• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye’nin Dış Politik Yaklaşımı Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikaları

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

3.2 Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye-SSCB İlişkisi

3.2.2. Soğuk Savaşı Dönemi Türkiye’nin Dış Politik Yaklaşımı Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikaları

nedeniyle İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak SSCB tehdidi altına girdi. Cumhuriyet döneminden beri dış politika temel ilkelerinden olan bağımsız dış politika anlayışını sınır ve siyasal rejim güvenliğini korumak amacıyla uzaklaşmak zorunda kaldı. Bu amaçla Türkiye, ABD önderliğindeki batı blokunda yer aldı. Bu bağlamda BM ve Kuzey Atlantik Antlaşması gibi uluslararası örgütlerin ve devletlerarası bazı ittifakların kuruluşunda aktif rol alarak üye oldu (Özcan, 2004).

Soğuk Savaş döneminde Türkiye, güvenlik algısının baskısı altında devam eden dış politika yaklaşımını 1963-1964 Kıbrıs krizi, 5 Haziran 1964 Johnson Mektubu, 1967 ve 1973 Arap- İsrail savaşları ve ardından petrol ambargosu ve 12 Eylül 1980 darbesi gibi yaşanan ulusal ve uluslararası gelişmeler Türk dış politikası etkilemiştir (Gönlübol, 1987). Ayrıca tek taraflı bir dış politika izlemenin doğru olmadığını anlayarak dış politikasını değiştirme yoluna gitmiştir. Artık çok yönlü siyaseti tercih eden Ankara, doğu blokunu kullanarak denge politikası uyguladı (Hale).

3.2.3 Soğuk Savaşı Dönemi Türk-Rus İlişkilerinde Yaşanan

Gelişmeler

İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye Komünizm tehdidi altında idi. Bu yüzden Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak kalabilmesi için Truman; askeri, mali ve siyasi desteğin yapılması gerekli olduğunu belirtti. Ankara açısından Truman’ın açıklamasına olumlu karşılanarak ABD’den gelecek yardımların kabul edilmesini öngören anlaşma 12 Temmuz 1947’de iki ülke arasında imzalandı (Oran).

32

Sovyetler Birliğinin uyguladığı yayılmacı politikalardan korkmuş olan Batı Avrupa ülkeleri 4 Nisan 1949’da Amerika liderliğinde “Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz” bir araya gelerek Komünizm tehdidine karşı ortak askeri ve siyasi bir yapı oluşturmak maksadıyla Washington’da toplandı. Bu toplantıda Kuzey Atlantik Antlaşması (NATO) imzalanarak 24 Ağustos 1949’da yürürlüğe girdi. Böylece Soğuk Savaşın ilk adımları atıldı (Güneş, 2014).

İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği, hem boğazlar hem de Türkiye’nin doğusu üzerindeki hak talep etmesini Türkiye, Truman doktrini ve Marshall yardımları ile baskıyı üstünden atsa da İkinci Dünya Savaşı boyunca izlemiş olduğu realist ve denge politikası sebebiyle yalnız kalma tedirginliği yaşıyordu (Sander, 2013). Bu tedirginlik nedeniyle Ankara, sınır güvenliğini sağlamak amacıyla NATO’ya girmek istiyordu. Bu fırsat Soğuk Savaş döneminin ilk sıcak teması olan 25 Temmuz 1950’de Kore savaşının başlamasıyla gerçekleşti (Ahmad ve Ahmad, 1976). Ankara, BM’lerin Kore de kurmuş olduğu orduya Şimal Yıldızı isimli 4500 kişiden oluşan asker gönderdi. Böylece Kore Savaşı Türkiye’nin NATO’ya giriş yolundaki engelleri birer birer kaldırmış oldu (Güneş). Sonunda 17 Ekim 1951 tarihinde Türkiye NATO’ya girdi (Sarınay, 2002).

Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü üyesi olması Sovyetler Birliği tarafından tehdit unsuru olarak görüldü ve Türk Dışişlerine, dönemin SSCB Ankara Büyükelçisi Lavriçev vasıtasıyla üstü kapalı tehdit içeren nota verilmiştir (Gürün).

Türkiye açısından 1952 yılının önemli gelişmesi, 18 Şubat 1952’de TBMM tarafından NATO’ya üyeliği onaylanması sonrası (Akkaya, 2012) SSCB medyasının başlatmış olduğu Türkiye aleyhtarı yayın savaşını gösterebiliriz. Ankara- Moskova hattı bu sıcak gerilim şeklinde devam ederken 5 Mart 1953’te Stalin’in ölümü Türkiye-

