• Sonuç bulunamadı

Sosyal Normlar

Belgede Gelenek ve kimlik ilişkisi (sayfa 34-62)

1.2. Gelenek Kavramının Etimolojisi, Sosyal ve Siyasal Yönü

1.2.1. Sosyal Normlar

Sosyal norm kavramı, toplumsal kural anlamına gelen bir karşılığa sahiptir. Đngilizce’de “social norm” şeklinde kullanılan kavram, aynı şekliyle dilimize geçmiştir. Social; toplumsal-sosyal anlamına gelirken, norm; kural-kaide anlamındadır ve kanun anlamını da ihata edebilen bir kelimedir. Toplumların sözlü anayasaları hükmündeki bütün kural ve kaideleri kapsamı içerisine alabilen bir kavramdır “sosyal norm” kavramı. Bireyin ailede ve toplum içerisinde uyması gereken bütün davranış kalıplarının belirlendiği bir toplumsal sözleşmeler bütününü ifade eder. “Toplumsal yaşam, bireyler, gruplar ve cemaatler arasındaki ilişkilerin düzenli bir biçimde sürdürülmesi için bir dizi beklentiyi, kalıp davranışı, işlemi, kaçınmayı ve yasağı gerektirir. Bu türden davranış ve beklentiler sosyal normlar kavramı içinde kümelenmektedirler. Birtakım düzenleyici ve denetleyici mekanizmanın özlerini oluşturduğu sosyal normlar, sosyal alışkanlıklardan örf, âdet, töre, gelenek, görenek ve kanunlara kadar genişleyen bir tabloyu içine almaktadırlar” (Örnek, 2000:121). Sosyal normlar insanoğlunun, tarihin her döneminde, topluluk halinde yaşamaya başlamasıyla birlikte üretmeye başladığı ve uymaya çalıştığı yazısız kurallarıdır. Bu manada en ilkel topluluklardan günümüz modern toplumlarına kadar, sosyal normlar, varlıklarını ve hayati vazifelerini sürdürmeyi bilmişlerdir. Ünver Günay’ın “Din Sosyolojisi” adlı eserinde sosyal norm şöyle açıklanmıştır: “Toplum hayatında kişilerin ve grupların tavır ve hareketlerini belirleyen kurallara sosyal norm adı verilmektedir. Toplumsal normlar, kuralları ve otoriteyi belirten standartlara göre

oluşmuşlardır; kendilerine uyulması beklenir ve bunu sağlamak üzere müeyyideler oluşmuştur. Bir toplumun kültürü aslında büyük ölçüde bu normlardan meydana gelmektedir. Bu bakımdan sosyal normlar, toplumsal yapının da önemli bir parçasını oluştururlar” (Günay, 2003:26). Normlar geçmişten getirilmiş kalıp davranış tipleri, gibi basit bir şekilde açıklanabilecek kurallar olmakla beraber, sıradan veya basit kurallar da değildirler. “Bazı zorla uygulatıcı yönleri olmaksızın bu kurallar, sadece ideal olanı açıklar gibi hizmet verirler. Bilim adamları normları tam olarak etkili yapan şeyin ne olduğu hususundaki görüşlerinde farklılık gösterirler” (Hechter and Karl-Dieter, 2001:3). Sosyal normlar toplumun uyduğu ve hatta uymak zorunda olduğu sosyal değerlerin somut şeklilerini temsil etmekle birlikte, toplum içerisinde bir ideal tipin de karakteristik özelliklerini ifade eder. Birey, toplum içerisinde hem normların kural ve kaideleri gereği kendisinden beklenen kaçınmaları sergilerken, hem de normların işaret ettiği ideal tipe de özenme ile bir mükemmel tip olma isteğine sahip olur. Burada bireyin beklentisi, aile, arkadaşlık gurubu ve sosyal çevreden övgü almak ve beğenilmek isteğidir.

