• Sonuç bulunamadı

Bir Duygu Olarak Umut

2.1. UMUT: Yeni Bir Geleceğin Umudu

2.1.1. Bir Duygu Olarak Umut

J. P. Day, “umut” kavramının niteliğini sorguladığı makalesinde, “umut”un felsefe tarihindeki üç farklı görünüşünü şöyle özetler:

“Aquinas Umut’u ikinci en büyük Teolojik Erdem olarak görüyordu. Hume ise Umut’u ve onun zıttı olan Korku’yu en önemli iki “dolayımsız tutku”dan biri kabul ediyordu. Kant şu soruyu soruyordu: ‘Eğer benim görevimse neyi umut edebilirim?’ Kant’a benzer şekilde Mill de dindeki temel sorunun ‘Neye inanmak gerekir?’ değil de ‘Neyi umut etmek gerekir?” olduğunu iddia ediyordu.”180

Terry Eagleton ise şu çıkarımda bulunur: “Eğer umut salt bir his olsaydı, Augustinus ve Aquinas’ta olduğu gibi bir erdem sayılmazdı. Bir erdeme sahip olduğunuz için takdir görebilirsiniz ama bir hissinizden ötürü takdir edilmek en azından sık rastlanan bir durum değildir.”181 Aristo’da umudun (elpis) afektif (duygulanımsal) yönü baskın bir pathe mi yoksa bir bilişsel bir durum mu olduğu muğlaktır.182 Spinoza, tıpkı Hume gibi umudu korku ile eşleştirmiş ve şu tanımı yapmıştır: “Umut, akıbeti hakkında kuşku duyduğumuz gelecek ya da geçmiş bir olayın imgesinden doğan istikrarsız bir sevinçten başka bir şey değildir mesela; korku deseniz, o da kuşkulu bir olayın imgesinden doğan istikrarsız bir keder.”183

180 J. P. Day, “Hope.” American Philosophical Quarterly 6, no. 2, 1969: s. 89. http://www.jstor.org/stable/20009295.

181 Terry Eagleton, İyimser Olmayan Umut, çev. Emine Ayhan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 89.

182 George Kazantzidis, D. S., Hope in ancient literature, history, and art: Ancient emotions I, De Gruyter, Berlin, Boston, 2018, s. 11.

Fenomenolojik psikiyatri açısından umudu inceleyen Eugenio Borgna ise, “varoluşsal bir kategori” başlığı altında, umudun yanılsamadan bekleyişe uzanan anlam aralıklarından bahsederek onun “ancak disiplinlerarası değerlendirmeler ve dönüşümlerle kavranabilece[ğini]”184 söyler.

Umudun bu türden farklı görünüşler sunmasının başlıca iki sebebinden biri, onun dinî bir duyguya veya erdeme yakın bir varoluşu barındırmasıdır. Bu durum, Ortaçağ Hıristiyanlığında ve İslami literatürde ortak sayılabilecek bir mahiyet gösterir. Antikçağ’da bu duygu ne denli hor görüldüyse, tek tanrılı zamanlarda o denli yüce bir mahiyet kazanmıştır. Mitolojide Pandora’nın kutusundan çıkan son kötülük umuttur (elpis) ve hikâye ancak Nietzsche’ci bir okumayla asıl anlamını bulur. “Çünkü Zeus, diğer kötülüklerden ötürü ne kadar acı çekerlerse çeksinler, insanların yaşamlarından vazgeçmelerini istemiyordu, bunun yerine yeniden acı çekmeye devam etmelerini istiyordu. Zeus böylelikle insanlığa umudu verir, ama aslında umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü insanların ızdırabını uzatır.”185 Platon, onu tüm kötülüklerin kökü olan zevk, insanı iyiden alıkoyan acı, ahmakça iki rehber olan gözü karalık ve korku, bastırılması zor olan öfke ile birlikte anıyordu: “İnsanı baştan çıkaran umut”.186 Fakat umudun mahiyetine dair bu kötümser yaklaşımın Stoacılarla birlikte yumuşadığı görülür. Seneca, Ahlak Mektupları’nda dostu Lucilius’a şu tavsiyede bulunur: “[K]imi şeyleri umut ederek, kimi şeylerden umut keserek kendine yeni kaygı nedenleri yaratacaksın, öyle mi? Aklın varsa ürettiğin duygularının birini ötekine kat. Umudun umutsuzlukla, umutsuzluğun umutla birlikte olsun.”187 İnsanı ayakta tutsa da aç gözlülüğünün de bir temsilidir. “İnsanın yaşayabileceği ömür ne kadar uzun olursa olsun, gözümüzü hiçbir zenginlik, mevki doyurmadığından umutlarımızla doldururuz yaşamımızı” (s. 471). Seneca’nın aşırı istekler ve korkularla birlikte ansa da kimi zaman insanı karamsarlıktan kurtardığı için övdüğü umut, Hıristiyanlıkta ise en önemli erdemlerden biri halini alır. Hıristiyanlar Tanrı’nın krallığının gelişine kesin gözüyle

