• Sonuç bulunamadı

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ (Geçiş Dönemi veya Erken Yeni Dönem, 1991-2000)

4.3. Uluslararası Ortam ve ABD Tek Kutuplu Sistemi

4.4.6. Kürt Sorununda Gelişmeler

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Ankara-Moskova arasındaki ilişkilerde krize neden olan bir diğer sorun, Kürt sorunudur. Bu sorun 2. Dünya savaşından sonra Rusya, Türk-Kürt ayrımcı hareketlerini desteklemiş ve PKK ya verdiği destek zirveye ulaşmıştır (Aktürk, 2013).

Ankara için Kürt sorunun Moskova ile soruna dönüşmesinin nedeni yukarıda da belirtmiştim, Rusya'nın Çeçenistan'a açtığı savaşta Türkiye'nin Çeçenlere verdiği destek ithamı etkili olmuştur. Türkiye’nin dış politikasında muhafazakar ve Avrasyacı politikalar nedeniyle Rusya’nın tepkisiyle karşılanmış ve Rusya, Türklerin bu

62

hamlesine karşılık Kürtleri ayaklandırma politikası gütmüştür. Ayrıca Rusya, Moskova’da düzenlemiş olduğu Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarının konuşulacağı uluslararası bir kongre krizin başlangıcı olmuştur. Rusya’nın, Türkiye’nin güvenliği açısından olumsuz adımları olan 1994 yılının Şubat ayında PKK destekli Kürdistan Kurtuluş Cephesi ve Kürdistan Komitesinin organize ettiği Kürdistan Tarihi başlıklı konferans ve Rusya’nın başkentin de Kürt Evinin açılmasına izin vermesi, iki ülke ilişkilerin de tarihsel düşman söyleminin öne çıkmasına neden olmuştur (Çelikpala, 2015).

Türkiye’nin uyarılarına ve notalarına rağmen Rusya, 1995 yılının Ekim ayında PKK’nin sözde sürgün parlamentosu 3. Genel Kurul’unu Hollanda ve Avusturya’dan sonra Moskova’da, devlet Duma26’sına ait resmi bir binada yapmasına izin verilmesi Ankara’yı baskı altında tutmayı amaçlamaktadır. Rus Devlet Duması, Türkiye’ye karşı PKK terör örgütünü her koşulda destekleyerek Türkiye’yi Kürtlere karşı soykırım uygulamakla suçladı (Akgün ve Aydın).

Rusya Federasyonu parlamentosu jeopolitik konular komitesi üyesi Alexander Nezorav, Türkiye ile Çeçenistan’da yaşadığımız sorunlu ilişkilerde Kürt sorununu kullanabilecekleri için PKK'nın terör örgütü olmadığını ifade etti. Türkiye tepki göstererek Rusya'nın Ankara'daki Büyükelçisi A. Çernishev’i Dışişlerine çağırdı. A. Çernishev, Rusya'nın "Kürt Sorunu"nu Türkiye'nin iç işi olarak gördüğünü söylemiştir (Özbay).

Ruslar, Türkiye’nin Kürt konferansı ve Kürt Evi'nin açılması iznini iptal etmesi talebine olumlu karşılık verilmesi durumunda Ankara’nın Rus-Çeçen savaşında Rus-Çeçenlere desteği kesilmesini ve bu savaşın Rusya’nın iç meselesi olarak kabul etmesini talep etmiştir (Olson, 2005). Hafız Esad’ın PKK’ya vermiş olduğu destek nedeniyle Suriye’ye nota verildi (Ayanoğlu, 2011). Yine o dönemde PKK sözde lideri

63

Abdullah Öcalan'ın 1998 yılında Suriye'ye sığınması üzerine Ankara-Şam hattı gerilim yaşamıştır (Maden, 2011). Suriye, olayın ne kadar vahim olduğunu görmesi, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in Reyhanlı Hudut Bölük Komutanlığı ziyareti sırasında; “Bazı

komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum Suriye gibi komşular iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Her fesat Suriye’den çıkıyor. 65 milyonluk ülkemizin ordusu her türlü modernliğe sahiptir. Fenalıklara karşılık verecek güçtedir. İyi niyetimize karşılık alamazsak her türlü tedbiri almaya hak kazanırız. Artık sabrımız kalmadı” açıklaması ve

ardından 1 Ekim 1998’de TBMM açılışında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yaptığı konuşmada “Esasen Suriye Türkiye’ye karşılık açık

bir husumet politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu ve artık sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm Dünya’ya ilan ediyorum” dedi

(Ayanoğlu). Rusya, iki ülke arasında yaşanan gerilimi sonlandırmak için diplomatik girişimlerde bulunmuştur. O güne kadar Türkiye'nin uyarılarını dikkate almayan Suriye, Ankara’nın sabrı kalmadığının farkına vararak Türkiye ile 20 Ekim 1998 tarihinde Adana Mutabakatını imzalamıştır (Maden).

