• Sonuç bulunamadı

3. SUÇU AÇIKLAYAN KURAMLAR

3.4. Sosyolojik Suç Kuramları

3.4.2. Sosyal Organizasyonsuzluk ( Düzensizlik/Ekolojik )Kuramı

Sosyal düzensizlik/organizasyonsuzluk/ekolojik teorinin kökleri Emile Durkheim’e kadar uzanır (Bartollas&Schmalleger, 2017:81).

Ampirik ilk çalışmalar Şikago Üniversitesi tarafından 1920 ve 1930’lu yıllarda yapılmıştır. Robert Ezra Park, Ernest W. Burgess ve McKenzie “Kent” (The City, 1925) adlı eserde “sosyal ekoloji” kavramını ele alarak; kent, suçluluk toplumsal organizasyonlar gibi konuları incelemişlerdir. Sosyal ekoloji kavramı ile insan ve çevre arasındaki ilişkiyi ele almışlardır. Özellikle 20. yüzyılda Kuzey Amerika’da göç nedeniyle kentlerde artan nüfusu suç olgusuyla beraber incelemişlerdir (Akgül&Irmak, 2016:74).

Ekoloji kavramı, bitki ve hayvanların yaşayıp, büyüdükleri birbirleriyle ve doğal ortamla ilişkilerini inceler. Sosyal ekoloji ise insan ve çevre arasındaki ilişkiyi inceler. Ekoloji ve suç arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar 1800’lü yıllara dayanmaktadır. Daha sonra Robert Ezra Park’ın öğrencileri ve meslektaşlarıyla yaptığı şehrin “Sosyal ekolojisi” araştırmasında şehrin iş yeri ve yerleşim yerleri dağılımları ile uyum ve sapmanın yoğun olduğu bölgeler incelendi (İçli, 2016:111-112).

Sosyal ekoloji teorisi insanın çevreyle olan bağının belli fenomenlerinin dağılımı ve çevrenin değişimi ile suçlu davranışın ortaya çıktığını söyler. Sosyal organizasyonsuzluk kuramı, sosyal çözülmelerin en fazla kentlerde olduğunu belirtmiştir. Suçun gittikçe kentlerde çoğaldığı görülmüştür. “Bu nedenle onlara göre şehir alanları, sapma ve suç araştırmaları için birer laboratuar konumundadır. Sosyal düzensizlik kuramcıları, araştırmalarını özellikle, fahişeliğin, intiharın ve diğer sapkın veya suç

eylemlerinin en çok gerçekleştiği disorganize veya çözülmüş alanlara (slum vb.), yoğunlaştırmışlardır” (Kızmaz, 2005:151).

Avrupa’da olduğu gibi Amerika’da da üretimdeki büyük değişimler sosyal yaşamı da değiştirdi. Özellikle sosyal bozulmanın olduğu en belirgin yer göçmen nüfusun fazla olduğu Chicago şehriydi. 1920’lerde Chicago Üniversitesindeki sosyologlar için bir laboratuvar özelliği taşıyan Chicago kentinde sosyal düzensizliğin var olduğu ve geleneksel değerlerin yerini suçlu değerlerin aldığını ve bunlarında nesilden nesile nasıl aktarıldığı konuyla ilgilendiler. Bu çalışmalar R. Park ve E. Burgess’in çalışmalarını etkilemiştir. Bu nedenle sosyologların bir kısmı tarafından “Şehir Teorileri” bir kısmı “ Sosyal Ekoloji Teorisi” veya “ Sosyal Düzensizlik Teorisi” olarak adlandırılan bir teori grubu ortaya çıkmaya başladı. Sosyal düzensizlik teorisi (social disorganization) değişik teorik yaklaşımları içermektedir (İçli, 2016:113).

Şikago ekolü olarak da bilinen bu akımın kurucusu Robert E. Park, insan ekolojisini oluşturan büyük ve küçük çaplı etkenlerin insan hayatıyla bağlantılarını ortaya koyarak ilk kez sosyal düzensizliği açıklamıştır. Park’a göre şehrin en düzensiz yerlerinin yoksul, göç vermiş, dağınık aile yapılarının olduğu ve heterojen bir nüfusa sahip olan yerler olduğunu gözlemlemiştir (Akgül&Irmak, 2016:75).

Park’a göre kentleşme eski kontrol biçimlerini yok eder. Büyük şehirlerin gelişimiyle, makineleşme sonrasında ulaştırma ve iletişim araçlarının çoğalmasıyla artan hareketlilik ve değişimle birlikte, aile, semt ve topluluklar tarafından temsil edilen eski kontrol mekanizmaları sarsılmış hatta çoğunlukla kaybolmuştur (Bal, 2016:113-114).

Şikago ekolü Park’ın katkılarından etkilenerek sosyal düzensizlik kuramının gelişmesini sağlamıştır. Şikago ekolü çalışmalarını kente indirgeyerek sosyolojik ve kriminolojik olarak bakış açılarını kentsel yaşam üzerinde genişletmiştir. Araştırmalar metodolojik olarak kentsel yaşamın gözlemlenmesine dayandırılmıştır. En iyi örneği Ernest W. Burgess’in çalışmalarıdır. Burgess (1925) “Kent” başlıklı kitabında kentleri iç içe geçmiş halkalar şeklinde ele almıştır (Akgül&Irmak, 2016:76).

