• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: KAVRAMLAR VE TEORĐK ÇERÇEVE

4.1. KENT

4.1.1. Kentlerin Ortaya Çıkışı

Kentlerin tarihi uygarlık tarihiyle başlar. Kent sözcüğü tarihte çoğu kez “medeniyet” sözcüğü ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bu açıdan “medeniyet” kentleşme ile ortaya çıkmış kabul edilir. Latin kökenli dillerde “civilization” sözcüğü medeniyet anlamına gelmekte; bu açıdan “civitas” sözcüğü de kent sözcüğünün ilk kullanıldığı şekli olarak bilinmektedir. Kent sözcüğü Latince “civitas” terimiyle ilk defa Roma Đmparatorluğu’nda kullanılmış ve genellikle medeniyetin kökü olarak ifade edilmiştir (Ayan 1982: s.43). Eski çağda kent sözcüğünü karşılayan diğer önemli bir terim ise “polis” dir ve savunma gerekliliğini açıklamak üzere kale anlamında kullanılmıştır (Karaman, 2001: s.6). Hatta Arap kültüründe de “medeniyet” kavramı “uygarlık” sözcüğü yerine kullanılmakta ve kent anlamına gelen “Medine” sözcüğünün bu anlamda üretildiği bilinmektedir.

Toplumsal anlamda kentlerin temeli tarım devrimi sırasında atılmıştır (Güçlü, 2002: s.1). Đlk kez Milattan Önce (M.Ö.) 4000’li yıllarda Mezopotamya’da ortaya çıktığı düşünülen kentler daha sonraki yıllarda sırasıyla Mısır, Đndüs, Çin ‘de kurulmuştur. Antik çağlar hakkında fazla bir bilgi bulunmamakla beraber, Milattan Önce VI yüzyılda Babil 350 bin, IV. yüzyılda Syracuse 400 bin nüfuslu birer şehir olduğu bilinmektedir; antik çağın en büyük kenti Roma 1,5 milyon nüfusa sahipti. Göçebe toplum aşamasından yerleşik kültüre geçildiğinde ortaya çıkan antik toplum site biçiminde örgütlenmişti; bu dönemde zanaat ve ticaret tarımdan ayrı bir işbölümü idi. Đlk ortaya çıktığı dönemlerde de kenti diğer yerleşimlerden ayıran en belirgin fark ve kabul edilmiş özelliği, topraktan ayrılmış iş sahasına sahip oluşudur (Ayan, 1982: s.43).

Tarihte pek çok kent, içinde barındırdığı toplumun sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtarak var olmuştur. Bu açıdan bakıldığında ilk çağda kurulan kentler, ekonomik gelişmeye bağlı olarak köylerdeki yaşantının iyileşmesi, toprak sahipleri ve tüccar zenginleşerek ülkenin kontrolünü ellerine geçirmeleri sonucunda güvenliği sağlamak amacıyla duvar ile çevrelenmiş ve kale haline gelmiştir. Site biçiminde örgütlenen antik kentlerin çözülmesiyle ortaya çıkan orta çağ kentlerinin en belirgin özelliği ticaretin gelişmesi ile ortaya çıkmalarıdır. Bu sayede kentler surların dışına taşarak gelişmeye devam etmişlerdir (Karaman, 2001: s.2). Ortaçağ’ da Avrupa’ da genişleyen ticarete dayanan kapitalist ekonominin gelişmesi, milli devletlerin kurulması gibi nedenlerle hem şehirlerin sayısı, hem de nüfusu artmıştır. Ticari ilişkilerin gelişmesi ile ticareti yöneten sınıf hinterlanda sahip, ulaşım olanakları kolay yörelerde küçük kentsel yerleşmeler kurmuşlardır.

Ortaçağ kentlerinin gelişmesinde etkili olan diğer önemli bir olay da Haçlı Seferleri olmuştur. Ticaretle uğraşan sınıf loncalar halinde teşkilatlanarak ekonomik üstünlük kazanmıştır. XII. yüzyılda Paris, Venedik, Milano, Floransa nüfusu 100 bini aşan başlıca kentler iken, XVI. yüzyılda da Londra ve Brüksel’in nüfusu 400 bini aşıyordu. Surlarla çevrili Ortaçağ kentleri gerek savunma, gerekse güzel görünme kaygısıyla içine kapanık kentlerdir (Keleş, 2000: s.20).

Nüfusları itibarıyla “büyük yerleşmeler”, tarihin belirli dönemlerinde her zaman var olmuştur ama bunları günümüz anlamında kent saymak mümkün değildir. Şehirlerin kurulmasında ve gelişmesinde tarımsal üretim fazlasının önemli rolü olmuştur. Tarım teknolojisinde meydana gelen gelişmeler, nüfus fazlası ortaya çıkarmış ve şehirlerin gelişmesi hızlanmıştır. Ancak sanayi öncesi kentler günümüz kentlerinin çoğu özelliğini yansıtmamaktadır. Sanayileşmeye kadar kentleşmeye etki eden temel faktör ticaret olmuştur. XVI yüzyıldan itibaren ticaretin gelişmesi, denizaşırı ülkelerle ilişkilerin artması, bilimsel bilginin ilerlemesi sanayi devrimini doğurmuştur (Güçlü, 2002: s.2). Đlk olarak Đngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi sonrasında tarım alanındaki ilerlemeler, mülkiyetle ilgili yeni gelişmeler köylülerin sanayi bölgelerine göç etmelerine neden olmuştur. Sanayi hareketleri kısa zamanda Almanya, Fransa, Belçika ve Đsviçre olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine

yayılmıştır. Böylelikle kısa zamanda Avrupa’da kent nüfusu giderek artmaya başlamış; sanayi kentleri doğmuştur. Đş yaratma olanaklarına ve gelişme potansiyeline sahip bu kentler zamanla nüfus ve işyerleri yoğunluğu belirli bir limitin üzerinde bulunan; bu nedenle de yaşama ve konut koşulları zorlanan hatta sosyal dokusu bozulan yerleşim alanları haline gelmişlerdir. Sanayi devriminin kentte yarattığı bu değişme, kentin fiziki planlamasını da etkilemiş, kentin dışında ve uzağında yeni yerleşim alanları oluşturmuştur. (Karaman, 2001: s3).

Genellikle kentler, nitelikli işgücu ve üretimde teknolojinin kullanılması gibi nedenlerle sürekli ekonomik büyüme ve genişleme içindedir. Sermaye birikimi, transferi ve pazar yönlendirmeleri nedeniyle kentler güç merkezi halindedir. Kentler pazar stratejilerini düzenleyen merkezler olarak yalnızca hinterlandı olan köy ve kasabaların üretim tarzını ve işletmelerin özelliklerini değiştirmekle kalmamakta, aynı zamanda diğer kentlerin ekonomileri üzerinde de etkili olmaktadır. Birer ekonomik merkez haline gelen kentler hükümetin, finansmanın, ticaretin, medyanın ve ulaştırmanın ulusal ve uluslar arası merkezidir. Kentler büyük bir önemlilik içinde büyürken, diğer kentleri ve kasabaları birleştiren bir ölçü ile genişlemektedir (Tatlıdil, 1992: s.35).

Kentin tanımı; "nüfus ölçütüne, idari statü ölçütüne, ekonomik faaliyet ölçütüne ve sosyolojik yaklaşıma" göre yapılabilir. Kent olgusu üretimin sektörel kimliğine göre ortaya çıkmış ve önceleri sanayi sektörünün daha sonra ise sanayi ve hizmetler sektörlerinin ağırlıklı olduğu yaşamsal mekanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.