• Sonuç bulunamadı

Türkiye Cumhuriyeti (Yeni Türkiye) ve Mustafa Kemal

BATI’NIN ĐSLAM VE TÜRKĐYE SĐYASETĐNĐN TEORĐK ARKAPLANI

2.3. BATI’NIN ĐSLAM VE TÜRKĐYE SĐYASETĐNĐN TEMSĐLĐ TEORĐS- TEORĐS-YENLERĐ: TOYNBEE VE HUNTINGTON

2.2.1. ARNOLD J. TOYNBEE

2.2.2.4. Đmparatorluk’tan Cumhuriyete Türkiye

2.2.2.4.3. Türkiye Cumhuriyeti (Yeni Türkiye) ve Mustafa Kemal

2.2.2.4.3.1. Lozan Konferansı

Toynbee’ye göre, Lozan’la, Türklerin “pılını pırtısını eline verip Avrupa kıtasın-dan atmak” hayali bir kere daha yıkıldı. 208 Böylece, yüzyıllardır Yakın Doğu ilişkileri-nin en önemli faktörlerinden biri olan Türkiye’ilişkileri-nin dâhili hayatına yabancıların müdaha-lesi sona erdi. 209 “Lozan Antlaşması aynı zamanda batılı güçlerin uzun süredir kurmak için çaba sarf ettikleri, şimdi de doruk noktasına ulaştırmaya çabaladıkları üstünlüklerini ellerinden aldı.”210

Lozan’da Đtilaf Devletleri’nin iç dengeleri Türklerin lehte sonuç elde etmesine yol açmıştır: “Đtilaf devletleri Dünya Savaşı’nda kazandıkları kesin zaferden gerekli biçim-de yararlanamayacak kadar kırılgandı. Bir kere Almanya korkusu ortadan kalkınca, çı-karlarının çatışması, politikalarının uyuşmazlığı ve amaçlarının çatışması itilaf devletle-rinin diplomatik cephesini zayıflattı; Türklerin önlerine koydukları talepleri reddederken ortak sebepler ileri süremediler ve batılı devlet adamları bu nedenlerle Lozan’da Ankara delegasyonuna teslim oldular.” 211

Bu noktada Toynbee Sevr ile Lozan kıyaslaması yapar: “Sevr zaten ölmek üzere olan bir hasta için yazılmış ölüm belgesiydi. Lozan Antlaşması ise hem kurtuluş, hem de hareketleriyle hayatta kalmaya azmetmiş olduğunu ispat eden bir milletin bir düzine ülke tarafından imzalanıp mühürlenen özgürlük beratı.” 212

2.2.2.4.3.2. Türk Devrimi

Toynbee’ye göre Türk Devrimi iki farklı karakter taşımaktadır. 1919-1922 arası dönem ve 1922-1924 arası dönem. Şöyle ki:

“1919–1922 Türk Devrimi’nin iki yönü vardı: Türk anayurdunun korunması ve Türk devletinin yeniden yapılandırılması.”213 1922-1924 arasında “yeni şeyler

208 A.g.e., s. 103 209 A.g.e., s. 104 210 A.g.e., s. 105 211 A.g.y. 212 A.g.e., s. 106 213 A.g.e., s. 113

63 maktan çok geçmiştekileri yıkmaya yönelik” 214 yapılanlar. Bu dönemde yapılan ant-laşmalar, kanunlar ve kamu belgeleri güvenilir değildir. Çünkü devlet adamlarının ger-çekleri saptırarak kaydettikleri bu belgelerde anlatılanlar yaşananların aynısı değildir. 215

“Batı medeniyetine beyinlerini açan Türkler, tıpkı doğulu Hıristiyan komşuları gibi, yüzlerini Fransa’ya dönerek batı düşüncelerini Fransızlar kanalıyla aldılar.” “Batı medeniyetine Fransızların gözlerinden baktılar ve medeni Türkiye’nin Fransa gibi ol-ması gerektiğine karar verdiler.” 216

