• Sonuç bulunamadı

Sosyal İnşacılık Kuramı

Duygu sosyolojisi disiplinine adını veren Hochschild, duygu karşısında üç farklı tavır alınabileceğini söyler: Organizmacı, etkileşimci [interactional] ve sosyal inşacı.143 Hochschild, bu üç kuramın, duyguların toplumsal veçhelerine atfettikleri değerin sırasıyla arttığını söyler. Bunlardan ilki duyguları daha çok biyolojik bir sonuç olarak gördüğü için romanlarda duyguları bu kuramın izinde aramak hacimli fakat sosyal içerikten yoksun bir duygu dökümü olacaktır. (Sembolik) etkileşimcilik ise “toplumun mikro boyutlarına, gündelik yaşantılarımıza, içinde yaşadığımız gündelik dünyaya ve insanların ‘sembolik iletişim’ aracılığıyla gündelik yaşantılarında nasıl etkileştiklerine, düzen ve anlamı nasıl yarattıklarına”144 odaklansa da, bu kuramın kurucusu Mead’in “duygular hakkında çok az şey söylediğini, sembolik etkileşimcilerin yirminci yüzyılın büyük bölümünde duyguları hiç inceleme konusu yapmadığını”145 da belirtmek gerekir. “Duygu”, geçerli bir sosyolojik izlek olabilme yeterliğini ve prestijini ancak sosyal inşacılıkta bulabilmiştir.

E. Doyle Mc-Carthy, “The Social Construction of Emotions: New Directions from Culture Theory” adlı makalesinde sosyal inşacılığın temel niteliğinin “duygunun bilişsel ve kültürel veçheleri”ne yapılan vurgu olduğunu belirtir.146 Bu alandaki ilk çalışmalar ise Averill, Gergen, Harre gibi psikologlara; Lutz, Shweder, LeVine gibi antropologlara; de Sousa, Rorty ve Solomon gibi felsefecilerin 1980’li yıllar içinde yaptıkları çalışmalara dayanır (s. 268). Duygularda sosyal inşacı yaklaşım bu tarihlerde kuramsallaşsa da, kurucu sosyologların katkılarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Thomas Scheff, duygulara dair kültürel bir okumayı

143 Arlie R. Hochschild, “Ideology and Emotion Management: A Perspective and Path for Future Research”, Research Agendas in the Sociology of Emotions, Ed. Theodore D. Kemper, State University of New York Press, Albany, 1990, s. 119.

144 Martin Slattery, Sosyolojide Temel Fikirler, çev. Ümit Tatlıcan, Gülhan Demiriz, Sentez Yayıncılık, Bursa, 2014, s. 333-334.

145 Turner, Jonathan H. “The Sociology of Emotions: Basic Theoretical Arguments.” Emotion Review 1, no. 4 (October 2009): 340–54. doi:10.1177/1754073909338305.

146 E. Doyle McCarthy, “The Social Construction of Emotions: New Directions from Culture Theory” (1994). Sociology Faculty Publications. 4, s. 267.

Durkheim’ın 1915 tarihli “yas” çalışmasına kadar götürür.147 Köksal Alver, Durkheim’ın kültür sosyolojisi içindeki konumunu irdelerken duygu sosyolojisine ve onun içinde Durkheim’in öncü konumuna da değinir: “Hatta son zamanlarda adı yeni konulan duygu sosyolojisinin habercisi olduğu bile söylenebilir.”148 Eva Illouz’a göre de Durkheim; Marx ve Simmel’le birlikte modernitenin ortaya çıkışını duygular üzerinden anlatan öncü sosyologlar arasındadır: “Modern toplumların sosyal farklılaşmasının duygusal yoğunluktan yoksun olduğu düşünüldüğünde modern toplumun nasıl ‘bir arada tutunduğunu’ anlamaya çalışan Durkheim’ın modernite görüşü duygularla daha doğrudan ilişkiliydi.”149 Durkheim ve duyguların sosyal inşasına dair yazılan bir makalede150 ise bu ilişki ayrıntılandırılmış ve Durkheim’dan bağlam dışında yapılan alıntıların bir yanlış anlamaya neden olduğu savunulmuştur. Yine de, aynı çalışmada Durkheim’ın zayıf bir sosyal inşacı olabileceği de eklenmiştir. Bericat’e göreyse, sadece Durkheim’ın değil, Marx, Weber ve Freud’un yazdıkları, duygu sosyolojisinin temel kaynaklarını oluşutrur.151 Bericat, Durkheim’ın

