• Sonuç bulunamadı

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ (Geçiş Dönemi veya Erken Yeni Dönem, 1991-2000)

5.5. Yeni Dönem Türk-Rus İlişkilerinde Yaşanan Gelişmeler 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da

5.5.1 Suriye Krizi

17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir gencin kendini yakması ile başlayan ve protestolar ile devam eden Arap Baharı, Ortadoğu özelinde domino etkisi göstererek birçok Arap ülkesini etkilemiş ve uluslararası sistemde değişimler yaratarak antidemokratik liderlerin devrilmesine sebep olmuştur (Tarihi Olaylar, 2019). 17.yüzyılda kuzey yarım küreye sıkışmış olan Ruslar, Osmanlı Devletinin zayıflamaya başlaması ile sıcak denizlere yani güneye inme hayallerini gerçekleştirebilecek zemini bulmuşlar ve Ortadoğu’da ki nüfuz mücadelelerinde önemli etkiler yaratmıştır (Köylü, 2015). Nitekim Arap Baharı sürecinde Rus lider Putin’in Suriye lideri Beşar Esad rejimini desteklemesi neticesinde rejimin devrilmemesine ve muhalifler arasında iç savaş başlatmasına neden olmuştur. Bu yüzden Ankara ve Moskova hükümetlerinin Suriye politikalarında ki ciddi düşünce farklılıkları, Türkiye-Rusya ilişkilerini doğrudan etkilemiştir.

80

Rusya, Arap Baharı sürecinde ilk başta Suriye olmak üzere Ortadoğu da başlayan halk ayaklanmalarının kısa sürede sonlanacağını düşünmüş ve buna paralel olarak Mısır ve Tunus’ta sessiz kalarak temkinli hareket etmiştir. Fakat bu süreç, Moskova’nın Ortadoğu politikasının siyasi ve ekonomik ilişkilerinin kilit ülkeleri olan Libya ve Suriye’ye sıçraması sonucunda daha aktif bir politika izlemeye başlatmasına neden olmuştur. Özellikle Suriye de yaşanan olaylara doğrudan müdahil olmuştur. Sebebi ise, Suriye’nin Rusya Federasyonu açısından Ortadoğu’ya açılan kapısı olmasıdır. Bu nedenle Esad rejimi Moskova’nın bölgedeki politikaların devamlılığı ve sürekliliği açısından önemlidir (Karadağ, 2017).

Beşar Esad, 2000 yılında Suriye’de iktidara gelmesiyle babasından farklı olarak Sovyet ideoloji yerine pragmatik bir dış politikada benimsemiştir (Duran, 2011). Bu nedenle Rusya ile ilişkileri sıkıntılı bir sürece girmiştir. Türkiye ile ilişkileri ise 20 Ekim 1998 tarihinde Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı olumlu bir ivme kazanmıştır. Özellikle Türkiye’de 2002 yılında tek başına iktidara gelen AK Parti ile başlayan ikili ilişkiler en üst seviyede ilerlemiştir. Özellikle ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi ve devamında parçalanma ihtimali nedeniyle Ankara ve Şam açısından ortak güvenlik endişesine neden olmuş ve iki ülkenin yakınlaşmasını sağlamıştır (Maden).

Arap Baharının ilk başladığı dönemde hem Suriye’nin diğer Ortadoğu ülkelerine göre ekonomisi daha iyi durumda olması hem de Esad rejimine karşı örgütlü bir muhalefetin olmaması nedeniyle isyan dalgasının sıçramayacağı düşünülmüştür. Ancak Beşar Esad’ın Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı politikaları sebebiyle beklentilerin aksine Arap Bahar’ının en kanlı cephesi oluşmuştur (Ataman, 2012)

Suriye krizinin çözümünde Türkiye ve Rusya farklı politikaları benimsemiştir. Nedeni ise 2000 yılı ile birlikte her iki ülkenin

81

Ortadoğu coğrafyasına yönelik aktif bir dış politika geliştirmeleri olmuştur. Türkiye, Erdoğan’ın iktidara gelmesi ile ülkenin dış politika önceliğini Ortadoğu'ya verirken Vilademir Putin ise Kafkaslardan sonra Ortadoğu'ya ağırlık vermiştir (Çağlar, 2012). Nitekim Suriye krizinde Ankara, Esad rejiminin değişimini savunarak yerine Suriye halkının demokratik bir şekilde seçilen iktidara bırakılmasını müdafaa etmiştir. Moskova ise Esad rejiminin korunması gerektiği yaklaşımını savunmuştur (Duran, vd. 2012). Rusya’nın bu yaklaşımı; Arap Baharı, uluslararası sisteme dayanan hesaplamalar ve etkiler, Suriye'deki maddi çıkarlar ve din rol olmak üzere dört seviyede ifade edebiliriz (Trenin, 2013).

