• Sonuç bulunamadı

TÜMEL, OLUMLU VE DÜZ BURHÂNIN HEPSİ, MUKABİLİNDEN DAHA ÜSTÜNDÜR

İlk Talim'de şöyle denilmiştir: Burhanların bir kısmı tümel ve bir kısmı da tikeldir; bir kısmı olumlu ve bir kısmı olumsuzdur; bir kısmı düz ve bir kısmı hulfîdir (terstir). Bu nedenle tümel burhânın mı yoksa tikel burhânın mı daha üstün olduğunu; olumlu burhânının mı yoksa olumsuz burhânın mı daha üstün olduğunu ve düz burhânın mı yoksa hulfî (ters) burhânın mı daha üstün olduğunu incelemek gerekir.

Sonra şöyle denilmiştir: Bir kimse şöyle demek suretiyle tikel burhânın tümel burhandan daha üstün olduğunu zannedebilir: Biz Zeyd'in müzisyen veya düşünen olduğunu Zeyd'in kendisinden hareketle açıkladığımızda bu açıklama, bütün insanların böyle olduğunu açıklamaktan daha

üstündür. Çünkü bu, bir şeyi kendisinden açıklamadır, oysa öteki şeyi kendisinden değil başkasındaki bir şeyden açıklamadır, ikizkenar üçgenin açılarının iki dik açıya eşit olduğunu onun kendisinden bilmek, kendisinden değil de başka bir şeyden yani üçgenden bilmek gibi değildir. Tikelden açıklama, zatı gereği ve kendisindendir ve tümelden açıklama, şeyin zatından ve kendisinden değildir. Zattan olan açıklama ise daha üstündür. O halde tikel daha üstündür. Yine bir kimse şöyle zannedebilir:

Tikel başka bir yönden daha üstündür, çünkü mevcutlar, bu tikellerdir; tümel ise ya mevcut olmayıp sadece vehmedilen bir şeydir ya da tikellerde mevcut olup tikellerle meydana gelen bir şeydir. Eğer mevcut değilse onun kanıtlandığı şey, ancak tikellerde mevcut olmayanı kanıtlar.

Mevcut olan hakkındaki burhân ise mevcut olmayan hakkındaki burhandan daha üstündür. Şayet mevcut ama tikellerde meydana gelmişse onların dışında değildir. Sonra tümel hakkındaki burhân, tümeli sanki zatı gereği tikellerden ayrı ve onların dışında bir şeymiş gibi yapmaktadır. Bu bağlamda (mutlak) üçgeni, bu üçgenden ve o üçgenden başka bir şey, sayıyı bu sayıdan ve o sayıdan başka bir şey yapmaktadır. Gerçeğin saptırılmasını gerektiren şey ise gerçekten sapmıştır. Öyleyse tümel hakkındaki burhân, ya yok olan (ma'dûm) bir şey hakkındadır "ya da varlığı gerçekliğinden çarpıtılmış şey hakkındadır. Şu halde tikel hakkındaki burhân, daha üstündür.

Yine tümel açıklama, hataya çokça konu olmaktadır. Çünkü bu burhânî kullananlar, matlup olmayan şeyler hakkında burhan (kesin kanıt) oluşturan kimseler gibidirler. Sözgelimi uyumlu (mütenâsib) niceliklerin, değiştirildiklerinde uyumlu olacaklarını kanıtlayan kimse, bizzat çizgiyi ve yüzeyi kanıtlamış olmaz, aksine onlardan (çizgi ve yüzeyden) olmayan bir şeyi kanıtlamış olur.

Tümel burhân, bir yönden daha çok olan hakkında olsa bile başka bir yönden varlıkta daha az olan hakkındadır. Çünkü varlıkta olan, çizgi, yüzey ve zamandır. Bununla birlikte Aanalitikler'de söylendiği üzere çoğu kez tikel ile tümel gerçeğe aykırı bir zan oluşur. Eğer burhânın tikel ve meydana gelmiş mevcut hakkında olması amaçlansaydı bilgi ve zannın beraberce oluşması imkânsız olurdu. Çünkü bilgi ve zannın beraberce gerçekleşmesi imkânsızdır. Öyleyse tümel hakkındaki burhân, daha düşük ve daha bayağıdır.