Özellikle Burgess’in “Çember Teorisi” bu alanda bilinen ilk çalışmadır. O, kentin iç içe geçmiş halkalar şeklinde incelemiştir. Ona göre kent merkezden çevreye doğru daireler şeklinde genişler. Bu dairelerin her birinin kendisine ait özellikleri olduğunu vurgulamıştır. Park ve Burgess (1925), sosyal düzensizlik çalışmalarında yüksek suçluluğun olduğu yerlerin özelliklerinin inceleyerek, şehrin bölgeleri fikrini ortaya atmışlardır. Burgess çember teorisinde kenti 5 bölgeye ayırır. Her bölgenin farklı sosyal

40

ve kültürel normları ve kendine has sakinleri oluğunu belirtir. I. bölge şehir merkezidir. Yani Chicago’nun iş merkezlerinin olduğu yerdir. Burada büyük mağazalar, oteller ve iş merkezleri vardır. II. Bölge geçiş alanıdır. Bu bölgede suç ve sapma olayları en yüksek düzeydedir ve sürekli yeni göçler alır. Maddi imkânları artan kişiler buradan şehir dışına doğru taşınırlar. Genellikle fakir kimseler burayı tercih eder. Çünkü buralarda şehrin ucuz evleri, fabrikalar ve terkedilmiş binalar çoğunluktadır (İçli, 2016). III. bölge çalışanlar sınıfı olarak bilinir. Endüstri işçilerinin (mavi yakalıların) oturdukları semtlerdir. IV. bölge ise küçük iş sahipleri ve memurlardan oluşan orta sınıfın bulunduğu alandır. Evler genellikle müstakil olup ve modern iş merkezlerinin olduğu düzenli yerleşim alanları vardır. V. bölge kentin en son bölgesidir. Kentin en varlıklılarının yaşadığı evler vardır. Buralar “banliyö” ya da “peyk kasabaları” ‘dır (İçli, 2016:114).

Şekil 2: Burgess’in Çember Teorisi

Şekil 2’de görüldüğü gibi, Burgess’e göre merkezden çevreye gidildikçe suç oranları azalır. İş bölgeleri geçiş bölgesi olarak sürekli yoksulluk, bozulma, hastalık, suç ve kanunsuzluklar’ın olduğu yerlerdir. Buralarda göçmen aileler çoğunlukta yaşarlar ve “slum” adı verilir. Burgess’e göre suçun coğrafi dağılımına bakıldığında bu çalışma

sonunda, suçun belirli bölgelerde yoğunlaştığını göstermektedir. Chicago’daki bu çalışmada göç nedeniyle etnik grupların oranı değişse de suç oranlarının sabit kaldığı yani bölgelerin geleneksel olarak yüksek suç oranlarına sahip olduğunu göstermektedir(Bal, 2016:58) .

Aynı ekolden Clifford R. Shaw ve Hanry D. McKay, Burgess’in modeli Chicago’nun farklı bölgeleri kullanarak suç olgusunu araştırmışlardır. İlk defa sosyal düzensizlik yaklaşımına teorik bir bakış açısı kazandırmışlardır. 1900-1933 yılları arasında Chicago şehrindeki Cook County Çocuk Mahkeme’sine sevk edilen suçlu çocuklar ile Cook County Hapishanesi’nden elde ettikleri veriler ile 1942 yılında “Çocuk ve Gençlik Suçluluğu ve Şehir Bölgeleri (Juvenile Deliquency and Urban Areas) “ isimli eseri yapmışlardır. Zamanla şehrin etnik yapısının değiştiğini fakat suçluluğun kalıcı olduğunu sonucuna varmışlardır (Bal, 2016:61), (Shaw&McKay, 1942:170).

Şikago üniversitesinden Shaw ve McKay isimli 2 arkadaş, Park ve Burgess’in “İnsan Ekolojisi” modelini geliştirerek 1920’li yıllarda bu teoriyi oluşturmuşlardır. Suçun nedenini şehir yapılarındaki değişiklikler ve bu değişimlerin bir yansıması olarak sosyal organizasyondaki bozulmalardan kaynaklandığını iddia etmişlerdir (Dolu, 2012:217).

