• Sonuç bulunamadı

Modern Dönem ve Geleneğin Sonu

Belgede Gelenek ve kimlik ilişkisi (sayfa 195-200)

BÖLÜM 2: MODERN DÖNEM VE GELENEK ANLAYIŞI

2.2. Modern Dönem ve Geleneğin Sonu

Modern dönemin başlamasıyla beraber geleneksel dönemin bittiği kabul edilmektedir. Çünkü modern dönemdeki düşünüş tarzı ve yönetim organizmaları, artık eskisine göre

tamamen değiştirilmiş ve yeni formlara göre yeniden oluşturulmuştur. Bu bakımdan modern dönemin başladığı asırlar olan 16. ve 17. asırlar, bir kopmayı işaret eder. Bu kopma gelenekçi yazarların gözünde geçmişten ve gelenekten kopma ya da aslî kimlikten ve tarihten kopma şeklinde tanımlanmaktadır. Aslında gelenek kavramını vücuda getiren de bu kopmanın kendisidir.

Modern dönem ile başlayan bu yeni hayat tarzının, eskisine göre olan farklılığının fark edilmesi ile gelenek kavramı inşa edilmiştir. Yani gelenek kavramı, modernin bir mefhumu muhalifi olarak ortaya çıkmıştır. Modern dönem bu karşıtlık durumuyla kendisini ve eski dönemi tanımlamakta ve takdim etmektedir. Takdimi ifade etmekte olan bu kopma, aynı zamanda geleneğin de tanımlanmaya başlanması olacaktır. Tarihsel süreçte insanoğlunun sürdürdüğü ilerleme ve gelişme merhalelerinde yaşanmış bir kopmanın varlığından pek söz edilemese de, modern dönem ile manevî dünyanın algılanmasında ve ona göre dünyanın kurgulanması geleneğinde yaşanan kopma, barizdir. Yani bu anlamıyla modern dönem, aslında muhteviyatta yaşanan bir kopmayı işaret etmektedir.

Muhteviyatta yaşanan bu kopmanın en büyük sonucu, hâkimiyet anlayışının kutsaldan alınarak insana devredilmesi olmuştur. Eski dönemin edilgen bireyleri modern dönemle birlikte artık etkin hale getirilmeye çalışılmaktadır. Modern birey, artık kendi hayatı ve kendi yönetimi ile ilgili söz söyleme ve fiili faaliyette bulunma hakkına sahip bir bireydir. Bundan dolayı aynı zamanda modern dönem, eski töre ve geleneksel hukukun yerine, kendi seküler hukukunu oluşturmanın da tarihidir.

Bu seküler hukukun oluşturulması aşamasına geçilmeden önce yapılacak olan ilk işlem, bireyin üstün bir varlık olarak tanımlanmasıdır. Bu üstün insan modeline dair ilk örnekleri, değişik tarihi safhalarda görmek mümkündür. 20. yüzyılın önde gelen filozoflarından Nietzsche'nin üstün insan modeli ile Antik Yunan ve Roma'dan günümüze gelen üstün insan modeli ve bugünkü Modern Batı dünyasının Kişisel Gelişim Kültürü'nün oluşturmaya çalıştığı üstün insan modeli arasında büyük benzerlikler görmek mümkündür. Günümüzde kapitalist ekonomik anlayış ve liberal yaklaşımlar nedeniyle kişisel gelişim kültürü aynı zamanda seküler ahlakın inşası haline gelmiştir. Modern dönem, insanı önce tanımlamakta, sonra ona bir hayat tarzı sunmaktadır. Modernitenin üstün insanı ile geleneğin insan-ı kâmili bu düzlemde

karşıttırlar. Çünkü geleneğin din algısı ile modernitenin din algısı farklıdır. Hatta geleneğin din algısı ile muhafazakârlığın din algısı bile farklılaşabilmektedir. “Modern toplumların aksine, geleneksel toplumlarda din, geleneğin özünü oluşturmakta ve sosyal hayatın tüm yapısını düzenlemeyi amaçlamaktadır. Toplumdaki sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel alanlar dini normlara göre işlemektedir” (Akdoğan, 2002:39).