Sonra İlk Talim'de şöyle denilmiştir: Tikelin bilgisi, tümelin bilgisinden daha çok değildir, aksine daha azdır. Çünkü ikizkenar üçgenin açıları şöyle şöyle olduğunda bunun nedeni, onun ikizkenar üçgen oluşu değildir, aksine onun üçgen olmasıdır. Bunu ikizkenar üçgen hakkında ikizkenar üçgen oluşu yönünden değil de üçgen oluşu yönünden bilen kimsenin bilgisi daha çoktur. Zira bunu

ikizkenar üçgenin dışındaki üçgenler hakkında da tıpkı ikizkenar üçgen hakkında bildiği gibi fiile yakın bir kuvveyle bilmektedir. Bu özelliğin üçgende bulunduğunu bildiğinde onun bizzat iliştiği şeyde bulunduğunu bilmiş olur; bu özelliğin ikizkenar üçgende bulunduğunu bildiğinde ise onun bizzat İlişmediği şeyde bulunduğunu bilir. O halde tümel, daha üstündür.

Yine tümelin doğasına delalet eden lafiz, birden anlam arasında ortak (müşterek) bir lafiz değil, eşit anlamlı (mütevâtı) bir lafızdır. Tümelin tikellerdeki doğası, arazların doğası gibi değildir, aksine cevhere yatkın ve tanıma dâhil bir doğadır. Onun varlığı, tikel bireylerin varlığından daha az değildir. Bununla birlikte (tümelin doğası) benzerliği nedeniyle tek iken tikellerdeki tümeller sonsuzdur. Çünkü sabit ve sürekli olanın varlığı, bozuluşa uğrayanın varlığından daha çok ve daha güçlüdür. Bozuluşa uğrayan tikel hakkında, onun tikel olması bakımından kurulan burhân, bu tikeller bir bütünde ortak olup onunla

tanımlanmadıkları ve hepsi için tek bir burhân yeterli olmadığı sürece, neredeyse hiçbir fayda sağlamaz.

Şayet böyle olmasaydı sonsuz burhânlara ihtiyaç duyulurdu. Yine tümel hakkında burhân oluşturan İçimse, tümeli madum (yok olan) yapmadığında onu tikellerden ayrı bir şey olarak kabul etmesi

gerekmez. Şu halde tikellerdeki tümel cevherlerin durumu, nicelik ve nitelik gibi tümel arazlardan farklı değildir ki, acaba bu arazların tümel olması için tikellerin dışında olup bir konuda bulunmaksızın kendi başlarına varolan şeyler olmaları gerekir mi; acaba tümellerin tikelleri müstakil bir tanıma sahip olduklarında müstakil bir varlığa da sahip olurlar mı diye sorulsun. Bir kimse hataya düşerek tümelin, müstakil bir burhâna sahip olması nedeniyle tikellerin dışında olduğunu zannederse, tümel burhanı gereği gibi kullanan değil o kimse yanlışa kulak verdiği ve imkânsızı vehmettiği hususta kanamaya maruz kalır.

Sen başka yerlerde başkası dikkate alınmadan bakılan şey ile başkasından ayrı ve soyut olarak bakılan şey arasındaki farkı öğrenmiştin. Yine burhânın, illet ve niçinlikten oluşan bir kıyas olduğu hakkında daha önce doyurucu açıklama yapmıştık. Tümel ise illeti vermeye daha layıktır. Çünkü anlam, tümel için bizâtihî (doğrudan) ve ilk olarak mevcuttur. Kuşkusuz her şey kendisine bizâtihî ilişen bir şeye sahiptir; bizâtihî ilişen şey, buna ilişmek için bundan başka olduğu varsayılan diğer bir şeye ilişme gereği duymaz, aksine varsayılan o başka şeye ilişmese bile buna ilişir ve o başka şeye ilişmesi ancak buna ilişmesiyle olur;

dolayısıyla başkasına ilişmesi bunun sebebiyledir ve bu, o şeye sahip olmada başkasının illetidir. Şu halde tümel, tikele onun bizâtihî (doğrudan) özelliğinî verendir. Tümel, nîçin araştırmasının kendisinde son bulduğu şeydir. Araştırmanın sonunda ise bildiğimizi zannettiğimiz şey vardır. Nitekim bir kimse "falan niçin geldi" diye sorsa ve ona "bir mal almak için geldi" denilse; sonra "niçin alacak" diye sorulsa ve

