• Sonuç bulunamadı

Ayrıca, Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) nün sırasıyla 5834 sayılı kanunla 98, 3847 sayılı kanunla 87 ve 3848 sayılı kanunla da 151 sayılı sözleşmeler

onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmelerde de çok açık örgütlenme, toplu pazarlık hakkı, sendikacılara kamu makamlarının müdahalede bulunulmaması düzenlenmiş, haklar garanti altına alınmıştır.

Bu sözleşmelerden sonra Anayasanın 53. Maddesi değişmiş ve kamu emekçilerinin sendika kurma ve sendikal faaliyette bulunma hakları düzenlenmiştir. En son grev ve toplusözleşme hakkını içermeyen ve KESK'in direnişine rağmen çıkarılan 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası ile yasal süreç şimdilik tamamlanmıştır. ( şimdilik diyoruz çünkü grev ve toplusözleşme hakkımızı daha almadık. )

3. Psikolojik Boyutu

insanın toplumsal özü, yani çok yönlü ve karmaşık yapısı bilinçli , amaçlı, özgür ve toplumsal etkinliği anlamında iş içinde dönüşüme uğratılır ve yeniden biçimlendirilir.

Soyutlama ve usa yetisi sayesinde, alet kullanmaktan alet yapmaya geçti insan.. Kendi düşüncelerini, değerlerini ve eylemlerini biçimlendirmeden önce, bunların ideal biçimlerini zihninde önceden tasarlama yetisi sayesinde bugünkü bilimsel ve teknolojik devrimi gerçekleştirdi. Çünkü insanın yaptığı üretim bilinçli ve amaçlı bir üretimdir. Bu anlamda insan gereksinimleri ne oranda içgüdüsel olmaktan çıkarsa o aranda insani bir gereksinim olur.

insanın üretimi, sadece bilinçli ve amaçlı değil, ama aynı zamanda Özgür bir etkinliktir.Sürgün, insanın bilinçli, amaçlı ve özgür üretiminin engellenmesidir, insanı,insan kılan bu etkinliğini içgüdüsel bir boyuta indirgeyerek kişiyi kendi kişiselliğinden, kişiyi de toplumdan arındırmayı amaçlar, insanın yaratıcı, özgür ve her türlü bireysel ve örgütsel etkinliğini yok etmeye çalışan egemen zihniyetin elindeki en etkili silahtır. Ancak sürgünün gücünü ve kötülüğünü asıl gösteren tek bir bireyin yaşadığı yerden başka bir yere isteği dışında gönderilmesi durumudur. Onun gerçek kötücül gücü tekil birey üzerinde yarattığı etkisinden gelir.

Herhangi bir gruba ait olmadan insanın tek başına yaşamını sürdürebilmesi olası değildir. Amerika kıtasında, Kuzey Amerika Kızılderilileri ve Amazon'da yaşayan küçük topluluklarda sürgün edilen kişi, başka topluluklarca da kabul edilmeyeceğinden tek başına kalmak zorunda kalırdı. Bu da yaşamla bağdaşmayan bir durumdu. Bu nedenle çok sayıda kültürde ölüm cezası sürgüne göre daha hafif olarak kabul edilir ve insanlar sürgün yerine ölümü tercih edebilirlerdi Bütün kriz dönemlerinde sürgün, muhalif olarak görülen her kişiye acımasızca uygulanmış, dahası bir sürgün edebiyatının doğmasına bile yol açmıştır. Aziz Nesin1 in Bursa sürgünü buna en iyi örneklerden biridir.

Sürgünün en örtük hali, sanki sürgün değilmiş gibi yapılanıdır. Dev bürokrasi aygıtı içinde devlet memuru statüsündeki muhalifler sürgün cezasını "tayin" adı altında hep yaşamışlardır. Bu devlet uygulamasının yanı sıra özellikle askeri darbe dönemlerinde güvenlik kaygısıyla yurtdışına kaçan çok sayıda kişinin de dolaylı sürgüne uğradıklarını söyleyebiliriz.

Peki sürgünün gycü nereden geliyor ki insanlık tarihinin başından bu yana uygulanıyor ve modern ulus devletin de en güçlü silahlarından biri olarak varlığını koruyor. Sürgünün gücü insan ruhunda yarattığı örselenmeden gelir. Sürgüne uğrayan

Bu örselenme durumunu daha yakından anlayabilmek için yaşanılan ortam ve ilişkilerin insan ruhsal bütünlüğü üzerindeki güçlü etkisinden söz etmek gerekir. Bireyin ruhsal 8 kimliği ve bütünlüğünün ayrılmaz parçaları yaşamları mekan ve kurulan ilişkilerdir, iş çıkışı hep aynı otobüse binebilmek, aynı arkadaşlarla aynı kare, kahvehane ya da meyhanede oturabilmek. Hatta hiç konuşulup tanışılmasa da ayın saatin otobüs yolcuları, meyhane müdavimleri ile kurulan göz aşinalığı, bireyde bir yuvada, memlekette yaşıyor olduğu duygusunu sağlar. Arkadaşlar, köşedeki gazete bayi, sokak adları bütün bunlar kişide güvenlik, tanıdıklık, bir arada olma, bir topluluğa ait olma duygularını besler. Kurduğumuz ilişkiler ve yaşadığımız mekanların sürekliliği bizim kendimize güvenimizi, öz değerimizi destekler, işte bu örselenme hali öncelikle kişide bu güvende olmak, tanıdığı bildiği dünyadan ayrılmak zorunda kalmak duygusunu ortaya çıkarır.