Toynbee, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları sırasında yapılan önemli sosyo-kültürel düzenleme ve değişimlere ayrıntılı bir şekilde değinir: “Bir dizi ilginç fesih gerçekleştirilmiştir. Kapitülasyonların kaldırılması, azınlık haklarının iptali, saltanatın feshi, halifeliğin kaldırılması ve çok sayıda sosyal müessesenin, geleneğin (cami mek-tepleri, Đslam’ın onayladığı çok eşlilik, kadınların geleneksel olarak sosyal hayatın dı-şında yaşayıp peçe kullanmaları, resim ve heykele karşı yasaklar, milli bir kıyafetin par-çası olarak fes giyme vb.) kaldırılması… Devrimci önderlerin gözünde bu, hareket et-mek için güverteyi temizleet-mekti; yeni cumhuriyet temiz bir satıhta kurulmalı ve geçmi-şe ait engellerden kurtulmalıydı. Modern devlet, gelişmesini geciktirebilecek tüm moda-sı geçmiş geleneklerden arındırılmalıydı.” 217

2.2.2.4.3.2.1. Kapitülasyonların ve Azınlık Haklarının Kaldırılması

Toynbee’ye göre, Türkiye’de iç gelişmeye zarar veren ana etkenler şunlardır: “Kapitülasyonlar, azınlıkların imtiyazları, Đslam dininin eskimiş yapısı ve Đstanbul’daki sultanın çevresinde toplanmış saltanatçı grup. Bu unsurların her biri son yıllarda gözden düşmüştü. Ateşli devrimciler bu unsurları bela kaynağı, şikâyetlerin asıl sebebi ve tehdit olarak görüyor, kuşku ve öfke ile seyrediliyorlardı. Eski Osmanlı Đmparatorluğu’nun bağrında büyüyen bu müesseseler birer birer Büyük Millet Meclisi’ndeki reformcular tarafından saldırıya uğradı ve hiçbir gerekli ihtiyacı karşılamadıkları düşünülerek tüm kökleri ve dalları kesildi.” 218

214 A.g.y. 215 A.g.y. 216 A.g.e., s. 115 217 A.g.e., s. 120 218 A.g.e., s. 121

64 Osmanlı Đmparatorluğu tebaasında olan yabancılara verilen ayrıcalıkları da kapitü-lasyonlar adı altında ele alan yazarlar, verilen ticari imtiyazların ne safhada olduğunu 22 Mayıs 1920 tarihli bir ABD ticaret raporuyla veriyorlar: “Türkiye’de şube açmak iste-yen bir (yabancı) bankayı, ticari işletmeyi, resmi veya kanuni formalitelere uymaya zor-layan kanun yok… Yabancı şirketler iç organizasyonlarında, üyelerinin haklarında ve görevlerinde kendi ülkelerinin kanunlarına göre hareket ederler.” 219 Bu ticari işletmeler “yasal yöntemlere o denli kayıtsızdılar ki, kendilerini her türlü Türk müdahalesinden uzak tutuyorlardı. Fakat unutulmamalıdır ki imtiyazlar Osmanlı Devleti’nden zorla alınmamıştır… Doğal olarak sistem kısa zamanda yabancıların çok fazla suiistimaline uğradı…Türk Devleti’nin yasal olarak kontrol edemediği temsilciler vasıtasıyla ve sis-temi de istismar ederek haksız servet elde ettiler. Yabancı konsoloslar Türk otoriteleri-nin yetkilerini büyük ölçüde gasp eden üst düzey memurlardı. Azınlıklar kendilerine tanınan özgürlükleri kötüye kullandılar ve ülkenin yasal düzenini hiçe saydılar. Bazı durumlarda haraç alma veya kanundışı yollarla (yasal güvenlik sağlayarak) para kazan-makta bile tereddüt etmediler. Kapitülasyonlar sayesinde azınlıklarının sahip olduğu ekonomik imtiyazlar konusunda eleştiriye en açık konu ise gümrük veya diğer vergileri ödeme zorunlulukları olmamasıydı.” 220

