• Sonuç bulunamadı

Sosyal İnşacı (Constructivist) Güvenlik Anlayışı

2.1.2. Uluslararası Güvenlik Yaklaşımları

2.1.2.7. Yeni Güvenlik Anlayışına Göre Güvenlik Kavramı

2.1.2.7.1. Sosyal İnşacı (Constructivist) Güvenlik Anlayışı

Sosyal inşacı (constructivist) kuram güvenliği açıklarken kimlik kavramı üzerinden bir açıklama geliştirmiştir. Kuram kimliğin, aktörlerin çıkarlarının ve eylemlerinin oluşumunda önemli bir etmen olduğunu savunmuştur (Arı ve Kıran, 2011: 50). Sosyal inşacılık 1980’lerdeki “Üçüncü Tartışma” çerçevesinde tartışılmaya başlanmış ve 1990’lı yıllarda ortaya çıkmış görünse de kökleri İtalyan filozof Giambattista Vico’ya kadar varmaktadır. Geleneksel teorilerin Soğuk Savaş’ın sona ermesini, Berlin Duvarı’nın yıkılmasını ve 11 Eylül saldırılarını öngörmemiş olması yeni bir politik açıklama ihtiyacının doğmasına neden olmuştur. Sosyal inşacı yaklaşım ise maddi olmayan faktörlerin bu değişimdeki rolü açıklamada yeni bir bakış açısı olmuştur (Arı, 2013: 117). Teori, devletlerarasındaki ilişkiyi güç ve ekonomik politikalar gibi maddi dağılım üzerinden incelemeyi reddetmiştir. Kavram aktörlerin davranışlarına ilişkin bilgiler veren düşünce ve inançlar üzerinde yoğunlaşılması gerektiğini ileri sürmüştür. Düşünce “özne” ve “yapı” ögelerinin birbirine bağlı olan iki olgu olduğunu ileri sürmüş ve bu iki olgunun da birbirlerini inşa ettiğini ifade etmiştir. Sosyal inşacılar çalışmalarını “kimlik” üzerinden yürütmüşlerdir. Onlar için “kimlik”, “kültür” ve “söylem” önemli noktalar olmuştur. Teorisyenler devletlerin kimlik tanımlamalarının dış politikayı da etkilediğini ileri sürmüşlerdir. Teorisyenler, geleceğe yönelik tanımlamalar yapmak yerine geçmişi iyi anlamak ve onu kimlik ve çıkar tanımları üzerinden davranış tanımlaması yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir (Özlem, 2017: 206). Aktörlerin çıkarlarını anlamanın yolunun bireylerin ve devletlerin toplumsal kimliklerine odaklanmaktan geçtiğini ifade etmişlerdir (Arı, 2013: 118).

Sosyal inşacılık kuramının güvenlikle ilgili ilk yaklaşımı anarşik olarak tanımladıkları sistemde aktörlerin kurallara uymasıyla ilgili olmuştur. Sosyal inşacılar “sosyal yapı”nın ”yapan”ları olarak tanımladığı devletlerin konulan kurallara uyması gerektiğini ifade etmiştir. İnşacılar bu kurallara uymayan aktörlerin belirsizliğe neden olduklarını ileri sürmüşlerdir. Sosyal inşacılık kuramının bir diğer güvenlik yaklaşımı ise, kimlikle alakalı olmuştur. Sosyal inşanın kimlik üzerinden ilerlediğini ve aktörlerin güvenlik tanımının da buna bağlı olduğunu ileri süren inşacılar, kimliğin güvenlikleştirildiği bir sürecin ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Devletlerin kimlikleri üzerinden çıkar ve tehditlerini belirlediğini belirten kuram, kimlik ve kültürün dış politika algısını değiştirecek kadar önemli faktörler olduğunu ileri sürmüştür. Öte yandan devletlerin kendi kimliklerini yaratması diğer kimliklerin varlığını kabul etmeleri anlamını taşımaktadır. Kurama göre ötekiler, devletlerin egemenlikleri ile var olmalarına ve etkileşime girmelerine olanak sağlamıştır. Kurama göre devletlerin egemenliği de inşa

edilmiştir ve ötekinin olmaması durumunda egemenlik bir anlam ifade etmeyecektir. Sosyal inşacılar sosyal düzen içerisindeki etkileşimin devletlerin kimliklerinin nasıl inşa edileceği ve değişeceğini etkilemesi sebebiyle devletlerin güvende olma veya olmama durumlarını da belirleyeceğine inanmaktadırlar (Gezer ve Kösen, 2019.

