• Sonuç bulunamadı

1.3. Devletin Tarihsel ve Siyasal Serüveni

1.3.4. Siyasal Dönüşümün Anahtarı ve Devletin Yeni Yüzü: 1789 Fransız İhtilali

1.3.4.2. İktisadi Bunalımın Yüzyılı, Sanayi İnkılâbı

1.3.4.2.3. Devletin Değişen Fonksiyonu

Temelde Devlet 19.yüzyılın saygısız ve sömürücü kapitalist düşüncesine ve böyle bir düşüncenin emek piyasalarında ve toplum hayatında yol açtığı muazzam tahribata kamu müdahaleleri yoluyla engel olmasa idi, Fransız İhtilalinin ortaya koyduğu ‘İnsan Hakları Beyannamesinde’ sözü edilen, uluslar arası prensiplerin bir değer taşıyabileceklerini söylemek hiçbir zaman mümkün olmazdı. Zira 1789 Fransız İhtilalini hazırlayan fikirlerin giderek yayılmasından sonra klasik devlet de belirgin farklılaşmaların ve kısıtlamaların olduğu görülmektedir. Geleneksel Devletin, devlet için birey mantığının yerine bireyin merkezde olduğu bir toplum ve siyaset tasavvuru egemen hale gelmiştir. Montesquieu’dan bu yana devlet teorileri oldukça ciddi bir değişim göstererek ‘seyirci devlet’ yahut gece bekçisi veya Jandarma tipi devlet giderek, milletin nabzını sürekli olarak avuçlarının içinde tutan ‘oyuncu’ ya da ‘baba devlet’ şekline dönüşmüş, özellikle günümüzde devletin fonksiyonları hayret edilecek kadar genişlemiş, çeşitlenmiş ve etkili bir mahiyet almış, devletin sosyal hayata yoğun müdahaleleri olmaksızın toplum yaşamının düzgün, huzurlu ve sancısız işlemesine olanak bulunmadığı anlaşılmıştır (Serter, 1994:3).

Bu tür bir yapıda ekonomik bakımdan güçlü olanın lehine ortaya çıkan avantajlılık hali devleti ilgili süreçlerde taraf olmaya itmiştir, devletin fonksiyonel olarak farklılaşmasına neden olacak bu süreç modern sosyal devlet için bir kırılma noktasıdır. Devlet zaman içerisinde giderek artan bir şekilde, başta ekonomik ve sosyal alanlarda olmak üzere her türlü toplumsal alana ilgisini ve müdahalesini artırmaya başlamıştır. Zira Devletin ilgisinin doğal bir sonucu olarak erkini de sürece yansıtacağı için seyirci devletten müdahale eden bir devlet anlayışına doğru bir evirilme ortaya çıkmıştır. İlk dönemde düzenleyici görevler üstlenen devlet, daha sonra bizzat üretici olarak ekonomik faaliyetlerin içinde görev almaya başlayınca bizzat işveren fonksiyonuna sahip olmuş ve giderek artan oranda sosyal görevler üstlenmeye, birtakım sosyal önlemler almaya başlamıştır ( Özdemir, 2004:45).

Modern Devlet öncesine ilişkin devlet ve birey anlayışı, bugünkünden farklı olup, önemli olan birey-üstü ve kutsal olan devletin bekasının sağlanmasıydı. Bireyler devlet için vardır, görüşü hâkimdi. Ancak, Devlet olgusunun evrimsel bir gelişme içinde bugüne geldiği nokta, devletin birey için var olduğudur ve devlet artık sosyal refahın sağlanmasında temel bir göreve sahiptir. Bu serüvenin sonucunda ortaya çıkan yeni devlet formunun sosyal karakterini, daha iyi anlamak için sosyal devletin oluşum aşamalarının incelenmesi gerekmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM: MODERN DEVLETİN BİR BİÇİMİ OLARAK SOSYAL DEVLET ve SOSYAL DEVLETİN OLUŞUMU

