• Sonuç bulunamadı

2.1.2. Uluslararası Güvenlik Yaklaşımları

2.1.2.5. İngiliz Okulu Güvenlik Anlayışı

İngiliz Okulu, temel analiz birimi olarak uluslararası toplumu kabul eden görüştür. Bilinen temsilcileri Martin Wight, Hedley Bull, John Vincent, Adam Watson olmuştur. Daha sonraları ise Robert Jakson, Tim Dunne ve Nicholas Wheeler bu gurba katılmıştır (Arı, 2013: 120-121). İngiliz Okulu içinde birde fazla düşünceyi içeren eklektik bir yapıya sahiptir. İngiliz Okulu’nun kurucusu kabul edilen Martin Wight, okulun ve kendi düşüncelerinin, Makyavelci (ya da Hobbescu) gerçekçilik, Grotiuscu akılcılık ve Kantçı devrimciliği birleştirmiştir. İngiliz Okulu’nda, Grotiuscu akılcılığın etkisinin daha fazla olduğu ileri sürülmüştür (Devlen ve Özdemir, 2010: 45). İngiliz Okulu, Grotiuscu bakış açısını öncül kabul ederek, uluslararası politikayı “uluslararası toplum” ya da “devletler toplumu” olarak tanımlamıştır. İngiliz Okulu bu uluslararası toplumun sistem içinde hem çatışma hem de işbirliği içinde olduklarını kabul etmiştir (Bull, 1977: 27).

İngiliz Okulu, temelde uluslararası ilişkilerde düzeni sağlamanın mümkün olup olmadığı sorusuna cevap vermeye çalışmıştır. İngiliz Okulu’nun ilk temsilcileri düzeni sağlayacak ana durumun uluslararası toplum oluşturmak olduğunu ileri sürmüşlerdir. Grotiusçu rasyonalizm temelinde ortaya atılan uluslararası toplum kavramının kurucuları egemen, bağımsız ve siyasal birimler olan devletler olarak kabul edilmiştir. İngiliz Okulu uluslararası toplumu uluslararası devlet sistemlerinden ayıran noktanın çıkar algısı ve ortak değerler paydası olduğunu ileri sürmüştür. Kuramcılar, bu durumunda ancak işbirliği ve

Hobbesçu savaş durumu ve Kantçı devrimcilikle rekabet halinde olduğunu ifade etmişlerdir. Kuramcılar, uluslararası toplumları evirilen, dönüşen ve yok olan tarihsel yapılar olarak tanımlamışlardır (Şeyşane, 2013: 22).

İngiliz Okulu temelde dört ana argüman üzerinden ilerlemiştir. Argümanlar şunlardır (Devlen ve Özdamar, 2010: 48):

-Uluslararası sistem anarşiktir.

-Uluslararası ilişkilerin temel aktörleri devletlerdir.

-Devletler bu uluslararası sistemde kendi siyasi çıkarları çerçevesinde ilişkilerini düzenleyen ortak kurallar ve kurumların oluşturduğu uluslararası toplum içerisinde varlıklarını sürdürürler.

-İki ya da daha fazla devletin birbirleriyle ilişki kurduğu ve kurulan bu ilişki vasıtasıyla birbirlerinin kararlarına etkide bulundukları sürece bir devletler sistemi mevcuttur.

