• Sonuç bulunamadı

TÛR-I SÎNÂ, ATEŞ, KELÎMULLÂH SIFATI ve CENÂB-I HAKK’IN TECELLİSİ

2.3. HZ MÛSÂ

2.3.5. TÛR-I SÎNÂ, ATEŞ, KELÎMULLÂH SIFATI ve CENÂB-I HAKK’IN TECELLİSİ

İsrâiloğulları denizi geçtikten sonra Hz. Mûsâ’nın önderliğinde Tûr71’a gelirler. Otuz

ve on gecelik bir süreyle dağa çağrılan Hz. Mûsâ, yerine Hârun’u (AS) bırakarak Tûr72 dağına

çıkar. Rabbini görmek istediğini söyleyince dağa bakması emredilir, dağ paramparça olur. Daha sonra Hz. Mûsâ’ya ilahî emirleri ihtiva eden levhalar verilir (A‘raf, 7/142-145; Tâhâ, 20/80).

Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle geçer:

“(Bana ibadet etmesi için) Mûsâ’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Mûsâ, kardeşi Hârun’a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma. Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (Allah) “ Ey Mûsâ! Dedi, ben risâletlerimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” (A‘raf, 7/142-144)

Mûsâ’ya (AS) Cenab-ı Hakk ile konuşması sebebiyle “Kelîmullâh” denmiştir. (Yılmaz, 1992: 90)

70 Bu konular beyitlerde iç içe kullanıldığı için tek bir başlık altında vermeyi uygun gördük.

71 Tûr Arapça “dağ” anlamında olup, özel olarak “Tûr-ı Sînâ” yerine kullanılır. Tûr-ı Sînâ, Sina Yarımadası’nda,

Cenab-ı Hakk’ın tecelli ettiği ve Hz. Mûsâ ile tekellüm ettiği dağın adıdır. Bk. Akay, “İslâmî Terimler Sözlüğü”, 2005: 479; Kur’an-ı Kerim’in 51. Suresi de Tûr ismini taşır ve bu isim Kur’an-ı Kerim’de 9 yerde zikredilir. Bk. Yazır, “Kur’anı Kerim ve Meali”, 1993 (haz. Dücane Cundioğlu).

Bağdatlı Rûhî, Hakk’ın nûr-ı tecellisine gark oldu derken Hz. Mûsâ’yı düşündürmektedir:

Müstagrak oldı nûr-ı tecellîsine Hakkuñ Rûhî o dem ki bagladı sûret vücûdımuz

(Bağdatlı Rûhî73, 642, G.504/7)

Hz. Mûsâ’nın Cenab-ı Hakk’ı görmek istemesi üzerine Allah, ona beni göremezsin şu dağa bak demiştir. Ancak dağ O’nun tecellisi karşısında paramparça olmuştur:

Laf urmakdan nolur ‘âşıklıg âsân iş degül Âteş-i ‘aşkun tecellâsına durmaz kûh-ı Kâf (Bağdatlı Rûhî, 696, G.589/2)

Kelîm-vâr gerek tâlib-i likâ olasın Tecelliyâtı Hakka cismi Tûr idem dirseñ (Bağdatlı Rûhî, 762, G.692/3)

“Eğer yârin güzelliğinin tecellisini görmediysen aşk makamından Mûsâ isen de âmâsın.”

Cemâl-i yâruñ eger görmesen tecellâsın Makâm-ı ‘aşkda Mûsî iseñ de a‘mâsın (Bağdatlı Rûhî, 882, G.875/1)

Hz. Mûsâ Mısır’a gitmek üzere ailesiyle birlikte yola çıkar. Yolun ilerisinde bir ışık görür ve ondan bir parça getirmek üzere gider. Orada Cenab-ı Hakk’ın hitabına mazhar olur:

Sîne pür şu‘le-i şevk olsa dil-i Mûsî-vâr Nâr zann eyledügüñ nûr-ı tecelli görinür (Bâkî, 146, G.74/4)

Cenab-ı Hakk’ın tecellisine Tûr dağının dayanamaması Bâkî de de konu olmuştur: Cemâlüñ şevkine döymez göñüller

Tecelli tâbına sabr eylemez Tûr (Bâkî, 183, G.132/3)

Hayâlî, sevgiliye duyduğu derin aşk ateşini kendisini Tûr dağına benzeterek ifade etmiştir:

Ey Hayâlî Tûr-veş yandım mahabbet nârına Mihr-i âlem-tâb bir ednâ şi‘arımdır benim

(Hayâlî74, 214, G.359/5)

‘Aşk Tûrudur tenim sûz ile bir âh eylesem Şu‘leler peydâ olur sînemdeki her çâkden (Hayâlî, 246, G.451/2)

Şol kadar müstagrak-ı deryâ-yı eşvâka bugün Nûrdan fark etmezem Tûr-ı mahabbet nârını (Hayâlî, 291, G.582/2)

