• Sonuç bulunamadı

1.5. Medya, Siyaset ve Siyasal İktidar

2.1.1. Türkiye Cumhuriyeti’nde İdeoloji

Jön Türk hareketi, Osmanlı Devleti’nde 19. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış olan ve Meşruti temelli bir sistem kurmayı hedefleyerek Kanun-i Esasi’nin ilânıyla seçimlere katılan ve ülkenin gidişatında rol oynamayı amaçlayan bir oluşumdur (Burak, 2003: 291). Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi ve Ziya Paşa bu hareketin önderleri olarak bilinmektedir. Ülkenin geleceğini tayin etmek amacıyla

oluşan bu hareketin ortaya çıkmasında, Osmanlı Devleti’nin gücündeki azalma neticesinde ortaya çıkan kayırmacı tutumlar, rüşvetler, yolsuzluklar ve kanunsuzluklar ile Rumeli’de çıkan isyanlar ve dış devletlerin Osmanlı Devleti üzerinde kurmak istediği hâkimiyete olan tepkiler etkili olmuştur. Abdülhamit’in 1877 yılında uyguladığı baskıcı politikaları, hürriyetleri kısıtlaması ve Kanun-i Esasi’yi yürürlükten kaldırması bu hareketin ortaya çıkışı ve bu harekette gerçekleşen toplanmayı sağlayan temel gelişmelerdir. Jön Türkler üç gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, Meşveret Gazetesi’ni çıkaran Ahmet Rıza’nın Osmanlılık düşüncesinin geliştirilmesi ve yayılması gerektiğini düşünenlerdir. Ahmet Rıza, merkeziyetçiliği ve milliyetçi düzeni savunan bir isimdir (Göle, 2012: 75). İkincisi ise Mizan Gazetesi’ni çıkaran Murat Bey ve Batılı reformları savunanlardır ve son grup ise İçtihat isimli dergiyi çıkarıp padişaha ve monarşiye olumsuz, lâiklik ve Batılı reformlara olumlu bakanlar olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır (Burak, 2003: 299). Jön Türk hareketi ortaya çıkış sebeplerinin aksine ilk zamanlar devrimci bir hedef taşımaktaydı ancak daha sonra uygulanan siyasetteki başarısızlık neticesinde devrimi benimseyen bir tavır sergilememiştir. (Reyhan, 2008: 127).

Türkiye Cumhuriyeti topraklarında uygulanmak istenen ve ülkemizde etkisini gösteren diğer bir düşünce akımı da Yeni Osmanlıcılık’tır. Yeni Osmanlıcılık düşüncesi, Osmanlı coğrafyasından ve kültürel ortaklığından hareketle Türkiye’yi Avrasya gücü hâline getirmeyi hedefleyen bir düşüncedir (Tüysüzoğlu, 2013: 296). Yeni Osmanlıcılık düşüncesinin temelini, Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı kitabında yer verdiği vizyon oluşturmaktadır (S.A.E. , 2010). Bu noktada Yeni Osmanlıcılık düşüncesi, Batı’lı ülkelerden ve Amerika kıtasından farklı bir siyasal kültür ön görmektedir. Bu kapsamda Yeni Osmanlıcılık düşüncesi, tarihsel sahnede Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet sürecine atıfta bulunarak Osmanlı kültürüne dayalı Osmanlıcı-İslamcı bir kimlik inşa ederek uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin etkin bir rol almasını hedeflemektedir (S.A.E. , 2010).

Kemalizm, Milli Mücadele Dönemi için genel bir tanım yapılmadığı için Mustafa Kemal taraflısı bir görüş olarak ifade edilmektedir ve Kemalist olarak ifade edilen kavram ise Mustafa Kemal yanlısı anlamında kullanılmaktadır (İnan, 2004: 109). Bu kapsamda Kemalizm, genel olarak bir ideolojiden ziyade Milli Mücadele Dönemi’ni kapsayan, cumhuriyetçilik, devletçilik, milliyetçilik, milliyetçilik, lâiklik, halkçılık ile

inkılâpçılık ilkelerine sahip olan ve emperyalizme karşı mücadelenin sembol ve anahtar bir kavramı olarak ifade edilmektedir. Kemalizm, Türkiye topraklarında özellikle Milli Mücadele Dönemi ile 1950’li yılların ortalarına kadar sürmüş bir düşünce sistemidir. Kemalizm kavramı, ilk kez 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin kongresinde kullanılmıştır (İnan, 2004: 110). Kemalizm, kimi araştırmacılara göre ideoloji olarak görülürken kimilerine göre ise tam tersi olarak bir ideoloji olarak ifade edilmemektedir. Örneğin, Falih Rıfkı Atay Kemalizm’i, Türk Milleti’ne özgü, yeni değerlerle halk üzerinde yeni bir inşa sürecini hedefleyen bir ideoloji olarak tanımlamaktadır (İnan 2004: 112). Öte yandan Niyazi Berkes ise Kemalizm için bir ideolojiden ziyade modernleşme yolunda gerçekleştirilen bir proje nitelemesini yapmaktadır (Berkes, 1997: 11).

