• Sonuç bulunamadı

II. KURAMSAL ÇERÇEVE VE ĠLGĠLĠ ÇALIġMALAR

2.1. Toplum Destekli Polislik YaklaĢımının Teorik Altyapısı

2.1.3. Sosyal Düzensizlik Teorisi

Günümüzün modern toplumlarında kentleĢmeyle beraber artan suç ve suçluluk olgusu araĢtırmacıları suç ve sosyal çevre üzerinde çalıĢmaya itmiĢtir. Bu bağlamda ―Sosyal Düzensizlik Teorisi‖ sosyal çevre ve suç arasındaki etkileĢimi inceleyen en önemli teorilerden birisi olarak kabul edilmektedir. Teori, suç ve suçluluğun oluĢumu ile ilgili olarak sadece suç iĢleyen bireylerin kiĢisel özelliklerinin değil bunun yanı sıra suçlu bireyleri kuĢatan sosyal çevrenin etkisinin de önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Suç ekolojisi ve sosyal çevre konusunda daha önce yapılmıĢ çalıĢmalar olmasına rağmen 20‘nci yüzyılın baĢlarında Shaw ve McKay tarafından geliĢtirilen

35

sosyal düzensizlik teorisinin birçok yönden modern kriminolojinin temellerini oluĢturduğu kabul edilmektedir (BaĢıbüyük ve KarakuĢ, 2010, s.65).

Sosyal düzensizlik teorisi (social disorganization), 1940‘li yılların baĢında, Shaw ve McKay‘ın suçun ekolojik incelemeleri çerçevesinde yaptıkları araĢtırma bulguları sonucu ortaya çıkmıĢtır. Shaw ve McKay‘e göre suçun yaygın olarak ortaya çıktığı merkezlerin (semt) bir takım özellikleri ile suç oranları arasında bir iliĢkisi söz konusudur. Bu nedenle sosyal düzensizlik teorisini, suçun Ģehir merkezlerine nasıl yerleĢtiğini, hangi faktörlerin etkili olduğunu resmeden bir teori olarak nitelemek mümkündür (Kızmaz, 2005, s.151).

Sosyal düzensizlik teorisi, sık ikamet değiĢikliğinin, heterojen nüfus yapısının (farklı altyapı ve etnik kimliklere sahip nüfus), fakirliğin ve devamlı değiĢen sosyal dokunun mahalle sakinlerinin arasındaki iletiĢimi, sosyal iliĢkileri ve bağını zayıflattığını ve sosyal organizasyonsuzluk olarak adlandırılan bu durumun suçu teĢvik edici bir ortam oluĢturduğunu öne sürmektedir (Shaw & McKay, 1972‘den aktaran Sözer ve Ekici,2010, s.9). Sosyal düzensizlik teorisinin temeli Park ve Burgess‘in ġikago kentinde daha önceden gerçekleĢtirdikleri araĢtırmalara dayanmaktadır. Özellikle 1860-1910 yılları arasında endüstrileĢme ve kitlesel göçler sonucunda ġikago kentinin nüfusunun hızlı bir biçimde artması ve bununla iliĢkili olarak kentte çok önemli sosyo-kültürel ekonomik ve demografik problemlerin ortaya çıkması, bazı sosyal bilimcilerin bu alana dikkat kesilmelerine neden olmuĢtur. Ġlk olarak Park ve meslektaĢları, kentteki nüfus artıĢıyla birlikte ortaya çıkan bu geliĢmeleri, insan-çevre etkileĢimi çerçevesinde ele almıĢlardır. Park ve Burgess‘in geliĢtirdiği insan ekolojisi kuramı, daha sonraları Shaw ve McKay tarafından suçluluk araĢtırmalarına uygulanarak daha geliĢtirilmiĢtir (Bohm, 1997, s.72).

Park ve Burgess geliĢtirdikleri Ġnsan ekolojisi modelinde yüksek suç oranlarını suçun iĢlendiği bölgenin özelliklerine göre açıklamıĢlardır. ―Ortak Merkezli Bölgeler Teorisi (Concentric Zone)‖ adını verdikleri teorilerinde, ġikago kentini bu Ģehirde

yaĢayanların sosyal özelliklerine göre iç içe geçmiĢ beĢ ayrı bölgeye ayırmıĢlardır. Bu bölgeler içerisinde suçun en yoğun olarak görüldüğü bölgenin ise ―bölge 2‖ diye adlandırdıkları geçiĢ bölgesi olduğunu tespit etmiĢlerdir. Yeni geliĢmekte olan sanayi tesislerinin hemen yakınında olan ve yaĢam kalitesinin çok yüksek olmadığı bu bölgede, genellikle çevredeki fabrikalarda çalıĢan göçmenler ile ekonomik durumu iyi olmayan