Hayretî, Cenab-ı Hakk’ın tecellisinin Eymen vadisinde gerçekleştiğine işaret etmiştir: Tûr-ı Mûsîdür tenüm göñlümde nûr-ı ‘ışk-ı pâk

Şol tecelli nârıdur kim Vâdî-i Eymendedür (Hayretî, 171, G.58/2)

Hüsnüñüñ bir pertevi çok cân u dil pertâb ider Bir tecelli âteşi biñ Tûr u biñ Eymen yakar (Hayretî, 175, G.64/4)

Hayretî, Cenab-ı Hakk’ın tecellisiyle dağın aniden kararıp yanmasına değinmiştir: Hayretî kılsa tecellî pertev-i dîdâr-ı yâr

Tûr-ı Mûsâ gibi ânîde karara yana dag (Hayretî, 240, G.171/5)

“Hakk’ın nûrundan bir eseri Haydar’ın çehresinde gördüm. Tûr-ı Mûsâ gibi yandım. Gönlüm su misali aktı.”

Çihre-i Haydârda gördüm nûr-ı hakdan çün eser Tûr-ı Mûsî gibi yandum akdı göñlüm su misâl (Hayretî, 297, G.266/2)

Götür yüzden nikâbı ‘arz-ı dîdâr eyle karşuñda Tutuşsun nâr-ı Mûsî gibi cân-ı nâtüvân yansın (Hayretî, 343, G.339/2)

Lâmi‘î, mecazi olarak Tûr-tecelli hadisesine yer vermiştir. Gönül Tûr dağıdır ve o ay yüzlünün tecellisiyle parça parça olmuştur ki buna şaşılmaz:

Dil tûrı olursa pâre pâre Tañ mı ki tecellâ kıldı ol mâh

(Lâmi‘î Çelebi75, 147, M.1/73)

“Gül, Hz. Mûsâ’nın önünde yakılan ateş gibi ‘Ben hakkım’ dercesine sırrını açtı [gonca hâlinden kurtuldu]; bunun için gül, Hallâc-ı Mansûr gibi dâr ağacından baş aşağı asılsa buna şaşılır mı?”

Lâmi‘î, hem Hz. Mûsâ’nın Tûr Dağı’nda Allah ile konuşması hem de Klasik Türk

şiirinde ismi çok sık zikredilen Mansûr’un dâr ağacına asılması hadisesine telmihte bulunmuştur:

Çün ene’l-hakk sırrın açdı nâr-ı Mûsâ-vâr gül Olsa tañ mı ser-nigûn Mansûr-veş ber-dâr gül (Lâmi‘î Çelebi, 121, K.16/1)

“Gül bazen Hz. Mûsâ gibi Hızır’ın asâsına dayanır; bazen de Hârun gibi başına beyaz sarık takar.”

Gülün, dalına yaslanır vaziyette duruşu, Hz. Mûsâ’nın Hızır’ın ‘asâsına dayanmasına benzetilmiştir:

Tayanur gâhî ‘asâ-yı Hızra mânend-i Kelîm Gâh sarar başına Hârun gibi ak destâr gül (Lâmi‘î Çelebi, 121, K.16/7)

‘Âşık döye mi zerre kadar nûr-ı şühûda Ol Tûr’ı yakan nâr-ı tecellâ turı tursun

(Nev‘î76, 449, G.368/4)

Añlayan mahv-ı enâniyyetde Mûsâ semtini Bildi nâr-ı gayret ü nûr-ı tecellâ semtini (Nev‘î, 523, G.498/1)

Şu âteşden yanar dâg-ı derûnı ehl-i ‘ışkuñ kim Kül eyler nârınuñ bir lem‘ası biñ Tûr-ı Mûsâyı (Nev‘î, 545, G.537/3)

Taşlıcalı Yahyâ Bey, Hz. Mûsâ’nın Tûr dağında Cenâb-ı Hakk’ı görmek isteyişini şu şekilde anlatmıştır:

Çün Tûr-ı niyâz içre mübârek gözin açdı Göründi o lahza aña envâr-ı tecellâ

(Taşlıcalı Yahyâ Bey77, 19, K.1/27)

Hz. Mûsâ’nın lakabı Kelîm, Kelîmullâh’tır. Yahyâ Bey buna değinmektedir: Mûsâ-kelâm u Hızr-hısâl u Mesîh-dem

‘Osman-hilm ü sâye-i envâr-ı Kirdigâr (Taşlıcalı Yahyâ Bey, 53, K.10/18)

76 150, K.52/2 77 29, K.3/29; 32, K.4/9; 40, K.6/27; 119, K.28/22; 144, M.3/4; 147, M.4/4; 164, M.7/6; 177, M.12/2; 279, G.1/4; 331, G.79/3; 339, G.92/3; 350, G.108/4; 354, G.115/3; 359, G.129/4; 366, G.134/4; 376, G.151/2; 386, G.165/7; 449, G.267/3; 453, G.275/2; 477, G.314/2; 509, G.369/4; 522, G.391/5; 524, G.396/2; 537, G.419/1; 549, G.438/6; 559, G.455/2; 569, G.472/3; 578, G.488/2