İntihar’daki ve Weber’in Protestan Etik ve Kapitalizmin Ruhu’ndaki analizlerini

duyguların sosyolojideki anahtar rolünü göstermesi bakımından dikkate değer bulur. Ona göre, bu yazarlar aynı zamanda herhangi bir sosyal fenomeni açıklamak veya anlamak çabasında olan fakat bu işe duyguları dâhil etmeyen bir sosyolojik teorinin yeterince kavranamaz olduğunu da göstermişlerdir. Yine de ona göre, tüm bu temel çalışmalarda duygular analitik bir odak noktası değildir. Bericat, bu durumun istisnası olarak Charles H. Cooley’nin duyguları sosyal etkileşim dinamiklerinin merkezine oturttuğu “ayna benlik” (looking-glass self) teorisini gösterir. Stjepan G. Mestroviç,

Duyguötesi Toplum’una152 “Sosyolojik teorileştirmelerin çoğundaki kayıp malzeme

147 T. J. Scheff, “Toward Integration in the Social Psychology of Emotions”. Annual Review of Sociology, 9(1), 1983, 333–354.

148 Köksal Alver, “Emile Durkheim ve Kültür Sosyolojisi”, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 21. Sayı, 2010, s. 207-208.

149 Eva Illouz, Soğuk Yakınlıklar, s. 13.

150 Fisher, Gene & Kyum, Koo & Chon. (1989). “Durkheim and the Social Construction of Emotions”, Social Psychology Quarterly. 52.

151 Bericat, a.g.y., s. 498.

152 Stjepan G. Mestrovic, Duyguötesi Toplum, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 51.

duyguların rolüdür.” diyerek başlar ve ilerleyen sayfalarda, gündelik yaşamda ve onu

inceleyen sosyal bilimlerde duygunun akıl tarafından işgaline yoğunlaşır.153 Duygu sosyolojisinin gelişimi ve öncü sosyologların bu gelişimdeki payı konusunda Bericat’le çoğunlukla aynı fikirde olan Turner ise duyguların sosyolojide “merkezî bir konum” edinememesinin sonucunda oluşan gecikmeyi iki sebebe bağlar. Bu “görmezden gelme”nin nedenlerinden ilki, sosyolojisinin toplumlarla ilgili daha makro yaklaşımlarda bulunmalarıdır. İkincisi ise George Herbert Mead’in (1934) “mikro sosyol etkileşimlere dair kurucu nitelikteki çalışmasının, şaşırtıcı şekilde, duyguların kavramsallaşıtırılmasından mahrum olması”dır. 154

Tam da bu aşamada, duygu sosyolojisinin ve duygularda sosyal inşacılığın birbirleriyle ne tür farklılıkları olduğu sorusu kendisini gösterir. Mc-Carthy, makalesinin sonuç bölümünde bu konuya açıklık getirir ve duygu sosyolojinin ortaya çıkışından sonra “sosyal-inşacılığın, benlik ve duygu üzerine otonom bir sosyolojik perspektif arayışında olan yaklaşımın özelliklerini kendisinde toplayıp özetlediğini”155 söyler. Zamanla, psikoloji ve antropoloji disiplinlerinde de yapılan benzer çalışmalar da aynı amaca hizmet ederek sosyal inşacılığın içini doldurmuştur. Böylece duygu sosyolojisi, aslında duygulara sosyal inşacı faaliyetlerin disiplini haline gelmiştir ve her ne kadar bu disiplinin doğuşu sadece kırk yıllık bir geçmişe sahip olsa da156 bugün duygular, sosyoloji içinde önemli bir alt başlığı oluşturmaktadır.