"alacaklısına borcunu ödemek için" denilse; sonra "niçin ödeyecek" diye sorulsa ve "haksız olmamak için"

denilse, bu ve benzeri noktalarda neden araştırması biter ve nefs, bildiği şeyde sükûna erer. Hiç kuşkusuz, böylesi durumlarda neden araştırması, artık vazgeçilmez bir şeye ulaşır; hüküm, bu en genel ve en üstün şeyin gereği olur ve başkasına onun sebebiyle ulaşır. İşte o, amaçlanan illettir.

Aynı şekilde tikeller hakkında "bu üçgenin dış açıları niçin dört dik açıya eşittir" diye sorup da tikel bir şeyle cevaplayarak "çünkü o, altındandır" veya "çünkü o, elbiseye yazılmıştır" veya "çünkü o, bu üçgendir"

dediğimizde bunlardan hiçbiri talep edilen zâti illet olmaz. Fakat şöyle dediğimizde zatî illet vermiş oluruz:

"Çünkü o, üç doğru çizgi tarafından kuşatılan bir şekildir ve bu çizgilerin her biri çıktığında onun etrafında iki dik açıya eşit iki açı resmolur ve bunların tamamı, altı dik açı olur; bu altı açıdan ikisi, içeri girer ve dışarıdakiler dört tane kalır. Öyleyse biz, illeti vermede tümel hakkındaki burhâna mecbur kalırız. Aynı şekilde bizim bu hükmü ikiz kenar üçgen hakkında tümel burhânla kanıtlamamız ancak "o, kenarlarının durumu şöyle şöyle çıkmak olan bir üçgendir" demekle olabilir.

Yine tikeller sonsuz ve sınırsızdır, oysa tümel basit ve sınırlıdır. Sonsuz olan ise sonsuz olması yönünden bilinmez. Ancak sonlu ve sınırlı olan bilinir. Öyleyse zâtı bilgi, ancak tümele aittir ve o, bilinirlik anlamında daha çoktur, dolayısıyla burhânla kastedilmeye daha layıktır. O, burhânlara daha layık

olduğundan burhânlar da ona daha layıktır. Çünkü "daha layık olmaklık", görelilik kategorisindendir. Bu, ona başkasından daha layık olduğuna göre o da buna başkasından daha layıktır.

Yine kendisi bilindiğinde bu, başkasını bilmek demek olan, ama başkasını bilmek onu bilmek demek olmayan şey, bilgi vermeye o başkasından daha layıktır. Tümel kanıtlandığı ve bilindiğinde bu, hem onu bilmek hem de fiile yakın güçle onun altına giren tikeli bilmek demektir. Tikel bilindiğinde ise bunun -ne bilfiil ve ne fiile yakın bilkuvve ile- tümelin bilgisi olması zorunlu değildir. O halde tümel, daha tercih edilir durumdadır.

Yine tümel burhânda orta terim, ilkeye daha yakın olur. Dolayısıyla o, her şeyde daha derinliklidir (istiksa) ve ilkeye sahip olduğu anlamda ilkeye ondan daha uzak olandan daha çoktur. Şu halde tümel burhân, tikelden daha derintisidir.

Böylesi sözler, İlk Talim'de söylenmektedir. Ancak öyle görünüyor ki durum, bizzat İlk Muallimin söylediği gibi, şöyledir: Bu delillerin bir kısmı mantıkî ve cedelîdir. Bununla birlikte bir mantıkçı (İlk

Muallimin söylediği) bu sözden, İlk Muallimin bu delillerin bir kısmının burhâna özgü olmadığını söylediğini anlamıştır. Bu delillerden kulak verilmesi gereken, şudur: Tümelin bilgisi, bilkuvve tikelin bilgisidir ve tikeli kanıtlamanın ilkesidir. Tikelin bilgisinde ise kesinlikle tümelin bilgisi bulunmaz. Çünkü her üçgenin

açılarının şöyle olduğunu bilen kimsenin ikizkenar üçgenin aynı şekilde olduğunu bilmesi çok kolaydır, ikizkenar üçgenin böyle olduğunu bilen kimse kesinlikle tek başına bu bilgiden bütün üçgenlerin böyle olduğunu bilmez. Nedeni araştırmak, tümel bilgiye muhtaç kılar sözü de bunun benzeridir. Yine tümel aklidir ve gerçek bilgi de akla aittir. Tikel ise duyusaldır ve duyusal, duyusal olması bakımından ne bilinir ne de kanıtlanır.

