• Sonuç bulunamadı

Sosyal Model Yaklaşımı

Belgede TÜRKİYE’DE ÖZÜRLÜ (sayfa 49-53)

2. YOKSULLUK VE ÖZÜRLÜLÜK

2.2. Yoksulluk ve Özürlülük İlişkisini açıklamayı Olanaklı

2.2.2. Sosyal Model Yaklaşımı

Sosyal model yaklaşımı, tamamen özürlülük sorunsalına açılım sağlayabildiğinden, özürlülük konusunu ilgilendiren bütün meseleler açısından anlam ifade eder. Özürlülük olgusunun sosyal teorisinin oluşturulmasında etken olan sosyal modeli, özürlülerin yoksulluğu bağlamında irdelemek anlamlıdır.

Özürlülüğün sosyal modeli, bizzat özürlülerin kendilerinin ve oluşturdukları örgütlü yapıların mücadelesiyle, dönemin hakim yaklaşımı olan medikal yaklaşıma karşı bir tepki niteliğinde ortaya çıkmıştır. Medikal model, özürlülüğe ilişkin tüm sorun alanlarının merkezinde özürlü bireyin fiziksel ya da ruhsal yetersizliğini görmekteydi. Dolayısıyla bu sorunların çözümü de, özürlülüğün tedavisi, yani

“normal” olarak kabul edilen diğer kesime benzetilmesi ile mümkündü. Modern tıbbın ilerlemesi ve bilimsel-teknik gelişmelerle birlikte, özürlü kişiyi “normal” hale getirmek ise, özürlü olmayan ancak “normalleştirme” konusunda uzman, profesyonel ve özürlü olmayan kişilerin işiydi.

Medikal modele göre özürlülük, özürlü kişinin kendisinden kaynaklı olan yetersizliklerin, yani patolojinin bir ürünüdür. Bu anlayış toplumda, “normal olan-normal olmayan” ayrımına doğru giden bir düşünce sistemi yaratmış, özürlü kişiyi aciz, bağımlı, yardıma/tedaviye/bakıma muhtaç nitelendirmeleri ile tanımlamanın yolunu açmıştır. Dolayısıyla toplumda özürlülere karşı gelişen olumsuz tutumlar, onların dışlanmasına, toplumdan soyutlanmasına, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel olanaklardan yoksun bırakılmalarına sebep olmuştur (arıkan, 2002 ).

Sosyal modelin oluşumunu önceleyen özürlü hakları hareketi ise medikal modelin dışlayıcı ve hastalık/sakatlık/tedavi odaklı anlayışına duyulan tepkinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İlk hareket, 1960’lı yıllarda İngiltere’de ortaya çıkmıştır ve bu hareket, özürlülerin yaşadığı yoksullukla ilişkilidir. 1965’de, DıG (Disability ıncome Group) isimli örgüte üye olan iki özürlü kadın, İngiltere parlamentosuna özürlü

yardımları konusunda önemli baskılar yapmıştır. Bu hareketin temelinde, özürlü kişilerin gelir ve ihtiyaçlarının özürlü olmayan profesyonellerce belirlenmesine ve özürlü kişilerin ekonomik ve sosyal olarak özürlü olmayan topluma bağımlı olmalarına karşı bir itiraz bulunmaktadır. Dolayısıyla yoksulluk ve özürlülük arasındaki politik zincirin ilk kez vurgulanması, aynı zamanda özürlülerin içinde bulunduğu maddi sıkıntılardan kurtulmasını amaçlayan özürlülük yardımları talebiyle özürlü hakları hareketinin de başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. 1960’ların sonlarına doğru hareketin amerika’da da hız kazandığı görülmektedir. Özürlü üniversite öğrencileri tarafından ıLM (ındependent Living Movement- Bağımsız Yaşam Hareketi) ismi ile ortaya çıkan örgüt, özürlülerin bağımsız yaşamları konusunda oldukça ses getirmiştir.

Daha sonra, aCCD (american Coalition of Citizens with Disabilities- amerikan Özürlü Vatandaşlar Koalisyonu), UpıaS (Union of physically ımpaired against Segregation- ayrımcılığa Karşı Fiziksel Engelliler Birliği), BCODp (British Council of Organizations of Disabled people- İngiltere Özürlü Örgütleri Konseyi), Dpı (Disabled people ınternational- Uluslar arası Özürlüler Örgütü), VOaDL (Voluntary Organizations for anti-Discrimination Legislation-anti-ayrımcılık Mevzuatı İçin Gönüllü Örgütler), RaDaR (Royal association for Disablement and Rehabilitation-Özürlülük ve Rehabilitasyon Büyük Birliği) gibi örgütlerin ortaya çıkmasıyla zaman içerisinde özürlü hakları hareketi oldukça güçlenmiştir. Bu hareket, özürlü hakları konusunda devletleri yasal düzenlemeler yapmaya zorlamak, özürlülerin özürlü olmayan diğerleri ile eşit haklara sahip olduğunu vurgulamak ve toplumsal yaşamın her alanında var olmayı talep etmek noktasında taşıyıcı olmuşlardır (Barnes 1998, Burcu 2006).

