• Sonuç bulunamadı

BURHÂNDA ŞART KOŞULAN ZATİ YÜKLEMLER

Burhânî öncüllerin zatî konularının yüklemleri, zati yüklemler olmalı ve uzak (garibi) yüklemler olmamalıdır. Çünkü uzak yüklemler, illet olamaz. Şayet burhânî yüklemler, uzak olabilseydi, burhânın ilkeleri illet olmazdı ve dolayısıyla burhânın ilkeleri, sonucun illetleri olmazdı. O halde bizâtihi olanın (yani zâtinin) ne olduğunu açıklayalım. Bu amaçla deriz ki:

Bizâtihî olan, birkaç anlama söylenir. Bunlardan ikisi, yükleme ve konu yapmaya özgüdür ve Burhân Kitabın'da dikkate alman bu iki anlamdır. Buna göre "o nedir" yoluyla bir şeye söylenen ve o şeyin

tanımına dâhil olan her şeye bir yönden zâti denir. Öyle ki zâti demenle "o nedir yoluyla söylenen" demen eşittir. Bu (anlamda zâti), şeyin cinsi, cinsinin cinsi, faslı, cinsinin faslı, tanımı ve üçgen için çizgi ve sonlu bir çizgi olması bakımından çizgi için nokta gibi şeyin zatım var kılan her şeydir. flk Talim'de de böyle denmiştir.^ Ben maksada dönmeden önce şöyle derim: Bu açıklamadan kesin olarak anlamamız gerekir ki, fasıllar da tıpkı cinsler gibi "o nedir"in cevabına girmeye elverişlidir. Hk Talim'de cins ve fasıldan her birinin türün mahiyetine dâhil olmakta ve "o nedir yoluyla söylenen" olmakta diğeri gibi olduğu

belirtilmiştir. Sonra cinsin tanımında zikredilen son fasıl, "o nedir'in cevabında söylenen yapılmış ve onunla cins, fasıl ve fasıl olmayan ayrılmıştır. Bundan çıkan zorunlu sonuç şudur: "O nedirin cevabında söylenen"

ile "o nedir yoluyla söylenen" birbirinden başkadır ve bunlar arasında yerinde gördüğümüz ve açıkladığımız üzere fark vardır.

Bundan sonra ayrıldığımız yere dönüp şöyle diyelim: Bizatihi olan, başka bir yönden söylenir. Buna göre bir şey, bir şeye iliştiğinde ve ilişenin tanımında ya basık burunluluğun tanımında burnun, çiftin tanımında sayının, doğru ve eğrinin tanımında çizginin alınması gibi onun iliştiği şey alındığı ya da açıları bir yönden iki dik açıya eşit olanın tanımında iki paralelden çıkanın alınması gibi ilişilen şeyin konusu alındığı ya da zikredilen şartla ilişilen şeyin konusunun cinsi alındığında, bütün bunlara zâti ilişen ve şeyin o odur yoluyla ilişeni denir. İşte bu iki anlam, burhanlara giren yüklemlerdir. Tanımında sorunun

konusunun cinsi alman yüklemlere gelince şayet o cins, sanatın konusundan daha genel ise sanatta genel bir şekilde kullanılmaz, aksine sanatın konusuyla özelleştirilir (sanatın konusuna özgü/özel hale getirilir). Bu bağlamda Doğa İlimlerinde kullanılan zıt, doğal olması bakmamdan incelenmesi

yönünden özelleşir. Ölçülerdeki ilişki (münâsebet), ölçüsel ilişkidir ve sayıdaki sayısal ilişkidir. Bu ilişki tanımına sanatın konusunun gireceği duruma getirilir. Sanatın konusunun dışında kalan ise dikkate alınmaz ve sanatın dışında oluşu bakmamdan ondan yararlanılmaz. Evet sorunun