Sonra şöyle denilmiştir: Yalnızca olumlu asıllar (hipotezler), ilkeler ve müsaderelerden (postulatlardan) alınan burhânlar -ki bunlar, olumluyu açıklarlar-, olumsuzlardan alınan

burhanlardan daha üstündür. Bu hususta çeşitli deliller getirilmiştir. Delillerden biri şudur: Olumlu burhânlar, çeşitli, değişik ve çok sınıflı şeylerin kullanımına muhtaç etmez. Oysa olumsuz hakkındaki burhân, bunlara muhtaç eder. Çünkü sırf olumsuzlar, sırf olumlular gibi sonuç vermez, aksine

olumlularla karıştırıldığında verir. Şey hakkında peş peşe gelen illetler verdiğimizde gerçek niçinliği vermiş oluruz, (zira) o illetlerden biri, malule en yakın olan sonuncudur. Aracıların çoğaltılmasında hiçbir yarar yoktur. Aksine yarar, aracıların azaltılmasındadır ve kısa keserek bitişik olan yakın aracıyla yetinilmesindedir.. Çünkü daha azdan çıkan bilgi, çok şeyin bir araya gelmesiyle gerçekleşen bilgiden daha üstündür. Çünkü azdaki hata, daha az ve çoktaki hata daha çoktur. Anlamın azda sınırlanması daha çoktur ve çokta sınırlanması daha azdır. Durum böyle olunca tek ve farklılaşmayan bir minvalde cereyan eden burhân, çok ve farklı parçalardan oluşan burhândan daha üstündür.

(İmdi) olumlu burhân, yalnızca olumlulardan oluşur. Olumsuz burhân ise olumlu ve olumsuzlardan oluşur. Olumlunun ilkeleri, türce daha azdır ve olumsuzun ilkeleri, türce daha çok ve daha farklıdır.

O halde olumlu, daha üstündür. Yine hem bilinmek hem de varolmak için ikinci bir şeye muhtaç olmayan ama İkincisinin kendisine muhtaç olduğu şey, İkinciden hem daha önce hem de daha bilinirdir. Olumsuz burhân, olumlu bir öncül olmadığı sürece kesinlikle tamamlanmaz ve ancak onunla bilinir -ki söz konusu olumlu öncül, kanıtlanan bir öncülse hakkında olumlu bir burhân olur-.

Olumlu burhân ise olumsuz olmadan tamamlanır ve bilinir. Öyleyse olumlu burhân, olumsuzdan daha önce ve daha bilinirdir. Yine olumlu burhânların terimlerinde aracı (orta terim) bulunur ve bu aracının iki tarafa nispeti, yalnızca olumlunun nispetidir. Aynı şekilde olumlu burhânlardaki artış da -ki artış, olumlu burhânların oluşturulması için üç terimin dışında bir terimin alınmasıdır- olumludur ve bu artış sonsuza dek olabilirse böyle devam eder ve artışta olumsuzun katkısı yoktur. Olumsuz burhânda hem aracı hem de artışta baskın olan ise olumludur. Çünkü sen "bütün der, B'dir, hiçbir B, A değildir" dediğinden, şayet C ile B arasında bir terimi aracı yapmayı istemişsen kuşkusuz iki

olumlamayı aracı yapmışsındir; şayet B ile A arasında bir terimi aracı yapmak istemişsen bir olumlu ve bir olumsuza gerek yoktur; bu durumda kıyasın bütünü -her nasıl aracı yaparsan yap- iki olumlu ve bir olumsuzdan oluşmuş olur. Tıpkı şu sözün gibi: Bütün der, B'dir, bütün B'ler D'dir ve hiçbir D, A değildir; veya bütün der D'dir, bütün D'ler B'dir ve hiçbir B, A değildir. Aym şekilde aracı yapmayı ilk öncüllere kadar götürsen olumlular artar ve olumsuzlar bire düşer. Şayet kıyasın tamamlanması aracılarla değil, aksine dışardan artışla olur da "hiçbir B, A değildir" sözüne diğer bir olumsuz eklersen bileşik bir kıyas yapman mümkün olmaz. Fakat bileşik bir kıyasla "hiçbir C, D değildir"

sonucunu çıkarmak için mutlaka bir olumlu artırıp "bütün D'ler A'dır" demeye ihtiyaç duyarsın.

