• Sonuç bulunamadı

Arap Baharı öncesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ya darbe yoluyla yönetime gelmiş ve demokrasiden uzak ya da kraliyet bağlarına dayalı yönetimler var olmuştur. Kamuoyundan ve halkın meşruiyetinden uzak bu yönetimler bir de uluslararası aktörlerin bölgedeki emelleri için araç olarak kullanılınca, halklar ülkelerine daha da yabancı hale gelmiştir (Oğuzlu, 2011: 9- 10). Bu durumlardan şikâyetçi olan halkların başlattığı olayların asıl sebebi rejimlerin ekonomik iflası olmuştur. Olaylar, sıradan insanın hayatını idame ettirmek için gerekli ekonomik durumdan uzak kalması sonucunda gelişmiştir (Paksoy vd, 2013: 178). Üstelik otokratik Ortadoğu coğrafyasında ifade özgürlüğüne de yer verilmemiştir. Muhalif hareketler kolluk kuvvetleri ve istihbarat servisleri kullanılarak bastırılmış, bu da halkı önüne çıkan ilk fırsatta rejimi devirmeye yönelik protesto gösterileri düzenlemeye itmiştir (Güzelipek, 2016: 8).

Gösteriler Tunuslu seyyar satıcı olan Muhammed Bouazizi isimli gencin 2010 yılının Aralık ayında kendini yakmasıyla başlamıştır (Blitz, 2014: 78). Rüşvet vermediği ve ruhsat harçlarını ödeyemediği için devamlı olarak polis tarafından rahatsız edilen ve bu duruma bir çare bulamayan Bouazizi, valilik binası önünde: “Geçimimi nasıl sağlamamı bekliyorsunuz?” diyerek kendini yakmıştır (Prashad, 2017: 28). Protestolar; yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk konuları üzerine alevlenmiştir. Her kesimden insanın katıldığı bu gösteriler “Arap Baharı” olarak adlandırılmıştır. Yapılan gösteriler sonucunda bazı diktatörler yıkılmış bazıları ise mevkilerini korumaya devam etmiştir.(Doster, 2013: 56).

Protestoların başladığı Ortadoğu’da devletler demokrasiden çok uzak bir şekilde yönetilmektedir (Sayın, 2016: 18). Bu otokratik rejimler, yaygın yolsuzluğa ve tam uygulanmayan yasal sistemlere tolerans göstererek ve hatta cesaretlendirerek halkının sefaletini artırmış ve yatırımcıların ülkelerden uzaklaşmasına neden olmuştur. Sonuç olarak, yabancı yatırım ve kalkınmanın bölgeden ayrılması sonrası bölgeyi ortaklaşa kullanmak isteyen yarı suçlu elitler ortaya çıkmıştır (Pollack, 2011: 2).

Yöneticilerin halkın isteklerini bastırmada şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir yapıya sahip olmaları ise, yönetimlerini kaba kuvvet ve baskıyla devam ettirmelerine neden olmuştur. İktidarı ellerinde bulunduran bu azınlığın serveti ve doğal kaynakları da kontrol

olmuştur (Sayın, 2016: 68). Protestolar boyunca halkın talepleri ise her alanda daha adil bir yönetim arayışı olmuştur. Yani meşruiyeti halka dayanan bir yönetim, şeffaf seçimler, muhalefetin özgürce fikirlerini ifade etmesi, sansürün kaldırılması, ekonomide adil dağılım vb.dir (Sayın, 2016: 67). Halk protestolar boyunca “ekmek, özgürlük ve insan onuru” sloganları atmış rejimlerden kurtulmak için uğraş vermiştir (Blitz, 2014: 32).

Arap Baharı olarak adlandırılan süreç sadece Tunus’ta kalmamış bölgeyi etkileyerek istikrarsızlığa sürüklemiştir. Hatta bu süreç aynı zamanda dünyayı da etkilemiştir. Bölgeye en büyük etkisi otorite boşluğu ve bu boşluğu doldurmaya çalışan terör örgütlerinin ortaya çıkması olmuştur. Bölgenin en önemli ekonomik kaynağı olan petrolün bu terör örgütlerinin ellerine geçmesi hem bölge ülkelerini, hem de uluslararası aktörleri rahatsız etmiştir (Kartal, Öztürk,2018: 30). Bu durumdan rahatsız olan uluslararası aktörler gizli ve açık olarak çıkarları neticesinde yaşananlara taraf olmuşlardır (Paksoy vd, 2013: 179).

