• Sonuç bulunamadı

II. KURAMSAL ÇERÇEVE VE ĠLGĠLĠ ÇALIġMALAR

2.1. Toplum Destekli Polislik YaklaĢımının Teorik Altyapısı

2.1.2. Kırık Camlar Teorisi

Kırık Camlar Teorisinin kaynağı, siyasal bilimci James Q. Wilson ve kriminolog George L.Kelling tarafından New Jersey eyaletinde 27 Ģehirde gerçekleĢtirilen ―Güvenli ve Temiz Semt Programı‖ uygulamalarının incelenmesi sonucunda 1982‘de The Atlantic Monthly‘de yayımladıkları ―Kırık Camlar: Polis ve Semt Güvenliği (Broken Windows, s. The Police and The Neighborhood Safety)‖ baĢlıklı makaledir. Bu teorik temelli makale polis halk arasında iĢbirliğinin geliĢtirmesi çerçevesinde farklı polisiye stratejilerin düĢünsel temelini oluĢturmuĢtur.

Teorinin dayandığı temel, bir toplumda sosyal düzensizlik belirtisi olan eylemler önlenmezse veya gerekli tedbirler alınmazsa, sosyal kontrolsüzlük belirtisi olarak algılanır, bu da halkta suç korkusu ve suçların iĢlenmesi için uygun ortam algılaması yaratır düĢüncesidir (Palacı, 2008, s.25).

Wilson ve Kelling‘e göre sosyal düzensizlikle ile suç arasında kaçınılmaz bir bağlantı mevcuttur. Teoriye adını veren ―Kırık Cam‖ toplumsal düzensizliği temsil eden bir metafor olarak kullanılmaktadır. Polisler ve sosyal psikologların ortak görüĢüne göre, eğer bir binanın herhangi bir penceresi kırılmıĢsa ve tamir edilmeden bırakılırsa geri kalan bütün pencereler de kısa zamanda kırılacaktır. Bu durum suç oranlarının düĢük veya yüksek olduğuna bakılmaksızın her bölge için geçerlidir. Pencerelerin tamamı kırılacak gibi bir sonuca ulaĢamamakla birlikte her bölgede pencerelerin kırıldığı gözlenmiĢtir. Tamir edilmeyen bir pencere hiç kimsenin umursamadığının bir göstergesi olmakta ve insanlara pencere kırmanın bir maliyeti bulunmadığı düĢüncesini yerleĢtirmektedir (Kelling ve Wilson, 1982, s.31).

30

Kelling ve Wilson (1982), suç ile toplumsal düzensizlikler arasında geliĢerek yayılan kuvvetli bir iliĢkinin olduğu yönündeki varsayımlarını desteklemek amaçlı Standford üniversitesinden psikoloji profesörü Philip Zimbardo‘nun 1969 da ―Kırık Camlar‖ teorisini test eden deneylerini örnek olarak vermiĢlerdir.

Zimbardo üzerinde plakası olmayan bir otomobili motor kapağı açık vaziyette New York kentinin suç profili yüksek olan Bronx semtinde; benzer bir otomobili de Kalifornia eyaletinde Bronx‘a göre daha düzenli bir semt olan Palo Alto‘da bir cadde üzerinde park halinde bırakmıĢtır. Bronx‘taki araç, ―terk ediliĢinin ardından‖ 10 dakika içerisinde sokak serserileri tarafından saldırıya uğramıĢtır. Bilinenlerin aksine, saldırı yapan yetiĢkinlerin çoğunluğu iyi giyimli, temiz ve beyaz kiĢilerdir. Palo Alto‘daki araca ise bir haftadan uzun bir süre hiç kimse müdahale etmemiĢtir. Sonra Zimbardo aracın bazı parçalarını balyozla parçalamıĢtır. Bunun üzerine kısa süre içerisinde araç alt üst edilerek harap hale getirilmiĢtir. Üstelik araca saldırıda bulunan vandalistlerin görünüĢte saygın beyazların olduğu gözlemlenmiĢtir (Kelling ve Wilson, 1982, s.32).