Sosyal Devletin Gelişimi ile ilgili çeşitli tarihsel dönemler önemlidir. Sosyal Devletin gelişimi incelenirken beş evreden bakılabilir. Bu evreler;

1. Dönem: Antik Çağları ve Yoksulluk Yasalarının çıkarılmaya başlandığı Sanayi Devrimi öncesi Dönemler,

2. Dönem (1880 -1914):19.yüzyılda başlayan ve bütün dünyayı dönüştüren Sanayi dönemi, 3. Dönem (1914 -1945):İki Dünya savaşı arasındaki Dönem,

4. Dönem (1945 -1975): Sosyal Devletin Altın Çağı, 5. Dönem (1975-……): Sosyal Devletin Krizi.

2.1. Antik Çağlar ve Yoksulluk Yasalarının Çıkarılmaya Başlandığı Sanayi Devrimi Öncesi Dönemler

Sosyal Devlet uygulamalarının kökenleri çok eski zamanlara kadar uzanmaktadır. Her çağın devlet formunun genel karakteristik özelliklerine uygun bir biçimde tezahür etmiş olan ayrıcalıklı bir sosyal bakış söz konusu olmuştur. Geleneksel dönemler olarak adlandırılacak bu dönemlerde aile ve toplum tabanlı, dini kurumlar, gönüllü kurumlar, mesleki birlikler, karşılıklı yardımlaşma, sandıkları, yoksul ve hasta insanlara destek olma rolünü üstlenmiş ve enformel bir tarzda sosyal refah hizmetleri sunulmuştur. Özellikle Avrupa’da Hıristiyan düşüncesi, ekonomik ve sosyal hayatta bu türden refah sağlayıcı kurumların başında yer almıştır. Kiliseler tarafından oluşturulan hayırsever kuruluşlar, hasta evleri, aşevleri, manastırlar toplumda en temel yardım kuruluşları olmuşlardır. İncil’de bir kısım naslarla yer alan sosyal yardım ve dayanışma, kilise sandıkları şeklinde müesseseleşmiştir. Kilise çevresinde yaşayanlar ödedikleri aidatlarla bu sandıkları yaşar hale getirmişlerdir. Ancak bu güvenlik sistemi ancak 9. asra kadar yaşayabilmiştir. 11. asırda Türklerin Anadolu’yu fethiyle başlayan, ticaret yollarını ele geçirmesiyle devam eden süreç kilise sandıklarını, sosyal güvenlik tehlikesi yaşayanlardan alarak doğrudan doğruya Türkler üzerine gönderilen orduların silah ve mühimmatının finansmanına hasretmişlerdir (Yazgan, 1977: 10). Ancak kilisenin bu etkisi, bir ülkeden diğerine ciddi farklılıklar göstermiştir (Güzel&Okur, 1990:16-17). Örneğin Katolik kilisesi,

kilisenin sorumluluk anlayışına vurgu yaparak, birey ve aileye karşı bu kurumların ‘yardımcı’ bir rol üstlenmesi gerektiğini savunmuştur. Diğer yandan Protestan kilisesi ise, sosyal devletin gelişiminde devlet müdahalesi ve kiliseye daha küçük bir rol verilmesini savunmuştur. Bu vurgu Avrupa’da ki refah devletleri farklılığının önemli bir sebebini oluşturur (Özdemir, 2004:140).

Ortaçağ düşüncesinde çalışmaya ve çalışmanın karşılığı olan ücrete özel bir önem verilmiştir. İlkçağlarda bedensel çalışma aşağılık bir nitelik taşırken, ortaçağ düşünürleri her türlü çalışmayı onur verici ve kutsal saymışlardır. Buna bağlı olarak kişilerin çalışmalarının karşılığını almaları da meşru ve kutsal bir hak olarak görülmüştür. Gerçekten Ortaçağ düşüncesine göre adil ücret; düzenli ve dengeli toplumda sağlıklı, tutumlu ve çalışkan her insanın; emeğinin karşılığı olan ve ailesinin geçimini sağlamasına ve gelecek için belirli bir miktar birikim yapmasına imkân verecek düzeyde bir gelire eşit olan ücret düzeyini ifade etmektedir (www.canaktan.org/politika/refah-devleti/dogusu-gelisim.htm).