(meselenin) konusunun dışındaysa, ama sanatın konusunun dışında değilse bu durumda onun tanımında sorunun konusu alınmaz, bilakis onun cinsi, cinsin konusu ve ondan daha genel bir şey alınır. Fakat işin sonunda onun tanımında sanatın konusunun alınması gerekir. İşte bu, burhana girenlerdendir. "Bu çizgi, şu çizgiye eşittir" ve "çarpılan bu sayı, kendinde çifttir" sözündeki yüklem, konudan daha geneldir. Nasıl olur da onun tanımında konu alınır! Burhânî öncüllerdeki her yüklem, ya tanımında konunun kendisinin alındığı ya da konunun tanımında alınan yüklem değildir. Ama şöyle denilebilir: Öncüllerin yüklemleri, ya konularının tanımlarında alınırlar ya onların tanımlarında sanatın konusu alınır. Ya da şöyle denilebilir: Öncüllerin yüklemleri, ya konularının tanımlarında alınırlar ya da konular veya o sanatta konuyu kâim kılan (yani konunun kurucu unsuru olan) şeyler onların tanımlarında alınırlar. İlk Muallim (Aristoteles), her ne kadar açıkça belirtmese bile, bu görüştedir. O halde her burhânî yüklem, ya konunun tanımında alınır ya da konu ve konuyu kâim kılan (konunun kurucu unsuru olan) bir şey, onun tanımında alınır. Bu alma, ya üçgen için yüzey gibi mutlaktır ya da ona zorunlu olarak eklenen bir özelleştirme nedeniyledir -mesela "eşit", çizgiye yüklendiğinde eşit'in çizgiye yüklenmesi, bir çizgi nedeniyle olur ki bu çizgi, özelleştiricidir. "Bir", bilen'e yüklendiğinde bilen'e yüklenen bir, mutlak olarak bir değil bilenlikte birdir. Bu da, bir söz veya fiille birin özelleştirilmesidir.

İlişenin tanımında, konuyu kâim kılan (konunun kurucu unsuru olan) şeyin alınma niteliğine gelince bu, onun iliştiği şeyin konusunun veya iliştiği şeyin cinsinin veya cinsinin konusunun alınmasıdır. Birincisi, çift sayının tek sayıyla çarpımının tanımında sayının alınması gibidir; (dik) üçgenin bir kenarının (hipotenüsün) kendisiyle çarpımının, diğer iki kenarından her birinin kendileriyle çarpımlarına eşit oluşunun tanımında üçgenin alınması gibidir. Kuşkusuz bu ilişenin konusu, dik açılı üçgendir. Fakat onun tanımında üçgen alınır. İkincisi ise dik açılı üçgenin tanımında yüzeyin alınması gibidir. Çünkü üçgen, onun cinsinin konusudur. Üçüncüsü ise çiftin çiftinin

tanımında sayının alınması gibidir. Bütün bunlara zatı arazlar denir. Konunun tanımında alınmayan ve kendisinin tanımında konunun veya konuyu kâim kılan (konunun kurucu unsuru olan) şeyin alınmadığı yüklemler, zatî değildir, aksine böylesi yüklem, kaknüs için aklık gibi, ilerde

açıklayacağımız üzere her ne kadar gerek olsa bile, burhân sanatına dâhil olmayan mutlak bir arazdır.

Bunların dışındaki durumlarda zâtı denmesi, ne yükleme ve konu yapmaya yaraşır şekildedir ne de burhâna yaraşır şekildedir. Buna göre anlamı bir konuya söylenmeyen veya bir konuda

bulunmayan ve kendi başına varolan şeye bizâtihî denir. "Yürüyen" ve bütün yüklemlere gelince bunlardan her biri, zâtı yürüyenin anlamı gibi olan bir anlam gerektirir ve yanısıra o anlamın konusu olan başka bir şeyi daha gerektirir. Bunlardan hiçbirinin varlığı ve delalet ettiği anlam, zatıyla sınırlı değildir. Dolayısıyla onların zatları, kendi olmaları bakmandan bizâtihî değildir.

