• Sonuç bulunamadı

Soğuk savaş sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerinin yaşanan gelişmeler bağlamında incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Soğuk savaş sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerinin yaşanan gelişmeler bağlamında incelenmesi"

Copied!
143
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

T. C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Yüksek Lisans Tezi

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE-RUSYA

İLİŞKİLERİNİN YAŞANAN GELİŞMELER BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

Halil GÜNAY

Tez Danışmanı: Dr. Öğretim Üyesi FATİH TURAN YAMAN

Siyaset Bilimi ve Ekonomi (Disiplinler Arası) Anabilim Dalı

SİLİVRİ-İSTANBUL 2019

(2)

ii

(3)

iii

T. C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Yüksek Lisans Tezi

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE-RUSYA

İLİŞKİLERİNİN YAŞANAN GELİŞMELER BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

Halil GÜNAY

Tez Danışmanı: Dr. Öğretim Üyesi Fatih Turan Yaman

Siyaset Bilimi ve Ekonomi (Disiplinler Arası) Anabilim Dalı

SİLİVRİ-İSTANBUL 2019

Her Hakkı Saklıdır.

(4)

iv

(5)

v

(6)

vi

(7)

vii ÖZET

(Yüksek Lisans Tezi)

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNİN YAŞANAN GELİŞMELER BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

Halil GÜNAY

T.C. İstanbul Rumeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Siyaset Bilimi ve Ekonomi (Disiplinler Arası) Anabilim dalı Tez Danışmanı: Dr. Öğretim Üyesi Fatih Turan Yaman

Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkileri günümüz açısından değerlendirebilmek ve geleceğe ışık tutabilmek ancak tarihsel ilişkilerin rekabeti ve yaşananları iyi bilinmesi ve anlaşılmasıyla mümkündür. Söz konusu bu tarihsel gelişimi olay sırasına göre çeşitli dönemlere ayırarak çok farklı başlıklar altında ele alınabilir veya açıklanabilir. Tüm bu nedenlerden dolayı hazırlamış olduğumuz

“Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Rusya İlişkilerinin Yaşanan Gelişmeler Bağlamında İncelenmesi” başlıklı çalışmamızı iki soru çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Söz konusu soruların birincisi, Soğuk Savaş sonuna kadar Türkiye- Rusya ilişkilerinin nasıl olduğu, diğeri ise çalışmamızın ana konusu olan ve kavramsal çerçevesine oluşturan soğuk savaş sonrası Türkiye- Rusya ilişkilerinde yaşanan gelişmeler oluşturmaktadır. Özellikle bu sorunun kendi içinde ikiye ayırarak çalışmamızın ağırlığını 21. yüzyılın yani 2000’li yıllara kısaca Erdoğan ve Putin dönemini verdik.

Burada ise hareket noktamız her iki liderin iktidara gelişlerini uluslararası siyasette tek kutuplu sistemin yerine çok kutuplu yapıya terk etmesiyle eş zamanlı olmasıdır.

Diğer yandan her iki liderin ülkelerinde kendi iktidarlarını kalıcı ve sürekli hale getirmeleriyle birlikte yine her iki liderin uluslararası arenada ülkeleri adına güç arayışına soyunmuş olmaları bu tezin kapsamında ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türk-Rus İlişkileri, Soğuk Savaş, Yeni Dönem

(8)

viii ABSTRACT (M.Sc. Thesis)

IN POST-COLD WAR EXAMINE DEVELOPMENTS IN THE CONTEXT OF TURKEY-RUSSİA RELATIONS

Halil GUNAY

T.C. Istanbul Rumeli University

Graduate School of Natural and Applied Sciences

Department of Political Science and Economics (Interdisciplinary) Supervisor: Assistant Professor Fatih Turan Yaman

Republic of Turkey and the Russian Federation to assess in terms of relations between the present and the future but to shed light on the historical relations and competition made possible by well known and understood what happened. This historical development can be divided into different periods according to the order of events. All we have prepared for these reasons "in post-Cold War examine Developments in the Context of Turkey-Russia relations " tried to explain our work within the framework of the two questions. Said first of the questions, which is how the Cold War Turkey-Russia relations until the end, and the other which is the main subject of our work and constitute the conceptual framework of the post-cold war constitute the developments in Turkish-Russian relations. Particularly, we divided this problem into two groups and we gave the weight of Erdoğan and Putin period to 21st century and 2000s. Here, our point of departure is that both leaders come to power at the same time as they leave the monopoly system in international politics instead of the unipolar system. On the other hand, the fact that both leaders made their power in their countries permanently and permanently and that both leaders were seeking for power in the name of their countries in the international arena were considered and evaluated within the scope of this thesis.

Keywords: Turkish-Russian Relations, Cold War, New Era

(9)

ix

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ETİK iv

ÖZET v

ABSTRACT vi

SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ x

1. GİRİŞ 1

2. BÖLÜM: TÜRK–RUS İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ (Osmanlı Devletinden Soğuk Savaşın Sonuna) 4 2.1. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Rus İlişkileri 4 2.1.1. Türk-Rus İlişkilerinin Temellerinin Atılması 4 2.1.2. Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusya Döneminde

Türk-Rus İlişkileri 5

2.1.2.1 Siyasi ve Diplomatik İlişkilerin Başlangıcı 5 2.1.2.2 16. Yüzyıl İlişkileri: Hanlıklar Üzerinden Mücadele Dönemi 6 2.1.2.3 17. Yüzyılda İlişkiler ve Bahçesaray Antlaşması 7 2.1.2.4. 18. Yüzyılda Rusların Dünya Sahnesine Çıkış Sürecindeki İlişkiler: I. Petro ve II. Katerina Dönemi 9 2.1.2.5. 19. Yüzyıl: Osmanlı Devletinin Dağılış Sürecinde Rus

Çarlığının Etkisi 12

2.2. Milli Mücadele ve Atatürk Dönemi İlişkiler: Yeni Türkiye

Cumhuriyeti Devleti ve Sovyet Sosyalist Rusya (SSCB) 15 2.2.1. I. Dünya Savaşı ve Uluslararası Ortam 15 2.2.2. Rusya’da Bolşevik Devrim ve Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetler Birliği’nin Kuruluşu 17

2.2.3. Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluşu 19 2.2.4. Atatürk Dönemi Temel Dış Politika İlkeler 20

(10)

x

2.2.5. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Sovyet Sosyalist Rusya

(SSCB) İlişkileri 21

3. BÖLÜM: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ 26 3.1.Soğuk Savaş ve Uluslararası Durum: İki Kutuplu Dünya Düzeni 26 3.2. Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye-SSCB İlişkisi 27 3.2.1. II. Dünya Savaşında Türkiye-SSCB İlişkileri 27 3.2.2. Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye’nin Dış Politik Yaklaşımı 31 3.2.3. Soğuk Savaşı Dönemi Türk-Rus İlişkilerinde Yaşanan

Gelişmeler 31

4. BÖLÜM SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ (Geçiş Dönemi veya Erken Yeni Dönem, 1991-2000) 36 4.1. Rusya Federasyonu Devletinin Kuruluşu 36 4.2. Türkiye’de Siyasal Durum ve Dış Politika 37 4.3. Uluslararası Ortam ve ABD Tek Kutuplu Sistemi 39 4.4. 1991-2000 Arası Dönemde Yaşanan gelişmeler 41

4.4.1. Boğazlar Sorunu 46

4.4.2. Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) 51 4.4.3. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün Kuruluşu 54

4.4.4. Bavul Ticaretinin Başlaması 56

4.4.5. Çeçen Sorunu 58

4.4.6. Kürt Sorununda Gelişmeler 61

4.4.7. S-300 Krizi 64

4.4.8. Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı 68

5. BÖLÜM YENİ DÖNEM TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ: 2000’den

Günümüze 72

5.1. Çok Kutuplu Sistem ve Uluslararası Ortam 72 5.2. Türkiye’de Ak Parti İktidarı ve Türk Dış Politikası 74 5.3. Rusya’da Putin Dönemi ve Dış Politik Yaklaşım 75

(11)

xi

5.4. Yeni Dönem Türk-Rus İlişkilerinin Genel Görünüm 77 5.5. Yeni Dönem Türk-Rus İlişkilerinde Yaşanan Gelişmeler 78

5.5.1. Suriye Krizi 79

5.5.2. Yakınlaştırıcı Çatışmalar 86

5.5.2.1. Kırım Sorunu 87

5.5.2.2. Uçak Krizi 89

5.5.2.3. Elçi Karlov Suikastı 93

5.5.3. S-400 Savunma Sistemi Anlaşması 96

6. SONUÇ 100

KAYNAKLAR 106

ÖZGEÇMİŞ 131

(12)

xii

SİMGELER VE KISALTMALAR

Kısaltmalar Açıklamalar

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

AKKA Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması AK Parti Adalet ve Kalkınma Partisi

ANAP Anavatan Partisi

BDT Bağımsız Devletler Topluluğu

Botaş Boru Hatları ile Petrol Taşımacılığı AŞ CHP Cumhuriyet Halk Partisi

COMECON Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi ÇEKA Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Savaş Olağanüstü Komisyonu

DSP Demokratik Sol Parti

DTÖ Dünya Ticaret Örgütü

DYP Doğru Yol Partisi

FSB Federal İstihbarat Teşkilatı Gazexport Gazprom Export

GUUAM Gürcistan-Ukrayna-Özbekistan-Azerbaycan- Moldova Stratejik-Ekonomik İşbirliği Örgütü