İngiliz Okulu, düzenin hâkim olduğu uluslararası politikada devletlerarası şiddet boyutunun daha az olduğunu iddia etmişlerdir. Savunucular, şiddeti tamamen yok saymadıklarına dikkat çekerek, uluslararası hukuk, ahlak ve karşılıklı işbirliği sayesinde kontrol edildiğini ileri sürmüşlerdir (Barlas, 2019: 111). Fakat kuramcılar, düşüncelerini ifade ederken, ne realistler gibi tümüyle çatışma ortamının olduğunu, ne de liberaller gibi tümüyle işbirliğinin çözüm olduğunu iddia etmişlerdir. Kuramcılar, her iki durumunda sistemde var olduğunu kabul etmişlerdir. Bull, konuyla ilgili olarak, uluslararası toplumun sadece çatışma üzerinden değil, ortak kurumlar yoluyla paylaşılan kurallarla sayesinde etkileşime geçtiğini ileri sürmüştür. Bull, birbirleriyle ilişki kurarken bu ortak kurallara riayet eden uluslararası toplumun, bir diğeriyle de bu kuralları paylaşması gerektiğini ifade etmiştir. Bull, uluslararası toplumun işbirliği içinde güvenli bir düzen sürdürmek için, birbirlerinin bağımsızlıklarına ve politikalarına saygı göstermeleri gerektiğini, karşılıklı güç kullanmaktan kaçınılmalarını, anlaşmalar yapmalarını ve bu anlaşmalara sadık kalmalarını ve uluslararası örgütler kurmalarını gerekli görmüştür (Bull, 1997: 13). Bull’un üzerine çalıştığı bir diğer konu ise düzen-adalet ikilemi olmuştur. Düzenin mi yoksa adaletin mi öncelik olduğu sorusunu cevaplamaya çalışan Bull, adaletin sağlanmasının düzenin sağlanmasına katkıda bulunacağını belirtmiştir. Bull üç tip adaletten bahsetmiştir. Bunlar; insani adalet, uluslararası adalet ve dünya çapında adalettir. Bull’a göre, uluslararası adaletin sağlanması güçlü bir uluslararası toplum oluşturulması ve düzenin korunması bakımından önem arz etmektedir (Türkalp, 2017: s.s.y). Wight ise, uluslararası toplumu dünya üzerindeki en kapsayıcı toplum olarak

tanımlamıştır. Wight, uluslararası toplumu sıradan toplumdan ayıran en önemli özelliğinin üyelerinin yapısı olduğunu ileri sürmüştür. Wight, devletlerden meydana gelen uluslararası toplumun sayısı az olsa bile, toprak büyüklüğü, coğrafi konum, nüfus, kültürel ve sosyal yapıları itibariyle sıradan bir topluma göre oldukça heterojen olduğunu ifade etmiştir. Wight’e göre, uluslararası toplumun varlığını uluslararası hukuk ayakta tutmaktadır (Şeyşane, 2013: 21).

İngiliz Okulu ilk dönemlerinde güvenliğe yönelik önemli bir fikir geliştirmemiş ve güvenliğin uluslararası toplumun kurulmasıyla sağlanacağını varsaymışlardır. İngiliz Okulu’nun başlarda devletlerarası ilişkileri temel alan güvenlik anlayışı zaman içerisinde değişmiş ve insan hakları gibi konular da güvenliği tanımlamada önem kazanmıştır. Fakat daha sonraları konuyla yakından ilgilenen İngiliz Okulu’nun güvenlik kavramına yönelik geliştirdiği fikirler iki ayrı gruba ayrılmıştır. Bu iki fikir çoğulcular ve dayanışmacılar olarak ayrılmıştır. Çoğulcuları oluşturan grup, devlet merkezli bir açıklama geliştirmiştir. Çoğulculara göre uluslararası toplumda esas olan egemenlik tüm devletlere tanınmış ve herhangi bir devletin egemenliğine yönelik bir eylem yapılmaması uluslararası hukuk tarafından garanti altına alınmıştır. Çoğulcular devletlere yönelik bir müdahale fikrinin karşısında yer almışlardır (Buzan, 2004: 45- 46). Bu durumun düzeni etkileyeceğini ileri süren çoğulcular insani müdahale ve koruma sorumluluğu gibi kavramları da devleti sınırlayan durumlar olarak değerlendirmişlerdir. Çoğulcular devletlere müdahale edilmesine sadece bir devlet içerisinde meydana gelen insan hakları ihlalleri komşu devletlerin egemenliğini tehlikeye attığı durumlarda izin verilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Dayanışmacılar ise, devletlerin bireyleri korumakla yükümlü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Dayanışmacılara göre devletler kendileri oluşturan bireylerin temel haklarını garanti altına almalı ve onların güvenliklerini sağlamalıdır. Dayanışmacılar devletin bu görevini yerine getiremediği durumlarda müdahale etmeme ilkesinin ihlal edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Dayanışmacılar müdahaleyi bireyin güvenliğinin sağlanmaması koşuluna bağlamışlardır. Dayanışmacılara göre insan hakları devletlerin egemenlik haklarının önüne yer almıştır. Dayanışmacılar evrensel insan haklarına dayanan, ortak değerlerin yaygın olarak paylaşıldığı ve dolayısıyla daha müdahaleci bir uluslararası toplumun nasıl ortaya çıkabileceği üzerine açıklamalar geliştirmeye çalışmışlardır (Devlen ve Özdamar, 2010: 55).

