• Sonuç bulunamadı

I TÜRKİYE'DE KAMUSAL ALANDA SÜRGÜN

Türkiye'de kamusal alamda sürgünlerin başladığı dönem DP'nin iktidara gelmesiyle baslar. O dönemde Özellikle öğretmenlerin sürgün uygulamasına maruz kaldığı sürgün cezası "1965 den ( AP'nin İktidara) geçişinden bu yana, tarihte benzerine rastlanmayan bir Öğretmen kıyımı gittikçe artan bir tempoda devan edip gitmektedir,"(I) "Türkiye îsçi Partisi sözcüsü Yusuf Ziya BAHADINLI, öğretmen üzerinde terör yoğunluğuna kadar ulasan bu baskı ve onun nedenleri konusunda, "Milli Eğitim tarihimizi söyle bir karıştıran kişi, görecektir ki, 1950-1960 dönemi hariç, hiçbir devirde böylesine terör, böylesine partizan tayin ne yapılmış, ne de düşünülmüştür,"(2)

Tek partili donemden çok partili döneme geçişle birlikte, devletin kamusal alana müdahalesi öğretmenlerin şahsında başlatılmış ve bugüne kadar da bütün kamu emekçilerini de kapsayacak bir şekilde kesintisiz olarak aynı zihniyetle devam etmektedir. Özelikle TÖS'ün kurulmasından sonra büyük bir kıyım hareketi başlatılmıştır, Gerekçe ise "komünistlik yapmakll!" egemen zihniyet konjüktürel duruma uygun gerekçeler bulma konusundaki yaratıcılığına diyecek yok doğrusu.

Öğretmen kıyımının yoğunluğu konusunda, TÖS'ün pek önemli bir raporunda söyle deniliyor/öğretmenlerin, Özellikle sendika çerçevesinde örgütlenmeye başladığı son iki yıl içinde gerici güçlerden ve iktidardan gelen ve boğucu bir tehdiş ve sindirme hareketi, öğretmen topluluğu üzerinde bir

kara bulut gibi çöktü, Karanlıkçı çevreleri en çok ürküten şey, Öğretmenin sendika hareketi içinde bilinçlenmesiydi"(3)

Türkiye'deki emek hareketinin kamusal alandaki en önemli deneyimlerinden biri olan TÖS'ün egemenlerin boy hedefi haline gelmesi ve kıyım sayılabilecek uygulamaların en üst boyuta çıkarıldığı dönem 1969 yılında uygulanan 4 günlük boykottan sonraki dönemdir. Bu boykot ile ilgili Prf.Dr. Muammer AKSOY'un yaptığı değerlendirme boykotun önemini açıklamaktadır. "1969 yılının son günlerinde uygulanan öğretmenler boykotu, son yılların en Önemli hukuksal ve sosyal olaylarından biri, belki de birincisidir. 100 bini askın, Öğretmen, Türk Toplumunun en bilinçli, en ülkücü üyeleri olarak, bir hak mücadelesine girmişlerdir. Bu hak uğruna savaş, asla küçük hesaplara dayanan bencil bir çıkar savası da sayılamaz." (4) Aksoy, devamında " öğretmenler, yaptıkları 4 günlük tamamen medeni, azami derecede Ölçülü ve hukuk çerçevesi içinde kalan, ama cesaretle, bilinçle yürüttükleri bu savaş sayesinde, Anayasamıza ve onun ilan ettiği haklara can verme doğrultusunda öncülük yapmaktadır lor .(5) Ama egemen zihniyet Aksoy gibi düşünmüyordu. "TÖS ile ÎLK-SEN'in ilan edip yürüttüğü 4 günlük öğretmenler boykotu, siyasal iktidarın hırçın bir tepkisi karşılaştı. Buna karar veren ve uygulayan öğretmenler, hukuku çiğnemiş, suç işlemiş, nerede ise isyana kıyam etmiş kişiler olarak damgalanmak istendi." (6) Ve büyük kıyım için düğmeye basıldı.