36

iĢçiler yaĢamaktadırlar. Bu bölgenin temel özelliği, bölgede çok hızlı bir nüfus hareketi olmasıdır. Ekonomik durumunu düzelten iĢçilerin Ģehrin yaĢam kalitesi daha yüksek olan baĢka bölgelerine göç ettikleri ve onların yerini ise çoğunluğunu göçmenlerin oluĢturduğu yeni isçilerin aldığı gözlenmiĢtir. Bu mahallelerdeki bu hızlı nüfus değiĢimi ve yaĢayanların değiĢik etnik özelliklere sahip olması nedeniyle, bölgede sosyal kontrol mekanizmaları geliĢmemiĢ, aynı mahalleyi kullanma bilinci Ģeklinde bir ortak anlayıĢ geliĢmemiĢtir. Bölge kelimenin tam anlamıyla bir geçiĢ bölgesi haline gelmiĢtir. Sosyal kontrol mekanizmalarının geliĢmemesi nedeniyle de buralar suçun en yoğun olarak görüldüğü yerler olarak ön plana çıkmıĢtır (BaĢıbüyük ve KarakuĢ, 2010, s.72).

Shaw ve McKay (1972) bir bölgelerde suçun yoğunlaĢmasının orada yaĢayanların biyolojik, fizyolojik veya psikolojik özelliklerinden daha çok yaĢadıkları sosyal çevrenin özellikleri olan etnik çeĢitlilik, nüfus hareketliliği, düĢük gelir düzeyi ve yoksulluk ile sağlıklı aile yapısının bulunmaması ile bağlantılı olduğunu ileri sürmüĢlerdir. Shaw ve McKay‘in ileri sürdüğü en önemli iddialardan bir tanesi de hızlı nüfus değiĢimlerinin toplumdaki resmi ve gayri resmi sosyal kontrol mekanizmalarını zayıflatmak yoluyla sosyal düzeni olumsuz etkilediğidir. Diğer bir ifadeyle sosyal yapısı oturmuĢ, daha az değiĢken ve toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiĢ ortak değer ve normların olduğu toplumlarda suç oranları daha düĢük olacaktır. (Dolu, 2010, s.211;Shaw ve McKay, 1972‘den akt.BaĢıbüyük ve KarakuĢ, 2010, s.74).

Sosyal Düzensizlik Kuramı‘nın teorisyenleri, sosyal çözülmenin en çok kent yapısında ortaya çıktığını varsayarak, kentleri suç üreten mekânlar olarak kabul etmiĢler ve bu nedenle Ģehirlerin belirli bölgelerini, sapma ve suç araĢtırmaları için birer laboratuar olarak görmüĢlerdir. Özellikle fuhuĢ ve intiharların, sapıcı ve suç eylemlerinin en çok gerçekleĢtiği bölgeleri ―çöküntü bölgeleri‖ ya da ―çözülmüĢ alanlar‖ olarak nitelendirmiĢlerdir. Bu nedenle bu kuramın temel vurgusu; heterojen yapı, çöküntü bölgeleri, sosyal hareketlilik, sanayileĢme ve kentleĢme gibi değiĢkenlerin, doğrudan veya dolaylı olarak suçluluk üzerindeki etkilerine dikkat çekmek olmuĢtur. Sosyal düzensizlik kuramına göre, yoksulluk, kültürel heterojenlik ve fiziksel hareketlilik gibi Ģehir yaĢamını karakterize eden faktörler sosyal çözülmeye yol açmaktadır. Sosyal olarak çözülmüĢ, düzensiz hale gelmiĢ toplumlarda ise geleneksel sosyal denetim unsurlarının zayıflamıĢ, suçlu alt-kültürünün geliĢmesi kolaylaĢmıĢ ve bireylerin suç iĢleme olasılıkları artmıĢtır (BeĢe, 2013, s. 22; Kızmaz, 2005, s.153).

37

Shaw ve McKay‘ın (1972) çalıĢmalarından hareketle sosyal düzensizlik teorisinin temel varsayımlarını Ģu Ģekilde özetleyebiliriz.

 Suç oranları özellikle alt sosyo-ekonomik sınıftan bireylerin yoğunlukta olduğu mahallelerde yıkıcı toplumsal etkilere sahiptir.

 Bireysel özelliklerden ziyade çevresel faktörler suçun temel sebeplerini oluĢturmaktadır.

 Etnik farklılıklar göz ardı edilse bile alt sosyo-ekonomik gruba mensup bireylerin yaĢadığı mahallelerde suç oranları daima diğer mahallelere oranla daha yüksektir.  Mahallelerdeki sosyal bağların zayıflığı ve sosyal kontrolün etkisiz hale gelmesi

suça etki eden temel faktörler arasındadır. Toplumsal değerler, kurallar ve birlik bireylerin davranıĢ kalıplarını belirleyen önemli unsurlardandır (Karal, 2011, s.44).