Türkiye- Rusya arasında Kürt sorunu bağlamında bir başka kriz ise PKK sözde lideri Abdullah Öcalan’ın, Rusların ve Kürtlerin Ortadoğu coğrafyasında ortak çıkarları olduğunu ifade ederek Rusya’ya sığınma talebi etmesi ve Moskova’nın bu talebe ilk başta olumlu yanıt vermesinden kaynaklıdır. Türkiye bu olaydan sonra Rusya’ya diplomatik tepki gösterdi. Nitekim Rusya, Türkiye ile ticari ilişkilerini zedelememek ve daha da ilişkileri gerginleşmemesi için Apo’nun Rusya sığınma talebini reddetti. Bu önemli gelişmeden sonra 4 Kasım 1999'da Rusya’nın başlatmış olduğu İkinci Çeçen Savaşı zamanında

64

Türkiye Başbakan Bülent Ecevit'in Moskova'ya resmi ziyarette bulunmuş ve yapmış olduğu açıklamada, Türkiye'nin Çeçenistan politikasının değiştiğini ve Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğünün Ankara için önemli olduğunu belirtmiştir (Kardağ). Rusya Federasyonu Başbakanı Putin de "Rusya, kökenleri ne olursa olsun, Türkiye'ye karşı hiçbir zaman terörizmi desteklemedi ve ileride de desteklemeyecek" diyerek cevap verdi (Özdal, 2009). Bu görüşmelerde özellikle Rus Devlet Duma’sı ve bazı milletvekillerinin PKK'ya verdiği desteği, iki ülke ilişkileri açısından iyi komşuluk ve dostlukla bağdaşmayacağı belirterek Moskova’nın PKK konusunda Ankara’nın yanında yer alması gerektiğini ifade etmiştir (Başlamış, 1998). Bu ziyaret iki ülke ilişkileri geleceği bağlamında önemli kararlar alınmıştır. Mavi Akım projesini nihayete kavuşurken teröre karşı işbirliği deklarasyonu yayınlandı (Bila, 1999). Bu olumlu hava Ecevit’in Türkiye’ye dönmesiyle de devam etti. Türk tarafı ilk defa Rusya’ya bir çeçen askerini iade edeceğini açıkladı. Rusya da Türkiye’nin bu hareketine karşılık PKK’nın Moskova’daki ofisini kapatmış ve sözde liderini ülkeye girişini kabul etmemiştir (Özdal, 2009).

4.4.7. S-300 Krizi

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında yaşanan ciddi sorunlardan biri de 1997 yılında yaşanan S-300 krizidir. Bu krizin temel sebebi Rusya’nın askeri boyutta Akdeniz havzasında ikili ilişkilerini üst düzeyde sürdürdüğü ülkelerden biri olan Güney Kıbrıs Rum yönetimine Türkiye’nin hassasiyetini hiçe sayarak S-300 hava savunma füze sistemini satması ile gerçekleşmiştir (Ertekin, 2012).

Ankara ve Moskova arasındaki teknik ve askeri işbirliği 1993’de başlamıştır. Hatta doğu bloku yıkıldıktan hemen sonra Rusya, 1990’lı yıllarda askeri ve savunma alanında üretmiş olduğu S-300 hava sistemi de dâhil olmak üzere birçok silahı Türkiye’ye satmaya

65

çalışmıştır. Türkiye’de Batı’ya karşı bir baskı unsuru oluşturmak için bazı askeri teçhizat ve araçları Moskova’dan almaya başlamıştır. Nitekim bu doğrultuda TSK(Türk Silahlı Kuvvetleri)’nin envanterine 1994’de 19 adet nakliye amaçlı Mi-17V (Hip H) tip helikopter ve 114 milyon dolarlık sözleşme karşılığında 70 adet BTR-80 alınmıştır. Hatta Rus silah firması “Rosvoorouzhenie” Türkiye’ye önermiş olduğu Mi-28 (Havoc) ve Ka-50 helikopterleri Mig-29 savaş uçakları, T-80 tankları ve S-300 hava savunma sistemleri Rusya ile yaşanan kriz nedeniyle alım-satım gerçekleşmemiştir (Ertekin).

Türkiye, Rusların sattığı S-300 hava savunma füze sistemi satışının hem Türkiye’nin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin çıkarlarına ters düştüğü için sert tepki gösterdi. Sadece Türkiye değil NATO üyesi ülkeler, özellikle Amerika ve Avrupa Birliği, hem Rusya’nın adadaki ve Akdeniz'deki gücünün artması nedeniyle NATO'nun doğuya doğru genişlemesini engellemesi hem de Kıbrıs Rum kesiminde eğitim ve teknik destek sağlayacak olan Rus teknisyenlerin adadaki varlığı, adaya yerleştirilmesi planlanan radar sistemleri NATO kodlarını kullanan Türk, İngiliz ve Yunan silahlı kuvvetlerinin hareket yetenekleri üzerinde olumsuz etkilere (Balcı, 1999) zemin hazırlayabilecek böylesi bir girişim kendi çıkarlarına ters düştüğü için Atina ve Lefkoşa hükümetlerine vazgeçmeleri konusunda yoğun baskı uyguladı. Yunanistan krizi kendi lehine çevirmek için Türkiye’ye Ada'nın askerden arındırılmasını şartıyla füze sisteminin alınmasından vazgeçeceğini beyan etti. Ancak iki ülke de geri adım atmayarak tansiyon yükselerek devam etti (Batur, 1997).