Türkiye’de 2002 yılında başlayan Erdoğan iktidarı ile Beşar Esad arasında 2010 yılına kadar Türkiye bağlamında Suriye Ortadoğu’ya açılan bir kapı haline gelirken, Suriye bağlamında ise Türkiye batıya açılan bir kapı olarak görülmüştür (Çağlar). Bu dönemde yani 2002-2010 yılları arasında ikili ilişkiler “sıfır sorundan” neredeyse "sıfır ilişkiye" ve tam bir uyumdan, dolaylı bir çatışmaya dönüşmüştür (Kellner ve Roza, 2013).

Arap Baharı ile ortaya çıkan halk hareketlenmeleri neticesinde 2011 yılının Mart ayının ortasında ayaklanmalar Suriye’de etkisini göstermiştir. Türkiye, Suriye’de yaşanan halk ayaklanmasına karşılık Beşar Esad’a reform yapması gerektiğini vurgulamıştır. Bu amaçla 6 Nisan 2011’de dönemin Türkiye, Dışişleri Bakanı Davutoğlunu Suriye’nin başkenti Şam’a göndermiştir. Şam yönetimi ile ikili görüşmeler gerçekleştiren Davutoğlu, Esad rejimine Kürtlere kimlik verilmesini, ordunun şehirlere sokulmamasını ve olağanüstü hal'in kaldırılmasını tavsiye etmiştir. Ancak Esad’ın yapmış olduğu açıklamada, Türkiye’nin tavsiyelerini dikkate almadığı görülmüştür (Has, 2012). Davutoğlu, Suriye’de yaşanan halk ayaklanmasının devam etmesinin Türkiye’nin bölge çıkarlarına ters düştüğü için krizin çözümünü sağlamak amacı ile ağustos ayında tekrar Şam’a gitmiştir.

82

Ahmet Davutoğlu ile Beşar Esad, reform hakkında görüşmeler düzenlemişler ve 14 maddelik bir yol haritasında uzlaşma sağlanmıştır. Ancak daha sonra Beşar Esad uzlaşılan yol haritasını uygulamaya sokmayacağını açıklamıştır. Ahmet Davutoğlu, Ankara’nın tavsiyelerine ve iki ülke tarafından uzlaşılan yol haritasına uyulmayınca "…artık Suriye ile konuşulacak bir şey kalmamıştır." (Aljazeera, 2014) açıklamasını yapmıştır ve birtakım siyasi, ekonomik ve askeri yaptırımlar uygulayacağını açıklamıştır.

Suriye’de yaşanan halk hareketlenmelerine karşılık Beşar Esad yönetiminin ölümcül güç kullanması ve insan hakları ihlal etmesi nedeniyle BM Güvenlik Konseyi ilk olarak 21 Nisan 2011’de gündeme taşımıştır (Ağır ve Aksu, 2017). ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere Esad rejiminin uygulamış olduğu şiddeti kınayarak sorunun kesin çözümü konusunda rejime çağrıda bulunmuştur. Ancak Rusya ve Çin, Suriye’nin iç sorunu olduğunu ve bu sorunun BM Güvenlik Konseyinde görüşülmesine karşı çıkmıştır. Daha sonra BM Güvenlik Konseyi 4 Şubat 2012 ve 19 Temmuz 2012’de tekrar teşebbüs etse de Rusya ve Çin’in veto haklarının kullanmaları nedeniyle kabul edilmemiştir (Çalışkan, 2016).

Türkiye, tavsiyelerine ve uzlaşılan yol haritasını uygulamaktan vazgeçen Esad rejimine yönelik politikasında revizyona gitmiştir. Ankara’nın revizyona uğrayan bu yeni Suriye politikası, Esad rejimin sona ermesi ve Suriye halkının tekrar sandığa gidip demokratik yöntem ile yeni bir hükümetin kurulmasını savunmuştur. Rusya Federasyonu, Türkiye’nin değişen Esad rejimi politikasına ilk başta temkinli yaklaşsa da devam eden süreçte rejimin devam etmesi gerektiğini belirtmiştir (ORSAM, 2012). Bu şekilde Rusya’nın rejimi desteklemesi Moskova-Şam ilişkilerine pozitif etki yaratırken, rejimin değişmesini isteyen Türkiye ile ilişkilere negatif etki yaratmıştır.