Modern dönemde dinin modern hayata göre yeniden yorumlanması işini gerçekleştirmek bundan dolayı oldukça zordur. Çünkü “Modernizm, dini, akılcı ve bilimsel metotların dışında ve altında görerek, onu ferdin bireysel tercihine yönelik bir inanç olarak sunmaktadır. Đnsan ve topluma belirli normları sunarak şekillendirmeye çalışan din, değişim ve gelişmeye engel olduğu düşüncesiyle modernizm tarafından yadsınmaktadır. Aslında modernizm bir kuralı eleştirirken kendisi "akıl, ilim, ilke, kural" koyarak yeni bir kuralcılığı getirmektedir” (Akdoğan, 2002:20). Modern dönemin eski dönemden olarak gördüğü ve tehlikeli gelenekler arasına alarak karşı çıktığı din ve kutsal kavramı, kendi semiyolojisi içerisinde aslında modern yapıları da barındıracak bir muhtevaya da sahiptir. Ancak modern dönem eski olandan tamamen bir kopuşu ifade ettiği için, Aydınlanma çağı ile beraber dinin ve kutsalın gelenekselliğini bitirme kararı almıştır.

Modern dönemin temel özelliği olan ve sonu gelmeyecek bir ilerlemeyi sağlayacağına inanılan insan aklı, bilginin yeniden üretimini ya da anlamlandırılmasını, metafizik âlemden kopararak maddî dünyaya bağlamıştır. Aydınlanma filozofları öncülüğünde akıl, bütün gerçekliklerin asıl karşılığıdır. Aklın önderliğinde sağlanacak olan ilerleme kavramı, bütün değerleri kapsayacak derecede genişletilmiştir. Bu bağlamda metafizik ilkesel düzen, modernitenin akıl merkezinde rasyonalite (bilimsel nedensellik) bağlamında reformasyona tabi tutulur. Bilgiden teknolojiye, dini öğretilerden toplumsal örgütlenmelere kadar genişleyen çerçevede akıl, etkin hale getirilir. Dinin ve dini kurumların konumunu belirlenmesi, böylelikle yaratıcı modern akla bırakılmaktadır. Bununla birlikte modern dönemin aklı, dini yapıyı tamamen reddetmez, sadece onu sınırlandırmakla yetinir. Fransız ihtilalini gerçekleştiren Cumhuriyetçiler de Katolik kilisesini ortadan kaldırmamış, ancak onun sosyal, siyasi ve ekonomik alanlardaki egemenliğine son vermiştir. Bu yeni modern dönemde, eski olan tek şey, Avrupa’da bütün gelişme ve ilerlemelerin önünde engeller koymuş olan ve hayatı dinin bakış

açısından ve daha çok kendi çıkarları doğrultusunda yorumlamakta bulunan kilise teşkilatı ve otoritesidir. Bir dönem Hıristiyanlık dini, devrim olarak gelmişken; ilerleyen zaman sonucunda şimdi Avrupa insanı, Hıristiyanlık dinine karşı bireyi korumak ve hatta kilise teşkilatının da dâhil olduğu tasalluttan bireyi kurtarmak için kollarını sıvamış ve hâlâ etkilerini yaşamakta olduğumuz büyük modernist hayatı kurgulamıştır.

Kurgulanan bu modernist hayatta toplumun kurumlaşmış sosyal yapıları modernin elinde ayrıştırılır ve birbirinin değerlerine yabancı hale getirilir. Din bu yabancılaştırmada kenarda bırakılan ve herhangi bir düzenlemeye tabi tutulmayan kurumdur. Zaten modernin seküler hale gelmesi de kendisinin davasını güttüğü hayat tarzının içerisinde, dinin olmayışındandır. Seküler kavramı ilk kez modern dönemde karşımıza çıkan bir kavramdır. Genel manada din dışı alanı tarif etmek için kullanılır. “Latince saecul’dür ve uzun tarih dilimi anlamına gelmektedir. Daha sonra çağa ait olan anlamına gelen saecularis biçimini kazanmıştır; (dolayısıyla sekülerleşmenin Türkçe’deki başka bir karşılığı olan çağdaşlaşma, bu anlamda ele alınmalıdır) orta ve geç Latince’de de, “dünyevi, geçici (ebediyetin zıttı) anlamına kavuşmuştur” (Demirhan, 2004:16). Sosyolojik anlamda ise sekülerizasyon, dinin dünyadan bireysel ve toplumsal vicdanlara sürülmesi sürecini ihtiva etmektedir. Modern dönemdeki farklılaşmanın dini hayatı getirip oturttuğu alan, ahlaki alan olmuştur. Yani bireyin vicdani davranması ile ilgili değer yargılarının bulunduğu alandır bu alan. Zaten Aydınlanma düşünürlerinin amacı da Orta Çağ’ın mirasını sekülerleştirerek, kilise ve

