• Sonuç bulunamadı

Daha Güvenli Bir Dünya: Ortak Sorumluluğumuz Raporu

2.3. KORUMA SORUMLULUĞU KAVRAMI VE KAPSAMI

2.3.2. Daha Güvenli Bir Dünya: Ortak Sorumluluğumuz Raporu

BM Örgütü’nün “Daha Güvenli Bir Dünya; Ortak Sorumluluğumuz” başlıklı raporu

“Uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için Birleşmiş Milletler'in bir üyesine karşı bireysel veya toplu savunma hakkını ihlal eden silahlı saldırı durumunda Güvenlik Konseyi kararını alana kadar tavır almamak için hiçbir neden olmadığını.” ifade etmiştir (United

Nations General Assembly A/59/565, 2004: 54). Yine aynı raporda devletlerin iç işlerine müdahale etmeme ve kuvvet kullanma yasağına değinilmiş, koruma sorumluluğunun Güvenlik Konseyi’nden karar çıkması şartıyla uygulanabileceğinin şarta bağlandığı şöyle ifade edilmiştir (United Nations General Assembly A/59/565, 2004: 57):

“Soykırım ve diğer büyük ölçekli cinayetler, etnik temizlik veya ciddi uluslararası ihlaller durumunda son çare olarak askeri müdahale hükümetlerin güçsüz olduğunu kanıtladığı ya da önlemek için isteksiz olduğu durumlarda Güvenlik Konseyi tarafından uygulanabilir.”

BM Genel Sekreteri Kofi Annan BM örgütüne raporunu sunarken gittikçe artan insan hakları ihlalleri ve onlara karşı gerektiği gibi ve zamanında müdahale edilmemesini eleştirmiştir. Annan raporun BM Örgütü’ne yeniden yapılanma konusunda eşsiz bir fırsat sunduğunu ifade etmiştir. Annan kapsamlı toplu güvenlik kavramının; eski ve yeni tehditlerle mücadele eden tüm devletlerin güvenlik kaygılarını, zengin ve fakir, zayıf ve güçlü olarak

ayırmadan ele aldığını dile getirmiştir. Kofi Annan (United Nations General Assembly A/59/565, 2004: 4):

“Terörizm veya iç savaşlar ya da aşırı yoksulluk gibi konuları tedavi edemiyoruz. Panel’in, güvenliğimize yönelik tehditler ve çağdaşlığın birbirine bağlılığını görmemiz gerektiğini konusunda önemlidir. Kurumlar dar görüşlerinin üstesinden gelmeli ve ortaya çıkan sorunlar karşısında uyumlu bir biçimde birlikte çalışmayı öğrenmelidir. Bir arada çalışmaya örnek olarak sadece bunlar değil küresel düzeyde büyük bir sağlık sorunu olan HIV/AIDS gibi hastalıklara karşı da beraber ve organize bir çalışma gerektiği ve dünya sağlık örgütünün tavsiyelerine de başvurulması gerektiğini.” söylemiştir ( 23.Madde).

Raporun Toplu Güvenlik ve Güç Kullanımı başlıklı üçüncü bölümünde kuvvet kullanmanın kriterleri belirlenmiş ve sağduyulu ve vicdanlı bir program çizilmeye çalışılmıştır. Bu kriterler; tehdidin ciddiyeti (haklı neden), uygun amaç, son çare, orantılı araçlar ve sonuçların dengesi müdahale sonrası barışın sağlanması ve yeniden inşası konusundaki beklentiler ve doğru otorite olarak sıralanmıştır (United Nations General Assembly A/59/565, 2004: 53). Bu altı amaç şu şekilde açıklanmıştır (United Nations General Assembly A/59/565, 2004: 57- 58):

-“Tehdidin ciddiyeti (haklı neden): Askeri güç kullanımını haklı çıkaracak bir tehdit var mı ve bu tehdit soykırım, etnik temizlik, insanlığa karşı suç niteliğinde midir? Devlet bu suçları önleyemiyor ya da önlemek istemiyor mudur?

-Uygun amaç: Ağır insan hakları ihlalleri önlenebilir midir?

-Son çare: Tahdidi ortadan kaldırmak için barışçıl tüm yollar denenmiş midir?

-Orantılı araçlar: Askeri operasyonun ölçeği, süresi ve yoğunluğu tehdidi karşılamak için gerekli ölçüde kullanılmış mıdır?

-Sonuçların dengesi (olumlu gelişme beklentisi): Askeri müdahalede bulunmak eylemsizlikten daha olumlu sonuçlar doğuracak mıdır?