Yine bir şeyin sebebi olup onu zorunlu kılan şeye "bizâtihî" denir. Sözgelimi kesmeyi ölüm izlediğinde "ölüm, rastgele ilişti" denmez, bilakis kesmeyi ölüm bizâtihî izler. Bu izleme, yürüyenin yürümesinin peşi sıra şimşek çakması gibi veya insanın yürürken bir hazine bulması ve rastgele olan diğer bütün şeyler gibi değildir.

Yine bir şeydeki ilksel (evveli) arazlara "bizâtihî" denir. İlksel sözümle kastım şudur: O, başka bir şeye ilişmemiş, sonra o şeye ilişmiştir; hatta ilişen ile onun iliştiği şey arasında herhangi bir aracı olmayan ve ilişilenin "o, başka şeyde arazdır" denmesinin sebebi olduğu şeydir. Nitekim ak cisim ve ak yüzey deriz. Yüzey bizâtihî ak iken cisim, yüzey ak olduğu için aktır.

Bunlar buradaki amacımızın dışında olan anlamlardır. Amacımıza giren anlamlar, ilk iki anlamdır. Kuşkusuz bazen bizatihi olan" lafzı, bu sanatta zikredilen anlamıyla "o nedir yönünden söylenen" ile eş anlamlı olarak kullanılır. Bu bağlamda kaim kılana (kurucuya), kâim kıldığı şeyin zâtisi ve onun için bizâtihî denir. Bazen "bizâtihî" ve "zâtı" lafızları söylenir ve bunlarla yukarıda belirtildiği gibi tanımında konunun veya konuyu kâim kılan şeyin alındığı ilişen (arız) kastedilir. Bazen de daha özel ve hakikati daha güçlü bir anlama söylenir ve bununla bir şeye ilişen veya ona ondan daha genel ve daha özel bir şey nedeniyle değil de zâtı gereği ve kendi olmaklığı bakımından

söylenen şey kastedilir. İlk Talim'de bu anlamda kullanıldığında ilksellik şartını içermektedir. Bundan dolayı herhangi bir istisna ve şart olmaksızın ondan çıkan sonuç, onun ilksel olması gerektiğidir. Bu anlaşılmadığı için karıştırılmış, çürütülmüş ve şöyle denmiştir: "Zâtı gereğidir denilen şeyin, bir şeye kendi olmaklığı bakmamdan ilişen şey olması gerekmez". Bu yanılgının nedeni, birinci ortak

kullanımın anlaşılmamasıdır. Bu nedenle şöyle denmiştir: "Ne musiki ne de aklık, canlı için

bizatihîdir. Çünkü musiki, insana mahsus özelliklerdendir ve canlıya ilişmesi, onun insan olması

nedeniyledir. Aklığın canlıya ilişmesi ise canlının bileşik bir cisim olması dolayısıyladır". İnsan için gülme gülme gücü gibi bazı zâtı arazlar, zorunludur ve insan için bilfiil gülme gibi bazı zâtı arazlar da zorunlu zorunlu değildir.