Đncil’in otoritesini, tabiatın ve aklın otoritesi ile değiştirmektir. Böylelikle modernleşme ile aklın geçmişle olan bağları koparılacak, akıl özerkleşecek ve aydınlanacaktır. Aydınlanmış akıl da sosyal, fiziki ve siyasi dünyayı düzenleme işine koyulacaktır.

Benzer bir ifadeyle “Max Webere bakarsak eğer, modernliğin yolu rasyonaliteden (aklileşmeden) geçer. Modernliğin arkasındaki mantık, rasyonalitedir. Kimileri, rasyonaliteyi sekülerleşmeyle eş anlamlı sayıyorlar ve modernleşmeyi bu yolla Aydınlanma geleneğine bağlıyorlar” (Yavuz, 2000:17). Aslında bu yaklaşım doğru bir yaklaşımdır. Aydınlanma yani rasyonalite, Rönesans ile başladıktan sonra, insan aklının ilahi otorite karşısında güç kazanmaya başlaması, doğal olarak sekülerizasyona gidecek olan süreci de başlatmıştır. Aydınlanmanın en ünlü filozofu Descartes’tir. Düşünüyorum o halde varım diyerek, bir dönem boyunca ifade edilmek istenen şeyi, aklın

egemenliğini bir cümle ile ifade etmiştir. Max Weber ile paralellik gösteren bu düşünüş

şeklinin ortak kaynağı “akıl” melikesidir. Modernliğin dayanak noktası işte bu ortaklığın paylaşılmasından ötürü rasyonalitedir. Bundan dolayı modernleşme, aydınlanma geleneğine, rasyonalite (aklileşme) bağlamında dayandırılabilmektedir.

Böylelikle Batı dünyasında tarihsel bir süreç sonunda kaçınılmaz olarak gelişen seküler hayat anlayışı, modern dönem içerisinde bireyin aklî olana yakınlaşması manasına gelmiş olmaktadır. Çünkü birey, gökyüzünün egemenliğinden uzaklaştırılarak madde dünyasıyla baş başa bırakılmıştır. Diğer bir değişle Đslami literatürde bu durum, el-hayatü'd-dünya kavramıyla açıklanmaktadır (Armağan, 1998). Yani dünya hayatı anlamındadır. Ancak Đslami bir içeriğe sahip olan bu dünya hayatı kavramının işaret ettiği gerçeklik ile sekülerizasyonun işaret ettiği gerçeklik aynı değildir. Çünkü bu kavramın Đslami boyuttaki açıklaması, dünya hayatının aldatıcılığı ve yanıltıcılığı üzerinde yoğunlaşmaktadır ki bu yönüyle ibret alınarak Allah’a yaklaşılması nasihat edilmektedir. Diğer anlamıyla da “Dünya kelimesi, arkaik Arapça'da bir şeyi 'yakınlaştıran' anlamındaki denâ'dan gelir. Dolayısıyla dünya, insan zihnini, görüp tecrübe ettiği şeylere yaklaştırır. Aynı zamanda Kur'an'da dünya ve tabiattaki her şeyin Allah'ın birer ayeti, işareti olduğu vurgulanır. Bu durumda dünya yakınlaştıran şey ise, tabiat ve dünya da Allah'ın ayetlerini taşıyorsa, şu halde dünya, insanı Allah'a yaklaştıran şey olmaktadır” (Armağan, 1998:93). Yani dünya kelimesi diğer anlamıyla da bireyi Allah’a yakınlaştıran bir kelime olarak burada karşımıza çıkmaktadır ki bu dünya ile modern dönemin seküler dünya diye tarif ettiğin dünya, birbirinden tamamen farklıdır.