II. Mehmet’i Osmanlı Đmparatorluğu içerisindeki gayrı müslim tebaanın hakları-nın yapısını sistemleştiren kişi olarak veren Toynbee, bu sistem dâhilinde yapılanların Kur’an hukukuna uygun bir zorunluluk olduğunu ifade eder. 221 Bu sistemin Türkler tarafından kaldırılmak istenmesini iki şeye bağlarlar: Sistemin Türkleştirme amaçlarına aykırı düşmesi, yabancıların milliyetçilik fikirlerinin gelişmesi için zemin hazırlaması. 222 Huzurun sağlanması için, “tüm ülkedeki yıkıcı eğilimlerin güçlenmesine ve dini ça-tışmaların, politik komploların, kışkırtmaların artmasına neden olan unsurlardan kur-tulması gerekiyordu.” 223 “Ayrılmaz unsurlar olan din ve milliyet, uzun Osmanlı döne-minde sürtüşme ve husumet kaynağı olmuştu. Ve bu husumet ortadan kaldırılmalıydı.” 224 Misak-ı Milli’nin altıncı maddesindeki ilkeler hukuki ve ekonomik imtiyazlara

219 A.g.e., s. 123 220 A.g.e., s. 123-124 221 A.g.e., s. 127 222 A.g.y. 223 A.g.e., s. 128 224 A.g.e., s. 129

65 landığı gibi dini imtiyazlara da uygulanarak ülkedeki tüm azınlık halklarına ait iltimas-lara son verildi.225 Bunu gerçekleştiren Türkiye “bir devlet olarak varlığını sürdürdüğü uzun yıllar boyunca ilk defa şimdi neredeyse tam olarak homojendi ve tek bir milliyete ait, tek bir dili konuşan ve tek bir ideali olan insanlardan oluşmaktaydı. Macaristan gibi o da parçalanmış ve küçülmüştü; fakat halkı tek bir ırk, tek bir dil, tek bir inanç etrafın-da birleşmişti. Ölüm-kalım savaşının ateşinde milli birliğini oluşturmuştu.” 226 “Nere-deyse tam olarak homojendi” denilen yerde verilen bir dipnot çok dikkat çekidir:

“Kürt-ler şu anda Türkiye’de geriye kalan ve önem ihtiva eden tek yabancı azınlıktır.” 227

2.2.2.4.3.2.2. Saltanatın Kaldırılması ve Cumhuriyetin Đlanı

Toynbee saltanatın kaldırılmasını “tarihi hadiselerin seyrine bakıldığında mantıklı bir adım” 228 olarak görürken şunları söylüyor: “Ağır şartlara rağmen kazanılmış bir zaferin verdiği gururla, büyük gücünün farkında olan ve arkasında hararetli ve geniş bir destek olan kahraman bir önder tarafından yönetilen yeni hükümet gücünün her şeye yeteceğini düşünüyordu. Bunu birçok biçimde gösterdi. Fakat hiçbirinde, esir düşmüş Đstanbul’daki gölge yöneticiyi hor görmesinde olduğu kadar, açıkça kendini üstün gör-me gururu ortaya çıkmamıştır.” 229 Yazar sözlerine şöyle devam ediyor: “Bâb-ı Âli, Türkiye’deki bağımsız otoritesinin son kırıntılarını aylar önce kaybetmiş, ilahi bir hakla yönetme yetkisine sahip olduğu kabul edilen bir sultan, gereken saygınlığını ve itibarını yitirmişti. Kendisinin zayıf ve yeteneksiz olduğunu, Đtilaf Devletleri tarafından yönetil-diğini açıkça ortaya koymuştu. Görüldüğü gibi milli açıdan ve olumlu olarak Türk dev-letine hiçbir yardımı yoktu; Đstanbul’daki yasal parlamento üyelerinin Đngiliz askerleri tarafından tutuklanmasını hiç itiraz etmeden kabullenmişti.” 230

Ankara’daki parlamento 11 ay sonra kesin bir ifadeyle babadan oğula geçen tarihi Osmanlı hükümdarlık şeklinden tamamen ayrıldığını belirtti ve cumhuriyeti ilan etti. 231

