• Sonuç bulunamadı

2.1. DURKHEIM DÜŞÜNCESİNDE SOSYO-KÜLTÜREL BÜTÜNLEŞME

2.1.2. Bütünleşme İçin Toplumsal İşbölümü Ve Dayanışma Modelleri

2.1.2.1. İşbölümü, Dayanışma ve Bütünleşme İlişkisi

Sosyoloji tarihinde pozitivist, evrimci, devrimci, liberal, anlamacı, yorumlamacı vs. etiketleriyle anılmış pek çok düşünürden bahsetmek mümkündür.

Ancak Durkheim için, sosyolojinin ilklerinden olması ve bu bilimin gelişiminde temel rollerden birini üstlenmesi hasebiyle kendi dönemi için anılan pek çok ekolün büyüklü küçüklü izlerini üzerinde taşır demek daha doğrudur. Yaşadığı zaman dilimindeki temel paradigmaları ve gerçeklikler göz önünde bulundurulduğunda ortaya koyduğu düşüncenin gelecekte açılacak birçok kapıya ışık tuttuğu söylenmelidir. Durkheim için toplumun iyiliği ancak bütünleşme ile mümkündü. Her zaman ferdiyetçiliğin üzerinde tuttuğu toplum yararı için uyumlu bir modeli ve birlikteliği sağlayacak yolu arayış onun asıl uğraşıydı. G. Ritzer’in tabiriyle

“Durkheim, toplumu tanrıyla özdeşleştirdiği için, onun toplumsal devrimi arzu etme eğilim olmadı. O bunun yerine toplumun işleyişini iyileştirme biçimleri bulmaya çalışan bir toplumsal reformcuydu (2011: 22)”.

Durkheim’ın önerdiği toplum düşüncesinin merkezindeki kavram olan toplumsal işbölümü ve bu kavramın temel unsurlarından mesleki örgütlenmeler, onun yaklaşımına göre hemen hemen bütün zanaatlar için Orta Çağ döneminden bu yana işlev gören bir yapı olagelmiştir. Meselenin zamana boyutu irdelenecek olursa burada Durkheim’ın düşüncesi peşin hükümlerin önünü en baştan kesmeye yönelik olarak kurgulanmış olduğu görülecektir. Ona göre mesele bir Orta Çağ kurumuna uygun düşen bir yapının modern dönemlerdeki durumu ile sırf zaman bakımından

39 mukayesesinden ziyade, bu yapının modern dönemlerde de işlev görüp göremeyeceği ile alakalıdır. Şayet ihtiyaçlara modern dönemlerde de cevap verebiliyor ise kadim bir geçmişe de sahip olsa, bu yapı modern dönemlere uyum sağlayabilip ihtiyaçları karşıladığı ölçüde önemsenmeye layık olarak görülmektedir (2006: 28).

Durkheim için meselenin ekonomik boyutu bir yana daha da mühim bir konu olan ahlak, toplumsal düzlemde işbölümü ile ilişkilendirilir. Sosyolojinin konusu olan modern toplumların incelenmesi konusunda Durkheim’ın, kuramını oluştururken modernleşme ile ahlak arasında ters orantı kurduğu konuyla ilgilenen herkesçe bilinir. Hatta bu durumu intihar ile ilgili kuramıyla da açıkça anlatır. İşte toplumsal işbölümü düşüncesi, ekonomik verimliliği sağlamasının yanında kendisinde daha ulvi bir görevi ifa etmesine yardımcı olan bir ahlakı da ihtiva ediyor olmasıyla da anlamlıdır. Öyleyse toplumsal işbölümünü işlevsel manada karşılayan unsurların bir kıymet sıralamasından ve onun nihai bir maksadından bahsetmek gerekecektir. Durkheim bunu kendi cümleleri ile şöyle anlatır (2006: 82-83):

Böylece işbölümünü yeni bir açıdan görmeye yöneliyoruz. Burada yapabileceği ekonomik hizmetler, yol açtığı ahlaki etki yanında pek küçük kalır; gerçek büyük işlevi ise iki ya da daha çok kişi arasında bir dayanışma duygusu uyandırmaktır. Bu sonuç nasıl elde edilirse edilsin, dost topluluklarını yaratan ve onlara damgasını vuran, işbölümüdür.

İşbölümü ile dayanışma arasındaki ilişki kurulurken mesele iki durumda ele alınmıştır. Bu düşünceye göre, şayet iki ayrı imge birbiri ile kısmen ya da tamamen benzerlikleri vesilesiyle bir araya geliyorlar ise şüphesiz ki kaynaşmaları ölçüsünde bir dayanışmadan bahsedilebilir. Ancak birbirinde ayrı imgelerin, ayrılıklarından dolayı işbölümü sebebiyle birbirine bağlı olmaları neticesinde daha geniş kümelerde dayanışma işlevini yerine getirebileceği de anlatılmaktadır. Zaten modern toplumlardaki misal de bu durumu kanıtlamak adına ileri sürülen mühim bir veridir.