WTO Dünya Ticaret Odası

IMF Uluslararası Para Fonu IŞİD Irak ve Şam İslam Devleti

KDKİ Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri KEİ Karadeniz Ekonomik İşbirliği

KEİÖ Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü NATO Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü

ODG Ortak Danışma Grubu

ORSAM Ortadoğu Araştırma Merkezi

ÖSO Özgür Suriye Ordusu

PKK Kürdistan İşçi Partisi

RF Rusya Federasyonu

s. sayfa

SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ŞİÖ Şangay İşbirliği Örgütü

TASAM Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TSK Türk Silahlı Kuvvetleri

TÜRKSOY Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı UNASUR Güney Amerika Uluslar Birliği

VP Varşova paktı

YPG Halk Koruma Birlikleri

(13)

1 1. Giriş

Avrasya coğrafyasının iki önemli aktörü olan Türkiye ve Rusya'nın Kafkasya, Ortadoğu, Orta Asya ve Karadeniz havzasında etkin bölgesel aktörlerdendir. İki ülke bütün bu alanlarda jeopolitik rakip konumundadır. Bu rekabet tarih boyunca iki ülkenin dönemsel özellikleri ile paralel olarak gelişme göstermiştir. Bu bağlamda Türkiye–Rusya ilişkilerinin geleceğinden bahsedebilmek için iki devletin dünü, bugünü ve yarını arasındaki bağı rasyonel bakış açısıyla dikkate alarak olaylara ve olgulara yaklaşılmalıdır.

“Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Rusya İlişkilerinin Yaşanan Gelişmeler Bağlamında İncelenmesi” başlıklı çalışmada söz konusu dönem iki temel ayrım çerçevesinde açıklanmak istenmiştir. Bu dönemsel ayrımın birinci bölümünde SSCB lağvedilmesinden yeni dönem olarak adlandırdığımız 2000li yılların başına kadar olan süre ele alınmıştır.

Çalışmada “erken yeni dönem” olarak adlandırılan bu ayrımda soğuk savaş sonrası Rusya’da yaşanan dönüşüm ve değişimin siyasi yansımalarıyla birlikte Türkiye’nin bu değişim karşısında geliştirdiği dış politika söylemi ele alınmıştır. Çalışmanın eksenine oluşturan ikinci ayrım ise “yeni dönem Türk-Rus ilişkileri” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamada veya ayrımda özellikle “Rusya’da Putin, Türkiye’de ise Erdoğan iktidarlarının” dönemin dış politikasında ve iki ülke ilişkilerinde temel belirleyici unsur olarak karşımıza çıkması etkili olmuştur. Ayrıca söz konusu bu dönemi ayrımlaştıran diğer bir unsur ise uluslararası siyasal ortamın doksanlarla önce çıkan “tek kutuplu”

anlayıştan “çok kutuplu veya kutupsuz” bir yapıya doğru evrilmesi olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkileri günümüz açısından değerlendirebilmek ve geleceğe ışık tutabilmek ancak tarihsel ilişkilerin rekabeti ve yaşananları iyi bilinmesi ve anlaşılmasıyla mümkündür. Söz konusu bu tarihsel gelişimi olay

(14)

2

sırasına göre çeşitli dönemlere ayırarak çok farklı başlıklar altında ele alınabilir veya açıklanabilir.

Ancak Türkiye- Rusya ilişkilerini tarihsel gelişiminin içeriği veya özü dikkate alındığında iki temel tarihsel değişim ve dönüşümün ortaya konulması gerekmektedir. Bu değişim ve dönüşüm esasen iki ulusun birlikte paylaştıkları ve neredeyse eşanlı yaşanan tarihsel gerçekleridir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Osmanlı monarşisine son vererek siyasal hayatına başlaması ve bununla neredeyse eş zamanlı aynı yıllarda gerçekleşmiş olan ve Rus Çarlığının son verilmesi neticesinde Sovyet Rusya’nın kurulmasıdır.

Bu siyasal rejim değişimlerin beraberinde Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya arasında yaşanan siyasal rekabet ve çatışmanın başka boyuta taşımıştır. Bu yeni boyut ise günümüzü anlayabilmenin en önemli unsurudur.

Birinci Dünya Savaşının Türkiye açısından 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile bitmesinden İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar geçen kısa dönemi bir tarafa koymamız gerekir. Çünkü bu dönem hem Türkiye hem de Sovyetler Birliği açısından yeni rejimlerini kendi ülkelerinde yerleştirme ve güçlendirme dönemi olarak ele alınmalıdır. Belki bu dönemde kurulan ikili ilişkileri de bu bakış açısıyla ele almak ve yorumlamak daha sağlıklı olacaktır.

Dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar geçen süre günümüz Türkiye- Rusya ilişkilerini anlayabilmemizde bize yardımcı olamaz. 20. Yüzyılın başında her iki ulusun monarşilerini yıkması şeklinde tanımladığımız dönüşüm esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan soğuk savaş döneminde kendini hissettirmiştir. Diğer bir ifade ile iki ülkenin yeni rejimlerinin kurmak için yaklaşık otuz yıllık kısa dönemin bir tarafa koyacak olursak Türkiye- Rusya ilişkilerini günümüz açısından soğuk savaş dönemi ve onun sona ermesiyle açıklamamız mümkündür.

(15)

3

Özellikle yaklaşık elli yıl süren soğuk savaş döneminin bitmesi ile ortaya çıkan koşulları çok iyi analiz etmek gerekir. Bu çerçevede Türkiye- Rusya ilişkilerini tarihsel gelişimlerini en önemli belirleyici unsur soğuk savaşın koşulları ve bu koşullarda 1990 yılı ile başlayan değişimlerdir.

Kısaca belirtmek gerekirse günümüz açısından Türkiye- Rusya ilişkileri ancak ve ancak soğuk savaş sonrası ortaya çıkan koşulların her iki ülke açısından ve özellikle Türkiye açısından iyi okunması ile mümkün olacaktır.

Bu gerçeklerden hareket ederek çalışmamızda Türkiye- Rusya ilişkilerini tarihsel gelişiminin merkezini soğuk savaş döneminin bitmesini koyuyoruz. Bu bağlamda Osmanlı Türkiye’si ve Çarlık Rusya döneminin karşılıklı ilişkilerle başlayan ve soğuk savaşın bitmesine kadar geçen dönemi iki bölümde ele aldık.

Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında ilişkinin çatışmadan rekabete, rekabetten işbirliğini, işbirliğinden ortaklığa dönüşümün ortaya çıkaran unsurların araştırılmasıyla birlikte çalışmamızı daha bütüncül bir yaklaşımla ele almak mümkün olmaktadır. Bu bağlamda Türkiye- Rusya ilişkileri hakkında yazılan bu tez, iki ülke ilişkilerinin hem küresel hem de bölgesel siyasetini şekillendirilmesini sağlayacak politikaların üretilmesini tek kaynak şeklinde sunarak literatürüne katkı sağlamış olacaktır.

Bu tez, veri veya kanıtın değerlendirmesi için birincil ve ikincil kaynaklardan yararlanılarak yazılan nitel bir çalışmadır. Konuyla ilgili olarak kitaplar, tezler, akademik makaleler, dergiler, gazeteler, raporlar ve haber siteleri ana kaynaklarımı oluşturmaktadır. Bu bağlamda konunun açıklanmasında nesnellik ilkesini dikkate alınarak kaynak çeşitliliğine önem verilmiştir.

(16)

4 2. BÖLÜM

TÜRK–RUS İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ (Osmanlı Devletinden Soğuk Savaşın Sonuna)

Türk-Rus İlişkilerinin bugününü anlayabilmek ve yarına doğru bir perspektiften bakabilmek ancak tarihsel süreç içinde hangi olayların yaşandığına ışık tutmak ile mümkün olacaktır. Bu nedenle iki ülke ilişkilerinin tarihsel gelişiminin izlerini öncelikle Osmanlıdan soğuk savaşa kadar olan bir dönem içinde bu bölümde ele alacağız.

2.1 Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk-Rus İlişkileri 2.1.1 Türk-Rus İlişkilerinin Temellerinin Atılması

Kadim kavimler olan Türkler ve Slavların aynı coğrafyadaki birliktelikleri milattan öncesine dayanmaktadır. Tarihte bilinen ilk Türk devletini kurmuş olan Hunların kavimler göçüyle birlikte Doğu Avrupa’ya ilk ulaşan kuzey kanadının, Ukrayna bozkırlarına yerleşmesiyle Türklerin, Slav bölgesinde varlığını göstermesine ve Slavlarla sıcak temasa geçmesine yol açmıştır. Söz konusu bu temas ve ilişki ağı daha sonra sırasıyla Göktürkler, Bulgarlar, Hazarlar, Avarlar, Cengizhan hanedanlığı tarafından kurulan devletlerle ve son olarak Osmanlı Devletinin siyasal gücünün yayılma alanında gelişmiş ve süreklilik kazanmıştır (Topsakal, 2016).

Slavlar, Knezlik adı verilen şehir devletleri benzeri siyasal bir yapı kurmuşlar ve bunu 15. yüzyılın ortalarına kadar devam ettirmişlerdir.