insan, İçinde yer aldığı tarihsel koşullar çerçevesinde nesnel dünyayı kendi toplumsal özünü de dönüştürüp yeniden biçimlendirir. Bu yeniden biçimlendirmenin demokrasilerde kabul gören en etkili ve en doğal hak olan örgütlenme hakkının kullanılması İle mümkündür. Sürgünlerle müdahale edilen alan tam da bu Örgütlenme alanlarıdır.

Sürgün kişiyi bulunduğu coğrafyadan, insan ilişkilerinden toplumdan koparıp almaktadır. Burada amaçlanan bireyi köklerinden koparıp alarak atomize birey haline getirmektir.

Sürgün İle bireye ciddi bir travma yaşatmak ve bu travmanın yaratacağı özbenlik ve özsaygı yitimi sonucu duygu-düşünce-güdü dengesini bozmaktır. Bireyin ruhsal anlamda yasayacağı bu olumsuzluğun yanı sıra en büyük etkisi de sürülen kişiden ziyade örgütlenmeye çalışılan hedef kitle üzerinde yarattığı " ya bana da sıra gelirse" türündeki korku ve paniktir. Bu korku ve panik kitleler üzerinde çok etkili olmakta ve özellikle sendikal örgütlenme alanında ciddî bir tehdit oluşturmaktadır. Bu korku ve panik sendikal alanın dışına çıkarak toplumun bütün örgütlü alanlarına yayılmaktadır, "çağdaş insan örgütlü insandır" şiarının yasam bulmaması için, devlet" örgütsüz insan, en rahat insandır" şiarını etkili kılmak için bu yöntemi çok sık uygulamıştır. Bu uygulamanın özellikle OHAL'de yasam bulması çok düşündürücüdür. Bu aynı zamanda OHAL'de yasayan kamu görevlilerini potansiyel suçlu görmenin zimmi kabulüdür.

Sürgünün bireylerde yarattığı Önemli olumsuzluklardan bir tanesi de "gitsem mi, kalsam mı?" çelişkisidir. Bu çelişki içerisinde kalan birey "kalsam ne iş yapacağım? Evimi ailemi nasıl geçindireceğim ?"

Orada kimlerle '" tanışacağım, nerede oturacağım? Nasıl bir ortamda çalışacağım, işyerinde nasıl karşılanacağım. Cüzzamlı muamelesi görecek, kimse bana yakınlaşmak istemeyecek ? Çocukların okulu ne olacak? Bu yaştan sonra yeniden yakın arkadaşlar, dostlar bulabilecek miyim? sorularıyla baş başa kalmaktadır, Bu duygular aynı kentte başka bir yere gitmek zorunda kalanlarda bile yaşanır, işte sürgüne uğrayan kişinin bu eylemi bir örselenme olarak yaşamasının ardında bu karmaşa ve kargaşa vardır. Hep bilinen, tanınan, rahat ve güvende hissedilen dünyadan koparılmış, bilmediği, yabancı olduğu ve olasılıkla dışlanacağı bir yere zorunlu olarak gitmek zorunda bırakılmıştır. Yaşanan tam bir kaostur. Bu kaos içinde birey ilk etapta ,tamamen kendi derdine düşmekte ve toplumdan/sendikal mücadelesinden kopmaktadır, önemli olan bu duygunun süreklileşmesidir. Sürgünle hedeflenen ise bu duygunun süreklileşmesi hatta bireyde kök salmasıdır. Toplumsal sorunlara karsı son derece duyarlı olan ve bu konudaki aktivitesi yüksek olan bireyleri kendi dünyalarına hapsetmek, yaşamdan tecrit etmek, yaşamlarını hücreleştirmek ve onları yaratılacak olan sığ bir ortamda boğmaktır.

Sürgün, bireyi kendi kandaşlık(Homojen) çevresinden kopararak yalnızlık duygusu içine sokmaktadır. Yalnızlık duygusu kişinin kendisine, etkinliğine, emeğine yabancılaşmasını sağlayarak mücadelesine, inançlarına, moral değerlerine, mesleğine karsı olan inancını ve heyecanını yitirmesinin zeminini hazırlamaktır. Örgütlü güce dair yaratılmak istenen güvensizlik duygusu da bu sürece eslik eder. Bu duygunun eşlik etmesiyle birlikte yaşanan anksiyete durumları süreklileserek depresyonlara neden

olmaktadır. Minör biçimlerde görülen depresif durumlar önüne geçemediğinde