184 Eugenio Borgna, Bekleyiş ve Umut, çev. Meryem Mine Çilingiroğlu, YKY, İstanbul, 2015, s. 97. 185 Friedrich Nietzsche, İnsanca, Pek İnsanca - I, Çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015, s. 71

186 J. R. Averill, Rules of Hope, (Ed. J. R. Averill) Springer-Verlag, New York, 1995, s. 3. 187 Seneca, Ahlak Mektupları, çev. Türkân Uzel, Jaguar Kitap, İstanbul 2016, s. 427.

baksalar da, onu umut etmeyi erdem olarak görürler. Osmanlı düşüncesinin epistemolojisini oluşturan İslam ilahiyatında da Tanrı’dan umudu kesmek, “Haktan sapmış olmak”la eş değerdir: “‘Haktan sapmış olanlardan başka kim rabbimin rahmetinden ümit keser!’ dedi” (Hicr: 56).188 İnsanı “ümit ve korku arasında” (beyne’l

havf ve reca) gören tasavvufta “reca”nın “umut”a yakın bir anlamı olduğu görülür.

Hatta “Kur’an’da Allah’ın rahmetini ümit etme recâ kökünden türeyen fiillerle ifade edilmiştir (el-Bakara 2/218; el-İsrâ 17/57). Allah’a kavuşmayı ümit edip buna göre hazırlık yapanlar övülmüş, Allah’a kavuşmayı ummayıp kötülükte devam edenler yerilmiştir (Yûnus 10/7, 11, 15; el-Kehf 18/110; el-Ankebût 29/5)”189 Tüm dinî anlamları bir yana, belirli bir ruhsal olgunluk da gerektiren umut, ahlaki bir nitelik olarak görülmeyi elverişli özellikler barındırır: Belirli bir konuda makul bir iyimserlik, zorluklara katlanacak sabır, engelleri aşmayı göze alan bir cesaret ve sorunların üstesinden gelmenin temel gerekliliği olan bir zekâ.

Umudun bu türden farklı görünüşler sunmasının diğer sebebi, onun bilişsel yönünün baskınlığıdır. Bu çalışmanın genel çerçevesini oluşturan sosyal inşacı bakış açısının öncülerinden olan James Averill, George Catlin ve Kyum K. Chon ile birlikte yaptıkları sosyal deneyin sonuçlarını açıkladığı Rules of Hope’ta “Özetle, umut, diğer tüm duygulardan çok daha bilişseldir [cognitive]. Onun bu özelliği bazı teorisyenleri, diğer duygulardan fazla bir şekilde, duygu kategorilerinden dışarıda tutulmasına neden olmuştur.”190 demektedir. Felsefe tarihinde umudun bir erdem mi yoksa bir duygu mu olduğu yönündeki tartışma, psikoloji literatüründe onun bir duygu mu yoksa bir zihin durumu, tavır, eğilim, düşünce, rüya, fantezi mi olduğu yönünde devam etmektedir. Yine de, bu gözlemi yapan araştırmacıların yaptıkları sosyal deney sonucunda vardıkları sonuç; duygu oldukları genel kabul gören aşk ve öfke ne kadar bilişselse ve yine de duygu olarak kabul ediliyorlarsa “umut”un da aynı niteliği paylaştıkları