33

SSCB arasındaki ilişkilerin normalleşme dönemine girmesine neden olmuştur. Bu normalleşme sürecinin ilk adımı ise Sovyet Hükümetinin 30 Mayıs 1953 tarihinde İkinci Dünya Savaşının ardından gündeme gelen taleplerden vazgeçtiğini Ankara’ya bir nota ile resmen bildirdi. Nota da; Ankara- Moskova ilişkilerinin düzeltilmesi, Sovyetlerin Türkiye’den istediği topraklardan vazgeçtiğini ve Türk Boğazları konusundaki görüşlerini yeniden incelediklerini belirtiyordu. Türkiye ise verdiği karşı notada Sovyetlerin taleplerinden vazgeçmesinin ikili ilişkiler açısından olumlu karşılandığını belirtilirken, Türk Boğazları hususunda Montrö şartlarına tabi olduğu tekrar ifade edildi (Hale). 28 Ekim 1959’da Türkiye ile Amerika arasında on beş adet Jüpiter orta menzilli ve nükleer başlık taşıyabilen Jüpiter balistik füzenin Sovyetler Birliğine karşı savunma maksadıyla Türkiye’ye konuşlandırılması hususunda anlaşmaya varıldı. Nitekim aşamalı olarak Jüpiter füzelerin Türk topraklarına yerleştirilmesi başlandı (İzmir, 2017). 1962 yılının ortalarında füzelerin montajının tamamlanması ile birlikte Sovyetlerin sert tepkisi ortaya çıkmaya başladı. Dönemin SSCB lideri Kruşçev 1962 Mayısındaki Bulgaristan’a ziyaretinde, Türkiye ile ABD’yi kınayarak açık bir şekilde iki ülkeyi atmış oldukları adımlarına karşılık verecekleri tehdidinde bulundu. Kruçev’in bahsetmiş olduğu karşılık ise Küba’ya Jüpiter benzeri Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasıydı (Oran).

Jüpiter füze krizi Amerika ile Sovyetler Birliği arasında büyük bir krize yol açtı. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunduğunu ve bu yüzden Amerika’nın Türkiye’ye konuşlandırmış olduğu füzelerin kaldırılmasını istedi. Aynı durumda olan Küba içinde Washington’dan güvence istedi. SSCB-ABD arasında 27 Ekim 1962 de Jüpiter füze krizinin çözümü konusunda toplantı yapıldı. Bu toplantı sonucunda Sovyetlerin Küba’ya yerleştirmiş olduğu füzelerin kaldırılması karşılığında ABD, Türkiye’deki füzelerin kaldırılmasını kabul etti (Oran).

34

1963 yılında Kıbrıslı Türklere karşı Kıbrıslı Rumlar tarafından başlatılan tedhiş ve baskı hareketleri, 1964 yılında krize dönüşmüştür (Köktepe,2015). ABD başkanı Johnson bu kriz ile ilgili İnönü’ye mektup gönderdi ve şunu der: “Eğer Türkiye, Kıbrıs'ı istila ederse,

Sovyetler Birliği'nin Türkiye aleyhinde harekete geçmek için başka bir şeyi kalmaz ve bu hareket askeri amaçlı olacaktır…” (Atun, 2018).

Yani olası bir SSCB saldırısına karşılık Türkiye’nin güvenliğini ve hatta varlığını koruyamayacaklarını ima edildi.

Türkiye Johnson mektubu sonrası tek taraflı bir dış politika izlemenin doğru olmadığını anlayarak dış politikasını değiştirme yoluna gitmiştir. Bu bağlamda artık çok yönlü siyaseti tercih eden Ankara, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini düzeltmek, normalleştirmek ve geliştirmeye çalışmıştır (Hale). Bunun için ikili ilişkileri düzeltmenin ilk adımı olarak 1963-1965 yıllarında iki ülke arasında üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiştir. Yine bu dönemde Soğuk Savaşın yumuşama dönemine girmesi ve Sovyet lideri Nikita Kruşçev’in, Türkiye’ye NATO ittifakından çıkmaksızın kendileriyle iyi ilişkiler kurulabileceği teminatını vermesi, ilişkilerin normalleşmesini hızlandırmıştır. Bu iki ülke arasındaki normalleşmenin sonucunda 1966’da ilk kez bir Sovyetler Birliği başbakanı Leonid Brejnev Türkiye’yi ziyaret etmiştir (Güneş, 2017). 1967 yılında ise siyasi normalleşme ekonomi alanına taşınmıştır. Moskova ile “Ekonomik-Teknolojik İşbirliği Anlaşması” ile

“Aliağa Petrol Rafinerisi, Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, İskenderun Demir-Çelik Fabrikası ve Artvin Kereste Fabrikası’nın” (Girgin) kuruluşuna kaynak olan iki önemli

anlaşma imzalandı.

Ankara- Moskova arasında 1972’de “İyi Komşuluk İlkeleri Bildirgesi” anlaşması imzalandı. Bu anlaşma iki tarafında ilişkilerin normalleşmesindeki olumlu göstergelerinden biri oldu. 1974 yılında Türkiye’nin başlatmış olduğu Kıbrıs harekatı ilişkileri etkilediyse de belirleyici olmadı. Sovyetler Kıbrıs konusunda ise sorunun uluslararası

35

platformda çözüme kavuşturulması tutumu takındı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ecevit, Haziran 1978’de Sovyetler Birliğini ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında iki ülke arasında “İyi Komşuluk ve

Dostça İşbirliği Siyasal Belgesi” imzalandı (Oran). Ancak iki ülke

açısından ilişkiler ve yoğun işbirliği 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline kadar sürdü.

Türkiye-SSCB ilişkileri 1980’den soğuk savaş döneminin bitimine kadar ekonomik işbirliği önemli ölçüde gelişmiştir. 18 Eylül 1984’te iki ülke arasında imzalanan doğalgaz anlaşması ile Ankara enerji kaynaklarını çeşitlendirirken, Türk ürünlerinin Sovyet pazarına girmesi sağlandı. Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra ekonomik ilişkiler siyasal alana da etkisini gösterdi (Oran).

36 4. BÖLÜM

SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