-Doğru otorite: Askeri müdahale yukarıdaki amaçlar doğrultusunda sadece BMGK kararıyla gerçekleştirilebilir.”

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 2005 yılında sunduğu BM Reformu Üzerine Rapor; Daha Büyük Özgürlükte raporunda ise (United Nations General Assembly A/59/2005, 2005):

“Devlet egemenliğinin, devletin kendi halkına karşı koruma yükümlülüğünü taşıdığı ve devletin bu yükümlülüğü yerine getiremediği ya da yerine getirmekte isteksiz olduğu durumlarda, uluslararası topluma koruma sorumluluğu yetkisi verdiği ilkesi kabul edilmiş, bu koruma diplomatik, insancıl ve barışçıl araçlarla yapılmalıdır ilkesi yer almıştır.”

Her iki raporda, soykırım ve diğer ciddi uluslararası suçlar söz konusu olduğunda, BM Şartı’nın Bölüm VII uyarınca Güvenlik Konseyi’nin son başvuru yeri olarak izin vermesi dışında, bu amaçla güç kullanmanın temelini belirtmemiştir.

2.3.3. 2005 Dünya Zirvesi Toplantısı

2005 yılındaki Üst Düzey BM Dünya Zirvesi toplantısında, Üye Devletler, koruma sorumluluğunu üstlenmişler ve bunu da zirvenin sonuç belgesinin sonuna eklemişlerdir. 2005 zirve toplantısının sonuç bildirgesinin 138-139. maddeleri koruma sorumluluğu üzerine yazılmıştır. İlgili maddeler şu şekildedir (United Nations General Assembly A/RES/60/1, 2005: 30):

“138. Madde: Her bir devlet soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlara karşı kendi nüfusunu korumaktan sorumludur. Bu sorumluluk uygun ve gerekli araçlarla teşvik edilmeleri de dahil olmak üzere bu tür suçların önlenmesini gerektirir. Bu sorumluluğu kabul ediyoruz ve buna göre harekete edeceğiz. Uluslararası toplum, uygun olduğu şekilde, devletlerin bu sorumluluğu kullanmaları için teşvik ve yardım etmeli ve Birleşmiş Milletleri erken uyarı kabiliyeti sağlama konusunda desteklemelidir.

139. madde: Soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlara karşı uygun diplomatik, insancıl ve diğer barışçıl yolları kullanma sorumluluğu ve barışın korunmasına yardımcı olmak için Bölüm VII dahil olmak üzere tüzüğe uygun olarak, durum bazında ve ilgili bölgesel kuruluşlarla işbirliği içinde, zamanında ve kararlı bir şekilde, barışçıl yolların yetersiz kalması ve ulusal makamların nüfuslarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlardan korumada açıkça başarısız olması durumunda Güvenlik Konseyi aracılığıyla toplu eylemde bulunmaya hazırız. Devletlerin nüfuslarını soykırımdan, savaş suçlarından, etnik temizlikten ve insanlığa karşı suçlardan korumak için kapasite oluşturmalarına yardım etmek ve kriz ve çatışmalar çıkmadan önce stres altında olanlara yardım etmek için elimizden geleni yapacağız.”

2006 yılında alınan 1674 sayılı Silahlı Çatışmalarda Sivillerin Korunması Kararı’nda ise; 2005 tarihli Kofi Annan Planı’nı kabul ederek; etnik temizlik, silahlı çatışma durumlarında sivillere karşı şiddet veya tacizler, işkence ve diğer yasaklanmış muameleler, cinsiyet temelli ve cinsel şiddet, çocuklara yönelik şiddet, çocuk askerlerin kullanılması, insan ticareti, zorla yerinden etme gibi insanlık dışı eylemlere karşı çözüm için kurulun hazır olduğu ifade edilmiştir (United Nations Security Council S/RES/1674, 2006).

Son olarak da 2009 yılında yeni BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon başkanlığında 2005 raporu dayanak gösterilerek 12 Ocak 2009 yılında bir rapor yayınlanmıştır ve rapor 14 Eylül 2009 tarihinde Genel Kurul Kararıyla kabul edilmiştir (United Nations General Assembly S/RES/63/308,2009). Rapor koruma sorumluluğunun üç sütunlu stratejisi belirlemiştir. Bunlar (United Nations General Assembly A/63/677: 2):

-Devletin eyaletlerini koruma sorumluluğu. -Uluslararası yardım ve kapasite geliştirme. -Zamanında ve kararlı yanıt.