İnsanlardan (mantıkçılardan) biri, burhânlardaki yüklemlerin, yalnızca kâim kılanlardan (kurucu unsurlardan) oluştuğunu zannederek yanlış anladığı için bu konuda tartışmaktan yüz çevirmiştir. Çünkü İsagoji kitabım incelerken mantıkçıların kâim kılana zâtı demeyi adet edindiklerini ve orada zâtiden de yalnızca kâim kılanın anlaşıldığım görünce Burhân Kitabındaki zâtinin İsagoji kitabındaki zâtiyle aynı olduğunu ve bu zâtinin, illet olduğunu sanmıştır. Şöyle demiştir: "(Burhân kitabındaki zâti) her illet değildir. Çünkü fail ve gaye illetten herhangi biri, burhânın aracısı yapılmaya elverişli değildir, aksine maddi illet ile onun gibi olan -ki bu, cinstir- ve sûrî illet ve onun gibi olan -ki bu, fasıldır- burhânın aracısı (yani orta terimi) olur. Matlupların yüklemleri de bunların ta kendileridir. Büyük öncül, ancak yüklemi, konuyu kâim kılan anlamında zâti olduğunda zâti olur." O şöyle demiştir: "Orta terim, iki taraftan her biri için kâim kılan anlamında zâtı olur." O, zâtinin bölümlenmesini duyduğunda kullanılan iki kısımdan her birindeki zâtinin yüklem olduğunu bilememiş ve onun tanımda alman olduğunu sanarak bölümlemenin şöyle olduğunu zannetmiştir: Zâtilerin bir kısmı, yüklem olup konusunun tanımında alınır, bir kısmı da konu olup yüklemin tanımında alınır ki bu yüklem, konunun zâtisi değildir, aksine konudur.

Bilgiye müntesip olanlardan birini gördüm; bu insanın (yukarıda görüşleri aktarılan düşünürün) sözü, onun doğasına daha yakın olduğundan mantıkta ona dayanmış, bütün bunlara inanmış ve bu yöntemin gereği, onu şöyle demeye zorlamıştı: "Sürekli (gayr-ı mufarık) ve zorunlu bütün yüklemler, kâim kılandır (kurucu unsurdur). Türün tamamım bütün vakitlerde kuşatan hâssanm (yani zâti özellik olmadığı halde bir türün bütün fertlerinde bulunan arazî bir özelliğin) hiçbir anlamı yoktur. Hâssanm türden ayrılması

imkânsız değildir; ikizkenar üçgenin, tabanda iki eşit açıya sahip olması, hâssa değil fasıldır. Her üçgenin, iki dik açıya eşit olan açılara sahip olması ise hâssa değil, fasıldır. Bunlar, konularını kâim kılan özelliklerdir (yani konularının kurucu özelliklerdir)." Bununla birlikte o kimse, burhânın burhân olması için orta terimi, büyük terimi zorunlu kılan illet yapmaktadır. Bunun çoğu zaman eşit olduğunu itiraf etmektedir. Yine itiraf etmektedir ki, her kurucu (mukavvim) illettir ve malul, kurucu değildir. Bu durumda malul (nedenli) olan büyük terim, kurucu/mukavvim değil, sürekli gereken olmaktadır. Hâlbuki o, malul olan büyük terimin, kurucu anlamında zâtı yüklem olduğunu varsaymış ve kurucu olmayan bir gereken oluşunu reddetmişti.

Bununla birlikte öncül, zâti olur ve onun yüklemi, kurucu anlamında zâti olmaz. Bu kişi, malulün bazen illetin sürekli ve ayrılmaz gereği olduğunu itiraf etmektedir. Yine o, bunu söylemekle birlikte itiraf etmektedir ki, açıların iki dik açıya eşit olması gibi bir durum, üçgen gibi bir şeyi kâim kılıyorsa üçgen, kurucusu olamaz.

Çünkü kurucu, illettir ve bir şey, başka bir şey için hem illet hem de malul olamaz. Bir şeyin aynı şeyin hem illeti hem de malulü olması ancak ilişme yoluyla olabilir. Zira her kurucu önce gelir. Önce gelen ise önce geldiği şeyden sonra gelmez. O kimse şunu itiraf etmektedir: Bir şeyle sürekli birlikte olan her şey, illet değildir, aksine birlikteliğin yanı sıra kurucu olmaya ve öteki de birlikteliğin yanı sıra bir kurucu olmamaya gerek duyar. Dolayısıyla çoğu durumda yüklem, zatî olduğu için orta terimin kurucusu olur.