Atina hükümetinin Lefkoşa yönetimiyle yaptığı ortak savunma anlaşması Ankara'nın duyduğu endişenin bir diğer sebebidir. Çünkü bu anlaşmayla Kıbrıs'ın güneyinde bulunan Baf bölgesinde Yunanistan hava üssü inşa etmeyi taahhüt etmişlerdir. Türkiye ise bu anlaşmanın tarafların belirttiği üzere savunma değil askeri bir hazırlık olduğunu ve

66

saldırma amacı taşıdığını ve sınır güvenliği endişesini ifade etmiştir (Elekdağ, 1997).

Moskova hükümeti ile Atina ve Lefkoşa hükümetleri arasında l995'te görüşmeler başladı. Görüşmelerin sonucunda 4 Ocak 1997'de Rosvoorujeniya firmasıyla Atina hükümetinin öncülüğünde Lefkoşa arasında S-300 füzesi alım-satımına ilişkin anlaşma imzalandı. Türkiye ise bu anlaşmaya kayıtsız kalamayacağını açıklayarak (Tellal, 2000) uluslararası diplomatik tepki oluşturdu. Özellikle Birleşmiş Milletlerin o dönemki Genel sekreteri Kofi Annan’ın girişimleriyle 1217 ve 1218 numaralı Güvenlik Konseyi kararları neticesinde 1997’de satış antlaşması imzalanmıştır. İmzalanan bu anlaşmanın hükümlülüğüne göre Lefkoşa S-300 hava savunma füze sisteminin konuşlandırılmasından vazgeçilmiş olması gerekirdi. Ancak Yunanistan’ın devreye girmesiyle ilgili kararları yok hükmünde sayarak S-300’leri Girit adasına yerleştirilmiştir (Aksu, 2017).

Rusya, Akdeniz’i silahlandırma politikası ile Lefkoşa yönetimine 1995 ve 1996’da imzalan antlaşma uyarınca 43 adet BMP-3 ve 41 adet T-80U tankı satmıştır. Rusya’nın takip ettiği bu politika ile hem uluslararası antlaşmalara göre silahsızlanması gereken Ege’deki Yunan adaları silahlandırılmıştır. Hem de komşu iki ülke olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki olası bir çatışmayı körükleyerek ikili ilişkilerinde gerginlik yaratmıştır. Sonuç olarak ise Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüne de nejatif katkı sağlamıştır (Kandaurov, 2002).

Türkiye ve ABD başta olmak üzere NATO üyesi ülkelerinin tepkilerine ve yoğun baskılarına rağmen S-300 hava savunma füze sistemi satışını Rum kesimi ve Rusya, savunma kapsamında olduğunu açıklamıştır. Rusya'nın Lefkoşa Büyükelçisi Georgi Muradov, deniz yoluyla S-300 savunma füzelerinin Boğazlar yoluyla Kıbrıs'a gideceğini ve füzeleri taşıyan gemiye Türkiye'nin düzenleyeceği herhangi bir saldırının "savaş nedeni" olarak kabul edileceğini ifade

67

etmiştir (Milliyet, 1997). Rusya bu politikasıyla Ankara’nın karşısında yer alarak Türkiye-Rusya ilişkilerindeki yakınlaşmasına mani olmuştur.

Türkiye Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 18 Mayıs 1998'te Rusya'yı ziyaret etti (Milliyet, 1998). Karadayı Rus mevkidaşı ile olan görüşmesinde Lefkoşa kesimine S-300 hava savunma füze sistemlerinin satışının büyük bir gerginliğe ve Ankara-Moskova arasındaki askeri ilişkilerinin kesilmesine neden olacağının altını özellikle çizmiştir. Rusya Federasyonu ise Kıbrıs Rum Kesimi ile yapılan anlaşmanın Türkiye'yi tehdit etmeyen bir savunma anlaşması olduğunu ifade etmiştir (Özbay).

Moskova Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’da "Adriyatikten Çin seddin Türk Dünyası" söylemiyle aktif olmasından rahatsızlık duyarak uyguladığı bu politika ile hem Türkiye'nin bölgedeki hem de Kafkasya ve Orta Asya’daki etkinliğini caydırmak istemiştir.

Güney Kıbrıs Rum Kesimi, ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler ve uluslararası kurumlar ve örgütlerden sert tepki alması nedeniyle, S-300 hava savunma füze anlaşmasından vazgeçtiğini açıklamıştır. Ankara-Moskova arasında ciddi bir krize neden olan bu anlaşma, füze savarların Girit adasına taşınmasıyla çözülmüştür. Türkiye-Rusya arasında yaşanan S-300 krizinin iki ülke ilişkileri açısından önemli kılan ana unsur, doğu blokun yıkılmasından sonra köklü bir değişim süreci geçiren Türk-Rus ilişkilerinde karşılıklı imajların yeniden oluşmasına olan etkisidir (Özbay).