• Sonuç bulunamadı

Kentsel Yerleşmelerin Başlıca Özellikleri

BÖLÜM 4: KAVRAMLAR VE TEORĐK ÇERÇEVE

4.1. KENT

4.1.2. Kentsel Yerleşmelerin Başlıca Özellikleri

Toplumbilimcilerin kentsel yerleşmeleri tanımlarken üzerinde durdukları temel özelliklerin başında; nüfus birikimi, uzmanlaşma, işbölümü, sanayi ve hizmetler sektörünün ön plan çıkması gelmektedir. Bu tanımlar kenti işlevsel özelliklerine göre tanımlarken, şüphesiz kentlerin uygarlığın doğduğu, beslendiği, her türlü bilimsel, siyasal ve ekonomik ilişkilerin sürdürüldüğü, bunun sonucu

olarak insanlığın uğraşmak zorunda kaldığı sorunların ortaya çıktığı ve bu sorunlarla başa çıkmak üzere her türlü gelişmenin kaynaklandığı yerler olduğu göz ardı edilmektedir.

Bir yerleşim biriminin kent olabilmesi için dünyanın birçok yerinde değişik ölçütler kullanılmıştır. Örneğin, Kanada ve Venezuela nüfusu 1000’in üzerinde olan yerleşimleri kent olarak kabul ederken, Ghana 5000, ABD 2500, Yunanistan 10.000 olarak kabul etmiştir. Bunun yanında Hindistan nüfusun 5000’in üzerinde olan yerleşmelerde bir mil kareye düşen yoğunluğun1000 kişinin üzerinde ve ergen erkek nüfusunun %75’in tarım dışı işle uğraştığı yerleşmeleri kent kabul etmektedir. Đsrail ise bir yerleşmenin kent olabilmesi için nüfusunun en az 2000 ve toplam aile reislerinin üçte birinden daha azının tarımla uğraşması koşulunu aramaktadır (Ayan, 1982: s.43–44). Ülkemizde ise Devlet Đstatistik Enstitüsü’nün kent yerleşmesinin nüfusu ile ilgili kullandığı ölçüt 10 bindir.

Yönetimsel ya da demografik açıdan kentleri ele alan bakış açısına göre; bir yerleşim birimini kent olarak nitelemek için öncelikle nüfusuna bakmak gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak tek başına nüfus ölçütü de yeterli olmamaktadır. Bu görüşe göre nüfusun sayısal büyüklüğünün kentleri ele almada yeterli olmadığı nüfusun ekonomik özelliklerinin de önemli bir etken olduğu görüşü hâkimdir. Yani nüfusun sayısal özelliği değil ekonomik işlevlerdeki farklılığı önemlidir. Bu açıdan pek çok sosyal bilimci kent sorununun işlevsel ya da ekonomik ölçütle ele almış ve bu yerleşim birimlerini farklı ölçütler kullanarak irdelemişlerdir. Örneğin; Aristo kenti insanların daha iyi bir yaşam tarzı yaşamak için bir araya geldiği yerler olarak tanımlarken, Adam Smith kentlerin zanaat fonksiyonları üzerinde durmuş, Đbn Haldun ise kentlerin sanayi merkezi olma özelliklerini işaret etmiştir (Karaman, 2001: s. 6).

Ancak 20. yüzyıl boyunca toplumbilimcilerin kent tanımlarında farklı açılardan yaklaşılarak yapılmaya çalışılmıştır. Örneğin bu yüzyılın başlarında toplumbilimci Wirth kenti toplumsal bakımdan benzerlik göstermeyen bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve mekânda süreklilik niteliği olan

yerleşmeler (Keleş,1990:s.75) biçiminde tanımlarken; kentlerde nüfus büyüklüğü, yoğunluğu, heterojenliği, ikincil derece ilişkilerin ön plana çıkması, yardımlaşma duygusunun yok olması ve yabancılaşma gibi olumsuz etkilerinden kaynaklanan olgular üzerinde durmuştur. Max Weber’e göre kentin en önemli özelliği hukuk mahkemesi, yerel idari yapısı, kendi kendini yönetme hakkının yanında pazaryeri olduğunu vurgulamıştır (Kızılçelik, 1999: s.129).

Anderson, Thompson, Cottrell gibi yazarlar ise tarımla uğraşan nüfus topluluklarından daha geniş, karmaşık, yönetim, ticaret ve imalatta yoğunlaşmış etkinliklere (Tatlıdil, 1992: s.47) yönelik faaliyetlerin yer aldığı yerleşim birimi olarak tanımlamışlardır. Childe kentleri uygarlığın çekirdeği olarak düşünmüştür (Tatlıdil, 1992: s.47). Yirminci yüzyılın ortalarında yapılan çalışmalarda, kentte yaşayan bireylerin güçlü topluluk bağlarına ve toplumsal katılım duygusuna sahip olmaları kentin ve kentli olma kültürünün en önemli özellikleri olarak görülmüştür. Aynı dönemlerde kentlerin sınıf savaşımının yaşandığı yerler olarak algılanması da yapılan çalışmalara da yansımıştır.