Toplumların bir arada ve huzur içerisinde yaşamasını sağlayan, düzen ve devamlılığı inşa eden, sosyal normların kendisidir. Bireyi toplum karşısında denetleyerek, sosyal kontrol vazifesini yerine getirir. Tarihi süreç içerisinde, toplumların oluşmasında ve bireysel ve toplumsal kimliklerin inşasında sosyal normlar faaldir. Bireylerin davranışlarına belli kaideler ile sınırlar getiren emir ve kuralların da kaynakları bu normlardır. “Sosyal normlar, yaygın olarak, belirli şartlar altında ya da bazı durumlarda insanların nasıl davranmalarını gösteren kurallar olarak kabul edilir” (Sharma and Malhotra, 2007:103). Toplumdan topluma veya aynı toplumda zamanla değişebilmektedirler. Sosyal normlara uymayanlar, sergiledikleri yanlış ve uyumsuz davranışların şiddeti ölçüsünde zorlamaya ve hatta cezaya çarptırılırlar. Bu ceza, nasihat, yerme, kötü söz, ayıplama, toplumdan dışlama ve hatta ölüm cezası bile olabilmektedir. Bundan dolayı toplum genelinde sosyal normlara uyma davranışı sergilenir ve bu sayede de toplumsal bütünleşme ve uyum sağlanarak, birey ve toplumun huzuru tesis etmiş olur.

Gelenek, sosyal bir norm olarak söz konusu birey-toplum ilişkileri odağında kuşatıcı bir özellik sergilemektedir. Birey aile ve akrabalık kurumlarından her ne kadar bağımsız olmasa da; kişisel olarak birey, seçmiş olduğu davranışlarda kendisini ve mensup

olduğu grupları bağlayan, üst bir kurumun direktifleri doğrultusunda hareket etme mecburiyetini hisseder. Gelenek, kapsamı ve muhteviyatı nedeniyle bu üst kurumun kendisidir. Uyum ve adaptasyon süreçleri gelenek kalıbına göre düzenlenir. Bu süreç sessiz bir mukavele ve bu mukaveleye uyma sürecidir. Zaten sosyal normlar yazılı olmadıkları için sözlü geleneğe bağlı olan uygulamalardır. Yazılı hukuk kurallarının dışındadırlar ancak geleneksel uygulamaların bazıları bu yazılı olan hukuk kurallarından bile daha aşkın uygulamalar sergileyebilirler. Yazılı hukuk kuralları da geleneksel kültürün tarihi kazanımlarından beslenerek kendilerini geliştirmeleri ve kanuni motiflerini bu geçmişe bağlı kalarak oluşturmaları nedeniyle, sözlü geleneğin bir ürünü olarak kabul edilirler.

Ceza hukuku gibi devlet eliyle uygulanan ve uygun davranış göstermeyenleri de yine devlet eliyle cezalandıran yazılı kanunlar, geleneğe ters düştükleri takdirde, geleneğin bireyi tarafından ihlal edilebilmektedir. Birey sözlü geleneğe ve sosyal normlara uymak pahasına resmi kanunlara karşı gelebilir. Bu bahisle birey, mensup olunan topluluğun yergisini almaktansa ve bu guruptan tecrit edilmektense, devletin vereceği cezayı tercih edebilmektedir. Bu durum, sosyal normların sahip olabildiği müeyyideyi göstermesi bakımından önemlidir. Görüldüğü gibi sosyal normlar zaman zaman kendisine uyma zorunluluğunu, yasaların dahi üzerine çıkarabilmektedir. Sosyal normların kuşatıcı özelliği bundan ötürü, vurgulanması gereken bir özelliktir. Seyyid Hüseyin Nasr bu hususta yani siyasi düzen ile geleneksel düzen arasındaki ilişkiler bağlamında, sosyal norm olan geleneğin kuşatıcılığına değinerek şunlardan bahseder:

“Toplumu idare eden hukukun kaynağıdır; hukukun doğrudan vahiyden alınmamış olduğu durumlarda bile bu böyledir. Ahlakın temeli odur. Gerçekte, geleneğin kurduğu temel çerçevenin dışında ahlak, bir anlama sahip değildir. Gelenek, toplum hayatının politik yanına ilişkin de ilkeler ve ölçüler koyar; siyasi otoritenin bu manevî kaynakla ilgisi vardır; mamafih siyaset ve gelenek arasındaki ilişki her gelenek için aynılık arz etmekten uzaktır. Benzer şekilde, gelenek sosyal düzene değişmez ilkeleri uygulayarak toplum yapısını belirler” (Nasr,1995:59).

Geleneğin siyasi düzene ve devlet otoritesine göre aldığı konumun yanında diğer yandan geleneğin modernliğe göre ayırt edici yanı, bir tür hakikati belirlemesidir. Geleneksel bir pratiğe uyan birey, başka alternatifler arama ihtiyacını duymaz. Geleneğin toplumda aynı zamanda ahlaki kuralları, görgü kurallarını, terbiye ve edep rükünlerini de vücuda getirmesi, hukukun ulaşamadığı bu alanların tamamen geleneksel seyrine devam etmesini sağlamıştır. Birey veya toplumun kendisi ne kadar değişirse

değişsin, gelenek büyük oranda sorgulanmadan uyulacak olan eylem çerçevesini sunmaya devam edecektir.

Sosyal normlar, soyut kültür ürünleri olmaları bakımından, üzerinde çalışılması oldukça zor bir alandır. Sıkça sorulan soruların başında normların ne olup ne olmadığı gelmektedir. Michael Hechter “Social Norms” adlı eserinde, sosyal normların ortaya çıkışı ile ilgili sosyolojik yaklaşımları sunmuştur. “What are norms?” diye bir başlık altında sosyal norm çalışmalarından bahsetmiştir. Sosyal norm çalışmaları, ilgili alan uzmanları tarafından yürütülmesine rağmen, soyut bir içeriğe sahip olmasından dolayı belirlenmesi, tanımlanması ve sınırlandırması zor bir çalışmadır. Michael Hechter bu hususu şöyle dile getiri: “Var olan değerlendirmelerde bilim adamları normların ne olduğu hakkında kısmen de olsa ortak bir fikre sahip olmadıklarından dolayı, norm çalışmaları altından kalkılması zor bir iştir. Konuyu daha da karışık hale getirmek için bu bilim adamları, custom, convention, role, identity, institution, culture gibi kavramları ve daha fazlasını, normlar ile ilgili duyguları kapsayan ya da bu duyguları andıran kavramlara işaret eden değişik terimleri kullanırlar” (Hechter and Karl-Dieter, 2001: 3). Bu gün sosyal normlar denince akla Töre, örf, gelenek, âdet, görenek, teamül ve moda gelmektedir. Fakat saydığımız bütün bu sosyal normların ayrı ayrı derinlemesine açıklamaları, sınırlarının belirlenmesi ve tespitleri hâlâ tam olarak yapılamamaktadır. Zaman ve mekân üzerinde değişiklikler arz edebilen sosyal normlara bir sınırlama getirmek güç bir iştir.

Sosyal normlar “Toplumsal yaşam, akışı içinde toplumu oluşturan insan ve insanlardan meydana gelen topluluklar arasındaki ilişkilerin devamı, beklentiler, yasaklar, kaçınmalar ve kalıp davranışlara dayanarak devam eder” (Artun, 2005:119). Yapılan bütün sosyal norm tanımlamaları ortak bir özelliğe dikkat çekmektedir. O da, sosyal normların sahip oldukları yaptırım gücüdür. “Đnsanın

ya-şadığı topluma uyumu da bu sosyal normlara uyumla doğru orantılıdır. Sosyal normların toplumda sosyal denetimi sağlayıcı, düzenleyici ve koruyucu bir misyonu vardır. Sosyal normların ortak ve belirgin özelliği yaptırımlardır. Yaptırımlar sosyal denetimi sağlamak için bireylerin, grupların, cemaatlerin ve topluluğun üzerinde zorlayıcı, kınayıcı ya da özendirici, ödüllendirici tepkileri ve baskılarını işletirler” (Artun, 2005:119). Bu özellikler, sosyal normların tabiatından gelen özellikleridir.