Çünkü burhândaki(kesin kanıttaki) orta terim, o kişiye göre, mutlak olarak büyük terimin illetidir ve büyük terim de orta terim sayesinde kâim olur. Orta ve büyük terimden birisi kurucu olmaması durumunda tümel bir gereklilikle gerek olacaktır. Tümel bir gereklilikle gerek olan da zâtidir. O halde o, bir kez daha

kurucudur.

Akıllı kimseye yaraşan, onların akıllarına şaşmaktır. Bildiğin gibi Geometri ve Aritmetikte talep edilen (öğrenilmek istenen) şeylerin tamamı, hiçbir şekilde kurucu (mukavvim) olmayan sürekli gereken

şeylerden (umur lâzime) talep edilir. Sen o ilimlerde cins veya fasıl olan bir yüklemden istenen herhangi bir kıyas bulamazsın. Örnek alınan birinci şahsın durumu hayret vericidir. Çünkü o, fail illetin, orta terim olmasını inkâr etmiş, ardından şimdi de Güneş tutulmasının ispatında Yerkürenin ortada bulunmasını örnek vermiştir. Hâlbuki bu (Yerkürenin ortada bulunması), gerçekte Güneş tutulmasının fail illetidir ve Güneş tutulmasının tanımında alınır. Kokuşma da bir humma sınıfının tanımında alınır. Fail ve gaye sebeplerin çoğu, daha sonra açıklanacağı gibi, tanımlarda ve burhânlarda alınır.

Bir diğer şaşırtıcı şey şudur: Onun verdiği örnek, Yerkürenin ortada bulunmasıdır. Bu ise Ay'ın ışığının kesilmesinin illeti ve kurucusu olup Ay'ın ışığının kesilmesiyle var olmamaktadır ve küçük terim olan Ay'a özgü/özel bir ilişen olup onun kurucusu değildir. Onları aldatan şey, tanım hakkında söylenen

"tanım, burhâna uygundur" sözüdür. Bu nedenle her burhânın tanıma çözündüğünü, tanıma çözününce de matlubun orta terim veya küçük olacağım sanmışlardır. Hâlbuki durum böyle değildir. Böyle olsa bile ancak orta terim ile büyük terim arasında olur. Kıyas yapan kişi, "Ay ile Güneş arasında Yerküre girer;

Yerküre bir şey ile Güneş araşma girdiğinde ise Güneşten gelen ışığı gizleyerek o şeyi karartır" dediğinde bu kıyastaki orta terim, ne Ayın tanımıdır ne Ayın tanımının bir parçasıdır ve ne büyük terim, kurucu anlamında orta terimin tanımıdır ne onun tanımının bir parçasıdır Fakat büyük terim, orta terimin malulüdür. Aksine orta ve büyük terimden her biri veya bunların toplamı, ilerde öğreneğin gibi, Güneş

tutulmasından ibaret olan talep edilenin tanımıdır. Bu ise Ay'a ait İlişenlerden zâtı bir ilişendir ve Ay'ı kâim kılan bir şey değildir ki onların söylediği anlamda zâti olsun.

Bu azgınlığın onlara ilişmesinin iki sebebi vardır. Birinci sebep, zâtı lafzının İsagoji kitabında öteden beri alışılagelen kullanımıdır. Onlar bu kitaptaki (Burhân kitabındaki) zâtı, zorunlu ve tümelin (mantık külliyatında) önceki kitaplardan birinde söylenenle aynı olmadığını bilmemişlerdir. İkinci sebep ise Burhânın durumunun abartılmasıdır. Çünkü onlar burhânın, kurucu (mukavvim) zâtilerden olduğunu kabul etmişlerdir. Zira kurucu zâti, onlara en üstün görünüyordu. Burhân da gerçekte en üstündü. Böylece burhânın öncüllerinin başka şeyden değil en üstünden olması gerektiğini