Daha fazla özgürlük ve demokrasi söylemiyle yola çıkan protestolar bazı ülkelerde iç savaşa (Libya, Suriye, Yemen), bazılarında ise darbe ve ciddi yönetim değişimlerine (Tunus, Mısır) neden olmuştur. Bölgedeki her ülkeyi aynı oranda etkilemese de, genel olarak tüm ülkelere etkide bulunmuştur (Pollack, 2011: 3- 4). Tunus’ta Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütüne yakın düşüncelere sahip kadrolar göreve gelirken, Yemen’de lider değişmiş, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yönetimden ayrılmasından sonra seçim olmuş fakat yine de huzurlu ortam sağlanamamıştır (Doster, 2013: 57). Bahreyn’de ise yönetime karşı ayaklanmalar Arap Baharı’ndan daha önce başlamıştır. Arap Baharı protestolara hız kazandırmıştır (Altunışık, 2013: 76). Rejim karşıtı bu hareketin bölgesel etkileri Mısır’daki rejim değişikliğiyle beraber ortaya çıkmıştır. Mısır gibi önemli bir aktörün olaylar neticesinde rejim değişikliğine gitmesi bölgedeki aynı yönetime sahip diğer ülkeleri tedirgin etmiştir. Dolayısıyla Arap Baharı en çok Mısır ve Suriye’yi etkilemiştir. Küresel aktörlerin duruma müdahil olması olayları daha da karmaşıklaştırmıştır. Özellikle Suriye büyük güçlerin oyun alanına dönmüştür. Ayrıca Suriye’de küresel bir sorun haline gelen mülteci krizi büyük bir insanlık dramıdır (Güzelipek, 2016: 10).

Arap Baharı’nın zor tarafları kanlı mezhepsel savaşlar, siyasi ve etnik çatışmalar yaratmış olmasıdır. Yaşananlar hala kurulamamış olan ulus-devlet bağının eksikliğinden kaynaklanmıştır (Oğuzlu, 2011: 13). Ortadoğu gibi rantçı ekonomik düzenin bulunduğu bir coğrafyada uzun süre de oluşacak gibi değildir (Bingöl, 2013: 44). Ortadoğu’da demokratikleşme şansının düşük olmasının bir diğer sebebi ise askeri kesimin liderlere olan desteği olmuştur. Asker-lider ilişkisi halka karşı sıkı bir baskı aracına dönüşmüştür. Tunus ve

Mısır’daki ayaklanmalarda sessiz kalan askeri kesim, Bahreyn ve Suriye’de yaşananlarda lider asker ilişkisi çerçevesinde hareket etmiştir. Halkın çoğunluğunun Sünni olduğu Suriye’de, asker kesim Cumhurbaşkanı Beşşar Hafız el-Esad’ın mensup olduğu Nusayri çevreden seçilmiştir. Bahreyn’de ise halk Şii olmasına rağmen, asker kesim Bahreyn lideri gibi Sünni mezheptendir. Asker kesimin liderlerle aynı çevreye ait olması asker kesimin liderin yanında yer almasına neden olmuştur (Demiralp, 2016: 3- 4).

Protestolar sonucunda mezhepsel ayrım daha da derinleşmiştir. Sünni-Şii ayrımında daha çok hissedilen bu değişim Suriye iç savaşında Sünni-Şii/Nusayri olarak kendini göstermiştir. Tüm ülkelerde Sünni cephe güçlenmiş, Şiiler bir değişim yaşamamıştır (Bingöl, 2013: 41). Kitlesel isyanlar iç savaşa ve darbeye dönüşmüş, bölgede bir insanlık dramı yaşanmıştır.

Bu yaşanılan süreç, Tunus hariç, diğer ülkelerde demokratik hareketlerin olmadığını göstermiştir. Tunus’ta yaşananlar kısa vadede sonuç vermiş gibi gözükse de Tunus’ta da demokratik bir düzelme meydana gelmemiştir (Ertan ve Dikme, 2016: 138). Protestoların başlamasının ardından Tunus’un Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali yeni yapılandırma sözü vermiş, halka şiddet uygulattığı için iç işleri bakanını görevden almış, tutukluların serbest bırakılması gibi önlemler almıştır. Fakat bu tedbirler de eylemleri durduramamıştır (Koçak, 2013: 41). Bunlara rağmen beklediği desteği göremeyen Cumhurbaşkanı Bin Ali gösteriler karşısında direnmemiş ve ayrılmıştır. Sonrasında seçimlerle yeni hükümet (El- Nahda) kurulmuş ve yeniden yapılanma konusunda adımlar atılmıştır. Fakat yine de istenilen ortam sağlanamamıştır (Efegil, 2013: 13).

