• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYENİN İNSAN SERMAYESİ İÇİNDEKİ DOKTORA VE SONRASI EĞİTİMLİ İŞGÜCÜNÜ HIZLA ARTIRMAK İÇİN STRATEJİK SEÇMELER

TÜRKİYE İÇİN YÜKSEKÖĞRETİM STRATEJİSİ

14. TÜRKİYENİN İNSAN SERMAYESİ İÇİNDEKİ DOKTORA VE SONRASI EĞİTİMLİ İŞGÜCÜNÜ HIZLA ARTIRMAK İÇİN STRATEJİK SEÇMELER

Türkiye’nin, bilgi toplumunun gereklerini yerine getirerek, hem dünyada yarışabilirliğini artırabilmesi, hem de Avrupa Eğitim ve Araştırma alanlarında etkili bir aktör olarak yer alabilmesi için, insan gücünün niteliğini hızla yükseltmesi gerekmektedir. Bunun için de doktoralı işgücünün hem nicelik hem de nitelik bakımından yükseltmesine ihtiyaç vardır. Bunu gerçekleştirmek için dört konuda stratejik seçmelerde bulunmalıdır.141

Bunlar;

1. Doktoralı sayısını yeterli düzeye çıkarma yollarını geliştirmek,

2. Doktora öğrencilerine eğitimlerini sürdürmeye olanak verecek mali olanakları sağlamak,

3. Doktora programlarının düzenlenmesinde doktoraların kalite artışını sağlayacak yeni düzenlemelere gitmek,

4. Yurtdışı ve içinde doktora sonrası çalışmalar yapılması yollarını geliştirmek,

5. Güzel sanatlar fakültelerinde ve konservatuvarlarda doktoralı kanalları oluşturmak, olarak sıralanabilir.

Gerek üniversite öğretim üyesi, gerek uluslararası araştırma alanlarının etkin bir katılımcısı olabilmenin giriş kapısı, doktora derecesidir. Türkiye’nin bu alandaki üretimi yetersizdir. Doktora üretim sayılarının artırılması gerekmektedir. Stratejik hedeflerin saptandığı bölümde, 2005-2010 yılları arasında yılda ortalama 3.500, 2010-2015 yılları arasında yılda ortalama 7.000, 2015-2020 yılları arasında yılda ortalama 11.500, 2020-2025 yılları arasında yılda ortalama 15.500 doktora derecesi verilmesi öngörülmüştür. Doktora programlarındaki üretimin hızlandırılması kararı verildiğinde, ilk sonuçları dört ya da beş yıl sonra alınacağı için, ilk yıllardaki hedeflerin tutturulmasında zorluk olacağı göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca burada tıp fakülteleri öğretim üyelerinin durumunu da göz önüne almak gerekir. Tıp fakültelerinde bazı dallarda tıpta uzmanlıkla yetinilmeyerek doktora derecesi istenmeye başlanmıştır. Burada verilen sayılar tüm adaylardan doktora isteneceği varsayımına göre hazırlanmıştır. Eğer bu geçiş olmazsa, tıpta uzmanlıkla yetinme sürerse, bu sayılarda tıp fakültelerinin gereksinmeleri kadar azalma olacaktır. Eğer beklenen geçiş olursa, tıp fakülteleri de doktora üreteceği için, bu kapasiteler de devreye gireceğinden bu hedeflere ulaşmak daha kolaylaşacaktır.

Böylesine büyük sayılarda doktoralı insan gücü yetiştirilmesini tek bir yolla üretmeye çalışmak yerine, çeşitli kanalların birlikte çalışmasına olanak verecek bir yaklaşım izlenmelidir. Çeşitlenme sağlanmasında yurt içi kanallar geliştirilirken, yurt dışı doktora yapma kanalları açık bulundurulmalı, TÜBA, TÜBİTAK gibi bilim ve araştırma kuruluşlarının doktora destek programları geliştirmesi özendirilmeli, MEB ve YÖK’ün yurtdışı doktora yaptırma kanalları etkinliği artırılarak sürdürülmeli, üniversitelerin doktora kanallarında yeniden düzenlemelere gidilmelidir.

141 Bu bölümdeki görüşlerin geliştirilmesinde TÜBA tarafından Mayıs 2006’da geliştirilmiş “Türkiye’de Doktora Eğitiminin Durumu Üzerine Görüşler”, çalışmasından yararlanılmıştır.