225 A.g.e., s. 128 226 A.g.e., s. 130 227 A.g.y. 228 A.g.e., s. 131 229 A.g.y. 230 A.g.y. 231 A.g.e., s. 135

66 Ankara hükümetinin kısa bir süre içinde bu noktaya gelinmesi şu şekilde açıklanı-yor:

“Đstanbul Hükümeti’nin müttefiklerin uşağı konumuna düşmesi onların milletin düşmanı ile bir tutulmasına sebep olmuştu. Sultanın yabancıların süngüsüne güvenmesi ülkesine ihanet ettiği şüphesini doğurdu. Đslam’a ait bir kurum olan halifelik ile tama-men milli olan programın bağımsızlık ilkesi uyuşmuyordu. Gericilerin halifeliği destek-lemesi hainlerin bu kurumun itibarını kullanarak karşı devrimi gerçekleştirebilecekleri korkusunu uyandırdı. Bundan dolayı milli bağımsızlığın güvenliği için Đstanbul’dan ve onun Bizans oyunlarından, yabancıların desteğine dayanan saltanat ve halifelikten, hali-feliğin tutuculuğundan Türkiye’yi kurtarmak gerekiyordu… Mantıklı olan kansız bir devrimle saltanatı devirmekti. Sonucunda da devlet biçimi olarak bir halk cumhuriyeti-nin ilanı… Osmanlı hanedanı mutlak otokratik hükümdarlık şeklindeydi. Yöneticiler ve halk arasındaki ilişki, efendiler ve köleleri veya çobanlar ile sürü arasındaki ilişkiye benziyordu. Osmanlı’nın Türk olmayan milletleri nelere tahammül ettilerse Türkler de aynı şeylere tahammül etmek zorunda kaldılar. Geçen yüzyılda bu farklı milletler Os-manlı boyunduruğundan kurtuldular; şimdi sıra Türklerin kendilerindeydi. Tarihi bir rejime başkaldırıp halkçı ve sağduyulu bir devlet biçimi ilan etme sırası…” 232

Saltanatın kaldırılmasının Türk ulusuna yararlı olduğunu söyleyen Toynbee bunun üç taraflı olduğunu ifade ediyor:

“Đlk olarak hükümdarlığın kaldırılması yeni bir yönetim biçiminin sembolüydü. Bu sembol bundan böyle Türk devletinin varlığını devam ettirme sebebinin artık hane-danlık menfaati için değil –böyle bir durumda devlet bir hükümdara ait özel bir mülk, bir eyalet görünümünü veriyordu- Türk halkının menfaati içindi. Bundan böyle Türk halkı demokrasi duyarlılığı ile hareket edecekti.

Đkinci olarak imparatorluk kurumunu bertaraf etmek kamu harcamalarında çok büyük bir tasarruf anlamına geliyordu. Çünkü sultanın masrafı Avrupa’nın en masraflı hanedan ve krallıklarından daha fazlaydı. Üstelik de aynı miktarda vatandaşa sahip her-hangi bir batı ülkesinden daha az devlet gelirine sahipti…

67 Üçüncü yararı politik durumun daha basite indirgenmesiydi. Kendilerini batı me-deniyetine adapte etmeye çabalayan batının dışındaki ülkelerde çok eskiden kurulmuş yerli bir hanedanın varlığı her zaman bir zayıflık sebebi olmuştur. Halk ittifaklar kurup diğer ülkelerle rekabete girişmez; ittifak ve rekabetin dengeleriyle oynayan krallardır. Doğulu hükümdarların batılı güçlerin baskın tesirlerine dayanamamak gibi bir alışkan-lıkları vardır.” 233

Cumhuriyetin ilan edildiği gün “Yaşasın Cumhuriyet!” çığlıkları arasında Gazi Mustafa Kemal Paşa oybirliği ile cumhurbaşkanı seçilmişti. “Hükümdarlık despotizmi-nin uzun süre saltanat sürdüğü toprakların pek alışık olmadığı seslerdi bunlar. ‘Gazi’ ve ‘reisicumhur’ bir arada çok tuhaf bir unvan çifti oluşturuyordu. Yine de yeni kelimeler çok çabuk popüler hale geldi.”234

Toynbee, Türkiye’nin cumhuriyet tercihi üzerinden Doğu’ya yani Đslam Dünya-sı’na eleştirel bir analiz yapar:

