• Sonuç bulunamadı

1.1. DİN - TOPLUM İLİŞKİSİ VE BÜTÜNLEŞME SÜRECİ

1.1.1. Din ve Sosyo-Kültürel Bütünleşme

Bir değerler manzumesi, yaşam pratiği, inanç sistemi, ferdi bir kabul, insan üzerinde aşkın olanın tezahürü veya toplumsal bir düzen olarak ifade edilebilecek din kavramını çok daha fazla çeşitli sözcüklerle ve yaklaşımlarla anlatmak pek tabii mümkündür. Farklı bir bakış açısı ile dini “tek bir ahlaki cemaat içerisinde kendisine bağlı olan herkesi bir araya getiren bir dinî otorite tarafından sisteme bağlanmış algı-ötesi, aşkın gerçekliğe dair birleştirilmiş bir inanç ve ibadet sistemi (Dobbelaere, 2012: 13)” olarak tanımlayanlar da vardır. Aşkın olan ile irtibatı anlatan din aynı zamanda da dünyevi bir tavır alış şeklidir. En büyük aşkı, ilahi adaleti, kader mevzuunu, doğruyu ve yanlışı, yaşamı, ölümü ve dahi ezel ile ebedi anlatan din;

insan aklını zorlayan, akıl çeperlerini yırtarak oluşan derin düşünceleri harmanlayan dipsiz bir kuyu gibidir. İşte bu meyanda bilmek ile iman etmek ikilisi din hususunda üzerinde en fazla düşünülen kavramlardan olagelmiştir. Öyle ki semavi dinlerden misal verecek olursak, akıl vasıtasıyla bilmek veçhesinden bakıldığında kendisine vahyedilen kadarını bilen bir peygambere ilk vahiyden itibaren inanan kimseler düşünüldüğünde din meselesinde ne kadar bilmenin, ne kadar inanıp iman etmenin etkili olduğu çoğu kez insan aklını aşan bir mülahaza kabilinden değerlendirilmektedir. Bu minvalde din hiç değilse en az bilmekle hemhal olduğu kadar, aklı aşarak iman etmekle de alakalıdır demek gayet mümkündür.

İlkel toplumlardan bu yana dinin inanç ve ibadet taleplerini ifa etmesi için toplumla buluşma arayışı ve toplumun da ahlaki yapısı ile sürdürülebilir düzenini ihdas edebilmek adına dine olan ihtiyacı dinin süreğen kamusal karakterini ifade etmektedir (Malinowski, 1990a: 44). Dinin bu yönünden hareketle sosyoloji bilimini asıl ilgilendiren hususun din ve toplum ilişkisinden yola çıkarak dinin toplumsal

6 plandaki rolünü ve toplumsal eylemin arka planındaki yerini açıklamak gayreti şeklinde tanımlamak mümkündür. Tam da bu noktada, yani toplum dediğimiz bütün kendisini gerçekleştirirkenki haliyle anlayabilmek indirgemecilikten sıyrılmış bir derinlikli bakış açısının gereğidir. Bu mecrada fikirler serdeden Berger de, Hegelyan bir yaklaşım ile toplumu dışsallaşma (externalization), nesnelleşme (objectivation) ve içselleşme (internalization) ile anılan üç aşamalı diyalektik bir süreç ile ifade etmektedir (1993: 30). Toplumun din ile olan münasebetini sağlıklı şekilde anlayabilmek için salt etken- edilgen tartışmasından ziyade yeniden üretimi kabul eden süreklilikçi bir bakış açısını benimsemek gereklidir.

Bütün bu anlatılanlara istinaden değerlerin toplumsal eylem ile münasebetini irdelemenin de bu genel bakış açısına uygun bir usulü olduğu muhakkaktır. Bu usûl çerçevesinde anlaşılmaktadır ki, kendisi de bizatihi bir değer olan dinin toplumla ne denli ve ne şekilde bir ilişki içerisinde olduğu, söz konusu toplumun zihniyetinde o dinin ne şekilde yer aldığı ile yakından ilişkilidir. Dinî olanın çerçevesi bazen dünyevi alanı bile bu zihniyet doğrultusunda kapsayabilir. “Meselâ, ‘para’ bizatihi dinî bir değer değildir ama genel değer skalası dinî olan bir toplumda para da bu skalada bir yerlere yerleştirilir ve dolayısıyla para bu çerçevede bir yeni - dinî - anlam kazanır (Aydın, 2010: 33).” Elbette ki toplumsal eylem ve tavır ile dinin etkileşime girdiği noktaları ele almak meselenin gözle görülür taraflarını izah edebilmek için takip edilmesi gereken bir yöntemdir. Ancak din her şeyden önce toplumu oluşturan fertlerin zihin dünyasında şekil aldığından, bu noktada fertten yola çıkarak toplumsal bir zihniyet analizi yapma çabasında olmadan bahsedilen etkileşim noktalarını nedeniyle ve nasılıyla izah edebilmek mümkün değildir.