• Türkiye’de verilen doktora derecelerinin sayısının artırılmasındaki en önemli darboğaz, üniversite öğretim üyeliğinin çekiciliğindeki azalma bir tarafa bırakılırsa, bu düzeye gelmiş öğrencilerin doktoralarını yaparken yaşamlarını sürdürebilecekleri geliri sağlamakta karşılaştıkları zorluklardır. 25 yaş ve üstü olan bu grubun, ailesine dayanmadan yaşamını sürdürebileceği bir gelirin sağlanması doktora yapma talebini artıracaktır. Bu gelirin sağlanmasında genelde iki yol bulunmaktadır. Birincisi, doktora öğrencisine bir iş sağlanarak onun yanı sıra eğitimini sürdürmesidir. İkincisi ise, öğrenciye doktora bursu sağlanmasıdır. Türkiye’de birinci yol araştırma görevlisi olarak çalıştırma biçiminde gelişmiştir. Öğrenci hem akademik yaşam içinde bulunarak gelir sağlamakta, hem de doktora eğitimini sürdürmektedir. Bu kanal, son yıllardaki kısıtlamalar kaldırılarak sürdürülmelidir. Ama bu sorun salt bu kanala dayanarak çözülemez. Buna ek olarak devlet doktora bursları konulmalıdır. Bu bursların yönetiminde TÜBA’nın,YÖK’ün ya da bu amaçla oluşturulmuş bir kurumun sorumluluk yüklenmesi düşünülebilir. Hem araştırma görevlisi olacak, hem de devlet doktora bursu alarak bu olanaktan yararlanacak öğrencilerin, liyakat esasına göre seçilmesini sağlamak için, ÖSYM’nin düzenlediği (TUS benzeri) bir merkezi sınav yapılmalıdır.

• Doktora derecesine sahip eleman sayısını artırmak tek başına yeterli bir amaç değildir. Esas olan kaliteli doktora sayısını artırmaktır. Günümüzdeki doktoraların ortalama kalitesinin yüksek olduğu söylenemezken, sayıda önemli bir artış sağlamaya çalışmanın kalite konusundaki kaygıları daha da artıracağı düşünülebilir. Tabii ki bu sayısal artış kaliteden fedakarlık haline gelmemelidir. Türkiye hem doktora sayısını hem de kalitesini artıracak düzenlemeleri gerçekleştirmek durumundadır.

Bir doktora çalışmasının, yüksek kaliteli olarak sonuçlanması için, doktora öğrencilerine anlamlı bir araştırma yürütmelerine yetecek düzeyde lisansüstü ders verilmesi, akademik çevrelerde ve toplumda anlamlı görülen soruların formüle edilmesi, yeterli zaman ayırabilen, ve o konuda yeterli birikimi olan doktora hocaları tarafından yönlendirilmesi gerekir. Günümüzde, Türkiye’de doktora programlarının tümünde bu koşulların gerçekleştiğini söylemek olanağı yoktur.

Bu koşulları sağlamanın başında, ilk gerçekleştirilmesi gereken, doktora programlarındaki hem öğrenci hem öğretim üyesi yoğunluğunu arttırmaktır. Yeterli öğrenci yoğunluğu sağlanırsa açılmayan birçok lisansüstü dersi açılabilecektir. Yeterli öğretim üyesi yoğunluğu varsa, açılan yüksek lisans derslerinin yeterli çeşitliliğe ulaşması sağlanmış olacaktır. Bu yoğunluğu en gelişmiş üniversitelerimiz bile sağlamakta zorlanmaktadır. Bu durumda ilk akla gelen çözüm, lisansüstü öğretim için üniversiteler arası konsorsiyumlar kurulması ve lisansüstü, özellikle de doktora derslerinin bu kurumlar arasında ortaklaşa verilmesinin sağlanmasıdır. Bu durumda, üniversitelerarası işbirliğiyle doktora yapmak isteyen öğrenciler için, doğrudan başvurabilecekleri tekleştirilmiş doktora programları yaratılmalıdır. Bu çok sayıda üniversitenin bulunduğu büyük kentlerde kolayca gerçekleştirilebilir. Diğer üniversiteler, bölge üniversiteleri arasında konsorsiyumlardan yararlanabilecekleri gibi, üniversitelerarası öğrenci değişim programları geliştirerek öğrencilerinin yeterli çeşitlilik ve nitelikte lisansüstü ders almalarını gerçekleştirebilirler. Böylece, en az iki yıllık ders programlarının, modern bir içeriğe ve kapsama kavuşması ve doktora tezi aşamasına gelen adayların, çok daha büyük bir etkinlikle araştırmalara başlamaları için olanak yaratılmış olur.