Tunus’ta başlayan gösteriler çok kısa bir süre sonra Mısır’a sıçramıştır. 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nı dolduran her kesimden Mısır halkı Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in yönetimden ayrılması isteğiyle eylemler düzenlemiştir. Bu gösterilerde 15 milyondan fazla insan sokaklara dökülmüştür. Ana sloganı “Ekmek, Özgürlük, Adalet” olan gösteriler başladığı tarihten 16 gün sonra amacına ulaşmış ve Cumhurbaşkanı Mübarek 11 Şubat 2011’de başkanlığı bırakmıştır. Sonrasında yaşanan süreçte seçim yapılmış, Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslümin) tarafından kurulan Özgürlük ve Adalet Partisi’nin başkanlığına getirilen Muhammed Mursi, Haziran 2012’de %52 oyla Mısır’ın demokratik seçimlerle başa gelen ilk cumhurbaşkanı seçilmiştir (Kingsley, 2015). Bu dönemde anayasa değişikliği yapılması söylemleri gündeme getirilmişken, ordu 3 Temmuz 2013 yılında darbe yaparak Mursi’yi başkanlıktan almış ve yönetime el koymuştur. Darbe yönetimi bu duruma karşı

Libya’da olaylar 15 Şubat 2011’de Fethi Terbil’in tutuklanması üzerine başlamıştır. (Ay, 2017: 6). Libya’nın lideri Kaddafi’nin halka karşı sert bastırma eylemlerinde bulunması ülkenin iç savaşa sürüklenmesine yol açmış ve artan sivil kayıplar uluslararası kamuoyunu da harekete geçirmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde aktarıldığı üzere BM’in kararıyla Fransa öncülüğündeki NATO güçleri ülkeye müdahalede bulunmuştur (Doğan ve Durgun, 2012: 62). Yemen’de protestolar başlar başlamaz Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih bir dizi önlem almıştır. Askerlerin ve güvenlik güçlerinin maaşlarını arttırmış, yiyecek ve doğalgaz yardımı yapılmış, memurlar için maaş artımına gidilmiş ve vergiler azaltılmıştır. Fakat bunlar halkı durdurmamış ve Cumhurbaşkanı Salih, istediği sonucu alamayınca şiddete başvurmuştur (Karaatlı, 2018: 255). Gösterilerin devam etmesi üzerine istifa sözü veren Cumhurbaşkanı Salih, daha sonra askerin kendi yanında yer aldığını anladığı an istifasını geri çekmiş ve halka silahlı müdahale de bulunmuştur. Karşılıklı çatışmalar ülkeyi iç savaşa sürükleyecekken Körfez İşbirliği Örgütü’nün devreye girmesiyle anlaşma sağlanmıştır (Gün, 2013: 131- 132).

Bahreyn ise, bağımsızlıktan günümüze kadar nüfus çoğunluğuna sahip olmalarına rağmen, yönetici kesimin Sünni olmasıyla da giderek derinleşen bir ayrımcılığa maruz kalan Şii halkın protesto gösterilerine neden olmuştur. Muhalif Şii hareketler 14 Mart 2011 tarihini “Öfke Günü” ilan etmişlerdir (Örtlek, 2013: 269). 14 Şubat ve 15 Mart 2011 tarihleri arasında yapılan gösteriler sonucunda olağanüstü hal ilan edilmiştir (Alshehabi, 2014: 46). Göstericilerin büyük çoğunluğunun Şii mezhebinden olması, protestoların İran ve Hizbullah desteğiyle ortaya çıktığı iddialarını doğurmuştur. Bu iddia en çok da Suudi Arabistan tarafından desteklenmiştir. Şii göstericilere karşı Sünni göstericiler ise rejim yanlısı tavır almışlardır (Alshehabi, 2014: 47). Gösterilerin mezhep çatışmasına dönmesi üzerine, Bahreyn yönetimi kapsamlı reformlar yapılacağı açıklamasında bulunmuştur. Gösteriler Suudi Arabistan’ın askeri yardımları sonucu bastırılmıştır (Altunışık, 2013: 76).

Libya, Yemen ve Suriye yaşanan olaylardan sonra istikrarsız bir ortama bürünmüş ve iç savaşla karşı karşıya kalmıştır. İktidarlar değişse bile-ki Suriye’de hala rejim değişmemiştir- yönetimlerin arkasındaki köklü kadrolar demokratik ortamın oluşmasına engel olmuştur. Üstelik Yemen’de El-Kaide güçlenmiştir (Koraltan, 2016: 34).