Türkiye’de etkisini hissettiren bir diğer unsur da kapitalizmdir. Kapitalist düşünce ekonomik temelli olup serbest ve sınırları kaldıran bir piyasa işleyişini hedefleyen çok aktörlü bir ticari yapılanmayı hedeflemektedir. Türkiye’de kapitalist sistem yansımalarına bakıldığında 1830’lu yıllarda yapılmış ticari anlaşmalara kadar gidilmektedir. Bahsedilen dönemde kapitalist düşünce yansımalarına bakıldığında, 1839 yılında çıkarılan Tanzimat Fermanı’ndaki maddelerde kapitalist düşünce modeline entegrasyonun sağlandığını belgelenirken, 1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı toprakta özel mülkiyete olanak tanırken, akabinde ki 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi de kapitalist düşüncenin yansıması şeklinde gözlemlenmektedir (Gevgili, 1989: 57). İlerleyen dönemlerde ise iş bölümünün artması köylünün geçim sıkıntısından dolayı emeğini daha çok pazarlaması, pazarların genişlemesi ve tüketimin artması kapitalizmin gelişmesine olanak tanımıştır. Modern Türkiye’de ise özellikle 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın uygulamış olduğu ekonomide dış odaklı işleyiş ve özelleştirme politikaları hem neoliberalizm düşüncesini ekonomik alana yansıtmıştır hem de kapitalist düzene katkı sağlamıştır. Bu süreçler neticesinde devlet tekelinde olan kuruluşların çoğu kapılarını özel sektöre açmış, dış yatırımcılar Türkiye’ye çekilmiş ve liberal bir ekonomik düzene katkı sağlamıştır.

Ülkemizde güncel olan ve etkisini hissettiren bir diğer ideolojik yansıma da muhafazakârlıktır. Muhafazakârlık, muhafaza etmekten hareketle geleneklere, değerlere ve geçmişe bağlı kalmayı savunan, reform ve yeniliklere çok sıcak bakmayan ve dini motiflere sıkça vurgu yapan bir düşünce sistemidir. Turgut Özal’lı Anavatan Partisi,

ekonomik politikalarında her ne kadar neoliberal bir adım sergilemişse bir o kadar da muhafazakâr bir tutum içerisinde bu süreci sürdürmüştür.

Türkiye topraklarında gözlemlenen bir diğer ideoloji türü de milliyetçiliktir. Milliyetçilik düşüncesinin temellerine inildiğinde bu süreç Fransız İhtilali’ne kadar gitmektedir. Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne etkileri 1876 yılında çıkarılan ve parlamentonun kurulması ile anayasal monarşi dönemine geçilmesiyle gözlemlenmektedir (Arısoy, 2010). Bunun yanında yine Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik akımının bir diğer etkisi olarak da Balkanlarda ortaya çıkan ayrılıkçı isyanlar Osmanlı Devleti’ndeki etkilenmeye örnek olarak ifade edilebilmektedir. Milliyetçilik düşüncesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk dönemde kurucu bir düşünce akımı niteliği taşımaktadır. Bu noktada Kemalist düşünce bahsedilen süreçte, Türk Milleti kavramına yapmış olduğu vurguyla birliği, beraberliği ve sağlam bir temeli hedeflemiştir. 1921 yılında çıkarılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer verilen millet hâkimiyeti düşüncesi bu savı kuvvetlendirmektedir.