Bu deneyde Bronx ile Palo Alto semtleri arasındaki fark, sakinlerinin semtleri ile ilgili algılamalarından kaynaklanmaktadır. Bronx‘ta nasılsa kimse ilgilenmiyor düĢüncesine dayalı terk edilmiĢ araçlara zarar verilebilir algısı yerleĢmiĢ iken Palo Altoda özel mülkiyetin önemli addedilmesine dayanan, bunlara zarar verme durumunda cezai müeyyideye tabii tutulacağı düĢüncesi yerleĢmiĢtir. Fakat deney Ģu noktayı da göstermiĢtir ki, Palo Altoda bile ―kimsenin umurunda değil, nasılsa kimse ilgilenmiyor‖ algısının varlığını gösteren iz ve emareler görüldüğünde kanuna saygılı normal insanlar bile suça meyleden davranıĢlar sergileyebilmektedir.

Kırık camlar teorileriyle,Wilson ve Kelling (1982) toplumsal düzensizliklerin ve çevrenin bakımsızlığının suç korkusu oluĢturduğunu, suç korkusunun da sosyal birlikteliği zayıflattığını ileri sürmüĢlerdir. Onlara göre bir mahallede kimsenin ne olup bittiğini umursamadığına dair fiziksel ve sosyal bir iĢaretin mevcudiyeti daha farklı ve daha ciddi suç ve düzensizliklerin bu bölgeye gelmesi için bir çekim kuvveti oluĢturacaktır. Kimse mahallenin düzensizliğinden kendini sorumlu hissetmezse, mahalle sakinleri bir araya gelip yaĢadıkları durumu değiĢtirmek için bir Ģeyler yapmazsa, suçluların sosyal kontrol eksikliğini hissettikleri böylesi mekânları mesken edinmeleri kaçınılmaz hale gelecektir. Hayat kadınları, uyuĢturucu satıcıları, dilenciler, cam siliciler bu bölgeleri mesken tutmaya baĢladığında kanuna saygılı vatandaĢlardan

31

kaçabilenler bu bölgelerden taĢınacak, kaçamayanlar da bölgelerindeki sosyal birliktelik ve faaliyetlerden el çekeceklerdir. Sosyal birlikteliğin ve sosyal kontrolün azaldığı bu atmosfer, bölgeyi suça meyilli ve olanaklı hale getirip daha ciddi suçların bölgeye çekilmesine zemin oluĢturacaktır (Sözer ve Ekici, 2010, s.7).

Wilson ve Kelling (1982) kırık camlar teorileriyle esas olarak toplumsal düzen kavramının önemi üzerinde durmuĢlar ve TDP ile toplumsal düzenin sağlanması arasındaki iliĢkiyi ortaya koymuĢlardır. Onlara göre bir toplumda geniĢ bir çevreye yayılmıĢ sosyal ve fiziki düzensizlikler o toplumda varolan gayrıresmi sosyal kontrol sistemini ve sosyal iliĢkileri düzenleyen mekanizmaları bozmaktadır. Bu bozulma sonucunda toplumdaki suç ve suç korkusu artmaktadır. Dolayısıyla polis için düzensizlikleri kontrol altında tutmak, hem suçu hemde toplumsal yozlaĢmayı önlemek amaçlı stratejik bir zorunluluk haline gelmiĢtir (Xu, Fiedler and Flaming, 2005, s.148).

Kırık Camlar Teorisinin üzerinde durduğu, TDP felsefesine teorik zemin hazırlayan bir husus da polisin ve vatandaĢların birlikte sosyal düzensizlikleri ve toplumda önemsiz görülen problemleri ortaya çıkarması ve bunları çözmesi ile daha büyük suçların önleneceği düĢüncesidir (Scott, 2000, s.24). Kırık Camlar Teorisi suç problemine farklı bir bakıĢ açısıyla yaklaĢmıĢ ve ciddi suçların iki temel sebebi olduğunu ileri sürmüĢtür. Bunlardan birincisi; suçun vuku bulduğu çevredeki sosyal kontrol sisteminin (toplumsal otokontrol) bozulması ya da çökmesidir. Ġkincisi ise polisin toplumdaki küçük görülen problemlerin (toplumsal düzensizlik belirtisi olan davranıĢlar) büyümeden önce tespit etmedeki dikkatsizliği ya da etkisizliğidir (Greene, 2000, s.317).