Duygulara sosyal inşacı bakış, Hochschild’ın bir makalesine157 dayandırılır.158 Bu makalesinin henüz ikinci paragrafında “Günümüzde hisler [feelings] ve duygular

153 Modern dünyada yazarın deyimiyle “entelektüel kurgular” haline gelen duyguların üretilmeleri ve “deneyimlenme”leriyle ilgilenen Mestrovic, aynı zamanda, duyguların kültür endüstrisi tarafından nasıl manipüle edilebildikleri ve sosyal inşacı bir bakışa ne denli elverişli olduklarını da gösterir.

154 Turner, Jonathan H. “The Sociology of Emotions: Basic Theoretical Arguments.” Emotion

Review 1, no. 4 (October 2009): 340–54..

155 Mc-Carthy, a.g.y., s. 276.

156 Eduardo Bericat, “The Sociology of Emotions: Four Decades of Progress.” Current Sociology 64, no. 3 (May 2016): 491–513.

157 Arlie R. Hochschild, “The Sociology of Feeling and Emotion” in Another Voice, Ed. M. Millman and R. M. Kanter. New York: Doubleday, 1975, s. 280-307

158 Robert Thamm, “Social Structure and Emotion”, Sociological Perspectives 35, no. 4 (1992): 649- 71.

[emotion] üzerine sosyolojik bir kuram yok”159 diyen Hochschild, sosyolojinin –o gün için- geçerli uğraşlarının böyle bir teoriyi oluşturacak bir yapıya sahip olduğunu, fakat sosyolojinin duygulardan uzak durmasının iki sebebi olduğunu ifade eder. Bunlardan ilki, “teknolojik ve rasyonalistik kültürde” duyguların bilimsel bir uğraş için uygunsuz ve kusurlu bulunması, ikincisi ise, yine ilk sebeple benzer şekilde, sosyolojinin “gerçek bir bilim” sayılma amacı doğrultusunda sosyal hayatın hep ölçülebilir ve nesnel gerçekleriyle uğraşmak istemesidir. Hochschild’a göre, bu durum tam da “akademideki geleneksel eril kültür”ün amaçlarıyla kesişir. Makalenin başında ise sosyolojide feminist eleştiriye dair üç temel önkabul olduğunu söyleyen Hochschild, sosyologların sosyal hayata “kadın bakışı”yla yaklaşmadıklarını söyler. Böylece Hochschild, akademideki eril kültürün duyguları kadınsılaştırarak ilgiye değer görmediğini de ifade etmiş olur. Hochschild’ın makalesini önemli kılan sadece duygu sosyolojinin eksikliğini göstermesi değil, aynı zamanda duygular üzerine antrolopoloji ve dilbilim alanlarındaki çalışmalara dair bir literatür verip “Duygu ve Hislerin Sosyolojik Kuramına Doğru” alt başlığında “Duygular anlamlarını ancak belirli sosyo- kültürel bağlam içinde kazanırlar” diyerek duygunun toplumsal boyutuna dikkati çekmesidir (s. 288). 1975’te duygu sosyolojisi terimini ilk kez kullanan Hochschild, 1979’da “hissediş kuralları” (feeling rules), “emotion work” (duygu çalışması) gibi kavramları da üreterek bu disiplinin temel sorunsallarını ve kavramlarını üretir. 1983’te bu disiplinin önemli kitaplarından The Managed Heart: Commercialization of

Human Feeling [Yönetilen Kalp: İnsan Hislerinin Ticarileşmesi] adlı kitabını

yayımlar. Duygu sosyolojisi için diğer önemli bir tarih 1986’da American Sociological Association çatısı altında Sociology of Emotions Section’ın160 kurulmasıdır. Bunun ardından, duyguyu temel alan birçok bağımsız enstitü ve topluluk açılır.161 Duygu sosyolojisi; Bericat’in Hochschild ile birlikte kurucu isimleri arasında saydığı162 Thomas J. Scheff’in, Theodore D. Kemper’in ve bu çalışmada görüşlerine sıkça yer

159 Arlie R. Hochschild, “The Sociology of Feeling and Emotion”, s. 280. 160 Peggy A, Thoits, “The Sociology of Emotions.”, s. 317.