Üniversiteler arasında bu tür kümeler/ağlar oluşturulmasında, Almanya’da uygulanan Graduiertenkolleg modelinden yararlanılabilir. Bu konsorsiyumlarda, birbiriyle bütünlük

oluşturarak belirli sayıda yüksek lisans ya da doktora çalışması birlikte tasarlanır ve mali olarak desteklenir. Graduiertenkolleg modeli, etkin ve yaratıcı bir araştırma ortamının doğması için, gerekli olan kritik konsantrasyonun sağlanmasında yararlı bir model olarak da düşünülebilir. Türkiye’de üniversitelere kadro verilme süreçlerinin ve personel politikalarının böyle kritik konsantrasyonları sağlamaya uygun olmadığı düşünüldüğünde, bu tür modellerin önemi daha da açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Doktora programı açma yetkisi verilecek konsorsiyumların ve birimlerin yeterliği, düzenli aralıklarla ulusal ve uluslararası akreditasyon işlemleri aracılığı ile değerlendirilmeli, kamu kaynaklarının doktora programlarına dağıtımında bu değerlendirmeler göz önünde bulundurulmalıdır. Ortak doktora programlarının geliştirilmesi, bu programları yapılandıracak ve kredilendirilebilir hale getirecektir. Böyle yapılandırılmış doktora programları, öğrencilerin formasyon açıklarını kapatmakta çok yararlı olacaktır. Bu türde kaygılarla yapılandırılmış doktora programlarında, yeterlilik sınavlarının, öğrencilerin yetişmişlik derecelerini ölçmekte güvenilir hale getirilmesi gerekir. Bu konuda sağlanacak gelişmeler doktoraların kalitesinde önemli bir sıçrama yapabilecektir. Bu sınavların objektiflik düzeyini artıracak ve uygulanmada sorunlar yaratmayacak düzenlemelere gidilmelidir. Doktora konsorsiyumlarının varlığı yeterlik sınavlarının düzenlenmesini de kolaylaştıracaktır.

Şekil 19’da, son yıllarda Türkiye kaynaklı yayınların sayısında hızı bir artış olurken, doktora sayılarının artmadığı görülmüş ve bu farklı gelişme eğilimlerinin gerisinde dış yayınların maddi olarak özendirilmesi bulunurken, doktoraları yöneten öğretim üyelerinin başarılarının özendirilmediği üzerinde durulmuştu. Doktora yönetme eğilimlerini güçlendirmek için doktora hocalarının yararlanacağı özendiriciler geliştirilmelidir.

Günümüzde doktoralı insangücü gereksinmesi sadece akademik dünyadan gelmemektedir. İş çevrelerinin de doktoralı insangücü gereksinmesi bulunmaktadır. Bazı ülkelerde bu kesimin gereksinmelerine uygun yeni doktora kanalları oluşturulmaya başlanmıştır. Türkiye de bu gelişmeleri değerlendirmeye başlamıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının uygulamaya başladığı SANTEZ programı, Anadolu Üniversitesinin burslu endüstriyel doktora programı bu yolda atılmış yararlı adımlardır

• Amaçlanan sayılarda doktoralı insangücü sağlayabilmek için yurt dışı doktora olanaklarının da kullanılması gerekmektedir. Günümüzde, dünyada ülkelerarası yüksek lisans ve doktora amaçlı öğrenci hareketliliği çok artmış ve istenilen bir gelişme olarak önem kazanmıştır. Son yıllarda bu konuda bir diğer gelişme de ülkelerarası müşterek doktora programlarının artmasıdır.

Bugünkü sistemin eksiklikleri ve dünyadaki gelişmeler göz önüne alındığında, yeterli sayı ve nitelikte akademik personelin yetişmesi için ülke içi ve ülke dışı olarak öğrenci hareketlliliğini özendirme gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Yurtdışında yüksek lisans ve doktora programlarına gidenlerin, ileride diploma eşdeğerlik kabulünde sorun yaşamamaları için, yurtdışına gitmeden YÖK’den bilgi almalarında yarar vardır. Bu öğrenciler devlet desteği ile gittikleri takdirde, adayın akademik gelişmesini uzaktan da olsa izleyen bir danışman kurum ve öğretim üyesi belirlenmesi yoluna gidilmelidir.