Zihniyet çalışmaları sabır isteyen, teferruata dikkat gerektiren, görünenin ardındakini keşfetmeyi amaçlayan oldukça zorlu bir süreci gerekli kılar. Sabri Ülgener’in de ifade ettiği gibi “Zihniyet araştırmalarının, üstelik sübjektif değer yargılarının düşünce ve muhakeme düzenine kolaylıkla sızmalarına açık kapı bıraktığını da göz önüne alınca, zorluğun neden bu derece ileri ölçülere vardığı tahmin edilebilir (2006: 164).” Bu yönde ilerleyip toplumsal zihniyetin karanlık dehlizlerinde yol almaya çalışırken dinin orada aldığı şekilleri açık bir halde görebilmek için toplumsal hafızada edindiği yere ve toplumsal eyleme giden yolu

7 nerelerden ve nasıl açtığına ışık tutmak gerekecektir. Bunu yaparken kimi zaman bir gelenek ya da inanç mantığın önünü kapatarak araştırmacıya çıkmaz sokakları gösterebilecek, kimi zaman kendi içine doğru çöküşler sabırla aydınlatılan yolları aniden yok edebilecektir. Nihayetinde bütün bu labirentler, kıvrımlar ve girdaplar bize toplumsal zihniyeti dinin ontolojik varlığının ve ön kabullerimizin ötesine geçerek kendi gerçekliği içerisinde anlama ve yorumlama gayretinde olmamızı tekrar ve tekrar hatırlatacaktır.

Varlığın başlangıcı ve sonrası konusunda ferdin sorularına cevaplar vererek ona bir anlam haritası kazandıran din toplumsal boyutta da bir denetim mekanizması işlevi götürür. Toplumsal olarak kabul edileni teşvik ve uygun olmayanları dışlama şeklinde sunduğu bir ahlaki sistemle bir toplumsal düzenin sürmesine katkıda bulunur (Atay, 2009: 21). Elbette ki toplumsal olarak doğru ve yanlış kabul edileni belirlemede de din doğrudan etki sahibidir. Buradan bakıldığında çoğu kez toplumsal olanla dinî olanın aynılığından yahut benzerliğinden bahsetmek mümkündür. Bu yansımanın derecesi ise dinin söz konusu toplumda ne kadar etkin rol aldığı ile doğru orantılıdır.

Bir toplumda yaşayan fertler arası sevgi, hoşgörü, amaç ve ülkü birliği, fiziki olarak yakın olma tercihleri ve hissi paylaşımlar gibi unsurlar bütünleşme emareleri olarak değerlendirilmektedir (Kaya, 2002: 62). Buradan hareketle “sosyo-kültürel bütünleşme” olarak adlandırılan olgu ise toplumun sahip olduğu sosyal yapı çerçevesinde yürütülen ilişkilerin sıklığı, paylaşılan değerlerin ve sahip olunan ortak kültürün tavır ve tutumlara yansıma hali olarak tanımlanabilir. Tavır ve tutumlara yansıma hali ise elbette sosyal eylem ile somut şekilde hayat bulma şeklinde kendini göstermelidir. Bu durumda değerlerin ve kültürün toplum hayatı için önemi bütünleşme bakımından vurgulanırken, bunların gerisinde mühim bir etki sahibi kurum olarak dinin konumu daha açık olarak anlaşılacaktır.

Geleneksel toplum yapısındaki bütünleşme dinamikleri ile modern toplum yapısındakiler arasında farklılıkların olması anlaşılır bir durumdur. Anthony Giddens’ın vurguladığı yoğun gözetleme, kapitalist teşebbüs, üretim ve şiddet araçlarının merkezi denetiminin güçlendirilmesi tarzındaki modernite ile

8 özdeşleştirilen unsurlar bu yeni yapının özgün karakterisiklerini ifade eder (2008:

12). Toplumsal anlayış, örgütlenme ve üretim biçimlerindeki değişikliklere paralel olarak veya bunların ardındaki soyut etken olarak toplumu oluşturan fertler arasındaki fonksiyonel ve hissi ilişkiler de farklı konumlanmalar arz edecektir.

Birlikte yaşama arzusu yeni dinamikler doğrultusunda yeniden temellenecektir.