"Bir süreden beri öğretmenler büyük bir baskı altında, büyük bir tedirginlik içinde oradan oraya atanıyorlar, müdürlükleri alınıyor, hallaç pamuğu gibi oradan oraya atılıyorlar. Kıdemlerine bakılmıyor,çoluk çocuklarının durumları düşünülmüyor, ilgililere soruyorsunuz bu atamaların nedenini? Kestirmeden yanıt veriyorlar hemen. Öğretmenler politika yapıyorlar."(7) Evet bu ülkede politika yapmak suçtur. Demokrasi istemek, barış istemek suçtur. Bu suçu! işleyenlerin en ağır şekilde cezalandırılmaları gerekmektedir. Bu cezalar verilirken hiçbir hukuk normu dikkate alınmaz. Hiçbir insani ölçüt yoktur. Bunun İçin o dönemde Nuri KODAMANOGLU CHP adına yaptığı açıklamada " bugün üzülerek görmekteyiz ki, meslektaşlarımızda liyakat, namuskarlık ve başarı gibi objektif ölçüler yerine, hangi dernek, ya da partinin sempatizanı olduğu, siyasi kanaat ve hayat felsefesi bakımından iktidar partisine hakim ölçülere uyup uymadığı gibi sübjektif Ölçülere itibor edilmektedir. Meslekdaşlar arasında yılgınlık, ümitsizlik, hiç şüphesiz huzursuzluk ve hatta kötü itiyatlar geliştirmek istitadında olan bu Ölçülere ve buna dayalı nakil ve tayinlere son verilmelidir. (8)

sürgün, baskı ve her türlü hukuksuz uygulamalara karşı geliştirilen eylemlilikler yeni cezaların yeni baskıların gerekçesini oluşturmakta ve hak aramanın Önü kesilmektedir. Yine o dönemde "şimdiye kadar Miti Eğitim Bakanlığınca, İl içi nakiller hariç olmak üzere, genellikle bir ilden bir ite, bazıları bakanlık emrine ve bazıları açığa alınmış 822 tane Öğretmenin, eğitimcinin iki buçuk yıl içerisinde hakkında işlem yapılmıştır, îl içindeki haksız olarak gördüğümüz nakillerin sayıları, 2.500 civarındadır."(9)

31.10.1967 tarihli Akşam Gazetesi'nin başyazısında " eski Eğitim Bakanı Orhan DENGÎZ devrinde, normal-atamalar dışında 300'den fazla öğretmen, gerekçesiz ya da sudan gerekçelerle görev yerlerinden sürülmüşler, bakanlık emrine alınmışlar ve perişan edilmişlerdir. Kıyım öylesine insafsızca işlemektedir ki, bir tek öğretim yılı İçinde, sorgusuz sualsiz bir öğretmen Samsun'dan Malatya'ya, ordan da Ünye'ye

sürülmektedir. Böylesine haksız nakillerin sayısı ise sekseni aşmıştır ve bunların Özellikle, TÖS ve TÖDMF liderleri olması, liderlerin yıldırılmak, sindirilmek istenmesi dikkati çekmektedir".

örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sürgü'ne,cezaya .baskıya maruz kalanların i!erici,devrimci ve yurtsever kamu emekçilerinin olması tesadüf değildir. Yine belirtilen cezalara maruz kalanlar dün TÖS'lü, ILK-SEN"li bugün ise KESK'li olması da tesadüf değildir. Bugüne kadar siyasi görüşü ve eylemi yüzünden ceza almış ya da sürgüne gönderilmiş sağ görüşlü bir kamu emekçisine rastlayamazsınız. 1950fden sonra başlayan kıyımın aslında bir demokrasi kıyımı, bir hukuk kıyımı, bir İnsan hakları kıyımı olduğu belgelerle ortadadır. Bu konuda Mahmut MAKAL'm "zulüm makinası-öğretmen kıyımı" kitabı başvuru kaynağı niteliğindedir. Ve yüzlerce belgeyle doludur. Yine Prf.DR. Muammer AKSOY*un "Devrimci Öğretmenin Kıyımı ve Mücadelesi" adlı 1300 sayfalık eseri bu alanda yazılmış bir baş yapıttır.