188 “Hak yolundan sapmış olmak” yerine birçok mealde “sapıklık” sözcüğünün kullanıldığı, “sapıtmışlık”, “sapkınlık” gibi ifadeleri tercih eden meallerin de olduğu görülmüştür. Bu çalışmada kullanılan kaynak için bk. https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hicr-suresi/1853/51-56-ayet-tefsiri 189 Süleyman Uludağ, “REC”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/reca (30.11.2019).

yönündedir. Diğer yandan, Averill “Entelektüel Duygular” başlıklı yazısında umudu entelektüel bir duygu olarak ele alır.191

Umudun sosyal bir inşa olduğuna dair kabulün bir yansımasıysa yine Türk romanında bulmak mümkündür: Umudun bu dönem romanlarında mimari metaforlarla somutlaştırılmaya çalışıldığı görülür. Örneğin, gerçekleşmeyen umutlar Ahmet Mithat’ta çoğunlukla “yıkım”a (inkıraz) uğrar. Döneminin en popüler romancılarından Vecihi’de umut, çıkmaz sokağa bakan bir keder kulübesidir: “Tuttukları ev gönlü gibi iki tarafı iki bina-yı azim arasına sıkışmış, ümidi gibi çıkmaz bir sokağa nazır bir külbe-i mihnet idi”192 Halit Ziya’da “mebna-yı ümit, hedef-i saika olmuş bir külbe-i harap gibi kırılıp dökülmüştü[r].”193 Hüseyin Cahit’in Hayal

İçinde’sinde romanının sonunda Nezih, “kendi kendisine bina ettiği seraçe-i ümit”in194 yıkıldığını hisseder. Görüldüğü gibi, umut, mimari metaforlarla dile gelir, onu hisseden kişi tarafından inşa edilir ve -özellikle bazı yazarlarda- sonunda yıkılan bir yapıdır.

Umudun başka görünüşler kazanmasına neden olan tüm bu nitelikleri aynı zamanda ona –bu çalışma açısından- ayrıcalıklı bir konum da sağlar: Umut, aklın - diğer duygulara göre daha- baskın olduğu ve aynı zamanda -diğer duygulara göre daha- yoğun ahlaki bir yönünün bulunduğu bir duygudur. Bu bakımdan, bir değişimin ve dönüşümün devri olan Tanzimat döneminde araştırılmaya en müsait anahtar kavramlardan biri olarak gözükür. Nitekim bu dönemde değerler sistemi değişmeye başlamıştır. Kozmik kader anlayışının ağırlığı yerini kişinin kaderi üzerinde söz sahibi olduğuna dair bir inançla yer değiştirmeye başlamıştır. Ekonomik ve sosyal bir dönüşüm gerekmektedir ve aydınlar bunun zorlukların farkındadır. Yine de tüm bunlar için gerekli metaneti asla elden bırakmazlar. Tüm bu şartlar, Namık Kemal’in Hürriyet

Kasidesi’ndeki “Ne yâr-ı cân imişsin ah ey ümmid-i istikbâl / Cihanı sensin azad

191 James R. Averill. (1996). “Intelectual Emotions”, R. Harré; G. Parrot (Eds.) The emotions: Social, cultural and biological dimensions, London: SAGE, s. 24-38.