Toplumların güçlü olduğu dönemlerde sosyal kuralların işleyişleri dikkatle incelenecek olursa, kusursuzluklardan bahsedilebilecek pek çok örnek ortaya çıkacaktır. Hatta sosyal kurallardaki istikrar ve güçlü görünün, güçlü ve istikrarlı toplumları üretir. Ancak zayıf ve istikrarsız sosyal kurallara sahip toplumlar, parçalanma ve dağılma ile her an karşı karşıya kalabilecek toplumlardır. Bu da sosyal normların ortadan kalkmasında, onun sahip olduğu güç ve istikrarın önemini bize gösterir. “Elbette ki normların var olması için, grubu kendi kurallarına uymaya zorlama özelliğine sahip olması gerekmektedir. Kuralcı normların kapsamına göre, herhangi bir zorlamanın olup olmaması durumunda, bireysel eğilimlerin norm ile olan tutarlılığı azalır. Bununla birlikte bireyin ve grubun eğilimleri çatıştığında zorlama kritikleşir” (Hechter and Karl-Dieter, 2001:19). Aynı zamanda bir çatışma olarak da ifade edilebilecek olan bu durumun yaşanmaması için, sosyal normların yaptırım güçleri, bireyler tarafından kabul edilebilecek ve ona uygun davranışları geliştirebilecek bir seviyede olmalıdır.

Sosyal normlar bireyi, toplumun değer yargılarına göre tutum ve davranış sergilemeye sevk eder. Sosyal değerler de diyebileceğimiz sosyal normlar, kültürle dirsek temasından vazgeçmezler. “Onlar kültüre ve topluma anlam katan ölçütlerdir ve toplumda paylaşılır. Duygular ve coşkularla birlikte bulunurlar, oldukça soyutturlar. Eşya ve olaylarla beraber görünmekle birlikte yerine göre onlardan soyutlanabilirler. Böylece, normlar gibi değerler de, insan davranışlarının, tavır ve hareketlerin yöneticileridirler” (Günay, 2003:27). Birey, toplumun kendisinden beklediği tutum ve davranışları, sosyal normlara ve sosyal değerlere göre akıl ve vicdan süzgecinden geçirerek sergiler. Beklenileni sergilemediği takdirde ise, toplumdan ve bağlı bulunduğu sosyal gruptan dışlanır. Ayıplama ve hatta cezalandırma gibi yaptırımlara dahi uğrayabilir. Sosyal normların geleneksel kültüre dayanarak kurduğu otorite, kadim bir geçmişe sahiptir. “Sosyal normların tarihi, medeniyet tarihi kadar eskidir” (Sharma, 2007:33). Bu da sosyal normlara uyma davranışı gösterirken, sorgulama yapmanın gereksizliği duygusunu bireye aşılar. Çünkü eskiye ve geçmişe karşı bireyde, büyük bir saygı ve güven duygusu bulunmaktadır.

Eskiye ve kutsal olana duyulan saygı, geleneğin tarihsel süreçte kazandığı erdemlerdendir. Bu nedenle eski dünyanın yani modern öncesi dönemi yaşayan

toplumların birbirleri arasında kurmuş oldukları sosyal ve kültürel ilişkiler, modern dönemin geleneğinden farklıdır. “Geleneksel toplumlarda bireyler arasındaki ilişkiler çok yoğun ve yüz yüzedir. Farklılık ve uzmanlaşma yok denecek kadar azdır. Toplumun işleyişinde ve kontrolünde din, örf ve âdetler etkindir. Belli bir hiyerarşik düzen bulunmaktadır. Toplumdaki bireyler "biz" duygusuyla hareket ederler ve statüleri yaşlarına, kabilelerine veya bağlı bulundukları gruba göre tayin edilir” (Akdoğan, 2002:36). Günümüzde sosyal normların yaptırım güçleri diye de ifade ettiğimiz geleneğin emredici ve zorlayıcı statüsü, mensup olunan sınıf ve gruplara göre