Çoğulcuları ve dayanışmacıları oluşturan gruplar İngiliz Okulu’nun ikinci nesli arasından çıkmıştır. Raymond John Vincent, Nicholas Wheeler, Timothy Dunne dayanışmacı

Düsüncelerini Bull’un düzen-adalet ikilemi üzerinden açıklayan teorisyenler, İngiliz Okulu’nun normatif kanadını oluşturmaktadır (Ağkaya, 2016: 1064). Vincent, Human Rights

and International Relations adlı eserinde temel haklar olarak gördüğü beslenme ve yaşama

hakkının varlığından bahsetmiştir. Vincent’e göre bireylerin bu haklara ulaşması uluslararası toplumun ne yapacağıyla alakalıdır. Vincent bu temel hakların garanti altına alınmasını sisteme bir meydan okuma olarak değil insan haklarına sahip egemen devletlerin, ancak meşruiyetine katkıda bulunan bir şey olarak görmüştür. Vincent’e göre insan haklarının garantiye alınması ve devlet egemenliğinin bu haklar yönünde sınırlandırılmasının ihtimali yok değildir. Vincent’in bahsettiği ihtimal; ülkelerinde medeni haklara saygı duyan Kantçı liberal devletler temasına dönüşüyle mümkün olacaktır. Vincent’e göre, devletler birbirleriyle savaşmaya daha az istekli olursa ve ya bu fikirden vazgeçerse ve böyle bir küresel bir kültür yayılırsa, uluslararası toplumun daha sorunsuz çalışmasını sağlanır. Fakat Vincent tüm bunların müdahale için bir izin verme olmadığını ifade etmiştir. Vincent’e göre uluslararası toplum bu derece dayanışmacı değildir. Vincent, bu yüzden müdahale gibi kavramların istenilen sonucu veremeyeceğini belirtmiştir. Vincent temel hakların devletlerin hukuklarıyla garanti altına alınması durumunda müdahaleye gerek olmayacağını da ifade etmiştir (Vincent, 1986: 150-152).

Wheeler ve Dunne ise, insani müdahalenin nasıl yapılacağı ve kavramın meşruluğu üzerine çalışmalar yapmışlardır. Wheeler ve Dunne Hedley Bull’s Pluralism of the Intellect

and Solidarism of the Will adlı makalelerinde Bull’un fikirleri üzerinden devletler toplumunun

insani krizlere verdiği tepkilere odaklanarak, dayanışmacı duyguların devlet liderlerinin bilincine ne kadar nüfuz ettiğini değerlendirmişlerdir. Wheeler ve Dunne’e göre, Bull’un devletler toplumunda düzen ve adalet arasında karşılıklı bir bağımlılık mevcuttur. İnsan haklarının devletlerin meşruiyetinden daha önemli olduğu yönünde açıklama geliştiren ikili, tüm konulara insan hakları ve ahlak üzerinden eğilmiştir. Wheeler ve Dunne meşru bir otorite tarafından desteklendiğinde uluslararası toplumun müdahaleyi meşru kabul ettiğini ileri sürmüşlerdir. Bunun Soğuk Savaş’ın sona erdiği siyasi düzlemde meydana geldiğini belirten ikili, uygun şartlar olursa ve haklı savaş doktrinine uygunsa tek taraflı müdahalenin uluslararası toplum tarafından meşru görülmesini adil bir dünya oluşturmaya katkı olarak kabul etmişlerdir. Wheeler ve Dunne bu hakkı suiistimal edenlerin uluslararası kamuoyu tarafından yargılanacağının da altını çizmiştir (Devlen ve Özdamar, 2010: 57).

Çoğulcu grupta yer alan Robert Jackson The Global Covenant: Human Conduct in a

Jakson’a göre küresel toplum varsa bile çoğulcular bunun karşısında yer almalıdır. Jackson dayanışmacıları müdahale fikrini kabul ettikleri için eleştirmiştir. Jackson NATO’nun Kosova’ya yaptığı müdahalenin insan hakları ihlallerine dikkat çekerek en büyük insan hakları ihlallerinin savaşlarda meydana geldiğini belirtmiştir. Jackson bu yüzden devlet egemenliğine saygı duyulması gerektiğini belirtmiştir. Jackson’a göre devlet dışında düzeni sağlayacak bir otorite yoktur. Dayanışmacılar insan güvenliğini baz alan açıklamalar yaparken mevcut sistemin yerine neyin getirileceği konusuna yeterince önem atfetmemişlerdir (Devlen ve Özdamar, 2010: 59).