler oldukları için kentlerde de düzenli gelir getiren bir iş bulamamakta; dolayısıyla marjinal dediğimiz düzensiz işlerde çalışmaktadırlar. Kentin marjinal iş kollarında çalışmak akrabalık- hemşehrilik gibi tanışıklık ilişkilerini gerekli kılmaktadır. Kentin göçle beslenen alanlarında yaşayan topluluklar kentin sunduğu olanaklardan yararlanamamakta ve kent yaşamına katılamayarak, kentin bir parçası yani kentli olamamaktadırlar. Ancak göç yılı ile ilintili olarak göç eden bireylerin süreç içinde düzenli bir geliri olan işte çalışma olanakları artmakta, yani ekonomik durumları iyileşmektedir. Ekonomik açıdan en geri olanların çoğunlukla kente en son göç edenler olduğu gecekondu konulu saha çalışmalarında ortaya konmuştur.

Kentle bütünleşebilmenin en önemli ölçütlerinden biri olan ekonomik yeterlilik, kentte iyi gelir getiren bir işte çalışabilmektir; bunun yolu da toplumsal kimlik çerçevesinde yeni ilişki ağları geliştirmekle mümkün gibi görünmektedir. Hızlı kentleşmeyle beraber büyük kentlere göç eden topluluklar çeşitli ilişki ağları

geliştirerek kent ortamına ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. Bu ilişki ağları içerisinde göçen kitlelerin günlük yaşamlarında en sık kullandıkları “hemşehrilik” ilişkileridir. Kentlerde, nüfusu göçe dayalı yerleşme alanlarında yaşayan topluluklar kentte tutunabilme, kentin zor koşullarına ayak uydurabilme çabaları içinde kendilerine özgü ilişki ağları oluşturmaktadır. Bu dayanışma ilişkisi içerisinde “hemşehrilik” adı verilen bağlar aynı köy, aynı ilçe, aynı il, aynı yöre ve aynı bölgeden gelenleri ifade etmek için kullanılan bir ifadedir. Ayrıca hemşehrilik akrabalık ilişkisini de kapsayan geniş bir etkileşim biçimidir.

Göçe dayanan yerleşme pratiği kendini kent mekânının fiziksel özelliklerinde de ortaya koymuştur. Hızlı kentleşmenin getirdiği sosyal ve ekonomik sorunlar kent mekânlarında birbiriyle çelişen görüntüler yaratmış; bir yandan merkez dediğimiz alanlarda üst ve orta gelirli grupların yaşadığı yerleşme alanları ile diğer yandan kent çeperlerinde alt gelir gruplarının yaşadığı gecekondu, ya da gecekondu benzeri müstakil, bazen baraka tarzı bazen de birkaç katlı yapılar ortaya çıkmıştır.

Kentlerin yoğun göçle beslenen alanlarında yaşayan düşük gelir grupları kendilerini kentin merkezi alanlarından izole etmiş ve bu durum hem toplumsal hem de mekansal düzlemde kendini ortaya koymuştur. Kentsel mekanda alt ve üst gelir grupları birbirine fiziksel mesafe olarak yakın durmakla beraber sosyal ve ekonomik açıdan da bir o kadar uzak kalmaktadır.

Hemşehrilik genel yapısı itibarıyla göç edenlerin kentte ürettikleri bir ilişki biçimidir ve özünde aynı kültürel payda olan grupların bir arada kente karşı ayakta kalma mücadelesini barındırır. Hemşehrilik, memleketleri aynı coğrafi yer olan veya aynı coğrafi yere ait olma hissini taşıyan kişiler arası ilişki ve bağları; bu bağlardan doğan kimlikleri tanımlar. Bu bağlar genellikle toplumsal bir kimlik oluşturulmasını sağlar. Hatta bireylerin birbirini tanımadığı durumlarda bile kişiler birbirlerini kıyafetleri, konuşma biçimleri v.b. gibi ögelere bakarak sınıflandırırlar.

“Hemşehrilik” gelinen yere ve oradaki geleneksel yapıya özlemi dile getiren ve zaman zaman gelinen yerle ilgili haberleşmeyi de sağlayan bir bilgi ve kültür ağıdır. Kırdaki çözülme sonucu kırdan kopan ve kentlerde toplanan kitleler, kentsel yaşama ayak uyduramayıp kentsel değerleri benimseyememekte, kır ile kent arasında kalmakta ve kent yaşamına yabancılaşmaktadır. Hatta kente göçenler kır ile aralarındaki ilişkiyi çoğu zaman daha güçlü tutmaktadırlar.

Belli bir sosyal ilişki ağı içerisinde kırsal bir arka plana sahip olan cemaat tipi topluluklar, süreç içinde kentle uyumlu bir içerik kazanarak bir çeşit kentsel cemaat niteliği taşımaya başlamışlardır. Bu tür ilişki ağlarının kente uyum sağlamak, tutunmak, kentle bütünleşmek açısından bir ara-tampon mekanizma işlevi gördüğünü belirten çalışmalar da mevcuttur (Kıray, 1964; Şenyapılı, 1978; Kurtoğlu, 1989). Bu yaklaşım, hemşehrilik olgusunu kır ile kent arasında bir ara mekanizma olarak anlamlandırılmasına ve kırın kente bir devamlılığı olarak algılanmasına neden olmaktadır.