(Kurat, 1948). Slav kabileleri Rusya'nın birliği için III. İvan döneminde, 1462 yılında, Moskova Büyük Knezliği etrafında bir araya gelmişler ve Altınordu hanlarına karşı bağımsızlık mücadelesine başlamışlardır (İnalcık, 2003). Böylece devletler tarihi sahnesine Rus kimliği ile giren Slavlar siyasi söylemler ve idealler geliştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda özellikle Bizans’ın dini ve politik mirasçısı olma iddiasıyla açıklanan “Büyük İdeal” ve bunun açılımı olan sıcak denizlere inme arzusu devlet politikası haline getirilmiştir. Söz konusu

(17)

5

bu politik söylem, Osmanlı devleti ile siyasianlaşmazlık ve rekabettin başlamasına, askeri çatışma ve mücadelenin yaşanmasına, uluslararası alanda diğer devletlerle ittifak arayışlarına ve benzeri daha birçok olayın yaşanmasına sebebiyet vermiştir (Kocabaş, 1989).

2.1.2. Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusya Döneminde Türk-Rus İlişkileri

Türkler ve Ruslar arasındaki ilişkilerin görünümü savaşlar, anlaşmazlıklar, işbirliği ve rekabettir. Rekabetin temel unsuru ise yaşadıkları coğrafyanın jeopolitik ve stratejik konumundan kaynaklıdır. Bu yüzden iki millet çok kez karşı karşıya gelmiştir (Yeşilot ve Özdemir, 2016). Özellikle Osmanlı döneminde 1677-1914 yılları arasında onüç kez karşı karşıya gelinerek en çok savaşılan, sürekli rekabet ve çatışma içerisinde olunan, barış ve işbirliği dönemlerinin istisnai durumlarda yaşadığımız Ruslar, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonrada aynı doğrultuda devam etmiştir (Demir, 2016).

2.1.2.1 Siyasi ve Diplomatik İlişkilerin Başlangıcı

Rusların Çarlık sistemi biçiminde siyasi örgütlenmesi ve neticesinde Osmanlı Devleti ile devletlerarası ikili ilişki kurmaları 1492 yılında mümkün olmuştur. Bu yılda iki ülke arasındaki ticari ilişkileri düzenlemek amacıyla Rus çarı III. İvan’ın Kırım Hanı Mengli Giray’ın aracılığı ile Osmanlı devletine Rus elçilerini1 gönderdiği bilinmektedir.

Dönemin Osmanlı hükümdarı II. Sultan Bayezid Han’a Rus elçilerinin gönderilmesi iki devlet arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkilerin başlangıcı olarak tanımlanmaktadır (Kurat, 1993). Kurulan bu diplomatik ilişki siyasi bir görüntü vermiş olmasına karşın esasen iki devlet arasında iktisadi ilişkilerin etkisi altında gerçekleşmiştir. Ancak burada üzerinde durulması gereken temel husus, Osmanlı Devleti’nin

1 “III. İvan, ilk önce Mihail Pleşçeyev’i (1496-98) daha sonra Aleksey Golohvastov’u (1499) elçi olarak İstanbul’a gönderdi.” (İnalcık, 1999)

(18)

6

Moskova Knezliğini doğrudan muhatap kabul etmeyerek2 ikili ilişkilerini Kırım hanları vasıtasıyla yürüteceğini bildirmesidir (Topsakal). Bu yaklaşım kısaca Osmanlı devletinin erken dönmede Rus devletinin siyasi varlığını kabul etmediği anlamına gelmektedir.

2.1.2.2 16. Yüzyıl İlişkileri: Hanlıklar Üzerinden Mücadele Dönemi

Ruslar devletinin kuruluşunda Altın Orda Devleti’nin 1391 tarihinde Kunduzca Muharebesi ile Timur’a yenilerek zayıflamaya ve ardından beş3 ayrı bölgeye bölünmesi tarihi bir dönüm noktası olmuştur.

Böylece Rus tarihinde “Tatar Boyundurluğu ” diye adlandırılan dönem sona ermiş oldu (Çolak, 2007). Kurulan yeni hanlıklardan Kazan Hanlığı 1552’de Astrahan Hanlığı da 1556’da Rusların eline geçmiştir (Saray, 1979). Bunun neticesinde büyük bir güç olmak isteyen Rusların Batı Türkistan ve Orta Asya’ya doğru ilerlemesinin önü açılmış oldu (Doğan, 2004).

Rusların, Kazan ve Astrahan hanlıkları ile yaşamış oldukları bölgesel iktidar mücadelesi Osmanlı Devletiyle mevcut ilişkilerinde yeni bir süreci başlatmıştır. Rusya’nın Türk bölgesinde yayılma politikası ve bu nedenle hanlıklara düzenlediği saldırılar Osmanlı tarafından kendine yapılmış olarak kabul edildi. Osmanlının nüfuz alanı içinde gördüğü hanlıklara düzenlenen saldırılar Rusların tehdit olarak algılanmasına yol açmıştır (İnalcık, 1999). Bu yüzden Osmanlı Devleti ilk olarak 1568 yılında Sokullu Mehmet Paşa komutanlığında Astrahan üzerine sefer düzenledi. Fakat Osmanlı Devleti, ordusunun Orta Asya ve Kafkasya’da askeri kabiliyet yeteneğinin olmaması, lojistik imkânların kısıtlılığı ve Kırım hanının gevşekliği gibi nedenlerden ötürü savaşamadan geri dönmek zorunda kalmıştır (İnalcık, 1948).

2 “Çünkü Osmanlı devletini o dönemki ana politikası, Akdeniz ve Orta Avrupa idi. Bu yüzden Moskof knezliği Osmanlının ana politikası olan bölgeden çok uzak olması nedeniyle ilişkilerin yürütülmesi Kırım Hanlığıyla sağlandı.” (Kurat, 1990)

3 Аltın Ordа Devleti toprаklаrındа Аstrаhаn Hаnlığı, Kаzаn Hаnlığı, Kırım Hаnlığı, Nogаy Hаnlığı ve Sibir Hаnlığı kuruldu ve bir süre sonrа Moskof Knezliği bаğımsız kаldı. Dаhа sonrа Kırım Hаnlığı, Moskof Knezliğin dışındaki tüm bölgeleri ele geçirdi.

(19)

7

Osmanlı Devleti Rusların Kafkasya ve Orta Asya’daki yayılışını durdurmakta 17. yüzyılın son çeyreğine kadar etkili olamamıştır.

Osmanlı’nın bu dönemde İran Safevi Devleti ve Orta Avrupa’da Habsburglar’a karşı girmiş olduğu uzun savaşlar Rusların Kafkasya ve Orta Asya’da yayılması konusunda etkisiz kalmasına sebep olmuştur (İnalcık, 1999).

2.1.2.3 17. Yüzyılda İlişkiler ve Bahçesaray Antlaşması

1669 yılında Osmanlı Devleti koruması altına giren Çehrin merkezli Sarıkamış Kazakları Atamanı Petro Doreşenko, batı Ukrayna kıyılarının yönetimini Osmanlılara tabi olarak elinde bulunduruyordu. Ancak Rusların 1675 yılında Çehrin üzerine askeri birlik göndermesiyleKazak Atamanı Doreşenko, Çar ile anlaşıp Çehrin kalesini teslim etmiştir (Yücel ve Sevim, 1991). Bunun üzerine 1677 yılında İbrahim Paşa komutasındaki bir orduyla Osmanlı Devleti Çehrin kalesine başarısız bir kuşatma gerçekleştirdi. Ertesi yıl Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutanlığında Osmanlı ordusu ikinci kez Çehrin kalesini kuşattı. Doreşenko, kale müdafaasında yetersiz kalınması nedeniyle Rus Çarından yardım istedi. Rus Çarının Doreşenko’nun isteğine olumlu cevap vermesiyle ilk Osmanlı - Rus sıcak savaşı gerçekleşmiş oldu. 21 Ağustos 1678 tarihinde Osmanlı Devleti Çehrin kalesini fethederek Rusları barış istemek zorunda bıraktı. Ruslarla sürdürülen müzakereler Osmanlı adına Kırım Hanı tarafından yapıldı4 ve bunun sonunda “31 Ocak 1681 tarihinde ilk Türk - Rus Barışı olan Bahçesaray Antlaşması” imzalandı (Kurat, 1990).

Rusların geniş bir coğrafyaya yayılmasının önünde en büyük engel olan Osmanlı Devleti, 1683 Viyana bozgunundan sonra hızla gerilemeye başlamıştır. Bu gerileme döneminde ise Rus çarlığı, her alanda yapmış olduğu reformlarla Ruslara imparatorluk yolunu açan

4 Çünkü Osmanlı Devleti 1492’den beri uygulanan usule göre, Ruslar ile olan ikili ilişkileri Kırım Hanı aracılığıyla düzenleniyordu. Bir başka sebebi ise Osmanlı Devleti, Rus Çarlığının belirleyeceği delegeleriyle müzakerelere oturmayı tenezzül etmek istemiyordu. (Kurat, 1990)

(20)

8

Petro’nun önderliğinde, Balkan ve Kafkas bölgesinde hızla genişlemeye başlamıştır (Saray, 2006).

Petro Rusya Çarlığının denize kıyısı olmamasını büyük bir sorun olarak görüyordu. Bu sorunu ortandan kaldırmak için var olan iki çözümü de uygulamaya koymuştur. Bunlardan ilki, Baltık Denizine çıkmak ikincisi ise Osmanlının elinde olan Azak kalesini alıp sıcak denizlere inmekti (Gürsel, 1998).