vehmettiler. Onların bu durumu, tıpkı bir kimsenin "olumsuz hakkında da burhân olması gerekmez, çünkü olumsuz düşüktür" veya "doğal veya matematik şeylere burhân olması gerekmez, aksine burhâna yaraşan, şeylerin en üstünü yani metafizik şeydir" demesine benzemektedir. Şayet en üstünün Burhân Kitabına girdisi olsaydı, girdi de uygunluk ve doğruluğun üstünlüğü yoluyla değil aksine başka bir üstünlük yoluyla olsaydı ve bu durumun ilkelerde dikkate alınması ye dolayısıyla meselelerde de dikkate alınması gerekseyeli bu durumda öncüllerin yüklemlerinin şerefçe üstün olan kurucu anlamında zatî olmaları ancak en yüce ilim olan Metafiziğe özgü olduklarında gerekirdi.

Fakat bu ve benzeri fikirlerin hiçbir kıymeti yoktur, İlim adamının, ehliyetsiz kimselerin bu üstündür ve bu düşüktür şeklindeki kaçışlarına kulak asmaması, bilakis şeylerin kendisinde varolana bakması gerekir. (Bilimselliğin) dışına çıkan böylesi kimselerden yüz çevirelim ve zad arazların incelenmesindeki amacımıza dönelim.

Deriz ki: Bu arazların zâti arazlar adım almasının nedeni, onların şeyin zatına veya şeyin zatının cinsine özgü/özel olmaları ve şeyin zatının veya şeyin zatının cinsinin, bunlardan yoksun

kalmamasıdır. Şeyin zatı ve şeyin zatının cinsi zatı ya üçgenin açılarının iki dik açıya eşit olması gibi mutlak olarak ya da mukabillik bakımından bu arazlardan yoksun kalmaz. Mukabillik (karşılıklılık) bakımından yoksun kalmaması ise zad arazın iliştiği konu, zıtlık bakımından veya özellikle o araza mukabil olan yokluk bakımından zâd arazın mukabilinden yoksun kalmadığı durumda gerçekleşir.

Mesela çizgi, doğruluk ve eğrilikten, sayı, teklik ve çiftlikten ve şey olumlu ve olumsuzdan yoksun kalmaz. Konunun zikredilen iki yönden biriyle bu arazlardan yoksun kalmaması durumu ile bu arazların, konudan veya onun cinsinden başkasında bulunmamaları durumu bu arazlarda birleşirse onlar, konunun zatıyla ilişkili (münâsib) olurlar. Konu, bunlardan yoksun kalmaz ve fakat bunlar, konunun zatından veya cinsinden başka şeylerde de bulunurlarsa -mesela karalığın kargada bulunması gibi- hiçbir şekilde konu için zâd olmazlar. Çünkü ne konunun zatına ne onu kâim kılan (onun kurucusu olan) şeyin zatına ve ne de onunla kâim olan (yani konunun kurucusu olduğu) şeyin zatına ilgilidirler. Şayet konu, onlardan yoksun kaldığında onların dengi olan mukabiline sahip

olmazsa, aksine yalnızca olumsuzlama durumunda bulunursa konunun zatı, gerek birliktelik gerekse de onlarla kâim olma bakımından onları gerektirmeyecektir. Fakat onlar konunun zatının gerektirdiği, konunun cinsine özgü olan ve ya mutlak olarak ya da tekabül (karşılıklılık) yoluyla konunun gereği olan eklentilerden iseler zâtı arazlar adım almaya layıktırlar.

Deriz ki: Sanatlar için vazedilen bir konuda varolan şeyler -meseleler için vazedilen bir konuda olanları kastetmiyorum, varlığı onda olmak olanları kastediyorum-, o konuya konunun zatı gereği ve kendi olması nedeniyle ilişen şeylerdir. Bu sıfata sahip olmayan arazî gereklere (arazî lâzımlara) gelince bunlar, her ne kadar sürekli gereken olsalar da, konuya ona aitliği talep edilen eserlerden bir eseri (sonucu) veremezler. Nasıl versinler ki! Onlar, söz konusu eserlerden daha geneldirler. Çünkü o eserler, ancak konuda varolurken onlar (yani arazî gerekler) konu dışında varolurlar. Şayet onlar, konuya özgü/özel kılınmış olmaları bakımından alınırlarsa zâtı olurlar ve tanımlarında konu alınır.