Öyleyse açıktır ki olumlular, olumsuz burhânlarda baskındır ve güç bakımından olumsuzdan daha çoktur. Öyleyse olumlular, bütün kıyaslarda zihinde hazır bulunma bakımından olumsuzlardan daha zorunludurlar ve kendiliklerinde daha üstündürler. Dolayısıyla olumlulardan oluşanlar ve onlara götürenler de daha üstündürler. Yine her ne kadar büyük öncüller orta terimsiz olup olumlu

burhanlarda olumlu ve olumsuz burhanlarda olumsuz olsalar da olumlu daha önce ve daha bilinirdir.

Olumlunun daha önce olmasının nedeni daha basit (yalın) olmasıdır, çünkü olumlu, iki terim ve bir bağ ile tamamlanır. Olumsuz ise iki terime, bir bağa ve bir olumsuzlama harfine gerek duyar.

Nitekim bunu Mantığın üçüncü sanatında (yani İbâre'de) öğrenmiştin. Varlığı daha az ve daha basit şeylerle tamamlanan ise varlığı, o şeylerde ve fazlasıyla tamamlanandan daha öncedir. Olumluların daha bilinir olmasının nedeni şudur: Olumlama ve her vucûdî (varlığa dair) anlam, varlık ve

melekeler gibi, kendi başına bilinir, kendi başına tasavvur edilir ve anlaşılması için olumsuza

kıyaslanmasına ihtiyaç duyulmaz. Olumsuzlama ve her ademî (yokluğa dair) anlam ise ancak vucûdî anlamla bilinir. Bu nedenle varlık bilinmediği sürece varlık-olmayan bilinmez; meleke bilinmediği sürece yokluk bilinmez. Nitekim daha önce bu, sana açıklanmıştı. Dolayısıyla olumsuzlama, ancak olumlama bilindiği zaman bilinir. Zira ne olduğu bilinmeyince ne olmadığı bilinmez. Öyleyse olumlu ilke için kullanılan ve onu sonuç veren burhân daha üstün ve daha yücedir.

Düz (müstakim) burhân, ters (hulfi) burhândan daha üstündür. Düz burhân şöyle olsun: Bütün der B'dir, hiçbir B, A değildir. Bundan hiçbir C, A değildir sonucu çıkar. Ters (Hulfî) burhân da şöyle olsun: Şayet "hiçbir C, A değildir" sözümüz yanlışsa bazı der A olsun ve hiçbir B, A değil olsun -İd bu, kabul edilmektedir-. Bundan şu sonuç çıkar: Her C, B değildir. Bu ise "bütün der B ise" bir çelişkidir. Sonra bu çelişkiyi, "bazı der, A'dır" vazımız zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla o, imkânsızdır ve onun çelişiği olan "hiçbir C, A değildir" sözümüz, doğrudur. Düzgün burhânda "hiçbir B, A değildir"

sözümüzün yanma konulan "bütün der, B'dir" sözümüzün doğruluğu zâti bir zorunlulukla sonucu zorunlu kılmaktadır. Ters burhânda ise sonucu zorunlu kılan, başka bir sözün doğruluğuyla birlikte

"bazı der, A'dır" sözümüzün yanlışlığıdır. O başka söz ise şartlıdır, onun sayesinde sonucun yanlışlığından sonucun zıddının doğruluğuna geçilir. Nitekim bundan önceki sanatta durum sana açıklanmıştı. Başka bir kıyas olmaksızın yalnızca doğruluğuyla ve zatıyla sonucun doğruluğunu gerektiren (kıyas) ise zatıyla ve tek başına değil de yanlışlığıyla hatta kendisine eklenen başka bir kıyasla sonucun doğruluğunu gerektirenden daha üstündür.