161 Duygu üzerine, çoğu üniversite işbirliğiyle faaliyet gösteren “ duygu” kuruluşlarından başlıcaları için Bk. https://projects.history.qmul.ac.uk/emotions/links/ (Son güncelleme: 04.03.2019)

verilen James R. Averill’in çalışmalarından sonra, takip edilmesi zorlaşan bir ivmeyle gelişmeye başlamıştır. Deborah Lupton, Duygusal Yaşantı kitabında, son yıllarda iyice dallanıp budaklanan sosyal inşacılığı “Sosyo-Kültürel Kurmalar Olarak Duygular” başlığı altında kabaca dört başlık altında inceler. Duyguların toplumsal kurumlar, sistemler ve iktidar ilişkileri tarafından şekillendirildiğini savunan Yapısalcılık163, duyguları “toplumsal gerçekliğin imal edilmiş veçheleri” olarak kabul eden Fenomenolojizm (s. 45), “söylemin yalnızca dünyayı temsil eden bir pratik değil, dünyayı imleyen, onu bir anlamda oluşturan ve kuran bir pratik” (s. 46) olduğunu öne süren post-yapısalcılar ve bilinçdışının -bile- toplumsal deneyim yoluyla kurulduğunu savunan psikodinamik perspektif.

Bu disiplinin amacı ise kısaca Schieman’ın164 şu sorusuyla somutlaştırılabilir. “Öfkeyi inceleyerek sosyal hayata dair ne öğrenebiliriz?” Bericat’in buna cevabı ise şu şekildedir: “Her bir duygunun analizi, insani sosyal etkileşimin belirli veçhelerini gözlemleyebileceğimiz, kendisine has bir perspektif sunar” (s. 499). Örneğin, Osmanlı romanında acıma/merhamet eksenli bir okuma, vicdani sorgulamanın kaynağı, gelir eşitsizliğine dair eleştiriler, ve buna bağlı olarak yazarın ideolojik konumu gibi pek çok toplumsal sorunu doğurmasıyla örneklendirilebilir. Sosyolojinin duygulara ilgisi toplumsal gerçekliği açıklamak için duyguların önemli bir bakış açısı sunmasından kaynaklanmaktadır. “Kısaca, duygular sosyolojisi iki temel görevle karşı karşıyadır: duyguların sosyal doğalarını ve sosyal gerçekliğin duygusal doğasını incelemek” (s. 495). Tüm bunlardan sonra, on dokuzuncu yüzyıl romanında duyguların, biyolojik tabanlı bir kuram yerine sosyal inşacılık çerçevesinde incelenmesinin nedeni daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim Feldman’ın da belirttiği gibi, “Duygular, toplumsal gerçekliktir.”165 Feldman’a göre duygular, iki insan arasındaki ortak niyetlilikle/mutabakatla [intentionality] ve bunu mümkün kılan dil ile oluşur. Feldman, duyguların bu süreçler sonucunda nasıl kurgulandıklarını ve inşa edildiklerini gösteren örnekler bakımından oldukça zengindir.

163 Lupton, a.g.e., s. 35-36.

164 Schieman S., “Anger”. Handbook of the Sociology of Emotions, Ed. Stets JE, Turner JH, Boston: Springer, 2006., s. 493. Aktaran: Bericat, a.g.y., s. 499.