Libya, Yemen ve Suriye’de olayların iç çatışmaya dönüşmesinin ana sebebi gösterilere karşı şiddet içeren müdahalelerde bulunulması olmuştur. Yemen’deki göstericiler ve Suriye’de Dera’da duvara yazı yazan gençlerin üstüne ateş açılması (Çelik, 2015: 38) bu ülkelerde iç savaşın yaşanmasına neden olmuştur. Buralarda yaşananların bir diğer ortak

noktası ise dolaylı ya da doğrudan dış müdahaleye maruz kalmaları ve terör örgütlerinin bu ülkelerde otorite boşluğundan yararlanıp güçlenmesi olmuştur. Libya ve Yemen’de liderler değişmiş ve seçim olmuştur. Fakat bu yaşananların demokrasiyle alakalı olumlu adımlar olduğunu söylemek güçtür (Cendek ve Örki, 2019: 45- 47).

Halkın eylemlerle amaçladıkları şeyler tam olarak gerçekleşmemiştir. İlk istekleri olan demokratik olmayan rejimlerin değişmesi kısmi olarak gerçekleşmiştir; Tunus’ta, 14 Ocak 2011’de Zeynel Abidin Bin Ali istifa etmiştir, 11 Şubat 2011’de Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimden ayrılmıştır, Libya’da ise 20 Ekim 2011’de Muammer Kaddafi öldürülmüştür, Yemen’de Ali Abdullah Salih de 21 Şubat 2012’de istifa etmiştir. Suriye lideri Beşşar Esad yönetimi elinden bulundurmaya devam etmektedir. (Çelik, 2015: 40).

Arap Baharı’ndan bahsederken onun bu derece geniş kilelere yayılmasına olanak sağlayan sosyal medyanın da etkisinden bahsetmek gerekmektedir. Teknoloji dünyasında yaşanan gelişmeler insanların daha kolay iletişim kurmalarına ve daha güvenilir bilgiye kolay erişim imkânına sahip olmalarını sağlamıştır. Sosyal medya, geleneksel medyaya göre örgütlenme ve haber alma konusunda halka bir ışık olmuştur (Cildan vd, 2012: 1). Arap Baharı sürecinde sosyal medyanın etkisi yadsınamayacak türden olmuştur. Fakat bu yaşananların sosyal medya sayesinde olduğu anlamına gelmemektedir. Olaylar sosyal medya sayesinde ortaya çıkmamıştır, sosyal medya sadece aracı konumundandır. Toplumsal yaşanmışlığın bir dışa vurumu olan protestolar sosyal medya aracılığıyla daha çok kişiye hızlı bir şekilde ulaşmış ve hızlı bir haber akışı sağlamıştır. Bu da örgütlenmenin daha hızlı olmasını sağlamıştır (Babacan vd, 2011: 78). Ortak bilinç oluşturmada etkili olan sosyal medya kullanımı Arap Baharı süresince en çok Mısır’da etkili olmuştur. Sosyal medya üzerinden örgütlenen halk daha çabuk haber almıştır. Bu durumdan rahatsız olan hükümet kendi iktidarlarını desteklemek için internet kısıtlamalarına başvurmuştur. Politika yapıcılar bu sayede iktidarlarının böyle bir gücünün olduğunu fark etmişlerdir (Babacan vd, 2011: 83). İnternetin kesilmesiyle beraber geleneksel medya kaynaklarından olan El Cezire kanalı devreye girmiştir. (Korkmaz, 2012: 2149-2151). Fakat sosyal medya üzerinden örgütlenme konusunda Tunus bu derece başarılı olamamıştır. İnternet kesintisinin daha önce yapılmış olması bu durumun muhtemel sebeplerinden birisi olmuştur. Tunus halkı, Mısır halkına göre daha okuryazar olmasına rağmen yasak dolayısıyla sosyal medyayı daha az kullanmışlardır. Libya ise sosyal medya kullanımının en az olduğu yerlerinden birisi olmuştur. Libya’nın sosyal medya kullanımında en etkili olduğu zaman dilimi Muammer Kaddafi’nin ölüm

Sonuç olarak olaylar bölgeyi daha da karmaşık hale getirmiş ve halk da tam olarak talep ettikleri şeylere ulaşamamıştır. Yaşanan olaylar sonucunda işsizlik, enflasyon ve askeri harcamalar artmıştır. Bölgenin güvenli olmayışı yatırımcıyı uzaklaştırmış bu da bölge ülkelerini ekonomik olarak zor bir duruma sokmuştur (Kartal ve Öztürk, 2018: 32- 35). Yaşanan insanlık dramı göç denilen olguyu gündeme taşımış ve binlerce masum insan yerlerinden edilerek göçe mecbur edilmiştir. 2011’den bu güne kadar yaşanan süreç demokrasinin bölgede pek de mümkün olamayacağını göstermiştir (Koraltan, 2016: 35).

3.2. SURİYE CUMHURİYETİ VE ARAP BAHARI