192 Vecihi, Mihr-i Dil, Haz. Yavuz Sinan Ulu, Ankara: Kültür Ajans, 2016, s. 71. 193 Halit Ziya, Ferdi ve Şürekası, Haz. Samet Öz, Özgür Yayınları, İstanbul 2016, s. 67 194 Hüseyin Cahit, Hayal İçinde, Orion Kitabevi, Haz. Gökhan Tunç, s. 188.

eyleyen bin ye's ü mihnetten” beyitinin şerhi olarak da okunabilir. “Daha iyi” için küçük bir azınlığı oluştursalar da, âdeta bir seferberlik başlatan Tanzimat aydınlarının, “ümid-i istikbal”i Erich Fromm’un umut tanımıyla da örtüşmektedir: “[D]aha mükemmel bir canlılık, farkındalık ve mantık doğrultusunda sosyal bir değişim için herhangi bir teşebbüsteki belirleyici öge.”195

Ahmet Mithat’ın Teehhül’ünde Mazlum Bey, sevdiği kız Hayfa’nın intiharından sonra, zorla evlendirildiği Sabire’ye intiharını şu şekilde açıklar: “Bir adam dünyada ancak bir ümit üzerine yaşayıp dünyaca bir ümidi olmayan adam için hayat abestir.”196 Aynı durumun, kurgu karakterler için de geçerli olduğunu söylemek, aşırı bir yargıda bulunmak olmayacaktır. Elbette bu durum, tüm roman karakterlerinin kendilerini bir umuda adamaları gerektiği anlamına gelmez. Örneğin, Servet-i Fünun romancılarında bu tür sosyal bir umut görülmez. Fakat bu durum, onların romanlarındaki karakterlerin herhangi bir umut duymadıklarını da göstermez. Umutları, kurgunun sonunda boşa çıkar, zaten karakterler de umutlarına ulaşmak için –çoğunlukla- gereken çabayı göstermezler. Fakat her durumda bir umuttan ve o umuda yönelik bir tavırdan bahsedilebilir. Halit Ziya’nın dediği gibi, “Ümit, fikr-i beşer için bir âleti musallata gibidir, onu tamamen silmek kabil olamaz.”197 Hatta Servet-i Fünun’da örneğin Bihter’in tüm umutlarından feragati anlamına gelen intihar bile bir umudun görünüşü olarak yorumlanabilir. Ahmet Mithat’ın Ölüm Allah’ın Emri romanında Behice “Hiçbir adam husul-i emelinden kat’ı-ı ümit edebilir mi?” diye sorar. Ardından, Servet-i Fünun romanındaki umutsuz görünüşün bile aslında bir umut eylemi olduğunu açıklayabilecek şu cümleleri sarf eder: “Feda-yı can edenleri bile sakın meyus olmuş zannetmeyiniz. Onlar husul-i emeli o yolda buldukları cihetle feda- yı can ederler. Vasiyetnamelerinde yeisten bahsederler ise o haldeki yeislerine nispetle ölümü ümid-i selamet görerek onun için nefislerine kıyarlar.”198

195 Erich Fromm, Umut Devrimi, çev. Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İstanbul 2015, s. 20. 196 Ahmet Mithat, “Teehhül”, LR, s. 55.

197 Halit Ziya, Ferdi ve Şürekası, s. 229.

Servet-i Fünun romanlarında, Ahmet Mithat’ta veya Mizancı Murat’ta olduğu gibi umudunu gerçekleştirmek için yaşayan karakterlerin olmayışı veya azlığı, bu nedenle, bu romanlarda herhangi bir umut olmadığını ispatlamaz ve onların umutlarını da incelenmeye değer kılar. Ahmet Mithat’ın da dediği gibi, “Herkes bir umuda hizmet eder.”199 Bu gerçekten hareketle, on dokuzuncu yüzyıl Türk romanındaki umutlara genel bir bakış sonrasında, umut türlerinin üçe ayrıldığı görülmüş ve bu her üç sınıfa giren umutların temel nitelikleri incelenmeye çalışılmıştır.