Türkiye topraklarında etkisini kuvvetli bir şekilde hissettiren bir diğer ideolojik yansıma ise neoliberalizmdir. Neoliberalizm, Margaret Thatcher ve Ronald Reagon yönetimlerinde en üst seviyeye çıkmış olan bir uygulama olup ülkemizde Turgut Özal döneminde ilk örnekleri görülmüştür ayrıca bugünün hükümetini oluşturan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin uygulamalarında sıkça gözlemlenebilmektedir. Ülkemizde incelendiğinde, 1980’li yıllarda Turgut Özal’ın neoliberal politikaları uyguladığı görülmektedir. Bu politikaların altında yatan temel amaç ise dünyada gelişim ve değişim gösteren ekonomik işleyiş karşısında ülke ekonomisini milli ekonomi ve gelir fonksiyonlarına göre yeniden koordine etmeyi hedeflemesidir. Dış ticaretin canlandırılması, dış yatırımcıya sunulan teşvik politikaları özel sektörün gelişmesi gibi temel plânlar Özal tarafından 24 Ocak 1980 tarihinde Ekonomik İstikrar Programı kapsamında sunulmuştur (Karabıçak, 2000: 55). AKP hükümeti de 2002 yılından itibaren özel sektörü destekler bir ekonomi politikası uygulamaktadır. Bu noktada değinilmesi gereken en önemli unsur ise özel sektörün desteklenmesi sürecinde muhafazakâr düşüncenin de ön plânda tutulması ve gerek özel sektördeki aktörler bağlamında gerekse de gerçekleştirilen neoliberal ekonomik politikalar bağlamında muhafazakâr bir düşüncenin de etkisinin kuvvetli bir şekilde hissedildiği durumudur.

Feminizim ve feminist hareketler Türkiye’de 19. yüzyılda kendini hissettiren bir şekilde gözlemlenmeye başlamıştır. Feminist düşünce tarzının ve feminist hareketlerin ortaya çıkması, yaygınlaşması ve süreklilik arz etmesinde eşitlik, adalet ve kadının sosyal statüsü gibi olgulara yapılan vurgular önemli rol oynamaktadır. Ülkemizdeki feminist hareketlerin ilk örneklerine bakıldığında, 19 yüzyılda Osmanlı Devleti’nde faaliyette bulunan Terakki isimli gazetede kadınlara yeni haklar tanınmasına yönelik yazılar gözlemlenmektedir Karataş, 2009: 1655). Bu gazete zamanla kadınlara özel ekler de yayınlayarak bir anlamda kadınlara özel bir yayın yapma özelliğini de göstermiştir. Kadın konusunun ve kadına dair sorunların çözüm arayışları kapsamında atılan adımlara bakıldığında ilk olarak Tanzimat Fermanı’nın bu konuda ufak düzenlemelere yer verdiği gözlemlenmektedir. Ancak bu yöndeki esas gelişmenin İkinci Meşrutiyet döneminde ortaya çıktığı ifade edilmektedir ve bu gelişmelerin İkinci Meşrutiyet döneminin özgürlük esintisinin kadına olan yansımasından kaynaklandığı düşünülmektedir (Karataş, 2009: 1656). Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde ise ülkemiz kadını, kendi cinsel kimliğini ulusal hassas süreç nedeniyle unutmak zorunda kalmıştır. Ancak Kemalist Düşünce tarafından Cumhuriyet Dönemi’nde kadının gerek kılık kıyafet, gerek sosyal ve mesleki durumunun iyileştirildiği görülmektedir. Bunun altında yatan en önemli ve hassas sebebin ise ülkenin kurtuluş mücadelesinde kadına biçilen önemli ve olumlu rol olduğu düşünülebilmektedir. 1960’lı yılların ortalarında Sosyalist düşüncenin etkisi kadın hareketlerini etkisi altına almıştır (Çakır, 1996: 114). Bu durum devrimci kadın birlikleri gibi oluşumların ülkemizde görülmesine olanak sağlamıştır. Ülkemizde kadın hareketlerinin özgün ve kayda değer ilerlemesi 1970’li yıllarda başlamıştır. Bu dönem 1980 yılında Kophenag’da düzenlenen İkinci Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi

Sözleşmesi’nin 1985 yılında Türkiye’de yürürlüğe girmesiyle üst seviyeye ulaşmıştır

(Yaraman, 2001: 175). Bu uygulama kadın hareketinin ilerlemesinde olumlu yansımalar oluşturmuştur. İçerisinde bulunduğumuz dönemde feminizm ve kadın hareketleri sivil toplum kurluşları şeklinde örgütlenerek faaliyette bulunmaktadırlar. Ülkemizde, Feminist düşüncedeki başlıca sivil toplum kuruluşları ise Mor Çatı Kadınlar Örgütü ve Kadın Eserleri Kütüphanesi’dir (Karataş, 2009: 1660).