“Şurası açıktır ki, doğudaki benzerleri gibi, Türkiye Cumhuriyeti farklı bir nitelik taşır. Burada demokratik gelişim halka ait bir hareket değildir; bunun sebebi halkın hiç-bir politik eğitime sahip olmamasıdır. Doğuda cumhuriyetçilik zor kullanılarak dikilen bir bitki gibidir. Avrupa’dan getirilip dikilen bu egzotik bitkinin kökleri toprağı yeterin-ce kavramadan ve sağlam bir şekilde yerleşmeden çiçek açması beklenmektedir. Bu politik gelişimi araştırırken, reform gayretine sahip, sayıları sınırlı, devrimci görüşlü entelejansiya hariç, genel bir halk hareketi veya fikir eğilimi göremeyiz; tüm ulusa yayı-lan bir reform dalgası, hürriyet fikirleri rönesansı yoktur. Türkiye’deki milli hareketi incelediğimizde, onun Jön Türkler adı ile bilinen radikal zümrenin veya daha küçük bir fotoğrafla, Đttihat ve Terakki partisinde birleşmiş küçük bir grubun ürünü olduğunu gö-rürüz. Daha sonra Türkiye’deki cumhuriyetin, devrimci askeri liderlerden oluşan küçük bir klik tarafından ortaya konduğunu öğreniriz. Bu askeri grup var olan rejimi başarıyla devirmiş, ülkenin yabancı düşmanlarını yenmiş ve zaferin verdiği cüretle kendi tasarla-dıkları, otoritelerini çok az engelleyen bir cumhuriyet yönetimi kurmuşlardı. Her şeye boyun eğen tepkisiz bir ülkeye uygulanan cumhuriyet yönetimi, gördüğümüz kadarıyla

233 A.g.e., s. 136-137

68 kendi yapay usulüyle, yaratıcıları ve yöneticileri bir arada devlet gemisini dengede tut-tukları sürece başarılı çalışıyordu. Bu nedenle bu cumhuriyetin kuruluş ve gelişimine, Fransız ve Amerikan demokrasilerini araştırırken yapılması gerektiği gibi, kitlelerin psikolojisi yönünden yaklaşmamalıyız. Birkaç kişiden ibaret olan liderlerinin politikala-rını incelememiz gerekir. Cumhuriyet üzerinde çalıştığımız müddetçe, en azından onun şu ilk yıllarını incelerken, onun tuhaf ve egzotik bir şey olduğu ve insanların kalbinde kök salmamış, çok nadir tepki gösteren mütevekkil köylüler arasına gevşekçe ekildiğini görmeye hazırlıklı olmamız gerekir.” 235

2.2.2.4.3.2.3. Halifeliğin Kaldırılması

Bu bahiste Toynbee “Halifelik” kurumunun tarihi, işlevi ve uygulanmasıyla ilgili açıklamalara ve geniş tahlillere girer. Đşte bunlardan bazıları:

“1922 sonbaharında Büyük Millet Meclisi’nin emriyle kurulan “manevi” halifelik Đslami gelenekte bilinmeyen bir müesseseydi ve uzun geçmişi boyunca ifa ettiği vazife ile uyuşmuyordu. Ankara politikasını uygulamayı başarsaydı, bu gerçek hiç şüphesiz teorik bir kazançtan öteye geçmeyecekti. Fakat altı aydan biraz daha fazla zaman geç-tikten sonra Türkiye Cumhuriyeti kendi yarattığı bu müesseseyi yıkmaya karar verdi. 3 Mart 1924’teki bir kararname ile ‘manevi’ halifelik, ‘dünyevi’ saltanatın 1 Kasım 1922 tarihli kararname ile kaldırıldığı gibi insafsızca kaldırıldı ve bedbaht Abdülmecid Efendi de sürgündeki amcasını takip etmek zorunda kaldı. Hiç kimse onu, cumhuriyete sada-katsizlik etmekle veya “manevi” halifeliği planlandığından, olması gerekenden daha güçlü hale getirmeye çalışmakla (ciddi biçimde) suçlamadı. O, şartların kurbanı oldu; ona karşı yapılan bu itirazın sebebi onun kişisel varlığından kaynaklanmıyor, sahip ol-duğu unvanın kontrol edilemez olmasından kaynaklanıyordu. Ankara’daki adamlar kuk-la halifelerini istedikleri her şartkuk-la sınırkuk-layabilirlerdi; fakat halifeliğin bir geçmişi Müs-lüman toplumların aklında halifeliğe ait belirli kesin vasıfları vardı. T.B.M.M.’nin çı-kardığı yasalar insanların aklında bu fikirlerin çağrışım yapmasının bir anda önüne ge-çemezdi veya bu yaygın görüşten kaynaklanabilecek sonuçları engelleyemezdi. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ya halifeliğin Đslam dünyasının kabul ettiği vasıflara sahip olarak devam etmesine izin vereceklerdi veya onu tamamen kaldıracaklardı. Halifeliğin