Sosyal düzensizlik Teorisini test eden çalıĢmalarında Sampson ve Groves sosyal düzensizliğin doğrudan suça neden olmadığını savunmuĢlardır. Sampson ve Groves‘un sosyal düzensizliğin kaynağı olarak gördüğü düĢük ekonomik statü, etnik çeĢitlilik, nüfus hareketliliği, aile yapısındaki sorunlar ve kentleĢme gibi yapısal sorunlar, zayıf yerel arkadaĢlık ve dostluk iliĢkileri, gençlik gruplarının denetim ve kontrolünün yetersizliği ile sivil organizasyonlara düĢük seviyede katılım gibi sonuçlar doğurmak suretiyle geleneksel sosyal kontrol mekanizmalarını çökertmektedir. Sosyal kontrol mekanizmalarının çöküĢü de sonuçta suça sebebiyet vermektedir (Sampson and Groves‘dan akt. Dolu, 2010, s.213).

Sosyal Düzensizlik Teorisinin üzerinde durduğu kavramların baĢında sosyal kontrol (social control) gelmektedir. Sosyal kontrol basitçe ―belli bir davranıĢı gerçekleĢtirme konusunda toplumun bireye etkisi, baskısı olarak tanımlanabilir‖ (Tan,1981, s.121). Yani sosyal kontrol sosyal düzenin devamını sağlamak, sapmayı önlemek için, toplum veya sosyal gruplar tarafından kullanılan mekanizmaların ve araçların bütünü kapsamaktadır. Sosyal kontrol toplumsal birlik ve bütünlüğün tesisi, toplumsal huzurun temini açısından önemli görülmektedir. Bu özelliklerinden dolayı kriminologlar sosyal kontrol teorisinden suçu önlemede faydalanılabileceğini vurgulamıĢlardır (Ġçli ve Burcu,1993, s.44). Sosyal kontrolün suçu önleme fonksiyonunda üç düzeydeki etkisi önemlidir. Bu düzeyler ana baĢlıklarıyla Ģöyledir:

(1) KiĢisel düzey sosyal kontrol; aile, akraba ve yakın arkadaĢlar arasındaki bireysel iliĢkileri ve bağları ifade etmektedir.

38

(2) Mahalli düzey sosyal kontrol; dini kuruluĢlar, okul, iĢ çevreleri ve gönüllü kuruluĢlar düzeyinde yaĢanan yerel seviyedeki iletiĢim ve etkileĢimi konu almaktadır.

(3) Kamu düzeyi sosyal kontrol; vatandaĢın, resmi devlet kurumları ve bürokrasi ile iliĢkisini konu almaktadır (Bursik ve Grasmick‘den akt. BaĢıbüyük, 2008, s.21-23).

Sosyal Düzensizlik Teorisi, bir mahallenin/bölgenin yapısal özelliklerini (yoksulluk, göç, etnik/kültürel heterojenlik vb.) dikkate alarak birey, grup ve kurum seviyesinde sosyal kontrole vurgu yaptığından, bu teori kapsamında geliĢtirilecek güvenlik politikaları ve uygulamalarında bireyi, grubu ve kurumları içine alan sosyal kontrolü artırıcı tedbirlere yer verilmelidir. BaĢka bir ifadeyle, herhangi bir mahalledeki bireyler, sivil toplum kuruluĢları, dernekler, cemaatler ve kurumlar arasında bölgedeki suç ve suçlularla mücadele ve yaĢam kalitesini artırma yönünde fikir birliğine ve birlikte çalıĢmak gerekliliği düĢüncesine ulaĢılabildiği ölçüde bu bölgede suç ve suçlular barınamayacaktır (BaĢıbüyük ve KarakuĢ, 2010, s.85).

Sosyal Düzensizlik Teorisi ile ilgili yapılan çalıĢmalar göstermektedir ki bir semt ya da bölgedeki halk üzerinde mahallelilik bilinci oluĢturulup, mahalleye ait kültürel değerlerin korunması hususunda bir bilinç geliĢtirilirse, buna da polis halkla iletiĢim kanallarını açık tutarak, hizmet kalitesini artırarak katkıda bulunursa birey, grup ve kurum seviyesinde sosyal kontrolü sağlayıcı faaliyetlere katılım artacak dolayısıyla da TDP‘nin öngördüğü suçu önlemede toplumu aktif hale getirme gerçekleĢmiĢ olacaktır.

Bu noktada TDP‘nin halkla iĢbirliği ve etkileĢim içinde, hesap verebilirlik prensibine dayalı, suçu önlemede ve güvenlik politikalarının belirlenmesinde halkı etkin kılmayı önemseyen toplumun hayat kalitesine katkı sağlayarak hizmet etme anlayıĢı ile Sosyal Düzensizlik Teorisinin suçu önlemede toplumsal tutkunluk, sosyal kontrol mekanizmalarının kullanılması önerileri birbirini tamamlar niteliktedir. Özetle sosyal düzensizlik teorisinin ―toplumla ortaklık, birlikte çalıĢma ve paylaĢılan sorumluluk açısından TDP‘ye teorik altyapı oluĢturduğu söylenebilir‖ (Sözer ve Ekici, 2010, s.9).