Sütunların içeriğine bakılacak olursa (United Nations General Assembly A/63/677: 8- 9):

“İlk sütunda bahsedilen: Devletin kendi vatandaşı olsun ya da olmasın, soykırım, savaş suçları, etnik temizlikten ve insanlığa karşı işlenen suçlar ve onların kışkırtılmalarına karşın etkili ve zamanında

önleme stratejileri geliştirmeyi ve 2005 zirve toplantısında alınan 138. ve 139. maddeleri uygulamayı kabul ettiklerini içermektedir.

İkinci sütunda bahsedilen: Uluslararası topluluğun yardımcı olma taahhüdüdür. Devletler, bölgesel ve alt bölgesel düzenlemeler, sivil toplum ve özel sektörün yanı sıra, Birleşik Devletlerin kurumsal güçleri ve diğer tüm uluslararası organizasyonların yardımcı olmasını içermektedir.

Üçüncü sütun ise: Bir devletin koruma sorumluluğunu yerine getirememe durumunda toplu bir şekilde zamanında ve kararlı yanıt vermeyi ifade eder. Devletler ya barışçıl yolları kullanarak BM Anlaşması’nın VI ve VIII bölümüne uygun hareket eder ya da BM yetkilendirmesiyle VII bölümde bahsedilen şekillerde müdahalede bulunur.”

Koruma Sorumluluğu insani müdahale gibi geniş bir tanıma sahip değildir ve ekonomik politikalar gibi durumların üzerinde durulmamıştır. Bunun yerine dört suça odaklanılmıştır. Bunlar; soykırım, insanlığa karşı suçlar, etnik temizlik ve savaş suçlarıdır. Bunların dışında kalanlar sorunlar diğer devletlerin sorumluluğunda kabul edilmemiştir. Böylece devletleri Irak müdahalesi gibi demokrasi getirme bahanesiyle müdahale etmeden uzak tutacağına inanılmıştır (Ertuğrul, 2016: 446).

Koruma sorumluluğuyla beraber uluslararası hukuka getirilen en önemli fark devletlere verilen sorumluluk yetkisi olmuştur. Kavram uluslararası hukuk açısından yeni kural koymamıştır. BM Antlaşması’nın VI, VII ve VIII bölümlerine göre bir karar verileceğini 2005 zirve toplantısının 139. maddede belirtilmiştir. Barışçıl ya da kuvvet kullanmayı gerektiren tüm durumlar zaten var olan kurallardır (Ercan, 2015: 172).

Kavram bir hukuk kuralı değildir ve hukuki bir dayanaktan yoksundur. (Ulusoy, 2013: 270). Kavramın uluslararası hukuk normu olmasını engelleyen faktörler, uygulamadaki kararlılığın eksikliği, mutlak egemenlik anlayışı ve siyasallaşma olarak tanımlanmıştır (Türkmen, 2006: 236). Koruma sorumluluğuyla beraber devletlerin mutlak egemen olduğu düşüncesi de değişime uğramıştır. Kofi Annan devletlerin egemenliği ve iç işlerine karışılmamasını bireylerin ve halkların haklarını koruma yönünde evrilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Ulusoy, 2013: 278).

Devletlerin önce uluslararası topluluklarda yer alması ilk yetki devri ya da egemenliğin kısıtlanması olarak tanımlanmıştır. İnsani müdahale ve koruma sorumluluğuyla beraber devletlere yüklediği sorumluluktan, uluslararası toplumu da sorumlu tutmuştur. Sorunun çözülmeyeceği durumda ise silahlı müdahaleyi onaylamıştır (Özdemir, 2016: 98). Kavram kural olarak ilk koruma sorumluluğunu devlete vermiştir, onun başarısız olduğu noktada uluslararası toplum devreye girecek ve üç sütunda bahsettiği aşamalarla önce barışçıl yollar ve çözüm bulunamadığında ise askeri müdahalede bulunabilecektir (Arsava, 2011: 107).

Normun 2009 sonrası aldığı şekil dikkate alınarak normun geliştirilmesi için ya da siyasi amaçlarla kullanılmasının önüne geçilmesi için yeni öneriler ortaya atılmıştır. 2009’da normun son şeklini aldıran üç sütun üzerinden yapılan çalışmalara ek olarak, sosyal inşacı yaklaşım ve feminist kuram norma katkılar sunmaya çalışmıştır. Konuyla ilgili olarak gelen eleştirilerden birincisi; üçüncü sütunda bahsi geçen kararlı ve zamanında yanıtın barışçıl yollar olması gerektiği olmuştur. İkinci olarak ise; ikinci sütunda bahsi geçen yardım ve kapasite geliştirmenin öncül olması gerektiği olmuştur. Suriye kriziyle beraber artan mülteci sorununa dikkat çeken üçüncü görüş ise mültecilerin korunması üzerinden bir sorumluluk geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Ercan, 2018).