Özürlü hakları hareketi sonucunda, “özürlülüğün sosyal modeli” olarak teorileştirilen yeni bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Sosyal model özürlülük durumunu yaratan esas nedenin toplumsal olduğu, özürlülerin toplumsal engeller sonucunda izole edildiği tezini savunmaktadır.

Shakespeare (1996), sosyal modeli şu şekilde betimlemiştir:

“Sosyal model özürlü olan kişi ve toplum arasındaki ilişkiye odaklanır. Özürlülük, çevresel ve politik müdahalelerin kişileri engelli hale getirmesinin bir sonucudur… Bu yaklaşıma göre özürlüler, özürlü olmayan kişilerle eşit muamele görmek dışında bir şey talep etmezler. Sosyal modelde, sosyal nedenlerle engelli

duruma gelenleri yine sosyal nedenlerle başkalarına bağımlı hale gelen kişilerden ayırmak için bir neden yoktur. Gerçekte, herkes engeller ve önyargılar dolayısıyla özürlülerle aynı konuma gelebilir”

(Shakespeare, 1996).

Kaynak: Oliver, M. (1996a). Understanding disability: From theory to practice.

newYork:palgrave.

Dolayısıyla sosyal modele göre özürlülük, bir sistem sorunu olmakta, özürlülerin yaşadıkları sosyal sistemin bir ürünü olarak özürlülerin bağımsız yaşamalarını engellemektedir. Burcu’ya göre (2007) sosyal özürlülük olarak kavramlaştırılan anlamıyla özürlülük, “bireyin sosyal yaşamda ihtiyaçlarının karşılanamaması, bağımsızlığının oluşumunun ve devamlılığının sağlanabileceği sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik alt yapıların yetersizliği ve bu çerçevede diğerlerinden farklı birey olarak görülmesidir” (Burcu, 2007).

Sosyal modeli önceleyen özürlü hakları hareketinin ilk çıkış noktasının, özürlü kişilerin kötü maddi koşullarına tepki olarak baş göstermesi, özürlülük-yoksulluk ilişkisinin değerlendirilmesi açısından da oldukça anlamlıdır. çünkü dünyanın birçok yerinde özürlülerin, kendi kararlarını kendilerinin veremeyecekleri düşünülmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de, özürlülerin yetersiz maddi imkanlarla ve kötü yaşam koşullarıyla mücadele etmek durumunda kalmalarıdır. Yoksulluk durumu zaten kendi başına, kişilerin kendi hayatlarına yön verebilmelerini, seçimler yapabilmelerini oldukça kısıtlayan bir olgu olarak yaşanmaktadır. Özürlülük ve yoksulluk olgularının birbirlerini tetikleyen ve yaşam zorluklarını derinleştiren birlikteliği ise, özürlü kişiler için özürlü olmayanlara bağımlılığı daha da artırmaktadır. Bu sebeple, sosyal modelin yoksullukla bağlantılı olarak ortaya çıkışı, oldukça kolay açıklanabilmektedir.

Özürlülüğe sosyal model bakış açısıyla yaklaşmak, özürlülüğün yoksullukla olan ilişkisini anlamak noktasında açılım sağlar. Sosyal model özürlülüğün sosyal olarak sürekli üretildiğinden hareketle, sorunsalını toplumsal olandan yola çıkarak kurar. Yoksulluğun bu noktada, özürlülükle paralel olarak değerlendirilebileceği söylenebilir. Yoksulluğun da ortaya çıkışı toplumsaldır ve yoksulların kendilerinden ya da yoksulluk olgusunun doğasından kalkılarak açıklanamaz. Dolayısıyla, özürlüleri yoksulluğa iten sebeplerin temelinde toplumsal olarak üretilmiş eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu eşitsizliklerin geriletilmesi ise, tıpkı özürlü hakları hareketinde olduğu gibi bilinçli olarak verilen mücadele ile mümkün olmaktadır.

Sosyal model yalnızca yoksulluk-özürlülük ilişkisinin anlamlı bir çerçevede değerlendirilmesi açısından değil, aynı zamanda çözüm üretmek noktasında da önemli açılımlar sağlamaktadır. çünkü sosyal modelde engellenmişliği yaratan, yani bu sürecin faili bellidir. Dolayısıyla özürlülerin yaşadığı toplumsal çıkmazlar kendiliğinden oluşmadığına göre, çözümü de bu noktadan geçmek durumundadır.

Yani sosyal model, felsefesi itibariyle hem devlete hem de topluma sorumluluk yükler. Bu sorumluluk, yoksulluk özürlülük arasındaki zincirin kırılmasında etkin rol oynar. Sosyal model açısından devlet ve toplumun sorumluluğun yanında, özürlülerin de hak arama talepleri geliştirmeleri ve engellenmişlik hallerini politik zemine taşıyarak ifade etmeleri de oldukça önemlidir.

Belgede TÜRKİYE’DE ÖZÜRLÜ (sayfa 49-53)