Azak Kalesi, Rusya’nın Karadeniz’e ayak basabilmesi için çok önemli bir kilit noktadaydı. Bunu bilen Petro, 1695 ilkbaharında Rus ordusunu Azak kalesini ele geçirmek için sefere yolladı. Fakat Osmanlı Devletinin deniz gücünü kullanmak vasıtasıyla Azak kalesine yardım göndermesi neticesinde Rusya başarısız oldu. Bu nedenle deniz savunmasını güçlendiren ve tersaneler kuran Petro, 1696 yılının Temmuz ayında Azak kalesine yeniden saldırdı ve ele geçirdi.

Rusya çarlığı, II. Viyana kuşatmasında Türklere karşı ilk defa Avrupalı Hıristiyan devletler ile bir olup Kutsal İttifak cephesinde yer alarak büyük bir savaşa katılmıştır (Kurat, 1990). Osmanlı Devleti’nin kuşatmada başarısız olması ve yenilmesi üzerine Rusya ittifak kurduğu, Avusturya, Lehistan ve Venedik ile birlikte barış görüşmelerine katıldı. Bu görüşmeler neticesinde 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşmasıyla Osmanlı-Rus çarlığı arasında iki yıl geçerli bir ateşkes sağlanmış oldu. Bu bağlamda Azak kalesi meselesi ise daha sonra görüşülmek üzere çözümsüz bırakıldı. Ancak 14 Temmuz 1700’de, Karlofça Antlaşması’nın devamı niteliğinde gerçekleştirilen İstanbul Barışı sözleşmesiyle Rusya’nın Türklere karşı ilk zafer belgesi olan imzalanmış oldu. Bu antlaşmayla Azak kalesi ve aşağı Dnepr’e doğru geniş bir Kazak arazisi Ruslara verilmiş oldu.

Ayrıca Rus Çarlığına İstanbul’da daimi elçi bulundurma hakkı tanınıyordu. İstanbul Barışıyla birlikte Osmanlı Devleti ve Rus çarlığı arasında Karadeniz kıyılarında ilk sınır çizilmiş oldu. Böylece

(21)

9

Karadeniz’e çıkma hakkına kavuşan Rusya, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yer alan Kırımın güvenliği tehdit eder bir konuma gelmiştir (Kurat, 1993).

Ancak bu durum 11 yıl sürerek, 22 Temmuz 1711 Prut Barışı ile Rusya Karadeniz’e inme hedefinin çok önemli bir noktada bulunan kaleyi tekrar bırakmak zorunda kaldı(Gürsel, 1998).

2.1.2.4. 18. Yüzyılda Rusların Dünya Sahnesine Çıkış Sürecindeki İlişkiler: I. Petro ve II. Katerina Dönemi

Rus Çarlığı, yukarıda da belirtildiği gibi Rusların denize kıyısı olması için iki yoldan birincisi olan Baltık Denizine inme hedefini Osmanlı devleti ile imzalanan İstanbul Barışı’ndan sonraya bıraktı. Bu antlaşmanın müteakiben Ruslar kuzeyde İsveçlilere karşı Poltova muharebesini gerçekleştirdi (Moss, 2005). Muharebeyi kaybeden İsveç kralı XII. Karl 1709 yılında Osmanlılara sığındı (Akşin vd., 1997). Rus Çarı, Osmanlı Devleti’nden sığınan İsveç Kralı’nın derhal ülkeden çıkarılmasını istedi ve aksi takdirde Osmanlı’ya karşı Lehistan ile birlikte savaş ilan edeceğini bildirdi (Yücel ve Sevim). Rus Çarlığı’nın gittikçe büyümesi ve Osmanlı Devleti için tehlikenin artması, Azak Kalesinin Rusların elinde olması, İsveç Kralı’nın Sultan III. Ahmed’e yazmış olduğu mektuplarla Osmanlı’yı Ruslara karşı kışkırtması, Rus Çarı I. Petro’nun Osmanlı Devletine biat etmiş olan Ortodoks Hristiyanlarını ve Eflak-Boğdan Beylerini Osmanlılara karşı ayaklandırması ve diğer birçok nedenden dolayı Sultan III. Ahmed Rus Çarlığına karşı savaş ilan etti (Moss). Yapılan bu savaşı Osmanlı devleti kazanarak 22 Temmuz 1711 yılında Prut Antlaşmasını (Moss) imzaladı.Bu antlaşmaya göre Azak Kalesini Osmanlı Devletine tekrar geri verilmesine, Dnepr boyundaki Rus kalesinin yıkılmasına, Rusların Lehistan’dan çekilerek İsveç Kralının Lehistan üzerinden güvenlikle bir şekilde ülkesine geri dönmesine karar verildi (Kurat, 1993).

(22)

10

Rusya’nın temellerini atıp Rus ulusunun oluşmasına önderlik eden Çar Büyük Petro 1725 yılında öldü. (Saray, 1998). I. Petro’dan sonra onun çizdiği yolda yürüyen Rus Çarlığı, emperyalist bir güç haline geldi (Gürsel). Bu nedenle Petro’nun bıraktığı vasiyetname Türk-Rus ilişkilerin geleceği açısından önemli bir belge niteliğindedir. Çünkü bu belgede Osmanlı Devletinin varlığını ve güvenliğini tehdit eden unsurlar yer almaktadır. Şöyle ki;

“…Rus milleti gelecekte Avrupa’nın efendisi olmak için seçilmiştir… Rusya’nın sahası, kuzeyde aralıksız olarak, Baltık denizi kıyıları boyunca ve güneyde Karadeniz kıyıları boyunca genişlemelidir. Mümkün olduğu kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmalı. Her kim İstanbul’u ve Hindistan’ı ele geçirirse, dünyanın hâkimi olur.

Bunun için Rusya mütemadiyen Türkiye ile sonra da İran ile savaş yapmalı, Karadeniz sahillerinde askerî limanlar kurmalı; bu denizle birlikte Baltık denizine sahip olmalıdır… Avusturya hanedanını, Türkleri Avrupa’dan çıkarmaya teşvik etmeli ve İstanbul’un bizim tarafımızdan fethinden sonra, onun gazabını söndürmek için ya onu Avrupa devletleri ile harbe sokmalı, yahut da elde edilen Türk topraklarından bir kısmını ona bırakmalı, bunların hepsi de sonradan geri alınabilir…” (Saray, 1998).

Osmanlı İmparatorluğu’nun coğrafi konumu ve Rusya Çarlığının I.

Petro’dan itibaren Türk topraklarındaki istila ve genişleme politikası, Türk ve Ruslar arasında I.Dünya Savaşı dahil dokuz büyük savaş gerçekleşmesine neden olmuştur. Bu savaşlardan 1711 Prut Savaşı ve 1856 Kırım Savaşları dışında geri kalanlarda Osmanlı Devleti yenilmiştir (Kılıç, 1998).

(23)

11

Prut antlaşması sonrası Rus Çarlığı’nın Baltık denizindeki Rus nüfusu artırması ve İran’dan alınan Hazar Denizi’nin güneyindeki bölgeleri geri vermesi, Çarlığın Karadeniz’deki Türk topraklarını yeniden istila etme siyasetine geri dönmesi anlamını taşıyordu (Kurat, 1993).

Nitekim 1736 yılında Rus Çarlığının Kırım’a asker sevk etmesi ve Osmanlı toprakları olan Azak-Kılburun kalelerini ele geçirmeleri Türkler ile Ruslar arasında yeni bir savaş dönemini başlatmıştır (Binark, 1999). Osmanlı Devletinin Balkanlar sorunu ile meşgul olmasından yararlanan Çarlık Rusya yine aynı yıl içerisinde Dnepr ve Azak kalesi ile Kırım’ı işgal etti (Kurat, 1993). Osmanlı, Rus Çarlığı ve Avusturya’ya karşı sürdürülen savaşlarda yenilerek 1739’da Belgrat Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır (Binark). Bu anlaşma ile Rusya, Azak kalesini eline geçirerek yeniden Karadeniz’e inmek için fırsat yakalamış oldu.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalamaya yönelik projeleri olan, Kafkaslar ve Anadolu’yu işgal etmeyi planlayan (Kılıç) ve 1762-1796 tarihleri arasında Türk - Rus ilişkilerinde önemli role sahip II.

Katerina, dış politikada Büyük Petro’nun ilkelerini uygulamaya çalışarak vasiyetinde hayal ettiği Rusya’nın temellerini atmıştır (Ortaylı, 1999).

II. Katerina’nın Gürcistan, Lehistan ve Osmanlı Devleti’nin Ortodoks tebaasına yönelik faaliyetleri ve Lehistan üzerinde Osmanlı ile Çarlık Rusya arasındaki çıkar çatışmaları iki ülke arasında yeni bir savaşın başlamasına sebep olmuştur (Binark). 1768 yılında başlayan ve altı yıl sürmüş olan savaş Osmanlı Devletinin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin parçalanması ve neticesinde yıkılmasına yol açan ve bu nedenle en önemli kırılma noktası olarak kabul edilen 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır (Binark). Buna göre Rusya Karadeniz bölgesinde geniş bir arazi elde etmiş ve ayrıca Osmanlı tebaası içerisindeki Ortodoksları himaye etme ve böylece Osmanlının içişlerine müdahale etme imkânını kavuşmuştur (Gürsel).

(24)

12

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın koşulları Osmanlı için kabul edilemez olmakla birlikte Fransa ve İngiltere açısından, Rusya’nın hem Balkanlarda hem de Karadeniz’de aşırı derece güçlenmesi kabul edilebilir değildi. Bu nedenle Osmanlıyı Rus Çarlığına karşı kışkırtarak yeni bir savaşa zemin hazırlamışlardır. Nitekim Osmanlı Devleti 1787 yılında özellikle Kırım’ı tekrar geri almak için Rusya’ya karşı savaş ilan etti (Kurat, 1993).

