• Sonuç bulunamadı

Sosyal Devletin Altın Çağı (1945 1975)

İkinci Dünya savaşı, herkesin hayatını etkilemiş ve bu nedenle fikir ve tutumlarda önemli değişikliklere yol açmıştır. Savaş, sosyal ayrımları azaltmış, kıtlıklar ve bombalar, 1930’lardaki işsizliğin aksine tüm sosyal sınıfları eşit şekilde etkilemiştir. Ortak sorunların baskısı, ortak çözümlerin kabulüne neden olmuştur. Savaş sırasında sosyal sınıflar karıştığı için, sosyal sorunlar toplum ve politikacılar tarafından daha da fark edilir ve önemli hale gelmiş, fikir ve tutumlar bu yönde değişmiştir (www.canaktan.org/politika/refah- devleti/dogusu-gelisim.htm). Artık iki savaş arası dönemdeki gibi büyük kitlelerin açlık ve sefalet içinde yaşamalarına kimsenin göz yummayacağı, üretim bolluğu ve tüketim darlığı çelişkisini hoş karşılamayacağı anlaşılmıştır. Ekonomik yönden güçsüz kitlelerin yeni bir sosyal ekonomik düzen isteklerinin haklı ve doğal bir istek olarak kabul edilmesi zorunlu olmuştur (Göze, 1995: 126-127 ).

İkinci Dünya savaşında dünya piyasalarının tamamen yıkılışı sonrasında, birçok ülkede ulusal paranın serbest bir şekilde konvertibilitesi yok olmuş, sermayenin transferleri sıkı kontrole tabi tutulmuş ve iç piyasaları katı bir şekilde düzenlenmiştir. Birçok ekonomik faaliyet koruma altına alınmıştır (Pierson, 2000:192-195).

Bu dönemde ücret ve iş koşulları için toplu pazarlığın statüsü güçlenmiştir. İkinci Dünya savaşı sonrası ekonomiler kapalı devre bir yapısal süreç içine girdiler. Pierson dönemin ekonomik karakteristiğini şu şekilde betimlemektedir. ‘1)Temel olarak kabul edilen kapitalist uluslar arası piyasa parametreleri dâhilinde, yurt içinde tam istihdamı ve ekonomik büyümeyi sağlamada Keynesyen ekonomi politikalarının izlenmesi kararlaştırılmıştır. 2)Piyasa ekonomisine verilen ağırlığa bağlı olarak daha az ya da daha çok ‘kurumsal refah devletinin kabulü. 3)Sağ ve sol, emek ve sermaye arasında bunların temel sosyal kurumları (piyasa ekonomisi ve refah devleti’ üzerinde geniş-tabanlı bir uzlaşma ve bu kesimlerin çatışan çıkarlarının uyuşturulması. Sözü edilen bu liberal demokratik veya sosyal demokratik kurumlar, ekonomik hastalıklardan ve politik kutuplaşmalardan kaçınmanın en iyi garantisi olarak görülmüştür (www.canaktan.org/politika/refah-devleti/dogusu-gelisim.htm).

İkinci Dünya savaşında çekilen sıkıntılar, daha iyi bir dünya arzusuyla insanlar arasında bir uluslar arası uzlaşmayı sağlamıştır. Bu dönemde tüm toplumlar kendilerine güvenli bir yaşam sunacağına inandıkları hükümetleri ve yönetim süreçlerini tercih etmişlerdir. Bu türden bir dayanışma ve ulusal fayda üretme arzusu sosyo-ekonomik hayata da doğrudan yansıdığında modern refah devletinin oluşumu için uygun bir psikolojik iklim ortaya çıkmıştır.

Daha doğrusu İkinci Dünya savaşı sonrasında, adil ve demokratik toplum söylemi esas olarak sosyal-demokrat partiler tarafından geliştirilmiştir. Başka bir deyişle, sözü edilen dönemde sosyal demokrat partiler adil ve eşitlikçi toplum düzeni söylemi etrafında büyük bir siyasi etkinlik sağlamışlardır. Bu siyasi etkinliğin uygulama alanındaki kaynağı devlet kapitalizmi olarak tanımlanabilir. Devlet kapitalizmi, kapitalizmin neden olduğu toplumsal çatışmaları ve gerilimleri yumuşatmak, sistemin dar boğazları aşmasını sağlamak için devletin ekonomik yaşam alanına bir girişimci gibi müdahalesidir ( Şaylan, 1995: 64-65). Devlet adil bir toplum düzeni sağlamak, ekonominin sağlıklı bir biçimde işlemesini güvence altına almak için bizzat işletmeci olmayı da kapsayan biçimde ekonomiye müdahale etmektedir. Bu müdahale daha çok alt yapı ve sosyal hizmetler konusunda yoğunlaşmaktadır (Şaylan, 1995:64- 65).

Kökenleri 19.yüzyıl ile 20 yüzyıl başlarına dayanan modern Refah Devleti bugünkü formuna büyük çapta 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1945’lerden sonra bu iklimde ulaşmıştır. Gerçekten modern Refah Devletinin altın çağı 1945–1975 arası dönemde gerçekleşmiştir. Ekonomik büyümeyi hızla gerçekleştiren endüstrileşmiş ülkelerde toplumun siyasal ve toplumsal örgütlenmesi de bunu gerektirdiğinden, başta çalışanlar olmak üzere toplumun korunmaya muhtaç kesimlerini koruyucu ve onların yaşam düzeylerini yükseltici önlemler uygulamaya konulmuştur. Böylece devlet büyüyen gelirin daha hakça dağılımını sağlayacak ve bireylerin yaşam düzeylerini yükseltecek çeşitli önlemler uygulamaya koyarken, sosyal devlet de anlamını kazanmıştır (Koray, 2000:24-25).