Shaw ve McKay suçun nedenlerini şu şekilde ifade etmişlerdir:

Şekil 3: Shaw ve Mckay’a Göre Suçun Nedenleri

Şekil 3’de, Shaw ve Mckay suçun nedenleri içerisinde etnik heterojenlik, nüfus hareketliliği, düşük ekonomik statü ve etkin bir aile yapısının olmayan, bu özelliklere sahip olan bölgelerde suçu önleyebilme mekanizmalarının kapasiteleri sosyal kontrolü

Sos

yal

zensi

zli

k

Etnik Heterojenlik

Nüfus Hareketliliği

Düşen Ekonomik

Statü

Sağlam Bir Aile

Yapısının Olmayışı

42

azaltmaktadır. Çocukların, gençleri; gençlerinde yetişkin suçlular tarafından yetiştirildiği suç döngüsü olan bir ortam da sürekli yeni nesil suçlular yetiştirilmeye devam eder. Bu bölgelerde suç nesilden nesile aktarılarak varlığını devam ettirmiştir. Shaw ve McKay’ın ifade ettiği gibi otuz yılı aşkın geçen sürede farklı etnik gruplar gelip gitmesine rağmen bu coğrafyadan suç gitmemiştir. Shaw ve McKay’a göre sosyal düzensizlik sosyal kontrol mekanizmalarının çöküşüdür (Dolu, 2012:218), (Shaw&McKay, 1942:155).

Kısaca onlara göre sosyal kontrol mekanizmalarının eksikliği kişilerin toplumsal normlardan sapmasına ve suç işleme ihtimallerinin artmasına neden olmaktadır (Akgül&Irmak, 2016:77).

Sosyal organizasyonsuzluk kuramı; suçluluk üzerinde “heterojen yapı, çöküntü bölgeleri, sosyal hareketlilik, sanayileşme ve kentleşme” gibi etkenlerin, doğrudan veya dolaylı olarak etkilerine bakmaktadır. Shaw ve McKay ise; yoksulluk, kültürel karmaşıklık ve şehirlerdeki değişiklikler şehir yaşamlarını şekillendiren bu etkenlerin toplumsal çözülmelere yol açtığını savunurlar. Çünkü bu etkenler, insanların “toplumsal değerlere” bağlılıklarını azaltarak, onları suç yöneltir (Akıncı, 2016:141).

Sosyal düzensizlik teorisinde Shaw ve McKay’ın suç olgusunu yeteri kadar test edemediğini iddia ederek “ Robert J. Sampson ve W. Byran Groves suç olgusunu test eden ilk araştırmacılar olmuştur. Sampson ve Groves’e göre suç ile etnik yapı, gelir düzeyi, nüfus hareketliliği ilişkisi sosyal düzensizlik kuramını açıklamada yetersiz kalmaktadır. Onlar sosyal düzensizlik kuramına iki önemli kavram daha eklemişlerdir. Bunlar “ Kentleşme” ve “Aile Yapıları” kavramlarıdır (Dolu, 2012:222).

Yeni teorik çerçevede Sampson ve Groves’a göre Suçun nedenleri aşağıdaki gibidir.

Sosyal Düzensizlik Sosyal Kontrol Mekanizmalarının Çöküşü

 Etnik Heterojenlik Yerel düzeyde zayıf arkadaşlık bağları

 Nüfus Hareketliliği Yeterince gözetlenmeyen ergen grupları

 Parçalanmış aileler Düşük Organizasyonel katılım

 Kentleşme

 Düşük sosyo-ekonomik statü YÜKSEK SUÇ ORANLARI

Sampson ve Groves (1989) bununla birlikte sosyal düzensizliği farklı bir bakış açısıyla ele almıştır. Shaw ve McKay’ın inşa ettiği sosyal düzensizliği açıklayan

değişkenlerin suçlu davranış üzerinde doğrudan etkili olmadığı, bu değişkenler arkadaşlık bağlarınım zayıflaması, genç/çocukların kontrollerinin yeterince yapılamaması ve insanlar arasında örgütlenmenin yeteri kadar olmaması gibi unsurlar dolaylı olarak etkileyerek toplumda sosyal kontrolün zayıflatarak suça neden olmaktadır (Dolu, 2012:223).

Sosyal düzensilik teorisine önemli katkıları olan Sampson ve Groves’den sonra Bursik ve Grasmick (1993), “Mahalle ve Suç: Etnik Toplumsal Kontrolün boyutları” başlıklı çalışmaları ile sosyal düzensizlik teorisini yeniden düzenlemişlerdir. Onlara göre mahalli düzeyde sosyal kontrolün ele alınması önemlidir. Bu ise sosyal ağların formel ve informel düzlemde olmasıyla şekillenmektedir. Bu bağlamda sosyal ağların mahalli düzlemde insanların sosyal yaşamlarına olumlu katkı sunması suç davranışının oluşmasını engellemektedir (Akgül&Irmak, 2016:78).

Dolu’ya göre; sosyal düzensizlik teorisi suçlu davranışı açıklamak için dört varsayım olduğunu söyler. Bunlar;

1) Suç ve sapma toplumdaki kontrol mekanizmaları ve kurumların etkinliklerini yitirmesi sonucunda ortaya çıkar.

2) Hızlı kentleşme göç ve sanayileşme sonucunda sosyal kontrol mekanizmaları daha çabuk/kolay çöker.

3) Suçluların mahalli dağılımı belli bir ekolojik sisteme göre gerçekleşir.

4) Sosyal düzensizliğin olduğu yerlerde suç nesilden nesile aktarılır ve sürekli suç üretilir. Yani suçun devamlılığı sağlanır. Kısaca bu teori suç ve çevre arasında güçlü bir bağ olduğunu ortaya koymaktadır (Dolu, 2012:229).