şekillenmekte ve değişiklikler gösterebilmektedir. “Geleneksel bir toplumda insanın konumunu belirleyen unsurlar, kabilesi, etnik grubu, dini, ailesi yani bağlı bulunduğu toplumsal yapıdır. Zaten kişi kendisini o grup ya da yapıyla özdeşleştirmiş ve sınırlandırmıştır. Geleneksel insan, kendisini, kişisel olmayan güçlere veya üzerinde hiçbir söz ya da tasarruf hakkı bulunmayan kutsallık dünyasının yazgısına tabi hisseder” (Akdoğan, 2002:36). Modern geleneğin kuralları çerçevesinde, kurulan bu türden ilişkilerin varlığından bahsedilmesi zordur. Modern gelenek bireyin devletteki ve toplum içerisindeki konumunu ve kendisinden beklenileni değiştirmiştir. En azından değiştirmeye çalışmıştır. Bireyin kazanmak istediği ruhsal huzuru bireye, modern geleneğin değerlerindense, eski geleneğin değerleri kazandırmaya devam etmektedir. Bu tabiiyet bireyi endişe ve kaygı gibi duygulardan arındırır. Birey modern dönemde bundan dolayı kendisini daha huzurlu ve mutlu hisseder. Bireyin mevcut statüsünü günümüzde modern gelenek belirlerken, davranışlarını eski gelenek tetkik ve tesis etmeye devam edebilmektedir. Eski geleneğe uygunluk gösterdiği ölçüde birey, bulunduğu modern sosyal statüsünde, beğenilir ve takdir edilir davranışları sergilemeye devam etmektedir. Modern geleneğin, bireyler arasında, toplumda ve sosyal-siyasal müesseseler arasında, doldurmakta başarısız olduğu bu boşlukları, geleneğin değerleri doldurmaya ve birey ile topluma hizmet etmeye devam etmektedir.

Bu da göstermektedir ki, sosyal norm olarak adlandırılan toplumsal sözleşmeler, toplum seviyesinde ciddiyetle takip edilmelidir. Sosyal norm olan gelenekler, bünyelerinde âdetleri, görenek ve teamülleri barındıran tortulaşmış, kompleks hale gelmiş bir yapıya sahip olarak, ahlaki alanı yönetmeye devam etmektedirler. Gelenekleşme süreci de günümüzde aynı silsileyi takip etmektedir. Görenekler zamanla âdetlere, âdetler de zamanla geleneklere dönüşebilmektedirler. Tabii ki bu süreç gelenek için de geçerlidir.

Çok yaygın bir şekilde kendisine uygulanma alanı bulabilmiş olan bir gelenek, zaman içerisinde toplum tarafından âdet seviyesine geriletilebilmektedir. Yahut bir zamanlar toplumun uygulamaya devam ettiği bir gelenek zaman içerisinde uygulama alanını kaybederek ortadan kalkabilmektedir. Ancak önemli olan husus şudur ki; modern gelenek içerisinde bu ortadan kalkma sürecinin yaşamaya devam etmesidir. Ya da diğer bir görüşle; modern gelenek bu sürecin kendisi olarak farklı bir gelenekselliği yaşatmaya başlamıştır.