• Türkiye’de doktora yapmanın yurt dışında doktora yapmaya kıyasla çeşitli dezavantajları vardır. Örneğin, yüksek lisans tez çalışması yapma zorunluğunun bulunması yanı sıra, askerlik hizmeti süresindeki fark da yurtdışında lisansüstü çalışma yapanlara ciddi bir mesleki avantaj sağlamaktadır. Doktora çalışmalarını yurtdışında yürüten bir öğrenci, mevcut düzenlemeler çerçevesinde askerlik hizmetini bir yaz tatili sırasında kısa bir sürede tamamlayabilme olanağına sahipken, doktorasını yurtiçinde yapan bir öğrenci bu hizmetini

normal süresi içinde tamamlamak durumundadır. Doktorasını yurtiçinde yapan öğrencilere de, askerlik hizmetini kısa süreli olarak yapma veya hizmetin bir kısmında üniversitelerde görevlendirilme olanağının tanınması, yurtiçinde doktora yapmanın dezavantajlarını kısmen de olsa giderecek ve yurtiçinde doktora yapmayı özendirecektir.

• Doktora derecesi akademik yaşama tam olarak girmek için önemli bir başlangıçtır. Ama bir öğrencinin doktoradaki başarısını tanıtması, akademik temaslarını geliştirerek uluslararası akademik çevrelerin içinde yer edinmesi için, doktora sonrası çalışmaları kritik bir öneme sahiptir. Ne yazık ki, doktora sonrası eğitim Türkiye’de bilim insanı yetiştirme sürecinde ihmal edilmiş çok önemli bir evredir. Bilim insanının yetişme sürecinin doktora derecesiyle bittiğini varsaymak çok sakıncalıdır. Doktora çalışmasını danışmanının gözetimi altında tamamlayan genç bir araştırmacı, doktora sonrası bir çalışmayla bilgilerini pekiştirecek, yeni deneyimler kazanacak, yeni bilimsel çevrelerle ilişki kurarak bağımsız bir araştırmacı haline gelecektir. Doktora çalışmalarını böyle bir doktora sonrası evrenin izlemesi, bu evredeki çalışmaların, doktora çalışmasının yapıldığı yer ve konu dışında ve en az altı ay ile bir yıllık bir bölümü yurtdışında geçirilecek biçimde planlanmasında büyük yarar vardır. Bu evrenin, doktora eğitiminin yapıldığı kuruluş dışındaki bir yerde gerçekleşmesi genç bilim insanlarının ufuklarının genişlemesi, olgunlaşmaları, hareket yetkinliği kazanmaları açılarından olduğu kadar, kuruluşların içe dönük yapılanmasının önlenmesinde de etkili bir uygulama olarak zorunlu görülmektedir.Türkiye’nin yükseköğretim ve araştırma sistemi içinde bu aşama henüz kurumsallaşmamıştır. Türkiye Bilimler Akademisi’nin bu konuda geliştirmekte olduğu program Türkiye için yol gösterici olacaktır.