Refah Devletinin tarihinde İkinci Dünya savaşı sonrasında başlayan ve 1970’lerin ortalarına kadar süren bu yeni dönem, refah devletinin altın çağı olarak anılmaktadır. Bu dönemde; tam vatandaşlık fikrine dayalı çok daha kapsamlı ve evrensel bir refah devleti oluşturmak için hızlı reformlar yapılmış, bu doğrultuda devlet, refah sisteminin kapsadığı riskler ve gruplar ile sağlanan faydaların hızla genişlemesi için kaynakları arttırma taahhüdü vermiş; ekonomik büyüme ve tam istihdamı gerçekleştirmeyi vaat etmiş ve bu ortamda karma ekonomi ve kapsamlı refah sistemi lehine oldukça geniş tabanlı politik konsensüs sağlanmıştır ( Göze, 1995:126-127). Bu durum, dönemin temel sosyo-demografik karakteristiğinde belirgin bir farklılık göstermiş ve gelişim süreci içinde önemli demografik değişiklikler olmuştur. Bunlardan en önemlisi yaşam beklentisindeki sürekli artış ve ölüm oranlarında ki düşüştür. Bunun doğal sonucu artan yaşlılığa karşılık yaşlılara yönelik sosyal güvencenin artması zorunluluğudur. Bu dönemde ailenin yapısında da değişim ortaya çıkmıştır. İstihdam genel olarak artmakla birlikte kadın istihdamında gözle görülür bir artış ortaya çıkmıştır. Daha önce belli alanlarda ortaya çıkan endüstriyel kazalara karşı tazmin tüm iş kollarına yayılmıştır.

Gelişen kapitalist dünyada savaş sonrası dönem, olağanüstü büyüme ve refah artışı ile birlikte ekonomide yeni ve çeşitli devlet müdahalesi biçimlerinin söz konusu olduğu bir dönemdir. Başka bir deyişle devlet kapitalizmi, refah devletinin temel karakteristiklerinden biri olmuştur. 1970’lerde işgücünün %90’ı yaşlılığa, sakatlığa ve hastalığa karşı sigortalı olmuştur. Bu dönemde refah devletinin gelir ve harcamaları arttıkça, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir dağılımı gibi sosyal politika ve sosyal refah hizmetleri geliştikçe, refah devletinin kurumsallaşan bu hizmetleri, vatandaşlar tarafından ‘bir refah hakkı’ olarak görülmeye başlanmış, vatandaşların devletten beklentileri sürekli artmıştır. Ve bu beklentiyi karşılamanın devlet için büyük maliyetleri ortaya çıkmıştır.

Refah Devleti harcamalarının Artması; Sosyal Refah Devletinin hacminin genişlemesiyle, refah harcamalarının artması oldukça doğaldır. Nerdeyse her ülkede yaşlılık, malullük, ölüm, hastalık, analık ve iş kazaları-meslek hastalıkları sigortaları kurulmuştur. Daha zengin ülkelerde ise, bunlara ek olarak, işsizlik sigortası ile aile yardımları da yer almıştır. Eğitim ve sağlık harcamaları artmış, sosyal hizmetler hem kapsam, hemde kalite olarak farklılaşmıştır. Tüm Avrupa’ya bakıldığında devletin kamu mallarının üretilmesinden, gelirin yeniden dağıtımı fonksiyonuna kadar genişlediği görülür. Sosyal refah programlarıyla devlet kaynaklarını kullanmaktadır. Bu durum Avrupa hükümetlerinin bütçelerinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Devletin bu fonksiyonlarını gerçekleştirmek amacıyla toplanan vergilerin miktarı zamanla artmıştır. Büyük harcamalara ihtiyaç duyan modern refah devleti bunu karşılamak için yüksek vergiler almak durumunda kalmıştır. Bu dönemde devlet, sosyal amaçlarla, sürekli olarak hem vergi gelirlerini çeşitlendirmiş, hem de vergi oranlarını müterakki hale getirmiştir. ( Pierson, 2000: 74) Vergi oranlarının ve çeşitlerinin artmasıyla refah devletinin kamu harcamalarının artması arasında manidar bir bağ vardır.

2.4.1.Sosyal Refah Devleti Aslında Ne Yapmak İstiyor?

Refah Devleti uygulamasının şu ya da bu ölçüde Amerika’dan Batı Avrupa’ya, Kanada ve Avustralya’ya uzanan bir alanda yaygınlaştığı söylenebilir. Refah devleti uygulaması ile kapitalizm hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu uygulama içinde devlet kurumu en büyük işveren haline gelmiş; çeşitli devlet kurumları mal ve hizmet üretmeye başlamıştır. Böylece toplam ekonomik ve mali kaynakların önemli bir bölümü devlet tarafından denetlenip yönlendirilmişlerdir. Gerçekten de refah devleti, özellikle çalışan kesimler için refah ve güvence sağlayıcı işlevleri yerine getirmekte; böylece kapitalizmin çaresiz bıraktığı bireyi koruyucu önlemleri yaşama geçirmektedir. Bir başka deyişle kapitalist sistemin doğası gereği yol açtığı bireyin sorunlarını ve risklerini devlet karşılamakta ve sistem devam etmektedir. Bununla beraber emek sahibi birey iş bulmakta ve ödediği vergiler ve sosyal güvenlik payı ile refah devletinin finansmanına katılmaktadır ( Şaylan,1995: 77). İşte toplumun tüm kesimlerinin devletten giderek büyüyen ölçekte hizmet ya da olanak talep etmesi ortaya devletin mali krizini çıkartmıştır. Bu aynı zamanda refah devletinin işlevini yitirmesi ve çökmesi sürecinin başlamasıdır.