Sosyal normlar, modern dönem öncesinde bireyin sosyalleşmesinde ve kimlikleşmesinde başat rol oynayan kurallar ve yapılar konumundaydılar. Bir gelenek içerisinde doğan birey; aile çevresinden sonra nüfuz ettiği toplum tarafından zamanla kültürlenerek, aidiyet duygusunu kazanır ve mensup olduğu toplumun kimliği ve kültürü ile kimliklenir ve kültürlenirdi. Bu süreçte zorunlu eğitim veya gurup dışı bir kazanım da mecburi değildi. Ancak XXI. asrın gelmesiyle artık günümüzde, modern toplumda zorunlu eğitim ile sosyalleşme zorunlu hale gelmiştir. Birey; aile ve sosyal çevrenin yanında, devlet güdümünde yürütülen sistemli bir sosyalizasyon sürecini de yaşamaktadır ki bu durum eski geleneksel sosyalizasyon sürecinden farklıdır. Modern gelenek diye tabir edilip, eski geleneklerden koparılmaya çalışılan modern dönemin farklı olduğu düşüncesinin altında da bu yeni sosyalizasyon süreci yatmaktadır. Modern dönem, yeni üretim modellerinin kültür, kimlik ve sosyal-siyasal yapı üzerinde uygulandığı yeni bir gelenektir. Bu gelenekte “Yerel topluluğun dışında toplumsallaşma, yani gerçek anlamıyla eğitim, artık evrensel bir kural haline gelmiştir. Đnsan, diğer insanlar tarafından kabul görebilmek, toplumda bir yer edinebilmek ve 'neyse o olabilmesi' için akraba grupları (şimdilerde tabii ki genelde çekirdek aile) tarafından, bazı beceriler ve duyarlıklar kazanması amacıyla, artık genel bir kültürel temel için gerekli olan geniş çaplı bir eğitimi sağlayabilecek tek araç olan bir eğitim mekanizmasına teslim edilmektedir” (Gellner,2006:115). Ve aslında artık bu zaruri bir haldir. Eski gelenekte meslek edinme için gerekli olan usta-çırak ilişkisi, yerini modern gelenekte ağırlıklı olarak eğitim sistemine devretmiştir. Bu yaşanan süreç, aynı zamanda modern gelenekte, kimlik ile kişilik arasındaki mesafeyi belirleyen ve üreten süreç olmuştur. Birey modern dönemde istemediği pek çok kimliği bir kişilik ile temsil etmek zorunluluğunda kalmıştır.

Modern dönemde birey, içerisinde doğup büyüdüğü ve kişiliğini kazandığı çevreden çeşitli sebeplerle (eğitim, ekonomi, iş, göç vb.) ayrılarak farklı birçok sosyal çevrede ve statüde hiç de alışık olmadığı yüklenilmiş kimliklerle, kişiliğini ötelemek zorunda kalmaktadır ki bu da aslında modern geleneğin bireye yüklediği kimliklerin meydana getirdiği bunalımlardan sadece birisidir. Ergun bu husus ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Đnsan ya da bir kişi, kimlikleriyle belirtilir; fakat o kişi, kişiliğiyle yaşar, yaşayacaktır… Belirtmekle/saptamakla açıklamak arasındaki fark, kimlikle kişiliğin hiçbir zaman birbiriyle karıştırılamayacağını, birbirinin yerine geçemeyeceğini açıkça ortaya koyar” (Ergun, 2000:13). Eski dönem ki genelde ilkel dönem diye tabir edilir! Gelenekler içerisinde doğup büyüyen bireyler, sınıflar arası hareketsizlik ve değişmeyen sosyal statüler nedeni ile edinmiş oldukları kimliklerle uyuşmuş olarak, benimsedikleri kişiliklerini sergileyen, gelenekçi yazarların da işaret ettiği, doyuma ulaşmış olan bireylerdir. Günümüzde ise modern gelenekte, sosyal normlar pek çok yeni etkenin taarruzunda işlevlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bunlar mesleki ve eğitimden kaynaklanan göçler, ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan yeni çevre girişleri, küreselleşme olgusundan dolayı kültürel yayılımın etkileri, kazanılan farklı statüler vb. olarak sayılabilmektedir.