2.1.2. 19. Yüzyıl Türk Romanında Umudun Görünümü

Türk romanının varoluşunu bir ölçüde mümkün kılan bir ontolojik kaynak olan ve “feleğin çemberinden kurtulup yeni bir kader tayin etme umudu” şeklinde kavramsallaştırılabilecek yönelim, 19. yüzyıl Türk romanında200 kendisini üç farklı şekilde gösterir: Ahmet Mithat’ın kendisine has “ahlak”ıyla birlikte Osmanlı’da bir burjuva sınıfı oluşturma umudu, Mizancı Murat’ın Devlet-i Âli’yi yeniden cihanşümul bir devlet haline getirmeye dair “umut ilkesi” ve Servet-i Fünûn’un “kırık umutlar”ı.

Ahmet Mithat’ın, bu çalışmada ayrıntılarıyla gösterilmeye çalışılacak umutları; kapital yaratmaya odaklanmıştır ve siyasi bir veçheden mahrumdur. Siyasi beklentiler taşıyan bir umut, Namık Kemal’in yazılarında çokça var olsa da, kendisini en çok Mizancı Murat’ın Turfanda mı Yoksa Turfası’nda gösterir. Öyle ki, Mizancı Murat’ta umut bir duygu olmaktan çıkarak bir erdeme ve hatta bir ilkeye dönüşür. Onun umudu, Ernst Bloch’un gündüz düşlerinin somut bir örneği olarak beliren düşlerle sürekli beslenir, diri tutulmaya çalışılır ve ütopik bir geleceğe uzanır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılandırılacağı üzere, Ernst Bloch’a göre bu bilinç uzaklara bakmak ister. Mansur Bey de roman boyunca ne zaman pencereden baksa memleketin şanlı geçmişinden daha ulvi bir geleceği tasarlar ve onun tüm yaşamını yönlendiren bir ilkeye dönüşür. Bloch’un umudu, öğrenilmiş/kavranmış bir umuttur (docta spes) ve bu bakımdan Mansur Bey’in umuduyla şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir.

199 Ahmet Mithat, “Dolaptan Temaşa”, LR, s. 682.

200 Bu çalışma, 1872-1901 yılları arasını kapsamaktadır. Bununla birlikte, bahsi geçen dönemi ifade eden genel bir tanımlama olarak “on dokuzuncu yüzyıl Türk romanı” ifadesinin kullanıldığı da belirtilmelidir.

Ahmet Mithat ve Mizancı Murat’tan farklı olarak Servet-i Fünûn romanı; ütopyadan arınmış, zar zor beslenen ve hep boşa çıkan umutların romanıdır. Selim İleri’nin Aşk-ı Memnu için yaptığı “Kimse geleceği özlemez. Her şey gündelik ilişkiler ve çıkarlar üzerine kuruludur”201 şeklindeki değerlendirmesi, 19. yüzyılda yazılan ve Servet-i Fünûn romanı olarak tanımlanagelen birçok romanı da açıklar. Elbette bu tanımın tümüyle uymadığı Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah gibi romanlar da mevcuttur. Hatta Ferdi ve Şürekası’ndaki İsmail Tayfur, umutları bakımından sadece Servet-i Fünûn romanında değil, Türk romanında o güne dek görülen tüm karakterlerden farklılık gösterir.202 İsmail Tayfur, geleceğe dönük umutları olan ve bunlar için çaba gösteren bir karakterdir. Yine de, tıpkı Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil veya diğer Halit Ziya romanlarındaki başkarakterler gibi onun umutları da boşa çıkar ve “kırık umutlar” alt başlığına dâhil olur. Kısaca söylemek gerekirse: Bu birkaç istisna dışında, Servet-i Fünûn’da Ahmet Mithat’ın; iyi bir burjuva olma yolunda beslediği umudu zorluklara rağmen çok çalışarak gerçekleştiren karakterlerinin umutları görülmez, görülse de düşünsel derinliği ve hazin sonlarıyla farklı nitelikler gösterirler. Mizancı Murat’ın Mansur’unda olduğu gibi, İttihad-ı Osmanî ütopyası kuran herhangi bir karakter de yoktur. Bu durum, Halit Ziya romanlarındaki karakterlerin hayatlarına dair bir umut beslemedikleri anlamına gelmez. Fakat bu umutlar, boşa çıkan ve bireysel umutlardır.