83

Türkiye ile Suriye arasında gerilen ilişkiler, 22 Haziran 2012 yılında Türkiye’ye ait F-4 tipi savaş uçağının Esad rejimi tarafından düşürülmesi (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2012) ve daha sonra Suriye’nin Tel-Abyad bölgesinden 3 Ekim 2012 tarihinde Türkiye’nin Akçakale ilçesine atılan top mermisi, gerilen ilişkilerdeki krizi tırmandırmıştır (Orhan, 2012). Rusya, Ankara-Şam arasında artan gerilime ilk açıklama Rusya Federasyonu Yakın Doğu özel temsilcisi olan Bogdanov’dan gelmiştir. Bogdanov’a göre, Türkiye ve Suriye arasında yaşanan olayların tekrarlanmaması için iki ülke ait güvenlik güçlerinin doğrudan diyalog kurması gerektiğini belirtmiştir (Sputniknews, 2012). Dışişleri Bakanı Lavrov ise Ankara-Şam arasında “sıcak hat” kurulması gerektiğini ve bu gerçekleşirse de yanlış anlamaları önleyebileceğini ifade etmiştir. Esad rejimi Rusya’nın “sıcak hat” önerisine onaylasa da Türkiye bu öneriyi ret etmiştir (Kök, 2012).

Moskova, Ankara-Şam arasında tırmanan gerilimin yatışması gerektiğine vurgu yaparken 10 Ekim 2012 tarihinde Moskova’dan Suriye Havayolları’na ait bir yolcu uçağının kargosunda silah taşındığı yönünde istihbarat alınması üzerine Türk savaş jetleri tarafından Ankara Esenboğa havaalanına indirilmiştir. Güvenlik birimlerinin yapmış olduğu incelemede uçağın kargo bölümünde askeri malzemeler bulunmuştur. Türkiye bu malzemelere el koymasıyla Türkiye ile Rusya arasında gerilim yaşanmıştır. Ancak Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’nin bu olayda Chicago sözleşmesine dayanarak uluslararası hukuktan doğan hakkını kullandığını açıklayarak iki ülke arasındaki gergin ortamı yatıştırmıştır (Özel, 2015).

Ankara, Suriye’de yaşanan iç savaşın Türkiye’nin Suriye sınır hattının güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle Aralık 2012 yılında Suriye sınırına konuşlandırmak amacıyla NATO’dan patroit füzelerinin talep etmiştir. Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu, başta Rusya olmak

84

üzere hiçbir ülkenin Türkiye’nin NATO’dan patriot fuzesi talebi ile ilgili kaygı beyan etmesini gerektirecek bir durum olmadığını belirtmiştir. Ankara’nın bu açıklamasından sonra Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lukaşeviç bu olayın bölgeye istikrar getirmeyeceğini ifade etmiştir. Lukaşeviç ayrıca; “Türk mevkidaşlarımıza önerimiz tamamen farklıdır. Potansiyelinizi, kısa sürede Suriye’deki taraflar arasında diyalog ortamının sağlanması için, Suriye muhalefetini etkilemek üzerine kullanınız” (Kök)

açıklamasında bulunmuştur. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise Suriye’de Esad rejimine karşılık oluşabilecek herhangi bir gruplaşmanın tarafı olmayacaklarını belirtmiştir (Reuters, 2012).

Erdoğan ve Putin’in kendi ülkelerinde iktidara gelmeleriyle birlikte Suriye krizi dışında altın dönemi yaşanan yeni dönemin 24 Kasım 2015 Salı günü Rus hava kuvvetleri’ne ait SU-24 askeri uçağın Türkiye sınırına geçmesi ve yapılan uyarılara rağmen bu ihlallerin devam etmesi sonucu Türk savaş uçakları tarafından Rus askeri uçağının düşürülmesi, Ankara ve Moskova arasında çok büyük bir kırılmaya ciddi bir krize yol açmıştır ( Şahbazov ve Şahtahtı). Nitekim Rusya bu olaydan sonra Suriye’deki askeri varlığını daha da güçlendirmiştir. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit unsuru olan PKK ve YPG terör örgütleri ile irtibata geçmesi ve Türkiye’nin Suriye’deki diplomatik etkinliğini kırmak için uluslararası kamuoyu ve örgütleri kullanarak Türk hükümetinin Suriye de terörist gruplara destek verdiğine dair propaganda yapması, Ankara ve Moskova arasında sert söylem ve iki devletin karşılıklı yaptırım kararların alınmasının ardından yaşanan krizi zirveye ulaştırmıştır (Erşen, 2016).