Birinci görüşe katkıda bulunan Alex J. Bellamy, bir devletin kendi vatandaşlarını koruma sorumluluğuna tüm eyaletlerin yöneticilerinin de katılması gerektiğini ifade etmiştir. Bellamy’e göre, eğer direkt müdahale yolu seçilirse bu eski tip yöntemlere geri dönmek olur ve bunu yaparak da devletlerin iç işlerine müdahale edilmiş olunur. Bellamy, bahsi geçen dört ana suçtan vatandaşları koruma görevinin askeri müdahale yoluna gitmeden, barışçıl yollarla yapılacağını ifade etmiştir. Bellamy, bir devletin kendi vatandaşlarını koruma sorumluluğuna diğer devletlerin de yardımcı olması gerektiğini ifade etmiştir. Bellamy, kavramın özellikle müdahale yapılmasını savunmadığını iddia etmiştir. Ona göre, müdahale etmenin ilkesi zaten belirlenmiştir, koruma sorumluluğunun bir müdahale için kılıf olarak kullanılması, diğer devletlere koruma sorumluluğu adıyla müdahalede bulunmaları için nedenler verir (Bellamy, 2008: 623-624).

BMGK’nin alacağı herhangi bir kararın vetoya takılma ihtimaline dikkat çeken Bellamy, veto yetkisini ve kavramı kötüye kullanmanın önüne geçilmesi gerektiğini savunmuştur. Müdahale etmekle ilgili bir sorun olmadığını belirten Bellamy, sorunun, insani felaketleri durdurmak için yeterince hareket etmemek olduğunu ifade etmiştir. Bu niyetle yapılmayan müdahalenin insani değil siyasi olacağını belirtmiştir. Müdahalenin sınırları ve nasıl yapılacağı konusunda fikir birliğinin kesinlikle sağlanması gerektiğini ifade eden Bellamy, bunun olmamasının suistimalleri doğurduğunu örnekleriyle göstermiş ve ileride de bu sonuçları doğuracağını belirtmiştir (Bellamy, 2008: 629).

Bellamy, koruma sorumluluğuyla ilgili önerilerini devletler, sivil toplum ve ulusal parlamentolar üzerinden yapmıştır. Bellamy, askeri bir müdahaleye başvurmadan önce uygulama yolları üzerinde tam bir fikir birliği sağlanması gerektiğinin altını çizmiştir. Konuyla ilgili olarak devletler yüklediği sorumluluklar şöyledir; bölgesel/alt bölgesel

tavsiyeleri desteklensin, ilgili devletin siyasi, kavramsal ve kurumsal olarak gelişmesi için yardımda bulunulması (koruma sorumluluğu danışmanı göndermek, kaynak sağlamak), devletlerin kendi hedefleri ne olursa olsun sorun karşısında uluslararası angajman oluşturmaları, sadece karar alırken değil alınan karar uygulanırken de beraber ve insani nedenlerle hareket etmeleri, sivil toplum kuruluşlarını desteklemeleri tavsiyesinde bulunmuştur (Bellamy, 2013: 35- 36).

Bellamy, ulusal parlamentolara ise halk ve hükümet arasında iletişimin artırılması için çalışmalar yapmalarını önermiştir. Koruma sorumluluğu ve devletin bu konudaki görevi sık sık hatırlatılıp, kamuoyu oluşturulmasını tavsiye etmiştir. Bellamy, son olarak sivil toplum kuruluşlarına bilinçlendirme, farkındalık yaratma, kamuoyunun ilgisini çekme tavsiyelerinde bulunmuştur (Bellamy, 2013: 37).

Jennifer Welsh ise koruma sorumluluğuna yönelik devletlerin olumlu bakışının giderek arttığını ifade etmiştir. Fakat Welsh’in konuyu eleştirdiği nokta, sütunlar arasında bir eşitlik olmadığı üzerine olmuştur. Welsh, son sütunun askeri müdahale olarak algılandığını ifade etmiş ve bir son çare olarak başvurmadan önce tüm zorlayıcı yolların denenmediğini belirtmiştir. Welsh, ayrıca güç kullanımının önüne geçilmesi için, BMGK’nin güç kullanmayla ilgili hesap vermesi gerektiğini belirtmiştir. Welsh, 139.maddenin kullanılmasının ve askeri müdahaleden başka çözüm yokmuş gibi görünmesinin önüne geçilmesi için daimi üyelerin hesap vermesi gerektiğini belirtmiştir (Welsh, 2019: 63).