Öyle ki, modern toplumlardaki toplumsal bütünleşme ile işbölümü arasındaki determinist ilişki bu düşüncenin iskeletini oluşturur. Ki gelişmiş büyük toplumlarda uzmanlaşmanın gerekliliği ve işbölümü olmadan toplumsal dayanışmanın sağlanamayacağı yönündeki görüşlerin ilk olarak Auguste Comte tarafından ifade edildiği bilinmektedir. (Durkheim, 2006: 89).

40 Durkheim’ın toplum düşüncesi için buraya kadar bahsedilenler ışığında dikkat çeken temel kavramlar toplumsal bütünleşme, toplumsal dayanışma, ahlak ve işbölümü şeklinde belirmektedir. Toplumsal dayanışma konusu için, her ne kadar toplumsal yapının örgütlenmesinde birimler arasındaki koordinasyon üzerine yoğunlaşıldığından günümüzde bütünleşme olarak anıldığına dair görüşler olsa da (Turner H. v.d., 2010: 354), dayanışma ile bütünleşme kavramları arasındaki güçlü ilişkiye rağmen çalışmamızda yine de her iki kavrama ayrı ayrı yer verilecektir.

Çalışmalarında Durkheim da bütünleşme ve dayanışma kavramlarını birbirleriyle ilişkili ve ayrı ayrı kullanmayı tercih etmiştir. İlerleyen bölümlerde de izah edileceği üzere benzerliklerden doğan mekanik dayanışma ya da işbölümünden kaynaklı organik dayanışma, devam eden karşılıklı bir ilişkiyi ya da etkileşimi ifade etmektedir. İşte bu gerekli olan ilişki, etkileşim ya da isimlendirildiği haliyle dayanışma, devam ettiği müddetçe toplumda bütünleşme dediğimiz olgu bir durum olarak belirir. Bütünleşme, yakalanan veya hedeflenen bir sosyal durumu anlatırken dayanışma ise bu durumu sağlayan iletişimler, etkileşimler ve eylemler silsilesini ve bunların gerekçelerini ifade eder.

Kavramları sıralı bir çizgide değerlendirecek olursak toplumsal bütünleşme hedefine doğru giden yolda en geniş ve işlevsel şekliyle toplumsal dayanışmayı sağlayacak olan işbölümünün toplumun iyiliği adına sağladığı bu katkıdan dolayı bir ahlakı da beraberinde taşıdığı anlaşılmaktadır. Zira Durkheim ve ondan önce başka sosyal bilimciler tarafından işbölümünün her ne kadar iktisadi bir paradigma olarak gerekliliğinden bahsedilmiş olsa da, Durkheim düşüncesinde temel unsur olan toplumsal bütünleşme arayışına katkısı bakımından onun ahlakilik vasfı önem taşımaktadır. Toplumsal bütünleşmeden asıl maksat toplum yararı ise buna hizmet eden bir işlev tabii olarak bir ahlakı temsil etmektedir. Böylece bahsedilen kavramlar içinde ahlak, işbölümüne ait bir sıfat olarak bu çizgide yerini almaktadır.

Durkheim düşüncesinde toplumsal dayanışmanın insanların birlikteliklerinin güçlenmesine ve ilişkilerinin sıklaşmasına sebep olduğu yönünde bir görüş mevcuttur. Ancak meseleye diğer taraftan bakıldığında da ancak bu birlikteliklerin ve ilişki sıklaşmalarının bulunduğu ortamlarda toplumsal dayanışmanın sadır olabileceği şeklinde bir görüşün de sunulabileceği ifade edilmektedir. Ona göre bu

41 mevzuya açıklık getirebilmek adına toplumsal dayanışmanın soyut ve sembolik yansımalarını tartışmaktan ziyade somut ve kurumsallaşmış bir tezahüründen bahsetmek gerekir. Bunun adı hukuktur. Her ne kadar toplumlara göre değişen örf ve adetler ile kesişmeleri ve çelişkileri mevcut ise de bir toplumda mevcut olan ve hukuk bu dayanışmanın en somut ve kurumsallaşmış halidir (2006: 92-93). Zira hukuk bir toplumdaki ilişkiler ağının yaptırımlara bağlı olarak kurallarla ifade ediliş şeklidir. Yeter ki hukuk, toplumsallaşmış ve bireylerin kahir ekseriyeti tarafından kabullenilmiş olsun. Eğer ki bir toplumun hukuku içindeki unsurlar kamu vicdanı denen olgunun gereklerini karşılayabiliyorsa toplumsal dayanışmanın en sistematik ifadesi olarak değerlendirilebilir. Burada yola çıkarak suç, ceza, yaptırım, kamu yararı ve toplumsal yapı parametreleriyle hukuk sistemleri ve toplumlar arasındaki doğrudan ilişkiyi araştıran Durkheim, meşhur mekanik ve organik dayanışma ayrımını bu şekilde ortaya koymuştur.