Eva Illouz, Soğuk Yakınlıklar kitabında sosyolojinin “öznel, görünmez ve kişisel bir deneyim olan ‘duygu’”ya166 odaklanma riskini neden alması gerektiğine dair şu açıklamaları yapar: Öncelikle “Duygu tek başına bir eylem değil, bizi davranışa iten, bir davranışa belirli bir ‘ruh hali’ veya ‘renk’ veren içsel bir enerjidir.” Illouz, ikinci nedeni şu şekilde açıklar: “Duygu şüphesiz ki psikolojik bir ögedir ancak aynı ölçüde hatta belki daha fazla oranda kültürel ve sosyal bir ögedir. Birey olma durumunun kültürel tanımlarını duygular yoluyla ortaya koyarız çünkü duygular somut, şu ana ait ama her zaman kültürel ve sosyal olarak tanımlanmış ilişkilerde ifade edilirler” (s. 14). Duyguların sosyoloji açısından başlıca öneme sahip oluşunun diğer bir izahı, “sosyal düzenlemelerin çoğu[nun] aynı zamanda duygusal düzenlemeler” (s. 15) oluşudur. Buna örnek olarak birçok toplumu düzenleyen en temel ayrımın kadınlar ve erkekler arasındaki duygusal kültüre dayanışını ve toplumsal hiyerarşinin bu şekilde düzenlenişini verir. Bu çalışma bağlamında ise Osmanlı düşüncesinde önemli bir sosyal düzenleme olarak sayılabilecek Tanzimat’ın farkında olmadan duygusal bir düzenle(n)meyi beraberinde getirmesi örneği verilebilir. Bu çalışma, bu duygusal düzenlemenin yansımalarını gösterme amacı da taşımaktadır. Bu yansımaların en iyi şekilde görüleceği mecralardan biri ise, yine bu yansımanın bir ürünü olan roman türüdür.

Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi’nde sosyoloji incelemeleri için Osmanlı romanın az yararlanılan bir kaynak olduğunu söyleyerek bu romanların “İstanbul seçkin çevreleri”nin durumu hakkında da önemli bir kaynak olduğunu belirtir. Ona göre Türk romanını ilk örnekleri, sosyal değişmenin getirdiği sorunlar karşısında Osmanlı aydının durumunu da belgeler. “[İ]lk Osmanlı romanlarının büyük çoğunluğu toplumsal ve siyasal değişmenin yarattığı sorunları inceleyen tezli romanlardır.”167 Roman, tarih ve sosyoloji bağlantısı üzerine yoğunlaşan çalışmalarda muhakkak alıntılanan bu sözlerin, sadece “toplumsal ve siyasal” değişmeleri kapsamadığı ve “duygusal” alan için de önemli veriler sunduğu –çalışmanın ilerleyen bölümlerinde

166 Eva Illouz, Soğuk Yakınlıklar, çev. Özge Çağlar Aksoy, İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 13. 167 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, s. 30.

ayrıntılandırılmaya çalışılacağı üzere- söylenebilir. Bir edebî tür olarak romanın, sosyoloji bilimi ile paralel ilerleyişi bu bağlamda ayrı bir önem kazanmaktadır.

Çağımızın halen yaşayan önemli sosyologlarından Helmut Kuzmics “How to Analyze Emotions with the Help of Novels”168 [Romanların Yardımıyla Duygular Nasıl Analiz Edilir] makalesine sosyoloji ve roman arasında daha derin bir bağlantı kurarak başlar. Ona göre sosyolojinin bir disiplin olarak varoluşundan önce onun üstlendiği görev zaten roman tarafından icra edilmiştir. Kuzmics romanın bu işlevini, bu düşüncesine referans olarak kullandığı Lepenies’in Between Literature and