Welsh’in değindiği bir diğer nokta ise uluslararası toplumun 1.stüna yaptıkları vurguyu, 3.sütuna yapmamış olmalarıdır. Welsh konuyu Libya ve Suriye örnekleri üzerinden değerlendirirken, koruma görevinin uluslararası topluma geçtiği noktalarda (Suriye), uluslararası toplumun kavrama yeterli atıfta bulunmadığına dikkat çekmiştir. Welsh’e göre, uluslararası toplum, kendi siyasi çıkarlarını hedefledikçe, kararlı ve toplu yanıt vermekten de uzaklaşmıştır (Welsh, 2019: 63-64). Welsh, askeri operasyonların her zaman başarı getirmediğine dikkat çekerek, karar vericilerin başarı olasılıklarını değerlendirmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Halkın korunmasına yönelik alınacak kararların koruma amacı taşıdığını fakat Libya örneğinin de bu konuda siyasi niteliğini vurgulamıştır. Welsh’e göre, kavramın tam anlamıyla gerçekleştirilmesini bu kadar zor kılan şey, ulusal düzeydeki ilerlemenin yetersiz olmasıdır. Welsh, ilkenin uluslararası toplumdan kolektif bir davranış görevi gerektirdiğini öne sürmüştür. Welsh’e göre, Libya ve Suriye vakalarının yarattığı tartışmalar, üçüncü sütunun, diğer sütunları ilerletmek için gerekli olan siyasi sermayeyi sürdürme açısından ikincil zarar verebilir olduğunu ortaya koymuştur. Welsh, askeri araçların

kullanımına ilişkin tartışmaların, daha büyük bir kabul ve maksimum düzeyde çözüm için uyumlu bir çaba gerektirdiğini ifade etmiştir (Welsh, 2016: 84- 85).

Alice Coen ise, mülteci krizi üzerinden konuyu değerlendirmiş ve mültecileri korumayla ilgili adımlar atılmasını gerekli görmüştür. Coen, Irak, Afganistan ve son olarak Suriye’de yaşanan derin insan hakları ihlallerine dikkat çekerek, bu ihlallerden korunmak için ülkelerine terk etmek zorunda kalan insanlar üzerinden konuyu ilerletmiştir. Coen, özellikle, kitlesel vahşet durumlarının ardından, mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler için iltica ve diğer koruma türlerine erişimin kolaylaştırılması, koruma sorumluluğunun gerçekleştirilmesine yönelik önemli bir adım olduğunu vurgulamıştır (Coen, 2016). Mülteci yükünü karşılamak istemeyen ABD ve Avrupa ülkeleri, mültecilerin korunma sorumluluğunu da kabul etmemektedir. Coen, devletlerin bu konuda insan haklarını düşünmediğini ve özellikle Avrupa’nın mültecilerin engellenmesi konusunda büyük uğraşlar verdiğini ifade etmiştir. Çözümün eşitlikçi mülteci kabulünden geçtiğini belirten Coen, devletlerin bu mültecileri kültürlerine, toplumsal yaşamlarına ve ekonomilerine karşı tehdit olarak gördüklerini ve bu yüzden mültecileri korumaktan kaçtıklarını ifade etmiştir. Coen, kitlesel zulüm suçları nedeniyle yerlerinden edilen milyonlara geri göndermeme, sığınma hakkı ve geçici hibe verilmesini sürdürmek için çalışmalar yapılması gerektiğini ifade etmiştir (Coen, 2015: 1054).

Koruma sorumluluğunun uygulanmamasıyla ilgili en büyük engel olan BMGK daimi üyelerinin veto hakkı çözülmesi gereken ana sorun olarak kabul edilmiştir. Bu konuya ilişkin yapılan öneriler, koruma sorumluluğunu gerekli kılan insani krizlere karşın veto hakkının askıya alınması olmuştur. Bu konuya ilişkin bir diğer eleştiri ise Allen Buchanan ve Robert O. Keohane tarafından ortaya atılmış ve BM Örgütü’nün otoritesini sağlayamadığı ileri sürülmüştür. Buchanan ve Keohane, BM Örgütü’nün hesap verilebilirlik için yeterli prosedürlerden yoksun olduğunu ileri sürmüşler ve bunun da daimi üyelere hareket özgürlüğü sağladığını belirtmişlerdir (Buchanan ve Keohane, 2011: 51). Yaşanan gelişmeler ve tartışmalar sonucu yapılan katkılar koruma sorumluluğunun geleceğine ilişkin fikir vermeye devam edecektir.