69 eski vasıflarına sahip olarak devam etmesine izin vermeyi kesinlikle düşünmüyorlardı; sonunda diğer seçeneği dikkate aldılar.” 236

Halifelik kurumunun tarihi bağlamında Toynbee Hz. Đsa ve Hz. Muhammed kı-yaslaması yapar:

“Đsa’dan farklı olarak Muhammed, dini görevini yerine getirdiği bölgede kendi zamanında politik boşluk vardı ve kendisine gelen vahiyleri anlatma sürecinde şartlar onu, kendisine inanan insanlar için bir politik sistem oluşturmaya zorladı. Böylece aynı zamanda hem bir cemaatin hem de bir devletin kurucusu oldu.” 237 Aynı yazarlar tara-fından, zamanın şartlarından doğan bir zorunluluk gibi gösterilen ve iki yönü olan hali-felik şu şekilde ifade ediliyor: Bu iki kurum ne Muhammed’in düşüncesine ve hareket-lerine göre ne de daha sonra onun hareketlerinden kaynaklanan Đslam toplumunun haya-tında kesin biçimde asla birbirinden ayrılmaz.” 238

Toynbee bu açıklamadan sonra kendi şahsi düşüncesini şöyle aktarır: “Hakikatte böyle bir ayrıştırma yapılabilir; çünkü Muhammed’in son peygamber olduğu iddia edi-liyor ve öyle kabul ediedi-liyordu. Bu nedenle de batıdaki anlamıyla “ruhani” bir varis bı-rakmamıştır. Đşaret ettiği “varis” yani halife Đslam toplumunun politik ve sosyal hayatını yönetiyordu; bundan dolayı eğer bizim batıda olduğu gibi güçler ayrılığı tamamen Đslam hilafetine uygulanacak olursa, halifeliği “ruhani” olarak tanımlamaktansa “dünyevi” olarak tarif etmek daha uygundur. Gerçekten, ilk halifeler (Emir’ül-Müminin) , tarafın-dan üstlenilen bu görev Đsa zamanında devlet yöneticiliği (Đmparatorluk) yapana tekabül ediyordu. Eğer halifelik konusunda çalışma yapan batılı öğrenciler bu mukayese ve anolojiyi izlerlerse fazla yanlış yapmayacaklardır.” 239

Toynbee’ye göre halifeliğin kaldırılmasının öneminin iki katmanı vardır: “Đlk ola-rak, Türkiye Đslam otoritesinin merkezi olmaya son verdi. Türkiye laik bir cumhuriyet hükümeti kurarak ve hilafeti çıkarıp atarak, tam batılılaşmaya giderek, kazanacağını düşündüğü yararlar uğruna, kasten Đslam birliğinden ve desteğinden vazgeçerek,

236 A.g.e., s. 143-144

237 A.g.e., s. 144

238 A.g.e., s. 145

70 lam’ın “ruhani” liderliğini reddetmeye cesaret ettiği zaman yeni bir sayfa açılmış oldu. Đkinci olarak bu devrim sadece Türkiye’yi değil tüm Đslam dünyasını etkiledi.” 240

Halifelik kurumunun pratikte ne kadar önemli olduğu şu sözlerle ifade edilmekte-dir: “Yine de Đslam toplumunun üstün birleştirici müessesesi olarak, Đslam’ın geçmişi ile arasındaki ana bağlantı olarak hilafet, ölçülemez bir itibara sahiptir ve onun lağvedilme-si, bir asır önce Napolyon Savaşları fırtınası ile Kutsal Roma Đmparatorluğu’nun çöktü-ğünde batının yaşadığı şoka benzer bir duyguya sebep olmuştur. Fakat Đslam lidersiz düşünülemez ve Türk hilafetinin kaldırılması sadece bu kurumun başka bir yere nakli anlamına gelir. Türklerin batılılaşma esnasında attıklarını diğer Müslüman milletler ala-bilirler ve daha önce hilafete sahip olmanın Türkiye’ye kazandırdığı itibarı şimdi bu müessesenin yeni sahibi kazanabilir.”241

2.2.2.4.3.2.4. Ekonomik Göstergeler

Dikkatimizi ülkenin ekonomik ilerlemesine çevirmeliyiz 242, diyen Toynbee eko-nomi ve buna bağlı göstergelerle ilgili bahisler açıyor. Biz burada çalışmamızın sınırları doğrultusunda bazı hususlara değinmekle yetineceğiz.