Güzel Sanatlar Fakülteleri ve Konservatuvarlarda Doktora Kanallarının Açılması

• YÖK yasasında tüm alanlarda doktora derecesi akademik unvanlar için giriş koşulu olarak kabul edilmiştir. Ama sanat dallarında “Sanatta Yeterlilik” yeterli görülmüştür. 1981 yılının koşulları içinde, değişik sanat öğretimi kurumları üniversite bünyesine alınarak tüm yükseköğretim sistemi yeniden yapılandırılırken, bu bir zaruret olarak ortaya çıkmıştır. O günlerde kurulan yeni güzel sanatlar fakültelerinin öğretim üyesi ihtiyacı ancak bu yolla karşılanabilmiştir. Bu okullar eskiden üniversite bünyesinde olmadıklarından öğretim üyesi olmak için doktora koşulu aranmıyordu. Öğretim üyeliğini doktorası olmayan ama kendi sanat alanında başarısını kanıtlamış sanatçılar yapıyordu. Bu okullar üniversite bünyesine alınınca, sanat camiasında kabul edilmiş bu kadrolara, kurulan jüriler yoluyla sanatta yeterli kabul edilerek akademik unvanlar verildi. Bu çözüm sayesinde güzel sanatlar fakülteleri bir krize düşmeden öğretimlerini sürdürebilmişlerdir. Dünya’da ve Türkiye’de son 25 yılda yaşanan gelişmelerden sonra bu çözümün yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Sanatta yeterlik programı sonunda alınan ünvan, uluslararası eğitim alanlarında sorgulanmakta ve uluslararası eşdeğerliliği bulunmadığı için geçerliliği tereddütlere neden olmaktadır. Ülkemizde hiçbir devlet üniversitesinde, Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin lisansüstü çalışmalarının yürütüldüğü Sosyal Bilimler Enstitüsünde, sanat ve tasarım alanında ‘‘Dr.’’ Ünvanı verilmemektedir. Verilen ünvan veya derece, ‘‘Sanatta Yeterlik’’ dir. Bu unvanın güzel sanatlar yüksek lisans (master of fine arts: M.F.A. , master of philosophy: Mphil. gibi) veya PhD. ya da Dr. şeklindeki unvanlarla bir ilişkisi kurulmamıştır. Bu durumda Türkiye’de okuyanların derecelerinin yurt dışında eşdeğerliklerinin saptanmasında önemli sorunlar yaşanmaktadır.

Dünya’da 1990’lardan sonra, sanat ve tasarım alanlarındaki iddialı eğitim kurumları, gittikçe artan sayıda doktoraya da yer vermeye ve eğitici kadrolarını da daha çok doktoralılardan oluşturmaya başlamışlardır. Türkiye’deki güzel sanatlar fakültelerinin de bu eğilimi izlemesi gerektiğini savunan öğretim üyeleri olduğu kadar, sanatçıların doktora çalışması yapmasının gereksizliğini savunan yaygın bir kesim de bulunmaktadır. Dünyadaki uygulamalar da halen çok çeşitlilik göstermektedir. Henüz bir standartlaşma olmamıştır.

Ülkemizde de güzel sanatlar fakültelerinin ve konservatuarların akademik formasyonunun da yeniden yapılandırılması zamanının geldiği anlaşılmaktadır. Böyle bir yeniden düzenleme için, bir yandan sanatın ve sanatçının diğer bilim insanlarından farklı olduğunun farkında olmak; diğer taraftan her alanda olduğu gibi sanatta da bilimsel standartların varlığını ve bunların içinde en önemlisi olarak sanatta da araştırmanın yapıldığını kabul etmemiz gerekir. Bu nedenle, sanat ve tasarım alanında iki ayrı kanal açılması ve sanatçıların bu iki kanaldan hangisinde ilerlemek istediklerini seçmelerinde serbest bırakılması doğru olacaktır. Güzel sanatlar fakültelerinden veya konservatuarlardan birini bitiren ve akademik yaşamda kalmak isteyen, ancak herhangi bir araştırma yapmak istemeyen, alanında sanatının performansına dayalı çabaları ile ilerlemek isteyen kişilere, bu performansının jürilerce tasdikine dayalı olarak ‘‘ sanatçı öğretim üyesi’’ ünvanı verilebilmelidir. Sanatçılık ve ‘‘sanatçı’’ ünvanının yeteri kadar onur verici olduğunu kabul etmemiz gerekir. Böyle bir ünvan bu alandaki insanları mutlu edecek ve yüceltecektir. Ancak, ikinci kanalı seçenler, gereklerini yerine getirdiklerinde güzel sanatlar fakültelerinde bilim ünvanı olarak doktor, doçent ve profesör ünvanlarını alabilmelidirler. Bu unvanlar güzel sanatlar fakülteleri ve konservatuarlarda da verilebilmeli ve bu ünvanlar için bu alanlardaki kişiler de diğer alanlarındaki bilim insanlarıyla aynı süreçten geçmelidir. Bir diğer deyişle, doktora programları bu alanlarda da açılmalıdır. Bu iki kanaldan birini seçenler arasında özlük hakları ve içinde bulundukları kurumun yönetime gelmeleri bakımından hiçbir fark yaratılmayacaktır. Böyle iki farklı gelişim yolunun açılması gençlere kendilerini istedikleri alanda geliştirme yolunu açacak; bugün güzel sanatlar fakültelerinin ve konservatuarların içine düştüğü çıkmazdan kurtulmasına ve ileride ülke sanatının ve sanat eğitiminin arzu edilen yerlere taşınmasına olanak sağlayacaktır.

Benzer Belgeler