Science: The Rise of Sociology (Edebiyat ve Bilim Arasında: Sosyolojinin Yükselişi)

kitabından alıntıladığı ifadeyle “proto-sociology” (öncül-sosyoloji) olarak tanımlar. Bu ilişki, Ulus Baker’in Kanaatlerden İmajlara kitabında sosyolojinin Simmel, Charles Wright Mills gibi kurucu isimler dışında “toplumsal tip” üretmekteki başarısızlığı ve sadece sosyolojinin değil sosyal bilimlerin bu başarısızlığından doğan açığın on dokuzuncu yüzyıl romanı tarafından giderildiğinden bahsetmesini hatırlatır.169 Kuzmics, romana yüklediği bu misyonun hemen ardından sosyoloji ve edebiyat ilişkisine duygu perspektifinden bakacağını belirtir, fakat duyguların fiziksel, davranışsal ve hissel bileşen olmak üzere üç ayrı veçhesinden bahseder. Bu üçüncü veçhe “daha dar anlamda, terimin kültüre bağlı olarak değişen anlamıyla ‘duygu’dur [emotion].170 Kuzmics’e göre, şiir türü duygular hakkında çok daha fazla konuşsa da sosyal içeriğe daha az dokunur, tiyatro oyunları ise karakterin konuşmalarına daha çok yer verse de açıklayıcı bilgilerden yoksundur. Bu açıdan roman, edebiyatın sosyoloji ile işbirliğinde -en başta da belirttiği gibi- daha kullanışlı bir türdür. Yine de Kuzmics, temkinli davranır ve sosyoloji ve roman arasındaki ilişkinin çok boyutlu olduğunu söyleyerek kimi sakıncalardan bahseder. Roman, her ne kadar kullanışlı bir tür olsa da en nihayetinde tahkiyeye dayandığı ve bilimsel bir amacı olmadığı için var olan gerçekliği doğrulayabilir, tümüyle yanlış çıkarabilir veya sosyolojik gerçeği aydınlatabilir. “Poetik hakikat, basit hakikatten bazen farklıdır” (s. 29). Diğer yandan,

168 Helmut Kuzmics, “Using fiction as sociology: How to analyze emotions with the help of novels”, Methods of Exploring Emotions, Eds. Helena Flam; Jochen Kleres, Routledge, London, 25-35. 169 Ulus Baker, Kanaatlerden İmajlara, Birikim Yayınları, İstanbul, 2015, s. 46-62.

“yüksek edebiyat” sayılan romanlar mı yoksa popüler romanların mı bağlam açısından daha yararlı olduğu sorusu da kendisini gösterir. Kuzmics, sosyal fenomenleri daha keskin gözleme, daha derin yorumlama gücü ve kelime seçimi gücü dolayısıyla, deyim yerindeyse, kanona girmeyi başaran eserleri tercih eder. Bu çalışmanın dönemi ise, Batı uygarlığında yüzyıllardır var olan, fakat Osmanlı kültür hayatında birdenbire ortaya çıkıveren bir edebi türe odaklandığı için, yüksek edebiyat, kanon içi/dışı veya ucuz romanlar gibi ayrımlardan muaf görülür.

Sonuç olarak, bu çalışma, duyguların belirli bir sosyal çevre içinde anlam kazandıkları, şekillendikleri ve kültür tarafından oluşturuldukları yönündeki temel kabul üzerinden hareket eder. Bu nedenle, konu edilen her duygunun tarihsel veya kültürel değişimlerine kısaca değinilmiştir. Örneğin aşk duygusunun Antik Yunan’da veya Batı’daki saray edebiyatındaki görünümünden bahsedilmiş ve böylece bu duygunun evrensel bir temsile veya deneyimlenme sürecine indirgenemeyeceği gösterilmeye çalışılmıştır. Sonrasında ise, roman türünü ortaya çıkaran şartların ne türden bir aşkı ortaya çıkardığı ve asıl olarak, bunun Osmanlı romanındaki izdüşümlerinin incelenmesi amaçlanmıştır.

İKİNCİ BÖLÜM: TÜRK ROMANINDA UMUT, AŞK, KISKANÇLIK ve ACIMA DUYGULARININ GÖRÜNÜMLERİ