Sosyal inşacı bakış açısı devletleri, kimlik ve çıkarları olan tüzel kişiler olarak tanımlamıştır. Sosyal inşacılara göre kimlikler aktörlerin kim olduklarını göstermektedir. Kurama göre devletler kimliklerine göre tercihler yapmakta ve devletlerin kimlikleri tarihsel, kültürel, politik ve sosyal koşullara bağlı olarak değişmektedir. Kurama göre, devletlerin kendileri için oluşturduğu kimlikler, diğer devletlerin ona yüklediği anlamla şekillenmektedir. Kuram devletin kendisi için oluşturduğu kimliğin diğeri için ne anlam ifade ettiğini anlamadığını ileri sürmüştür. Kurama göre devletin bunu anlamasını sağlayan, devletin çıkarlarına yönelik politikalarıdır. Kuram aktörlerin tüm eylemleri kimlik üzerinden anlam kazandığını ve karşılıklı etkileşimin yönünü belirleyen bu kimlik tanımının, bazı durumlarda aktörleri düşman haline getirirken, bazı durumlarda ise birbirlerine yaklaştırdığını ileri sürmüştür. Kurama göre, devletin kendisi için oluşturduğu kimliğin diğeri için tehdit olup olmaması bu ilişkinin seyrini belirlemektedir (Dışkaya, 2018: 281).

Kimlik ve çıkarın değişmez ögeler olduğunu ileri süren düşünceleri reddeden kuram, kimlik ve çıkarın düşünsel olduğunu ileri sürmüştür. Kurama göre bu iki kavram aktörlerin çevrelerinden etkilenmesine göre değişmektedir. Aktörler içinde bulundukları kültür, çevre ve söylemden etkilenerek kimliklerini inşa etmektedirler. Kuram aynı aktörlerin bu ögelerden etkilenerek çıkarlarını şekillendirdiğini ileri sürmüştür. Kuram yapan-yapı ve kimlik ve çıkar üzerinden iki farklı şekilde açıklanmıştır. İnşacılar yapıyı normlar, kurallar ve inançlarla iç içe tanımlamışlardır. Aktörler ise, bu yapıyı inşa etme ve değiştirme gücüne sahiptir. Çıkar ve kimlik ise bu yapının içinde aktörün davranışına göre şekillenir ve değişir. Sosyal inşacılar bu yüzden anarşinin kaçınılmaz olduğu fikrine karşı çıkmışlardır (Alpay, 2018: 37, 39).

Kimliğin güvenlikle ilgili önemi de buradan gelmektedir. Aktörün kendisi için belirlediği kimlik karşısına ötekisini yerleştirmektedir. Bu da aktörlerin ilişkileri ve birbirlerinin kimliklerini dost ya da düşman olarak algılamalarına neden olmaktadır. Aktörler kendi kimlik ve çıkarlarını oluştururken dil, tarih, coğrafya, din ve etnisite üzerinden tanımlamalarda bulunmaktadır. Fakat kimlik sadece bunları kapsamamaktadır. Kimlik ötekiyle kurulan ilişkiyle de şekillenen bir olgu olmuştur.

Sosyal inşacı bakış devletlerin dış politika kararların alırken sonuç-odaklı düşünme mantığı (logic of consequences) ve uygunluk mantığı (logic of appropriateness) adını verdikleri iki yaklaşımdan bahsetmişlerdir. Teorisyenlere göre aktörler sonuç odaklı düşünme mantığına göre hareket ederken, rasyonel mantığa uygun davranmış ve kâr-zarar hesabı yapmışlardır. Teorisyenler uygunluk mantığını açıklarken ise, devletlerin kimlikleri ve inandıkları normların davranışları üzerinde etkisi olduğunu belirtmişlerdir. Teorisyenler devletlerin genelde uygunluk mantığıyla hareket ettiğini ileri sürmüşlerdir. İnşacı teorisyenler normların doğruyu temsil ettiğini ileri sürmüş ve devletlerin bu normları meşrulaştırdıklarını belirtmişlerdir. İnşacılar bu meşrulaştırılan normların benliğin ve kimliğin parçası olduğunu belirtmişlerdir (Yesevi, 2021: 58).