Genel olarak Ortaçağdaki devlet anlayışının birçok bakımdan sosyal devlet anlayışına yaklaştığı söylenebilir. Fakat modern anlamda bir sosyal devletten bahsedebilme konusunda bize çok fazla imkân vermez.

Ancak dünyada sosyal refah alanında daha Ortaçağda yaşanan bu gelişmelere karşın, bugün bildiğimiz anlamda refah devleti uygulamalarının ortaya çıkışına ilişkin genel kabul, Batılı ülkelerde Sosyal Devlet uygulamasının İngiltere’de 1601 yılında Kraliçe Elizabeth tarafından uygulamaya sokulan ‘Yoksulluk Yasası’(The Poor Law Act), askerler hariç, toplumdaki belirli gruplara destek sağlayan ilk yasa olarak görülebilir. Daha önceleri de bazı yasalar vardı. Ortaçağda İngiltere’de devleti yoksullara yardım yapmaya yönelten ilk nedenler başlıca sosyal karışıklık endişesi ve 1348–49 Kara Ölümden (Black Death) sonraki yıllarda kronik işgücü kıtlıkları korkusuydu. Aslında bu yasanın asıl amacı, ortaya çıkan veba salgını sonrası yıllarda yaşanması olası iş gücü kıtlığıyla başa çıkılmasıdır ( Özdemir, 2004:142-145). Devlet bu doğrultuda ‘1351’ İşçi Kanunu ve ‘1388’ Yoksullara Yardım Yasası ile ücretleri ve emek kesimindeki isyanları kontrol etmeye çalışmıştır. 1576 tarihli Yoksullara Yardım Yasasında ise yoksulları işe yerleştirme anlayışı benimsenmiş ve eğer sağlıklı bir kişinin yardıma ihtiyacı varsa, ona iş bulunması gerektiği kabul edilmiştir. (www.canaktan.org/politika/refah-devleti/dogusu-gelisim.htm)

Tüm Avrupa’da olduğu gibi İngiltere’de de düşkünler önceleri manastırlarca gözetilirdi. Zaman içinde manastırlar artan nüfusla beraber yetersiz hale gelince ilgili yoksulluk yasasının çıkması sağlanmıştır. Yasaya göre, mülk sahiplerinin ödeyecekleri vergilerle hastaneler, çalışabilecek durumda olanlar için ‘çalışma evleri’ kurulacaktır. Bu yasa esasen iki esas üzerine inşa edilmiştir. Her bölgenin kendi yoksulları için sorumluluğa sahip olduğunu kabul eder ve farklı gruplara ayrılan yoksul insanlara farklı davranılmasını öngörür. Güçsüz yoksullar yani yaşlı ve hastalar düşkünler evinde barındırılır. Sağlıklı ve güçlü yoksul kişilere ıslah evlerinde iş verilmesi gerekmektedir. Temel prensip, çalışamayacak durumda olan yoksulların bakılması ve çalışabilecek durumda olanların ise çalıştırılmasıdır. Bu yasaya dönemin iktisatçıları tarafından köklü eleştiriler getirilmiştir. Aslında bu yasanın amacı yoksulluğu gidermeye yönelik olmaktan ziyade, dilencilikle mücadele amacı taşımaktadır. Yasada çalışabilecek durumda olup ta dilenenlerin, hafif işlerde zorla çalıştırılması, çalışmayı reddedenlerin ise hapsedilmesi, dilencilere yardım edilmesinin yasaklanması, yaşlılar, körler, sağırlar, özürlüler ve çocuklu anneler için çalışamayacak durumda olan yoksulların ise, kentlerde düşkünler evinde barındırılması öngörülmektedir (Ersöz, 2003: 8). Nüfussal artış yanında tarımsal faaliyetler merkeze alınarak çıkarılan yasa zamanla işlevselliğini kaybetmiştir. Bu nedenle 1834 yılında ikinci bir yasa yapılandırılmıştır. Bu yasada yardımların kişileri çalışmak yerine tembelliğe sevk etmesinin önüne geçilmek isteniyordu. Bir kısım zorlaştırıcı ilkeler, hazırlanan Yoksulluk Raporunun tavsiyelerini merkeze alarak yapılandırılmıştır. Islahevi testi ile zorlaştırılan sistemde bireyler için ıslahevinde yaşamak şartıyla yardımlardan istifade edilmesi şartı getirilmekteydi. Bu süreçte planlanan temel amaçlar ise; rüşvetten kaçınmak, standardizasyonu sağlamak, maliyet-etkililiği ve emek mobilitesini artırmaktır. Özellikle ikinci yasa Sanayileşme sürecinin başlamasıyla beraber daha güncel ve sürece uyumlu bir yasa özelliği göstermekteydi. Dolayısıyla dönemin devlet anlayışıyla da uyumluydu. Sistem sert yapısıyla zaman içinde değiştirici bir güce sahip olduğundan daha sonraki gelişmelerin önemli bir miladı olarak sayılabilir.