Bu savaşa Osmanlının müttefikleri olarak katılan Avusturya ve İsveç imparatorluklarının savaştan çekilmesiyle cephe durumu bozulan Osmanlı Devleti 1792’de Rusya ile Yaş Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla Kırım'ın Rusya'nın egemenliği yeniden geçtiğini kabul etmek zorunda kalan Osmanlı, Yedisan bölgesi olan Özi ve Odessa kalelerinin de Rusya’ya bırakarak Dnyester nehrini iki ülke arasında sınır olarak kabul etmek zorunda kaldı (Armaoğlu, 1997).

2.1.2.5. 19. Yüzyıl: Osmanlı Devletinin Dağılış Sürecinde Rus Çarlığının Etkisi

Avrupa’da Fransız Napolyon Bonapart tehlikesi nedeniyle 4 Şubat 1804 yılında başlayan Sırp isyanına Rus Çarlığı açıktan destek vermese de Osmanlı’ya karşı kışkırtma çalışmalarına girişmiştir. Bu tarihlerde Fransa, Rus Çarlığı ile savaşmaktaydı ve Fransa’nın bu savaştaki durumu lehine görünüyordu (Uçarol). Bu durumdan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti, Rus baskısından kurtulmak için Fransa’nın desteğini alarak Rus Çarlığına karşı politikalar üretmeye başladı. Bunun ilk adımı olarak boğazlardan savaş gemilerinin geçişi için kısa bir süre önce Rusya’ya verdiği tavizi sonlandırdı. Aynı zamanda Rus Çarlığının etkisi altında olan Eflak ve Buğdan beylerine görevden el çektirerek yerlerine Osmanlı taraftarı beyleri atadı (Uçarol). Rus Çarlığının, herhangi bir nota vermeden, Eflak ve Buğdan’a askerlerini yönlendirmesiyle 1806 yılında Osmanlı-Rus savaşı bir kez daha başlamış oldu. Osmanlı aleyhinde devam eden savaşta Fransız Napolyon’un Rus Çarlığının başkenti Moskova üzerine

(25)

13

sefer düzenlemesi nedeniyle Rus çarlığı, Osmanlı ile 1812 tarihinde Bükreş Antlaşması imzalamak zorunda kaldı (Binark).

1828 yılında İran ile giriştiği savaşı kazanan Rus Çarlığı, Kafkaslara yerleşerek Karadeniz’in doğusundan batıya doğru ilerleme fırsatına kavuştu. Avrupa Devletlerinden de destek bulan Rusya, tarihsel amaçlarını gerçekleştirmek üzere bir kez daha Osmanlı topraklarına saldırarak savaş ilan etti (Uçarol). Savaş neticesinde, Küçük Kaynarca’dan sonra en ağır koşulları içeren Edirne Antlaşması 1829’da Osmanlı tarafından imzalanmak zorunda kalındı (Uçarol). Bu antlaşmayla bağımsız Yunanistan devletinin kurulması ve bunun öncülük ettiği diğer milliyetçi isyanlar yoğunlaştı (Karal, 1970).

Osmanlı Devletinin dağılma sürecinde kırılma noktalarından bir diğer olay bu olarak kabul edilmektedir

1848 yılında Avrupa’da çeşitli milletler bağımsızlık İhtilalleri gerçekleştirmeye başladı. Bu bağımsızlık hareketlerinden etkilenen Macarlar ve Lehliler Rus Çarlığı tarafından şiddetli bir şekilde bastırıldı. Bu olay karşısında çok sayıda Macar ve Lehli Osmanlı Devleti’ne sığınmak zorunda kaldı. Rus Çarlığı bu sığınmacıların geri verilmesini istiyordu. Ancak Osmanlı Devleti bu isteği reddetti. Daha sonra Kutsal Yerler sorunu ortaya çıktı ve 1853 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kırım Savaşı’nın kaçınılmaz duruma geldi (Akalın, 2007). Aslında bu savaş Osmanlı ile Rus Çarlığı arasında görünse de temelinde İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki çıkar çatışmalarından kaynaklıdır (Uluerler, 2018).

Rus Çarlığının Osmanlı donanmasına ait Türk gemilerini Sinop’ta yakması üzerine İngiltere ve Fransa, Akdeniz’in ve Boğazların tehlikede olduğunu görerek 12 Mart 1854’te Rus Çarlığına karşı Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak savaşa dahil oldu. Bu durumdan sonra Rus Çarlığı yenilerek 30 Mart 1856’da Paris Antlaşması imzalandı (Saray, 1998). Bu antlaşmaya savaşı kazanan devlet olarak

(26)

14

katılan Osmanlı Devleti, “Karadeniz tarafsız duruma getirilecek, bütün devletlerin ticaret gemilerine açık fakat savaş gemilerine sürekli kapalı olacak ve kıyılarında hiçbir tersane bulunmayacaktı.” (Uçarol, 1995) antlaşma maddesi ile yenilen Rus Çarlığına uygulanan yaptırımların kendisine de uygulandığını görmekteyiz.

Rusya, Balkanlarda yaşayan Slav eyaletlerini Osmanlı egemenliğinden kurtararak bağımsızlıklarını kazandırıp Boğazlara ve İstanbul’a yaklaşmak ve sıcak denizlere inme siyasetini uygulamak için 19 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne savaş açmaya karar verdi (Uçarol). 93 Harbi olarak ta bilinen bu savaşı Rusyanın kazanması üzerine 3 Mart 1878’de Ayestefanos Antlaşması imzalanmıştı (Uçarol). Bu antlaşma ile Rusya, “Türklerin zulmü altında inleyen Slav kardeşlerini kurtarma”

(Kurat, 1990) maskesi altında panslavizm siyasetinin zaferini kazanmış ve Osmanlı topraklarını istediği gibi parçalayıp Balkanlara yerleşmiştir (Uçarol).

Ayestefanos Antlaşması’na, 1856’da Paris Antlaşması imzalayan devletler, Rusya’nın Balkanlardaki nüfuzunun artmasından dolayı telaşlanarak itiraz etti. Bu antlaşmayı yeniden gözden geçirmek için Almanya, Avusturya, Fransa, İngiltere, İtalya, Osmanlı ve Rusya’nın katıldığı Berlin Kongresi düzenlendi ve Ayestefanos Antlaşması fes edilerek yerine 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşması imzalandı.

Osmanlı Devleti bu anlaşma ile Avrupa Devletleri arasında paylaşılma pazarlığının yapıldığı uluslararası bir antlaşma halini aldı (Uçarol) ve Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmasına zemin hazırlanarak prensip haline getirildi (Şimşir, 1999).

2.1. Milli Mücadele ve Atatürk Dönemi İlişkiler: Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Sovyet Sosyalist Rusya (SSCB) 2.2.1 I. Dünya Savaşı ve Uluslararası Ortam

İngiltere, Fransa ve Rusya’dan meydana gelen İtilaf Devletlerine karşı Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan oluşan İttifak Devletleri

(27)

15

arasında 19. asrın ikinci dönemi sonrası ortaya çıkan ve 20. asrın başında şiddetlenerek devam eden askeri, ekonomik ve siyasi rekabetin oluşturduğu bloklaşmaların neticesinde, 28 Haziran 1914 tarihinde bu bloklaşma döneminin sıcak çatışmanın dönüşmesine neden olan I. Dünya Savaşı ortaya çıkmıştır (Sander, 1999).

Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914’te Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması yaptı (Eroğlu, 1990). Antlaşmanın 2. maddesine göre;

“Rusya Almanya’ya karşı savaşa girdiği takdirde, Türkiye’nin de savaşa girmesi şartı” yer almaktaydı. Almanya, Rusya’ya savaş ilan edince Osmanlı’nın Almanlarla yapılan gizli antlaşmaya göre savaşa girmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti ise savaşa hemen girme taraftarı değildi. Ancak Rusya’nın Doğu-Batı cephelerindeki taarruzları Almanya’yı rahatsız etti (Kurat, 1990). Bu nedenle Goben( Yavuz) ve Breslau (Midilli) zırhlı Alman savaş gemilerinin, Osmanlı’nın satın aldığını ilan etmek suretiyle, 23 Ekim 1914 tarihinde Enver Paşanın emri ile Rusya’ya ait Odesa ve Sivastopol limanlarını bombaladı.

Osmanlı Devleti bu şekilde savaşa girdi (Eroğlu). Aslında Rusya, Kafkas Cephesinde ordu bırakmak zorunda olacağı için Osmanlı’nın savaşa girmesi taraftarı değildi (Kurat, 1990).

19. yüzyılda Fransız ihtilalinin etkisiyle çıkan fikir akımları, köylü ve işçi meseleleri Avrupa’da Marksizm ortaya çıkarttı ve bu ideoloji Rusya’da yayılmaya başladı (Armaoğlu, 2019). Rusya’nın I. Dünya Savaşına girmesiyle Boğazlar kapandı ve dışarıdan yardım alamadıkları için ülkede kıtlık ve sefalet ortaya çıktı (Aybars, 2000).