Sosyal inşacı düşüncenin öncülerinden olan Alexander Wendt, geleneksel teorilerin 1990’lı yıllarda meydana gelen etnik, dini ve kültürel çatışmaların sistemde oluşturduğu yeni durumu açıklamakta yetersiz kaldığını ileri sürmüştür (Wendt, 1999: 4). Wendt bu durumu açıklarken uluslararası politikanın yapısının maddi değil sosyal olduğunu ifade etmiş ve bu sosyal yapının aktörlerin kimlik ve çıkarlarını da şekillendirdiğini ileri sürmüştür (Wendt, 2005: 201). Sosyal inşacılar politik dünyanın insanlar arasındaki farkındalıkla meydana geldiğini ifade etmişlerdir. Meydana gelen bu politik düzlemin zihinsel çalışmanın sonucu olduğunu ileri süren düşünürler, eğer zihin ve düşünce değişirse sistemin de değişeceğini ifade etmişlerdir ( Aydın, 2019: 62). Pozitivizm ve post-pozitivizm arasındaki “Üçüncü Tartışma”da konumlandırılan düşünce, bu iki düşüncenin köprüsü olma niteliğini taşımıştır (Özlem, 2017: 208). Düşünce pozitivizmden üç özellik bakımında ayrılmıştır. İlk olarak; sosyal inşacılar aktörleri bencil ögeler olarak görmeyi reddetmiş ve kimlikleri içinde bulundukları sosyal çevrenin değerlerinden oluşan sosyal unsurlar olarak ele almışlardır. İkinci olarak; sosyal inşacılar çıkarların sosyal etkileşimler sonunda elde edilen kimlik yoluyla edinildiğini ileri sürmüşlerdir. Son olarak ise; pozitivistlerin aktörlerin amaçlarını rasyonel olarak takip eden toplumsal alan olarak tanımladıkları toplumu, sosyal inşacılar aktörleri toplumsal ve siyasal ajan olarak üreten bir mekân ve aktörlerin kim olduğunu bildiren bir yer olarak tanımlamışlardır (Arı, 2013: 118). Pozitivizmdeki nedenselliği reddeden sosyal inşacılar nedenselliğin “özneler arasılık” barındırmadığını ifade etmişlerdir. Sosyal inşacılar ayrıca uluslararası sistemdeki “bilardo topu” modelini de reddetmişlerdir (Aydın, 2019: 63).

Wendt Neorealist yazar Waltz’ın “sistemin ararşik olduğu” söylemi üzerine “Anarşi

ihtimal üzerinden hareket ettiğini ileri sürmüştür. Wendt’e göre bu ihtimalle hareket eden devletler kendi güvenliklerinin tehlikede olduğunu varsaymıştır. Wendt bu güvenlik ikilemiyle şekillenen ilişkilerinin değiştirilmesini zor görmektedir (Wendt, 1992: 395). Wendt düşüncesini sistemdeki tüm durumlar insan zihninin yansıması olduğu için toplumların yaşadıkları tüm durumlar da insan eliyle meydana gelmektedir şeklinde ifade etmiştir. Sosyal inşacıların sistem konusundaki en büyük varsayımları her şeyin değişir durumda olduğu olmuştur. Sosyal inşacılara göre sistemler, politikalar, devletler değişebilmektedir ve böyle bir durumda geleceğe yönelik varsayımlarda bulunmak pek mümkün olmayacaktır. Bununla beraber sosyal inşacıların arasındaki bazı teorisyenler ise bu duruma tam olarak katılmamıştır. Onlara göre insan davranışlarının sosyalliği ve karşılıklı iletişim ile özneler arası ilişkiler gelişme gösterebilecektir (Aydın, 2019: 65).

Wendt’in bu düşüncesine rağmen diğer sosyal inşacılar güvenlik ikileminin önüne geçilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Soğuk Savaş’ın bitişini bu duruma örnek gösteren iyimser teorisyenler, işbirliğinin çatışmayı engellemede büyük bir etken olduğunu ileri sürmüşlerdir. İyimserler sürekli güç mücadelesi yerine barışçıl değişimi aşılayacak politikalar izlenmesini önermişlerdir (Baylis, 2008: 80).