1950'den sonra başlayan sürgünler bugünkünden bir farkla ayrılmaktadır. O dönemde yapılan sürgünler, genelde öğretmenler üzerine yoğunlaştırılmış ve ülke çapında yapılan sürgünlerdir. Akış yönü daha çok batıdan doğuya yöneliktir. Bugünkü sürgünler ise daha çok OHAL bölgesinden ve bütün kamu emekçilerini kapsamaktadır. Ve akış yönü daha çok iç Anadolu ve Karadeniz'e dönüktür. Gerekçe ise o dönemde "komünizm" bu dönemde "bölücülüktür" . Egemen zihniyetin, konjuktürel durumu göre kavram bulmak konusunda daha yaratıcı olması beklenemezdi zaten. Ama Türkiye'de değişmeyen bir gerçeklik vardır: kamusal alandaki kıyım devam ediyor hata...

IV. SÜRGÜNÜN HUKUKSAL-ÖRGÜTSEL VE

PSİKOLOJİK BOYUTU

1. Örgütsel Boyutu

Yüzyıllardır egemenler tarafından uygulana gelen ölümden sonra en etkili ceza olan sürgünün, sürgün edilen kişi Üzerinde yarattığı tahribat doktora tezlerine konu olabilecek genişlikte ve derinliktedir.

Özü itibariyle sürgün, bireysel bir sorun değil, sendikal ve toplumsal örgütlenmeye yönelik bir saldırıdır. Ve bu saldırı bizzat siyasal iktidar tarafından yürütülür. Siyasal iktidar söz konusu olduğunda Sürgün olayına başka bir pencereden bakarak,iktidarın bir teknolojiler kompleksi olduğunu ve sürgünün de bu teknolojik kompleksin araçlarından birini oluşturduğunu görebilmek ve karşı durmak için ne yapılabilir konusunu bu ışık altında tartışmak gerekir. Fiziksel zorlama araçlarının kullanımından söylemin etkili olmasına kadar, toplumun yaşamın bütün cephelerinde iktidarın belirleyici olduğunu ifade eden Michel Foucault hapishane, akıl hastanesi, dışlama, marjinalleştirme ve disiplin uygulamalarının tamamını "iktidar teknolojisi" içinde saymıştır. Foucault, siyasal iktidar ile ideolojik iktidarı bir bütün halinde ele alarak, bu mekanizmanın belli yer ve zaman koşullarındaki toplumu inşa ettiğini ifade etmiştir. Böylece, siyasal iktidar bütün iktidar şebekesinin baş rolünü oynayarak, "kendi imgeleminde bulunan toplumu" koruma teknolojisi anlamında cezalandırmayı ve disiplini başarıyla uyguluyorsa, anti sosyal saydığı kişileri geçici veya kalıcı şekilde dışlayarak iktidarını sürdürebilir. Foucault, benzer şekilde, akıl hastalığı ve cinselliğe ilişkin onay verilmiş veya yasaklanmış uygulamaları da, bilgi alanındaki toplumsal iktidarla ve bireyleri "normalleştirme" ile ilişkilendirmiştir.

Foucault'un görüş açısının izini sürerek, kendisinin disiplini de amaçlanan hedeflere uygun bireyleri inşa etme teknolojisi saydığına işaret edelim. Ona göre, disiplin iktidarın projesine uygun bireyin inşa edilmesidir; disiplin sisteminin kendisi, bireyleri kendine hem nesne olarak, hem de icraatçının aracı olarak veren iktidara özgü bir teknolojidir. Disiplinin hukuksal tanımı veya denetimi olabilir ya da olmayabilir; ancak

yine bu, her durumda iktidarın kendi düzenini idame ettirmek için başvurduğu bir