Sekülerizasyon denen süreçte modern dünyanın amacı, yönetimde hâkimiyetin Tanrı’dan alınarak insana devrinin sağlanmasıdır. Yani bu anlamda Tanrı tanımama gibi bir durum söz konusu değildir. Sadece Tanrı’nın egemenliği, devletin ve bireyin üzerinden kaldırılarak kiliseye ya da camiye hapsedilmeye çalışılmıştır. Batı’da bu modern proje gerçekleştirilebilmiştir çünkü kilisecilik diye tabir edilen kurum buna uygun bir yapıya sahiptir. Geleneksel dönemdeki kilisenin egemenliğinin sınırlanması ve kilisenin sadece din işleri ile uğraşır bir hale getirilmesi ile sorun kolayca çözülmüştür. Ancak Đslam dünyasında kilisecilik gibi bir kurumun bulunmaması ve

sıkıntıya sokmuştur. Modern dönem ile başlayan sekülerleşme hareketi, Đslam dünyasında bu nedenle Batı’ya nazaran çok daha farklı seyirlere sahne olmuştur.

Mesela ilk zamanlar Türkiye’deki Türk aydınları meseleyi tam olarak anlayamamışladır ve bu nedenle de sekülerizme meyleden Türk aydınlarının çoğunu sekülerizmin getirip bıraktığı son durak ateizm olmuştur. Batı’yı örnek alan zamane Türk aydınları, Batı’nın dine karşı sergilediği tavırlar karşısında durumu yanlış anlayarak, dini tamamen reddetmişlerdir. Özetle, sekülerleşme, Türk aydınının bir yanılgısı sonucunda ulaştığı Tanrısızlık durumu olmuştur. Yavuz bu hususta şöyle demektedir: “Sekülerleşme, modernleşmenin bir pozitivizm olarak, ‘aşırı-okunma’sıdır ve 'hakikat boşluğu', bu aşırı-okumayla inşa edilerek hayatımıza yerleştirilen entelektüel bir tuzaktır” (Yavuz, 2009:78). Hâlbuki Batılı aydınlanma düşünürleri, modern hayatın kabulünden dolayı her ne kadar geleneksel hayatı eleştirmişlerse de, dini hayatı ve Tanrı’yı yok saymamışlardır. Zamane Türk aydınlarının örnek aldığı pek çok Batılı modern aydın, en fazla Teizm’e düşecek kadar ileri gitmişlerdir ki orada da yine bir Tanrı inancı söz konusudur.

Sekülerizasyon süreci modern dönemin ana karakteristiğini ifade eden bir süreçtir ancak modern dönem sadece bu süreçten ibaret de değildir. “Batı dünyasının yaşadığı tarihi dönüşümü üç kategoride değerlendirebiliriz. Bunlardan birincisi aklın, dinin ve geleneksel normların yönlendiriciliği karşısında kendi özerkliğine kavuşmasıdır.

Đkincisi Galileo ve Kepler'le başlayan bilim ve teknik alanında akılcı ve evrensel özelliklere sahip deneyci, araştırıcı bir anlayışın oluşturulmasıdır. Diğeri ise sosyal hayatta kutsaldan bağımsız rasyonel, seküler bir insan, toplum ve yönetimin tesisi olarak sınıflandırılabilir” (Akdoğan,2002:60-1). Görüldüğü üzere modern dönemin başlamasında önce aklın egemen hale gelmesi söz konusudur. Sonra bilim ve teknik alanında başlayan deneyci ve akılcı süreç ve son olarak da bireyin, toplumun ve devletin sekülerleşmesi süreci. Đşte bu üç aşama, modern dönemin oluşmasında ana etkendir. Bilim ve tekniğin gelişmesine bağlı olarak sanayi devrimini gerçekleştiren Batı dünyası, aklı özgür bırakarak, dinden ve geleneksel hukuktan bağımsız bir hukuk sisteminin doğmasına neden olmuştur. Batı bu bağlamda tartışıldığı gibi materyalist bir hayatı benimsemiştir benimsemesine ancak madde dünyasında da muzaffer olmasını bilmiştir.

Belgede Gelenek ve kimlik ilişkisi (sayfa 195-200)