1.2.1.1. Örf

Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat”inde “örf” ile ilgili olarak (1997:850) “âdet, hüküm, gelenek, ihsan, mar’ûf, vergi. Örf-i âmm cari olan örftür. (Yani töredir)” gibi ifadeler geçmektedir. Örfün tarihi sürecine işaret eden bu ifadeler örfü salt bir sosyal norm olarak değerlendirmememiz gerektiğine işaret etmektedir. Ancak sadece sosyal norm olarak ele alacak olursak, “Örfler, çoğu zaman toplumun katı beklentileri olarak nitelenen birtakım örnek tutum ve davranışlardır. Örfler, aynı zamanda toplumun herhangi bir değer sisteminin bünyesini oluşturan temel taşlarını da temsil ederler. Bu değerler sistemi, toplumsal yapının durumuna göre giderek özel bir hukuk sistemine ya da o sistemdeki bir yasa maddesine de gerekçe olur” (Örnek, 2000:123). Örfler; birey, aile, akraba, halk ve ulus üzerinde etkili bir sosyal norm olarak bütün bu kurumlar arasındaki ilişkiler ağını kontrol etme rolünü de üstlenir. Diğer sosyal normlarda olduğu gibi zorlayıcı ve baskı altına alıcı ya da yasa mahiyetinde olan örfler; bireyin ailede, akraba çevresinde, grupta, cemaat bünyesinde

ya da toplumda kendisinden beklenen davranışları sergilemesini sağlar. Diğer taraftan sınıf ve meslek türlerine göre belirlenmiş çeşitli örfler de bulunur ki bu türden örfler, sınıf ve meslek kollarına üye olan bireylere sergilemeleri gereken kalıp davranışları yüklemektedir. Örflerin bireylere kalıp davranışlar dayatıyor olması, zaman içerisinde örflerin kanun maddeleri haline gelmesine neden olmuştur. Bundan dolayı da sosyal normlar içerisinde hukuka kaynaklık edebilecek nitelikte olanlara örf denilmektedir. Örflerin zamanla yasaları da karşılayacak türden bir işlevi kazanmasında, örfî uygulamaların mahiyeti ve niteliği etkili olmuştur. Geleneksel hukuk kaidelerinin sonraki dönemlerde örfî kaidelere dönüşmesi, ya da yeni üretilen kaidelere örfî uygulamalar denmesinin de nedeni burada saklıdır. “Örflerin toplum-daki bireyler arasıntoplum-daki bağı koruma, pekiştirme ve denetleme gibi rolleri vardır. Örfler çerçevesindeki değerlerin bir şekilde zedelenmesi, örflerin ön gördüğü davranış biçimiyle uyuşmaması, yasaya karşı işlenen suçtan daha ağır olarak kabul edilmektedir. Örfün dışına çıkan birey iç dünyasında yaratılan çözülme ve esneklik duygusu ile yasal cezadan daha ağır bir yoğunluğa itilmektedir” (Artun,2005:120). Örf pek çok sosyal bilimci tarafından âdet gibi algılanmış ve ona göre yorumlanmaya çalışılmıştır. Karaman da bunlardan biridir ve örf’ün özelliklerini

şöyle açıklamaya çalışmıştır:

“Đnsanların uyum içinde yaşamak için oluşturdukları, törenlerle sürdürdükleri ortak davranış tarzlarını ve değer yargılarını içeren örf ve âdetler, toplumdan topluma, çevreye, zamana, yaşa, cinsiyete vb. göre değişiklikler gösterebilmektedir. Ancak örf ve âdetlerin her toplumda, yerine getirdikleri işlevler açısından, bir takım ortak özellikleri vardır. Bunları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

1-Birey davranışlarını biçimlendirirler. Özellikle sosyalleşme sürecinde aile ve çevrenin etkisiyle bireyin davranış ve olaylar karşısında takınacağı tavırların belirginleşmesinde örf ve âdetler önemli bir yere sahiptir.

Belgede Gelenek ve kimlik ilişkisi (sayfa 34-62)