Keleş’e göre kent tarımsal olmayan üretimin göreceli olarak ağırlık kazandığı, üretim araçlarının ve dolayısıyla nüfusun yoğun olarak toplandığı, örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma düzeylerinin yüksek olduğu yerleşim merkezleri olarak tanımlamaktadır (Keleş, 1972:s.7). Tümertekin ise kentlerin işlevini ele almıştır bu işlevleri sanayi, madencilik, genel hizmetler ve belirsiz etkinlikler olarak ifade etmiştir (Tümertekin, 1965: s.10). Cavit Orhan Tütengil köyü tarım temeli üzerinde, cemaat hayatının, nisbi bir kapalılığın, geleneksel dayanışma ve yaşama biçimlerinin nitelediği bir topluluk olarak ifade etmektedir (Tütengil, 1966: s 20). Bu tanımdan yola çıkarak köye karşıt bir topluluk düzeni olarak kent tarım dışı etkinlikler temeli üzerinde oluşmuş yerleşimler olarak ifade edilmiştir. Diğer bir sosyal bilimci Sencer ise kenti çoğunlukla tarım dışı kesimlerde yoğunlaşmış 10 binin üstünde bir nüfusu bulunan, farklılaşmış ve örgütlü bir fiziksel, toplumsal ve yönetsel bütünlüğe sahip olan yerleşmeler şeklinde tanımlamıştır (Sencer, 1979: s.4).

1980’li yıllarda yapılan çalışmalar dönemin sosyal ve ekonomik yapıda yarattığı değişimlerle birlikte kente bakış açısında da çeşitlilik yaratmış, gençlik, toplumsal cinsiyet, çevre sorunları, gündelik yaşam odaklı yeni toplumsal hareketler, sermayenin küreselleşmesi sürecinde metropolleşme, kimlik sorunları gibi olgular üzerinde durulmuştur.

Erdoğmuş kenti “kıra kıyasla, nüfus ve bina bakımından daha fazla ve daha yoğun, tarım dışı faaliyetlerin hakim olduğu üretimin koordine edilip, denetlendiği temel özellikleri ile kırdan ayrılabilen ve kenti yansıtan yönetim sistemine, ekolojik yapıya, sosyal organizasyonlara ve sosyal hayat tarzına sahip olan yerleşme türleri” (Erdoğmuş, 1998: s.153) olarak ifade etmiştir.

Kent; kendi kendine yetmeyen bir birim, üretimde bulunan ve bunun sonucunda toplumsal ve idari yönden de çevresi üzerinde denetimci bir görev üstlenen yerleşme düzenidir. Tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, tüm üretimin denetlendiği, dağıtımının kontrol edildiği, belirli teknolojinin beraberinde getirdiği, büyüklük, yoğunluk, heterojenlik ve bütünleşme düzeyine varmış yerleşme türlerine kent denir (Kartal, 1978: s.5). Kırsal yerleşmeler, toplumsal konumu ve yaşam kalitesinin aynı olduğu, homojen, herkesin yaşam biçimi yönünden birbirine benzediği, sakin ve düzenli bir toplumsal yaşamı sürdürürken; kentler her zaman birbirinden farklı işlevleri olan tabakalaşmış ve farklılaşmış gruplardan oluşmuştur. Kentler, tarımsal olmayan üretimin yapıldığı hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı, belirli teknolojik gelişme seviyelerine göre büyüklük, heterojenlik ve bütünleşme düzeyine varmış yerleşmelerdir (Kıray, 2003: s.19).

Bütün bu kent tanımlarından yola çıkarak bir yerleşmeyi kent olarak nitelerken o yerleşmenin üretim yapısına, nüfusun sayısal niteliklerine, heterojenliğine, işbölümüne, uzmanlaşma ve örgütlenme derecesine bakmak gerekir. Kır toplumuna karşıtı olarak günümüzde kentler;

1. Çeşitli etnik grupları, farklı inanç ve düşünce sistemini savunan insanların bir arada yaşayabildiği homojen olmayan bir yapısal özellik gösteren yerleşmelerdir;

2. Kentlerde hem nüfusun sayısal miktarı hem de yoğunluğu kırsal yerleşmelere oranla daha yüksektir.

3. Nüfusun ekonomik yapısı değişmiş, örgütlenmiş, karmaşık bir iş bölümü ve uzmanlaşma söz konusu olmuştur.

4. Tarımsal üretimin yerini sanayi ve hizmetler sektörü almıştır. 5. Kentler toplumsal hareketliliğin olduğu yerleşmelerdir;

6. Eğitim seviyesi kent toplumunda daha yüksektir, bireyler zamanlarının önemli bir bölümünü aile dışında geçirirler, çocukların eğitiminde aile dışı kurumlar etkilidir.

7. Đnsan ilişkileri daha yüzeysel-geçici olup sosyal kontrol mekanizması zayıftır, sosyal normların etkisi zayıflamıştır.

8. Kırsal kesime özgü geleneksel-geniş aile ve onun işlevlerinin yerini kentte çekirdek aile almıştır,

9. Kent toplumunda kırsal toplumun karakteristik yapısal özelliği olan cemaat çözülmüş; bireysel ilişkiler ön plana çıkmıştır.