2.2. 19.Yüzyılda Başlayan ve Bütün Dünyayı Dönüştüren Sanayi Dönemi: (1880 - 1914)

Sanayileşmenin 19.yüzyıldan bu yana ekonomik ve dolaysıyla da bütün sosyal hayatta yarattığı değişiklikler oldukça fazladır. Modern-mekanik üretim araçları ve sermayenin belirli ellerde toplanması, geniş işçi kitlelerinin ortaya çıkması, bu kitlelerin ekonomik bakımdan zayıf oluşları yüzünden kapital sahipleri tarafından istismar edilebilmeleri imkânı

sanayileşmeye başlayan toplumların özelliklerinden olmuştur. Sanayileşme ile birlikte küçük zanaatkârlar önemini kaybetmiş, üretim makineleşmiş, ihtisaslaşma artmış ve önceki devirlerin aile ekonomilerinin yerini bütün ekonomik faaliyetleri birbirine bağlı kılan yeni bir ekonomik düzen almıştır. Buna paralel olarak yüksek düzeyde bir standardizasyon üretimin başlıca belirgin vasfı haline gelmiş ve insan ihtiyaçları genel ve belli tiplerde tüketim maddelerinin üretimi yoluyla karşılanmaya başlamıştır. Bu gelişme tabiatıyla ekonomik ilişkilerdeki şahsilik unsurunu kaldırmış, gerek mal, gerek emek piyasalarında geçerli olacak şartlar taraflarca tespit edilme yoluna gidilmiştir (Türk, Sosyal Hukuk Devleti: Ders Notları).

O günlere ait koşullar bir önceki bölümde ifade edilmişti, kısaca söz etmek gerekirse şunları hatırlatmak ta yarar var. Uzun çalışma saatleri, sağlıksız çalışma koşulları, sefalet ücretleri, işverenleri kollayan bir serbestlik anlayışı. Bu umutsuz ve karamsar tablo içinde, erkeklerin yanı sıra çok sayıda kadın ve çocuk fabrika yaşamına girmeye ve biraz olsun aile gelirini yükseltmeye çabalarken, işgücüne kadın ve çocukların girmesi ücretlerin daha da düşmesine yol açıyordu. Öte yandan alınan ücretler sadece çalışan gün için geçerliydi. Hastalık ya da bir başka nedenle işsiz kalındığında ücret söz konusu olmuyordu (Koray, 2000:24-25). Sürekli gelişen yeni üretim biçimleriyle kitlesel üretim yapılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda toplumda iki sınıf doğmuştur. Üretim araçlarının sahibi olan ve emeği ile geçinmek durumunda olanlar. Daha önceki sistemde tarım işçisi olan bu insanlar kitleler halinde koştukları kentlerde kötü yaşam koşullarında, düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri boyunca çalışmak zorunda kalmışlardır. Yeni sosyolojik durum bir kısım insanların lehine bir yükselmeye zemin hazırlarken bir kısmı içinde tahammülü zor bir noktaya doğru gitmektedir (Tuna,Yalçıntaş, 1994:12-13). Üretim araçları ve sermayenin belirli ellerde toplanması,işçi sınıfının ortaya çıkması ve bu sınıfın ekonomik bakımdan zayıf oluşu yüzünden servet sahipleri tarafından istismar edilebilmeleri riski, sanayileşmeye başlayan toplumların özelliklerinden olmuştur ( Şenkal, 2006: 58).