Yahyâ Bey’e göre gönül, Allah’ı görme arzusunun iştiyakıyla dolu oldukça, insanın karşısındaki ilâhî sırları saklayan perde açılır. Gönül bu sırların saklandığı mahzen durumuna gelir. İlâhî aşk yolunda en yüksek merhaleye ulaşanlar Allah’ın kudreti yanında güzelliğini de müşahede ederler:

Hazret-i Mûsâ gibi cây-ı niyâzı Tûr olur ‘Işk ile pür şevk olur kandîl-i ‘arşa nûr olur (Taşlıcalı Yahyâ Bey, 179, M.13/4)

Var kûy-ı yâra ola ki feth-i kelâm ola Yahyâ Kelîme cây-ı niyâz oldı çünki Tûr (Taşlıcalı Yahyâ Bey, 363, G.129/7)

Zâtî, Hz. Mûsâ’nın Kelîm sıfatını kendi söz söyleme kudretine örnek olarak göstermiştir. Onun gazelini görenler; “Zâtî, sihir yapmış yoksa sihirbaz mıdır” demişlerdir:

Bir gazel didüm gözüñ hakkında ey Mûsî-kelâm Dir gören sihr eylemiş Zâtî eger sâhir midür (Zâtî, 174, G.174/5)

“Eğer nefis Firavununu Nil’e gark edersen Cenab-ı Hakk’ın cemalini görebilmeyi Mûsâ gibi temenni et.”

Eger Fir‘avn-ı nefsi Nîl-i kahre gark eylerseñ Tecellâ-yı cemâl-i Hakkı Mûsî-veş temennâ kıl (Zâtî, 321, G.817/3)

Hz. Yûnus’un balığın karnından kurtulabilmesi Hz. Mûsâ’nın sözleriyle mümkün olmuş, Hz. Yûsuf’un kuyudan çıkabilmesi Hz. ‘Îsâ’nın nefesiyle olmuştur:

Yûnus-ı Mûsâ-sühan mâhîden oldı san halas Yûsuf-ı ‘Îsâ-nefes güyâ ki çıkdı çâhdan (Zâtî, 27, G.1044/2)

Zâtî, ustura anlamına gelen “mû-sâ” kelimesini Hz. Mûsâ ile birlikte kullanmıştır: Rûşen budur ki âteş-i Mûsâ sanur gören

Âyine-i ‘izâruña mû-sâ cilâ vire (Zâtî, 284, G.1446/4)

Hz. Mûsâ’nın Cenab-ı Hakk’ı görmek istemesi üzerine “len terânî” beni göremezsin lafzı işitilmiştir. Bazı beyitlerde bunun örneklerini görmekteyiz:

Cihânda Berber-oglı gibi kanı

Okur Mûsâya hattı “len-terânî78

(Taşlıcalı Yahyâ Bey, 271, Ş.2/296)

Göñül alçaklıgın eyle ziyâde Büyüklense kişi Hak sevmez añı Konılmışdur kibir üstünde bir levh Yazılmış anda hatt-ı “len-terânî” (Zâtî, 216, Kıt‘a 22)

“Len terâni” lafzı, kibir ile birlikte kullanılır: Kibr Tûrından sadâ-yı “len-terânî” dür gelen Meskenet rûdına gel ahdar şecerde nârı gör (Zâtî, 142, G.142/2)

Yazılmış anda hatt-ı “len-terânî” Kiber Tûrında bir tumâr gördük (Zâtî, 202, G.698/4)

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Mûsâ, Hz. Muhammed’i (SAV) müjdeleyen bir peygamber

olarak gösterilir. (A‘raf, 7/156-157):

Ol Muhammed-hû-vü-Yûsuf-çihre-vü-‘Îsî-nefes Nâr-ı Mûsâ-veş yine par par yanar olmış tıraş

(Zâtî79, 94, G.590/4)

78 Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca “ Rabbim! Bana (kendini) göster; seni

göreyim!” dedi. (Rabbi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Mûsâ’da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim. “A‘raf, 7/143; Len terani “Beni asla göremezsin” Ayrıca bk. Yılmaz, 1992: 111.

79 3, K.2/13; 11, K.6/4; 19, K.8/4; 56, K.17/42; 61, K.19/3; 62, K.19/22; 97, K.29/1-7; 108, K.32/2; 109, K.32/18;

146, K.43/14; 173, M.5/6; 174, M.4; 103, G.103/4; 129, G.129/2; 146, G.146/7; 461, G.461/4; 487, G.487/4; 227, G.723/4; 237, G.733/4;239, G.735/4; 245, G.741/4; 340, G.836/1-2; 369, G.865/5; 4, G.1005/5; 137, G.1220/2; 158, G.1252/4; 173, G.1276/1; 196, G.1311/5; 309, G.1483/3; 346, G.1540/3; 362, G.1564/7; 395, G.1619/5; 398, G.1624/3; 482, G.1762/2