Erdoğan, Türkiye’de iktidara geldiği 2002 yılından beri Rusya’ya yönelik realist ve pragmatist politikasının devamı ve iki ülke arasında yaşanan krizin ne Ankara’ya ne de Moskova’ya fayda sağlayacağını öngörerek Rus lider Putin’e milli bayram münasebetiyle gönderdiği

85

kutlama mektubu, ikili ilişkilerin normalleşmesi adına olumlu bir adım olmuştur. Bu olumlu hava Suriye konusunda fikirlerin aynı seviyeye gelmese de taraflar daha çok çözüm merkezli görüşmeler yapmaya başlamıştır. Görüşmelerin ilk adımı ise Ağustos 2016 yılında gerçekleşen Erdoğan-Putin zirvesi olmuştur. Bu zirve de Ankara’nın en önemli kazanımı Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) aracılığıyla IŞİD için kritik önemdeki Cerablus'a yönelik düzenlemeye planladığı Fırat Kalkanı operasyonunun Rusya’nın ikna edilmiş olmasıdır (Erşen, 2016).

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Türk silahlı kuvvetlerinin ÖSO militanları ile Cerablus'ta başlatmış olduğu Fırat Kalkanı operasyonu hakkında yayınladığı bildiride Ankara’nın düzenlemiş olduğu operasyondan derin endişe duyduklarını ve Suriye iç savaşının uluslararası hukuk zemininde Suriye’deki Esad rejimi de dahil olmak üzere tüm unsurların katılabileceği ve diyalog müzakerelerinin kurulabileceği toplantılar ile kesin çözümün olabileceğinden emin olduklarını belirtmiştir (Sputniknews, 2016).

Esad rejimi ile muhalifler arasında Halep’te yaşanan şiddetli çatışmalar karşısında daha önce birçok defa güvenli bölge oluşturulmasını talep eden Ankara, Halep’te zarar gören sivil halkın tahliye edilmesi için ağustos 2016 itibariyle İran ve Rusya ile görüşmeler başlatmıştır. Erdoğan bu süreçte Ruhani ve Putin ile birçok kez görüşmüş, ekim ayında da Esad rejimi ve muhaliflerin silahlarını bırakarak sivil halkın Halep’ten tahliyesi ve bu bölgelere insani yardım ulaştırılması için liderlerle detaylı görüşme yapmıştır. Bu görüşmelerde sonucunda Aralık ayında tahliyeler başlamıştır. Tahliyeler sonrası Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye krizinin çözümü konusunda kendi aralarındaki görüşme trafiğine devam etmesi 20 Aralık 2016’da Suriye için dönüm noktası olabilecek toplantının zemini oluşturulmuştur. Bu toplantı Türkiye, İran ve Rusya Dışişleri Bakanları tarafından Suriye krizinin çözümü konusunda ortak bir adım atmak

86

için Moskova’da gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler neticesinde sekiz maddeden oluşan “Moskova Bildirgesi” olarak kayıtlara geçen bir anlaşma metni yayınlanmıştır (Sayın, 2017).

Sonuç olarak Suriye krizi, Türkiye ve Rusya'yı karşı karşıya getirmiştir. Arap Baharı öncesinde Ankara-Şam arasında ikili ilişkiler, Beşar Esad döneminde olumlu yönde ivme kazanırken Suriye’de yaşanan muhalif hareketlere karşı rejimin saldırgan eylemleri ve Türkiye’nin tavsiyelerine uymaması ilişkilerin krize dönmesine neden olmuştur. Suriye iç savaşı Türkiye için hem sınır güvenliği hem de mülteci sorunu açısından önemlidir. Rusya Suriye’de Esad’lı bir geçişin olmasını savunurken Türkiye’nin bu geçiş sürecinde en azından Esad’ın muhatap alınabileceğini açıklaması ve ardından Moskova bildirgesinin imzalanması Suriye krizinin çözümü hususunda çok önemli bir adımdır. Nitekim Kasım 2015 uçak krizinin ardından hem Türkiye hem de Rusya Federasyonu’nun, normalleşmeye başlayan ilişkileri Esad rejimi nedeniyle olumsuzlaşmasına dikkat çekilerek Suriye krizinin çözümü konusunda uzlaşma politikası geliştirmiştir. Bununla birlikte Moskova bildirgesiyle Türkiye ve Rusya’nın Suriye krizi konusunda uzlaşıya varması, iki ülke bağlamında hem stratejik ortaklığın devamı açısından hem de sekiz yıldır devam eden Suriye’deki iç savaşın çözülmesi açısından önemlidir (Karadağ).