Özellikle sanayileşme, eski dönemin sosyal kurumları olan aile, hayır kurumları ve diğer yardım kurumlarının yetersiz kalmasına, bunların yerine bu tür gereksinimleri karşılayacak yeni kurumların doğuşuna yol açmıştır (Koray, 2003:95).

Sanayi Devriminden sonra sosyal yapıda ortaya çıkan köklü değişiklikler ve sosyal sınıflar arası çatışma ve çekişmeler devletin görevlerinin yeniden belirlenmesini zorunlu kılmıştır. Artık, devlet görevleri dikkate alındığında sadece sınırları koruyan totaliter bir sistem olarak değil vatandaşların sorunlarına da ilgi gösteren ve bu sorunları çözen bir sistem olarak

algılanmaya başlamıştır. Devlet sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan çalışma ve yaşam şartlarına göre hem sürece müdahale etmek zorunda kalmış ve buna bağlı olarak yeni bir form kazanmıştır. Devletin müdahale sebepleri ve müdahil olduğu nokta ve süreçler şunlardır.

Hümaniter, dini, sıhhi sebepler; Çocuk, genç ve kadın işçilerin korunması zorunluluğu, ağır çalışma ve yaşam şartlarının yol açtığı kütlevi, salgın hastalıklarının önlenmesi, iş kazaları ile mücadele edilmesi, büyük dinlerin insanlar için koyduğu prensiplerin gerçekleştirilmesi ve dini hislerin galeyana gelmesi gibi sebeplerin devleti müdahaleye zorladığı söylenebilir.

Askeri Sebepler; Halkın savaş ve milli savunma gücünü korumak amacıyla devlet müdahale etmektedir.

Siyasi Sebepler; Sanayi devriminin yarattığı sosyal ve ekonomik sorunların ağırlaşması ile ortaya çıkan ihtilalci fikirlere karşı devlet ve hukuk düzenini ayakta tutmak amacıyla da devlet bazı müdahaleler yapmaya zorunlu kalmıştır.

Ekonomik Sebepler; Kapitalist sürecin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan kirli rekabeti ortadan kaldırmak, emek verimliliğini artırmak düşüncesiyle ekonomik alana müdahalelerde bulunmuştur.

Kültürel Sebepler; Devlet ilköğrenimi güvence altına almak ve çalışan kütleye boş zaman yaratarak halkın milli kültür hayatına katılmasını sağlamak görevini de üstlenmek zorunda kalmıştır.

İşçi Sınıfının Baskısı; İşçi sınıfı zamanla müdahale sistemini genişletmek için kamu organlarına baskı yapmış, bu da devleti müdahaleye zorlayan önemli sebeplerden birini teşkil etmiştir. Bu müdahale noktaları yeni modern devletin aynı zamanda fonksiyonlarıdır. Önceleri sadece fakir ve muhtaçlara yardım amacıyla başlatılan kamu müdahaleleri zamanla genişleyerek bugünün sosyal devletinin oluşmasına imkan sağlamıştır (Serter, 1994:16).