Savaş devam ederken bu kötü durum gün geçtikçe ağırlaşarak ülke ihtilale doğru sürükleniyordu. Nitekim 27 Şubat 1917 tarihinde Çarlık rejimi sona ererek ihtilal gerçekleşti (Kılıç). Yeni kurulan Sovyet Hükümeti derhal savaştan çekilmek istedi ve 26 Kasım 1917’de Alman Orduları Şark Cephesi Kumandanlığı’na başvurarak barış mütarekesi yapılmasını istedi. Bu isteğin kabulü üzerine, 15 Aralık 1917’de Almanya, Avusturya, Bulgaristan, Türkiye ve Rusya’nın yer

(28)

16

aldığı bir toplantı gerçekleştirilerek mütareke imzalandı. Bu mütareke Türkler ile Sovyet Rusya arasında imzalanan ilk yazılı belgedir (Kurat, 1990).

Osmanlı Devleti, Rusya’da yeni kurulan Sovyet Hükümeti’ne kaygı ve endişe ile baktığı için iki ülke arasında ilişkiler olumlu yönde kurulamamıştır (Gülmez, 1999). Nitekim Osmanlı Devleti’nin kaygı ve endişesi haklı çıkarak, 20 Eylül 1918’de Sovyet Hükümeti, Osmanlı Devletine bir nota göndererek Brest - Litovsk Antlaşması’nın hükümsüz olduğunu beyan etti. Bu olaydan sonra iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kesildi (Tuğlacı, 1987).

I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin siyaseten sona ermesi, Avusturya- Macaristan’ın çökmesi ve Rus Çarlığının 1917 sonrası savaştan çekilmesi gibi çok uluslu imparatorlukların yıkılmasından dolayı bir güç boşluğu ortaya çıkmıştır. ABD’nin savaşa girmesi ve ABD Başkanı Wilson’un savaştan sonra 14 maddelik Wilson ilkeleri yayınlaması, savaştan sonra bu güç boşluğun doldurulmasında etkili olmuştur.

İki dünya savaşı arasında Avrupa’da yaşanan olaylar uluslararası sistemi kökünden sarsmıştır. Avrupalı liderler, Rusya’da iç savaşı alevlendirmek için büyük çaba gösterdiler. Ancak Bolşeviklerin silahlı kanadı olan Kızıl Ordu’nun Çar yanlısı Beyaz Ordu’yu yenmesiyle iç savaşı sonlandırarak belirsizliğin ortadan kalkarak sosyalizm programını uygulayan SSCB’nin kurulması, İtalya’da faşist parti iktidara gelmesi, 1929’da dünyanın en büyük ekonomik krizinin yaşanması ve 1933’te Almanya’da Naziler iktidara gelmesi uluslararası ortamı karmaşık duruma getirmiştir (Erdoğan).

2.2.2. Rusya’da Bolşevik Devrim ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Kuruluşu

21. yüzyılın ikinci çeyreğinde, Rus Çarlığının yıkılışı, Rusya İç Savaşı ve ilk Marksist-Sosyalist Devlet olan SSCB’nin kurulmasına sağlayan

(29)

17

Bolşevik Devrimi, sadece Çarlık Rusya’sını değil, dünya genelindeki tüm ülkelerin kaderini değiştirmiştir (Acar, 2009).

I. Dünya Savaşının uzun sürmesi Rus ekonomisinde bunalım yarattı.

Bu bunalımdan yararlanmak isteyen Çarlık rejimine karşı ihtilalci gruplar, halkı örgütleyerek rejime karşı grev başlattı. Çar ve hükümet yetkilileri, halkın isteklerine karşılık verememesi, huzursuzluğu arttırdı. Grev, 23 Şubat 19175’de isyana dönüştü. Bu isyana ordunun bir kısmının da destek vermesi sokak çatışmalarının şiddetlenmesine neden oldu. İsyancılar, rejime ait kamu binalarını ve Marinski sarayını6 kuşattı. Çar II. Nikola’nın Petrograd’da kaçması ve Moskova’nın isyancı grupların eline geçmesiyle devrim gerçekleşmiş oldu.

Daha sonra Prens Lvov başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu.

Ancak bu geçici hükümette ekonomik bunalımı çözecek yolları bulamadı (Berhin, 1971).

Lvov hükümetinin bu kötü durumundan yararlanmak isteyen Bolşevikler, halk ve ordu üzerinde yapmış olduğu propagandalar etkili oldu. Bu etkinliğini geniş çevrelere ulaştırmak amacıyla iki gazete yayın yapmaya başladı (Elleinstein, 1970). Nitekim Bolşevikler, halktan istediği desteği alarak 10 Haziran’da başlatmış olduğu gösteri zincirleri ülke geneline yayıldı (Berhin). Geçici hükümet, şiddeti artan bu gösterileri durdurabilmek için bir takım önlemler aldı. Bu önlemlerin başında Bolşeviklerin iki gazetesini kapatmaları oldu.

Ardından bazı ordu birliklerini Moskova’ya taşıdı. Bu arada askeri birlikler göstericilere ateş açtı ve ülke genelinde olağanüstü hal ilan edildi. Ayrıca Bolşevik lideri Lenin’in tutuklanması kararı verildi (Sadıkov, 2010). Bolşevikler, geçici hükümetin Lenin için vermiş

5 Aslında devrim 8 Mart’ta başlamış fakat Rus Çarlığı o dönemde Jülyen takvimi kullandığından 8 Mart günü 23 Şubat denk geldiği için “Şubat Devrimi” olarak tarihe geçmiştir.

6 Marinski sarayı, Çarlık Rusya’sında bakanlara ait olan binadır.

(30)

18

olduğu tutuklama kararına karşılık işçileri silahlandırarak cevap verdiler ve Kızıl Ordu’yu kurdular. Daha sonra tehlike gördükleri Çar topraklarının her yerinde Kızıl Ordu’ya bağlı karargahları inşa ettiler (Vernadsky, 2009).

Bu süreçte Kazak Orduları komutanı ve Geçici Hükümetin genelkurmay başkanı Kornilov, Geçici Hükümete karşı isyan ederek darbe girişimi düzenledi. Bu darbe girişimi Lenin önderliğindeki Bolşeviklere yeni bir fırsat doğurdu ve halkı direnişe çağırdı. Halk bu çağrıyı Rusya genelinde dikkate alarak Eylül ve Ekim aylarında 1 milyondan fazla işçi grev yaptı. Ayrıca çok sayıda fabrikanın üretim ve denetleme yönetimi işçilerin eline geçti. Bu süreçte sadece işçiler değil köylülerde birçok kez ayaklandı (Eker, 2012).

25 Ekim 1917’de (Jülyen takvimine göre 7 Kasım 1917) Lenin önderliğindeki Kızıl Ordu, Geçici Hükümete karşı harekete geçti.

Geçici hükümet güçlü bir direniş ortaya koyamadı. Neticesinde Bolşevikler başkent Petrograd’da tüm hükümet ve devlet binalarını ele geçirerek iktidarı ele aldı. Daha sonra başta Moskova olmak üzere, Rusya’nın genelinde devlet idaresi Bolşeviklerin eline geçti. Bunun üzerine Bolşevikler, merkez Rusya’nın her tarafında Komünist Partisi’nin tahakkümü altında Sovyetler sistemine dayanan bir rejim kurmaya başladı (Kurat, 1969). Ancak merkez Rusya dışında gerçekleşmesi zaman aldı. Çünkü çar yanlısı generaller, batıdan aldıkları maddi ve askeri destekle “Beyaz Ordu”yu kurmuşlar ve Bolşeviklere karşı saldırıya geçmişlerdir. Ancak Bolşevikler bu saldırılar karşısında Kızıl Ordu'yu daha örgütlü hale getirmiştir. Bunun ilk adımı olarak ta ÇEKA7 (Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Savaş Olağanüstü Komisyonu ) örgütünü kurmuştur.

7 Bu örgüt, Sovyet rejiminin bütün Çar topraklarında mutlak iktidarını sağlamasına tehdit unsuru olanları etkisizleştirmek için kuruldu.

(31)

19

1918 baharında monarşi yanlısı Beyaz Ordu’ya bağlı birlikler, komünist yanlısı Kızıl Ordu’ya saldırdı. Bu şekilde başlayan Rusya iç savaşı 1921 yılında Bolşeviklerin zaferi ile sonuçlanarak tüm ülkede otoriteyi sağladı. Daha sonra 1922 yılında Milliyetler Halk Komiseri Stalin ile Bolşeviklerin lideri Lenin arasında yeni kurulacak devletin federal yapısı konusunda tartışmalar yaşandı. Stalin, SSCB’ye bağlı tüm Cumhuriyetlerin özerk yapıda teşkilatlanmaları gerektiğini müdafaa ederken, Lenin bu düşüncenin yanlış olduğunu belirterek Cumhuriyetlerin eşit statüde, egemenlik haklarının korunduğu ve istediğinde birlikten ayrılma hakkının bulunduğu kendi ilkelerini savunmuştur. Sonunda Lenin ilkeler kabul edilerek 30 Aralık 1922'de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen kurulmuş oldu (Eker).

2.2.3 Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluşu

Milli mücadele hareketi, I. Dünya Savaşı sonrası İtilaf devletleri ile yapılacak olan barış antlaşmasında Türkiye'nin, 28 Ocak 1920'de Meclis-i Mebusan tarafında kabul edilen asgari barış şartlarının içerdiği Kurtuluş Savaşı manifestosu olarak bilinen Misak-ı Milli hedefini gerçekleştirmektir. 16 Mart 1920'de İtilaf Devletleri tarafından İstanbul'u resmen işgal edildi. Bu nedenle Misak-ı Milli hedefinin gerçekleştirilmemesi için Avrupa ülkeleri tehdit unsuru olması nedeniyle Türkiye Sovyetler Birliğine yönelme ihtiyacı duymuştur (Sarınay, 2000).