Osmanlı Đmparatorluğu’ndan devralınan miras şu şekilde aktarılmaktadır:

“Osmanlı tarihinde emsali görülmemiş ekonomik zorluklar döneminde milli dev-rimi yapmak ve cumhuriyeti kurmak Türk milletinin talihsizliğidir. Cumhuriyet, şerefli ve imtiyazlı bir hükümdarlığa son vermiş olmasına, Dolmabahçe ve Yıldız köşklerini – Osmanlı sultanlarının tüm zenginlik ve lüksünün sembolleridir- kamulaştırmasına rağ-men aslında bu kötü bir mirastı. Maliye tüketilmişti. Ülke sadece muazzam bir umumi iflas olduğu için değil, aynı zamanda Düyun-u Umumiye vasıtasıyla, finansının bir kıs-mı yabancı ülkelerin denetimi altında olması nedeniyle de sıkıntı içindeydi. (Sıkıntı se-bebi olarak saydığımız sebeplerden ikincisi aslında Tanrı’nın bir lütfu olabilir) Yıllardır süren savaşlar ülkeyi kasıp kavurmuştu; üstelik 1918 ateşkesini takip eden Türk-Yunan Savaşı da ülkeyi perişan etmişti. Milletin insan gücü hem sayı bakımından hem de kuv-vet bakımından azalmıştı. Savaşlar, toprakların zirai verimliliğini de bitirmiş ve tüm

240 A.g.e., s. 155-156

241 A.g.e., s. 156

71 hayvanlarını almıştı; özellikle de Đç Anadolu’daki iyi atlardan geriye çok azı kalmıştı. Tarım ilkel bir durumdaydı ve çalışacak adam, kullanacak hayvan olmadan, aletsiz ve tohumsuz, Türkiye’nin ana kaynaklarından biri acınacak haldeydi. Terhis edilen asker-lere ya az ödeme yapılmış veya hiç para ödenmemişti. Yeterli kıyafetleri yoktu; ellerin-de geçimlerini sağlayacak hiçbir araçları yoktu ve bir kere safları terk ettiklerinellerin-de, bir-çoğu serseri soygunculara, eşkıyalara ve çetelere dönüştü. Đş dünyası ve ticaret yabancı-ların elindeydi. Bunyabancı-ların büyük çoğunluğu da ülkeden çıkarılmışlar, giderken de hüner-lerini, bilgihüner-lerini, sermayelerini ve teşebbüslerini beraberlerinde götürmüşlerdi. Oysa Türkiye’nin yeniden yapılanması için bunlara çok ihtiyacı vardı.” 243

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında yapılan ekonomik icraatlar şu şekilde eleş-tirilmektedir:

“Yeni devlet ilk yıllarında yanlış üstüne yanlış yaparak ülkenin zaten darboğazda olan ekonomisinin daha fazla batmasına sebep oldu. Devletin gelir sistemi o kadar kötü yönetildi ki, ticaret ve nakliye sektörlerinin beli büküldü. Đstanbul’un iş hacminde azal-maya sebep olundu. Đş birliği yapılazal-mayarak, yabancı yardım ve yabancı kredi almadan ve yabancılara olan borçları kısmen reddederek, ülkenin ihtiyaçlarına yüksek gümrük vergisi koyarak, becerikli yabancı uzmanları veya yurt dışında iyi eğitim almış Türkleri çalıştırmaya heves göstermeyerek aşırı uç bir politika sergilendi. Yapılan tüm yanlışlar, yönetimi ilk ellerine aldıklarında cumhuriyet yöneticilerinin politikasının çok kısa bakış açılı olduğunu gösterir. Bununla birlikte hatırlanmalıdır ki, bu liderlerin büyük