Bil ki: Uzak arazlar, burhânî sanatların meselelerinde matlup yapılmazlar. Çünkü onlar, sanatın konusuyla özelleşmeleri bakımından alınırlarsa bu sayede onların uzaklıkları gider. Onlar, ancak konuyla veya konunun cinsiyle veya cins gibi olanla ilişkili olduklarında özelleşebilirler ve böylece genel için genel ve özel için özel olur. Böyle olmayan ise burhânda kullanılmaz. Eğer onlar mutlak olarak alınırlarsa onların varlığı, sanatın konusu olması bakımından sanatın konusu için değildir.

Çünkü sanatın konusundan başkasında da bulunabilirler. Bu durumda onların incelenmesi, sanata özgü inceleme cinsinden olmaz.

Sonra ilimler, ya tikeldir ya da tümeldir. Tikel ilmin tikel ilim olmasının nedeni, konulardan bir konu varsayılarak o konu olması bakmamdan ona ilişenlerin incelenmesidir. Böyle yapılmazsa tikel ilim, tikel olmaz, aksine her ilim, her ilme girer ve inceleme, özel bir konuda değil mutlak varlıkta olur. Bu durumda tikel ilim, tümel bir ilim olur ve' ilimler birbirinden ayrılmaz. Bunun örneği şudur:

Aritmetik, başlı başına bir ilim yapılmıştır. Çünkü ona başlı başına bir konu verilmiştir ki bu konu, sayıdır. Aritmetikçi, sayı olması bakımından sayıya ilişenleri inceler. Şayet Aritmetikçi, nicelik olması bakımından da sayıya ilişenleri inceleseydi veya Geometrici nicelik olması bakımından ölçüye

ilişenleri inceleydi, bu iki ilmin konusu, sayı ve ölçü değil nicelik olurdu. Eğer Aritmetikçi bir ölçü

olması ve ölçü sahibi olması bakımından sayıyı inceleseydi, onun incelemesi, ölçü olması bakımından ölçünün bir ilişeni hakkında olurdu. Yine o, sayı olması bakımından ölçüyü incelediğinde sayı olması bakımından sayıya ilişeni de inceleseydi, söz konusu iki ilim, tek bir ilim haline gelirdi. Aynı şekilde bu, bir bu, bir hareketin ilkesiyle birlikte olması balonundan ölçüyü inceliyorsa bir hareketin ilkesine sahip olması yönünden şeyi inceleyebilir. Bu durumda bir ilim, diğer ilimden ayrışmaz. Ya da Aritmetikçi, var olması bakımından sayıyı inceliyorsa var olması bakımından varolana ilişen şeyi inceleyebilir. Bu durumda

olması ve ölçü sahibi olması bakımından sayıyı inceleseydi, onun incelemesi, ölçü olması bakımından ölçünün bir ilişeni hakkında olurdu. Yine o, sayı olması bakımından ölçüyü incelediğinde sayı olması bakımından sayıya ilişeni de inceleseydi, söz konusu iki ilim, tek bir ilim haline gelirdi. Aynı şekilde bu, bir bu, bir hareketin ilkesiyle birlikte olması balonundan ölçüyü inceliyorsa bir hareketin ilkesine sahip olması yönünden şeyi inceleyebilir. Bu durumda bir ilim, diğer ilimden ayrışmaz. Ya da Aritmetikçi, var olması bakımından sayıyı inceliyorsa var olması bakımından varolana ilişen şeyi inceleyebilir. Bu durumda

Benzer Belgeler