Birinci Dünya Savaşı’nın, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu İttifak grubunun yenilmesi ile sonuçlanması ve savaş sonrası galip devletlerle Osmanlı arasında ağır şartları içeren 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanması, Türk ulusu için yeni bir dönem olan milli mücadele dönemi ortaya çıkmasını sağladı. (Yalçın, 2011). Bu dönem 19 Mayıs 1919′da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayıp cumhuriyetin ilanına kadar sürmüştür.

(32)

20

Yaklaşık üç yıl süren Milli Mücadele döneminin sonunda Mustafa Kemal ve arkadaşları emperyalistleri Anadolu topraklarından atmıştır.

Kuvayi Milliye güçlerinin bu başarısı, 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla da resmen uluslararası alanda tanınan yeni bir Türk Devletinin adımlarını tamamlanmıştır (Çaycı, 2002). Son aşama olan 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanıyla da resmen tescillenmiştir.

2.2.4 Atatürk Dönemi Temel Dış Politika İlkeleri

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan Kasım 1938 kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar olan dönem

“Erken Cumhuriyet Dönemi” ya da “Atatürk Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Cumhuriyet rejimi, Kurtuluş Savaşı’nın galibi olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nı imzaladıktan sonra dış politikada “bağımsızlık, bağlantısızlık, kendi kaderini tayin etme hakkı ve egemenlik” istekleri çerçevesinde uluslararası meşruiyetini ve ülkeler tarafından tanınmayı amaçlamıştır (Ürer, 2004). Böylece Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşmasından sonra öncelikli hedefini

“...devletin tam bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunmasına yönelik uluslararası işbirliğinin sağlanması” (Bal, 2010) olarak belirlemiştir.

Bu doğrultuda Batı ile yakınlaşma çabası içinde olmasına rağmen Türkiye, batılı ülkeler ile ilişkilerini düzeltemediğinden denge politikası uygulayarak Sovyetler ile diplomatik ilişkileri güçlendirmiştir (Gözen, 2010).

Türk dış politikası genel olarak bu dönemdeki temel ilkeleri; Batı dünyası ile siyasi ve ekonomik işbirliğini güçlendirmek, Batı dünyasıyla ilişkiler kötüye doğru giden dönemlerde SSCB faktörünü kullanarak denge politikası, Lozan Antlaşması sonrası oluşan mevcut durumu muhafaza etme eğilimi ve dış politika eylemlerinin uluslararası meşruiyetine ilişkin sürdürülen hassasiyet birer devamlılık unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. (Kaya, 2015).

(33)

21

“Atatürk Dönemi Türk dış politikasında meydana gelen gelişmeleri analiz ettiğimizde temel hedeflerin şu başlıklar altında belirginleştiğini söyleyebiliriz: Egemenlik ve eşitlik ilişkisine dayalı ilişkiler, antlaşmalara ve hukuka saygı, uluslararası uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü, ittifaklara katılmama, Uluslararası örgütlere karşı izlenen çekimser politika, mevcut dengeleri koruma ve batılılaşma- demokratikleşme.” (Erdoğan, vd.)

2.2.5 Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Sovyet Sosyalist Rusya (SSCB) İlişkileri

Kuvay-i Milliye Cemiyeti ile Sovyet Rusya hükümeti arasındaki ikili ilişkilerin kurulması Milli Mücadele’nin başlaması ile sağlanmıştır.

Yapılan ikili görüşmelerde Moskova Hükümeti, Kuvayi Milliyecilerin başlatmış oldukları Milli Mücadeleyi hareketini destekleyip tanıyacaklarını ve her türlü yardımın yapılacağını bildirdi (Yerasimos, 2000).

Türkiye, İtilaf Devletlerine karşı kurtuluş savaşı mücadelesi verirken Sovyetler Birliği, Polonya ile yaptığı savaşta yenilmesi (Selek, 2000) ve Güney Rusya, Kırım ve Kafkasya’yı İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal etmesi nedeniyle (Müderrisoğlu, 1990) Türkiye ile Sovyetlerin durumu ve düşmanları aynı olması iki ülkeyi müttefik olmak zorunda bıraktı.

O dönem Mustafa Kemal Paşa ve ekibi Ankara’da Meclis kurmak için çalışıyordu. Ancak milli mücadeleyi yürütmek için para ve silah yoktu.

Bu yüzden Ankara Hükümeti Sovyetlerden 5.000.000 altın, gıda ve silah yardımı istedi (Oran, 2015). TBMM’nin bu yardım isteğine Sovyetler, 2 Haziran 1920 ‘de Dışişleri Komiseri Çiçerin yazmış olduğu bir mektupla yanıtlayarak iki yeni yönetim arasında diplomatik ilişkilerin ilk adımı atıldı. Bu mektupta Ankara hükümetini baskı altında tutmak isteyen Sovyet Hükümeti Boğazlar krizini Karadeniz’e

(34)

22

kıyıdaş olan devletler ile düzenlenecek konferansta çözülmesini istedi (Oran).

Kasım 1920’de Kuvayi Milliye Doğu Cephesinde Ermenilerin saldırıları püskürtülerek Kars ve Gümrü ele geçirdi. Daha sonra TBMM ile Ermenistan hükümeti arasında Gümrü antlaşma imzalandı. Bu antlaşma Ankara Hükümetinin imzaladığı ilk uluslararası belgedir.

Ancak imzalanan bu belgeden üç gün sonra Ermenistan’ın Sovyetlerin eline geçti. Bolşeviklerin bu anlaşmayı uygulamadı ve Gümrü antlaşmasının yasallığını yitirdi. Bu olay TBMM zor durumda bıraktı.

Türkiye bu sorunu çözüme kavuşturmak içi ve Sovyetler Birliği ile yarım kalan görüşmelere tekrar başlatmak için Moskova’ya heyet gönderdi. Görüşmeler 19 Şubat 1921’de başladı ve neticesinde 16 Mart 1921’de Ankara Hükümetinin büyük bir devletle imzaladığı ilk yazılı metin olan Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması (Moskova Antlaşması) imzalandı. Bu antlaşmada Batum Gürcistan’a verilirken Nahçivan özerk bir cumhuriyet olarak Azerbaycan’ın yönetimine bırakıldı (Gürün, 2010).

22 Eylül 1921’de yürürlüğe giren Moskova Antlaşması, bundan sonra Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında imzalanacak olan her antlaşmada atıfta bulunulacaktır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Sakarya Meydan Muharebesinin kazanılmasının ardından Kars’ta Ankara Hükümeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan arasında 13 Ekim 1921’de Kars antlaşması imzalandı.

Bu antlaşma içerik ve kapsam bakımından Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması ile benzerdi. Türkiye’nin doğu sınırlarını belirleyen bu antlaşmayla Sovyetlerden gelen destek ve yardımların önündeki engeller kaldırıldı (Oran).

Lozan Konferansında Sovyetler Birliğini ilgilendirecek olan konu Boğazların statüsünün belirlenmesiydi. Ankara Hükümeti ile Moskova arasında 1921’de imzalanan Dostluk ve Kardeşlik Antlaşmasında

(35)

23

Boğazlar sorununu Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerarasında yapılacak olan konferansta belirlenmesi kararlaştırılmıştı. Ancak İtilaf Devletleri de Boğazlarda söz sahibi olmak istiyorlardı. Çünkü İngilizler ve Rusların Boğazlar konusunda çıkarları örtüşüyordu. İngilizler, Boğazların Türk kontrolünde ve kapalı olmasını isterken Akdeniz’e inebilmek için Rusya, Boğazlardan denetlenmeksizin geçebilmek istiyordu. İtilaf Devletleri bu nedenle Moskova’nın Boğazlarla ilgili düzenlemelere katılmasına karşıydılar.

Sonuçta İtilaf devletleri ile Bolşevik Yönetimi Boğazlar konusunda uzlaşarak Ukrayna, Gürcistan ve Rusya’dan oluşan Sovyet delegasyonunun Lozan konferansının yalnızca bu konu görüşülürken katılmasına kara verildi. Bu görüşmeler 1 Şubat 1923’te neticeye varılarak antlaşma imzalandı. Bu antlaşmaya göre Boğazların her iki tarafı askerden arındırılacak, Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin donanmalarına sınırlı geçiş izni tanınacak ve bu hususların uygulamaları Uluslararası bir komisyon tarafından denetlenecekti (Hale, 2003).

Lozan Konferansından sonra Türkiye batılı ülkeler ile ilişkilerini düzeltemediğinden denge politikası uygulayarak Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkileri güçlendirmiştir. Aslında Moskova açısından da benzer bir durum söz konusu idi. Bu açıdan Lozan sonrası iki ülke diplomatik ilişkilerin ilk adımı 17 Aralık 1925’te Paris’te imzalanan

“Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasıdır (Oran). Antlaşmaya göre iki ülkeden birine herhangi üçüncü ülkenin saldırısı durumunda tarafsız kalınacağı ve antlaşmanın geçerliliğini taraflarca son verilmemesi halinde kendiliğinden bir yıl uzayacağı belirtiliyordu.

Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması 1929 yılında Ankara- Moskova arasında imzalanan protokolde iki yıl daha uzatılarak iki ülke ilişkilerine olumlu yönde gelişmesine katkı sağlamıştır. Türkiye’nin Sovyetler Birliğinin önerisi ile ilk önce Milletler Cemiyeti Silahsızlanma

(36)

24

Konferansına davet edilmiş, daha sonra NATO’nun temeli olarak gösterilen Kellogg-Briand Paktında ve bu Pakta karşı Rusya’nın kurduğu Litvinov protokolünde ortak hareket etmişlerdir (Gürün).

Eylül 1930 yılında ise imzalanan Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması beş yıllık süre ile uzatılması ve Karadeniz ve ona bitişik denizlerde devletlerin donanmalarının sınırlandırılması protokolü imzalandı. Daha sonra Nisan 1932’de Başbakan İsmet İnönü, Moskova’ya ziyaret etti.

İnönü bu ziyaretinde Türkiye’nin Milletler Cemiyetine üye olması hususunda Sovyetler Yönetimini ikna etti ve 18 Temmuz 1932’de Türkiye, Milletler Cemiyetine üye oldu (Hale).

10 Nisan 1936 tarihinde Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesine taraf olan devletlere yayınlamış olduğu notayla Boğazlar konusunda anlaşmaya varılan maddelerin değişimi için çağrıda bulunmuştur.

Sovyetler Birliği bu çağrıya dikkate alarak görüşmelere katılacağını belirtti. SSCB bu görüşmelerdeki önerisi, Boğazların Karadeniz’e sınırı olmayan ülkelerin donanmalarına kapalı tutulmasını, sınırı bulunan devletlerin ise donanmalarının serbest geçmesini savundu. Ayrıca Türkiye’nin önermiş olduğu Boğazları silahlandırma teklifini destekleyeceğini belirtti. Ancak Moskova’nın yapmış olduğu bu önerileri görüşmeye katılan devletler tarafından reddedildi. Sonuç olarak 22 Temmuz 1936’da İtalya hariç Lozan Boğazlar Sözleşmesine taraf olan ülkelerin kabul ettiği Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı (Sönmezoğlu, 2015).

Montrö Boğazlar Sözleşmesinde, Boğazların kimin tarafından silahlandırılacağı hususundaki belirsizlik Sovyetler Birliğini rahatsız etti. Çünkü Boğazları silahlandırmayı Moskova üstlenmek istiyordu.

Bu yüzden 1936 yılının Ekim ayında Türkiye’ye ikili ittifak önerisinde bulundu. Bu öneriyi Ankara İngiltere’ye iletti. İngiltere, Türkiye’nin Sovyetler ile Boğazlar konusunda yapacağı herhangi bir antlaşma Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldırılacağı telkininde

(37)

25

bulundu. Bu yüzden Ankara, Moskova’nın önerdiği ikili ittifakı ret etti ve bu gelişme iki ülke ilişkilerinde gerginlik yarattı (Gürün).

Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler, 1919’da iki ülke şartlarından dolayı başlayan kader birliği 1923’ten sonra işbirliğine dönüşerek Montrö Boğazlar Antlaşması ile soğumaya başlamıştır.

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmaması Sovyetler açısından olumlu bir durumdu. Çünkü Montrö Boğazlar Antlaşması’na göre Türkiye savaşa katılmadığı sürece Boğazlardan savaşan devletlerin donanmalarının geçmesi yasaktı. Bu yüzden hem ortak yardımlaşma paktı girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması hem de Türkiye’nin savaşa katılmaması SSCB açısında olumlu yönde gelişmelerdi (Oran).

(38)

26 3. BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

3.1. Soğuk Savaş ve Uluslararası Durum: İki Kutuplu Dünya Düzeni

İkinci Cihan Harbi’nin bitmesiyle dünya, SSCB ve ABD’nin liderliğini yaptığı Doğu ve Batı blokları arasında özellikle Orta Avrupa devletleri üzerinde hegemonya mücadelesinin Almanya’nın bölünmesiyle ve Doğu Avrupa’nın büyük bölümünde Komünist ideolojisine sahip hükümetlerin oluşmasıyla başlayan ve Sovyetlerin lağvedilmesine kadar süren siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan ideolojik iki kutuplu bir Soğuk Savaş dönemine sahne olmuştur. Bu dönemde uluslararası sistemdeki güç düzeni iki kutup arasında paylaştırılmıştır. Bu nedenle bu iki kutuplu uluslararası sistemin yönüne ve yapısını belirlemiştir (Güneş, 2012).

2. Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemdeki siyasi ve ekonomik güçteki yaşanan değişiklikler, buna ek olarak sanayileşmesini tamamlamış güçlü ülkelerle az gelişmiş diğer ülkeler arasındaki ilişkilerdeki değişiklikler ve savunma sanayi teknolojisindeki gelişmeler dönemin uluslararası durumunun gidişatını belirleyen gelişmeler oldu. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, bu dönemin yönünü karar verilmesinde katkı sağlayan temel unsurlar ise sömürge altında olan devletlerinin bağımsızlık mücadeleleri, ABD ve Sovyetler Birliği arasında silahlanma yarışı ve savaşta yenilen tarafta olan Japonya ve Almanya’nın Batı Blokuna entegre edilmesidir (Doğan, 2017).

Söz konusu iki kutuplu yapı, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün savunduğu liberalizm ile Varşova Paktı’nın yaymaya çalıştığı sosyalizm arasında yaşanan ideolojik bir mücadeleye sahne olmuştur.

Bu sahnenin başrol oyuncuları olan ABD ve Sovyetler Birliği, dünyaya hâkim olmak için birbirleriyle savaşmadan güç mücadelesine girmişlerdir. Bu dönemde devletler için ekonomik çıkarlar ikinci

(39)

27

planda olurken güvenlik kaygıları temel unsur olmuştur. Bu iki kutuplu dönem, 1991’de Sovyetler Birliğinin lağvedilmesine kadar devam etmiş ve ABD’nin önderliğindeki Batı Blokunun kazanan taraf olarak ortaya çıkmasıyla son bulmuştur(Güneş, 2012)

3.2 Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye-SSCB İlişkisi 3.2.1 II. Dünya Savaşında Türkiye-SSCB İlişkileri

Almanya ile Sovyetler Birliği arasında 23 Ağustos 1939’da Saldırmazlık Paktı Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Almanya Polonya’yı işgal etmesinde bir sorun kalmamış oldu. Çünkü Hitler doğudan gelebilecek saldırıları SSCB ile imzalamış oldukları bu Saldırmazlık Paktı antlaşmasıyla engellemek istemişti. Bu yüzden Danzig sorununun çözümünün uzun sürmesini bahane eden Almanya, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşını başlattı.

SSCB ile Almanya arasında imzalan Ağustos 1939 tarihli Saldırmazlık Paktı antlaşmasında iki ülkenin Polonya’yı paylaşım konusunda anlaşma maddesi yer almaktadır. Bu nedenle Sovyet Kızıl Ordusuna bağlı birlikler 17 Eylül 1939 günü doğudan Polonya’ya saldırmıştır. 27 Eylül 1939'da teslim olan Polonya, Pakta göre iki ülke tarafından paylaşılmıştır. Daha sonra SSCB, Baltık Ülkeleri (Estonya-Letonya- Litvanya) ve Finlandiya’ya saldırarak işgal etmiştir.

Almanya, Sovyetler Birliğine saldırı hazırlıklarını tamamlamak için savaşın ilk iki yılı SSCB ile dostluk çerçevesinde ilişki kurmuştur. 1941 yılında İngilizler, Afrika’da geri çekilmeye başlaması ve Batı Avrupa’da Almanya lehine savaş sonuçlanması, Hitlerin SSCB’ye saldırısına zemin hazırladı. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın kesin dönüm noktalarından biri Stalingrad kuşatmasında Almanya’nın kaybetmesi ve Amerika’nın savaşa girmesi savaşın ibresini değiştirmiş ve savaş müttefiklerin lehine son bulmuştur (Hale).

Referanslar

Benzer Belgeler

Özdemir Asaf’ın şiir ve nesirlerindeki kelime grupları ana başlıklar halinde sınıflandırılmıştır: isim tamlamaları, sıfat tamlamaları, isim-fiil grupları,

Zamanla meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak yeni SARS CoV-2 tiplerinin ortaya çıkması ve dünya genelinde hangi ti- pin daha fazla sirküle olduğu, GISAID uzmanları tarafından

Kafkasya, tarih boyunca ticaret ve göç yollarının, kültürlerin kesiştiği önemli bir kavşak noktası olmuştur. Doğu ve Batı arasında bir köprü durumunda

Ancak, özellikle ileriki bölümlerde inceleyeceğimiz gibi soğuk savaş sonrası ABD’nin başvurduğu diplomasi ve buna diğer aktörlerin tepkisinin, tam olarak tek kutuplu

Yiğit Okur’u kutlamak üzere telefon edip duy­ gularımı dile getirdiğimde, bana okuldaşı oldu­ ğu Haldun Taner’in kendisini nasıl dönemin dev­ leriyle

Tablo 126: [-ува-] ve [-ира-] son ekleri ile fiil türetimi Sözcük (слово) Son Ek (наставка) Fiilin Görünüşü (вид на глагола) Fiilin Anlamı

Bu durumda da Bulgar toplumu içerisinde çok yakın bir birlik olma duygusunun olmadığı, hanenin çevreden daha önemli olduğu; Türk toplumun ise çevresine hane

Bireyin iş rolü sorumlulukları aile rolünü gerçekleştirmesini engellediği zaman iş/aile çatışması örneğin, uzun çalışma saatlerinin eve daha az zaman kalmasına ve