Sen biliyorsun ki bizzat kıyas, bundan önceki sanatta sana açıkladığımız üzere, içerdiği iki Öncülden biri, bütünün altına giren bir parça gibi olandır ve bu öncül, küçük öncüldür; diğer öncül, parçanın

üstündeki bütün gibidir ve bu, büyük öncüldür; sonuç da bütün altındaki parça gibi olup büyük öncülün altında girer ve böylece, büyük öncülü bilmek bilkuvve sonucu bilmek olur. Aynı şekilde sonuç nezdinde büyük öncül, parça nezdinde bütün gibidir. Böylece tıpkı bütünün altındaki parça gibi "bütün Cder, B'dir"

öncülü, "hiçbir B, A değildir" öncülünün altına girmekte ve "hiçbir C, A değildir" sonucu, "hiçbir B, A değildir" öncülünün altına girmektedir. Her ne kadar küçük öncül, nitelikte büyük öncülden farklı olsa da onun büyük öncülün altına girmesinin nedeni şudur: C, B'nin altındadır ve B hakkında verilen hüküm, C hakkındaki hüküm gibidir. Sonuçta ise hem bu yönden hem de nitelikte birlikten dolayıdır. Hâlbuki ters (hulfî) kıyasın küçük öncülü, sonuç nezdinde bu duruma sahip değildir. Çünkü "bazı C'ler, A'dir" sözümüz,

"hiçbir B, A değildir" sözümüzün altına girmez. Yine sonuç -ki o, "bazı C'ler, B değildir" sözümüzdür-,

"hiçbir B, A değildir" sözümüzün altına girmemektedir. Öyleyse bu şarta sahip olması gereken bizzat kıyasın sureti, ters burhânda değil, düz burhânda bulunmaktadır. Yine düz burhânın öncülleri, daha bilinirdir, çünkü onlar bizatihi kabul edilmenin konuşudurlar. Ters burhânın öncülleri ise kuşkuludur ve sonuçtan daha bilinir değildir, aksine iki öncülünden birisi, sonucun çelişiğidir. Daha bilinir olan

öncüllerden oluşan kıyas ise her halükarda daha üstündür.

Biz deriz ki: Bazen bir ilim diğer ilimden üç sebepten ötürü daha derinlikli (istiksâ) olur. Birincisi, iki ilimden birinin varlıkla birlikte illeti de barındırması ve zâti yakın sebebi bildirmesi, İkincisinin ise yalnızca varlıkla sınırlı olmasıdır. İkincisi, iki ilimden birinin incelenen şeyi maddeden soyut olarak suretiyle ele alması ve İkincisinin bunu yapmamasıdır. Böylece soyut ilim, şeyi maddeyle birlikte alan ilimden daha derinlikli olur. Bundan dolayı Aritmetik, Musiki ilminden daha derinliklidir. Aynı şekilde Geometrinin Optik ve Astronomi karşısındaki durumu böyledir. Üçüncüsü ise ilk konusu diğer ilaveler kendisinden

olumsuzlanması şartıyla basit (yalın) bir anlam olan itim, ilk konusu bir ilavenin kendisine olumlanması şartıyla aynı anlam olan ilimden daha derinliklidir. Bunun örneği şudur: Birlik ve nokta, bunları inceleyen ilimde basit bir anlam olarak konu yapılırlar. Bu basit anlam ise bunlardan her birinin zatının

bölünmemesidir. Sonra bu anlama, birlikte konumunun bulunmaması ve noktada konumunun bulunması eklenir. Böylece birliğin zatı, noktadan daha basit olur, çünkü birliğin o basit anlamla birlikte bir konum fazlalığı bulunmazken nokta o anlama ve bir konum fazlalığına sahiptir. Sonra birlik, Aritmetiğin ilk konusudur. Nokta ise Geometrinin ilk konusudur. Şu halde Aritmetik, o anlam için Geometriden daha derinliklidir.

Bu şeylerde İlk Talime paralel olmaya ve ona benzemeye yaklaştık ve amacımız buydu, derinlemesine incelemek değildi. Oysa bu tarz inceleme, ne bizim tasavvurumuza uygundur ne anlayışımızla uyuşmaktadır ve ne de meseleyi sağlam bir şekilde ortaya koymayı istediğimizde gönül rızasıyla kabul edebiliriz.

SEKİZİNCİ FASIL

İLİMLERİN İLKELER VE KONULARDAKİ FARKLILIĞI VE

Benzer Belgeler