Kelling ve Wilson (1982) polisin suçla mücadeleci (crime fighting) kimliğinden önce toplumsal düzeni sağlayıcı fonksiyonun öne çıkarılması gerektiğini düĢünmektedirler. Onlara göre; toplum düzenini sağlamada polisin temel rolü, informal kontrol mekanizmalarını aktif hale getirmektir. Polisin söz konusu toplumsal düzeni sağlayıcı fonksiyonun hayatın içinde en önemli uygulaması yaya devriye hizmetleridir. Yaya devriye motorize devriyeye oranla daha etkilidir. Teorik olarak araç içerisinde devriye görevi ifa eden polis memuru yaya devriye görev yapan memurla aynı oranda gözlem yapabilmektedir. Yine teorik olarak, motorize görev yapan görevli yaya devriyenin konuĢtuğu kiĢi sayısı kadar kiĢiyle konuĢabilmektedir. Fakat devriye otomobili polis-halk diyalogunu olumsuz etkileyen bir bariyere dönüĢebilmektedir.

32

Yaya devriye hizmetlerinde ise polis ile vatandaĢ arasında bariyer olabilecek bir engel yoktur. Yaya devriyenin motorizeye göre en önemli avantajı halkla daha yakın iliĢki kurmaya müsait olmasıdır. Ayrıca halkın polisle iletiĢim kurmak, polisle fikirlerini paylaĢmak ve bilgi vermek konusunda istekli olmasının da yüz yüze iliĢkilerin ön planda olduğu yaya devriyeyi sosyal düzeni sağlamada en önemli polisiye uygulama haline getirmiĢtir (Kelling ve Wilson, 1982, s.35-36).

Bir çok bilim adamına göre TDP uygulamaları ―Kırık Camlar‖ teorisini temele alan polislik modeli ile baĢlamıĢtır. ―Kırık Camlar‖ teorisini temele alan polislik modelinin üç temel noktası vardır. Bunlar:

 Mahalledeki toplumsal düzensizlik korku oluĢturur.

 Bir mahallede toplumsal düzensizliğin olduğunu gösteren davranıĢların varlığı suçun oluĢmasını cesaretlendirici etki yapar.

 VatandaĢlarla iĢbirliğine ve yardımlaĢmaya dayanan TDP uygulamaları önemli bir gereklilik olarak görülmelidir (Dempsey ve Forst, 2011, s.168).

Kırık camlar teorisini temel alan diğer bir polislik uygulaması ise ―sıfır tolerans‖ adı verilen polis uygulaması ve stratejisidir. Ortaya çıkalı 20 yıldan fazla olan bu strateji temelde polisin toplumsal düzensizliklere ve küçük suçlara odaklanması gerektiğini savunmaktadır (White, 2007, s.118). Sıfır Tolerans Polisliği, bozulan toplumsal düzenin tekrar sağlanması amacı ile ceza ve diğer kanunların katı ve istisnasız bir Ģekilde uygulanması gerektiğini ileri sürer. Toplumsal düzenin katı tedbirler alarak sağlanması, toplumun üyelerini hem kendi toplumlarının düzenini sağlamadaki rolüne karĢı duyarlı hale getirecek hemde suç korkusunu azaltacaktır. Ayrıca suç iĢleme potansiyeli olanlara kanunları dikkate almaması durumunda kesinlikle bir müeyyide ile cezalandırılacağı mesajını da vermektedir (Walker ve Katz, 2008, s.228).

Sıfır Tolerans Polisliğinin tam ve kesin bir tanımı yapılamasa da kavramsal olarak dayandığı temel prensipler Ģöyle sıralanabilir:

 Suça ödün vermeme: küçük veya önemsiz dahi olsa suç iĢleyenlere kesinlikle kanunların katı Ģekilde uygulanacağı ve cezalandırılacakları mesajının verilmesi  Katı ve inisiyatif kullanılmayan bir kanun gücü kullanımı

 Küçük veya önemsiz dahi olsa suç ve toplum düzenini bozan davranıĢlara karĢı polis birĢeyler yapmalı: Polis suç ve toplum düzenini bozan davranıĢları

33

önemsememezlik yapamaz, toplumun yaĢam kalitesini düĢüren her türlü davranıĢa müdahale eder (Marshall, 2008, s.3).

Sıfır tolerans, polisin genelde büyük sorunlar olarak görmediği ve hakkında inisiyatif kullanıp iĢlem yapmadığı durumlara karĢı katı bir tutumla her seferinde müdahalede bulunması ve gereken iĢlemi istisnasız olarak yapması olarak açık- lanabilir. Örneğin, polis sıfır tolerans uygulamalarında, sokak (duvar) yazılarına müsaade etmez, sokaktaki uyuĢturucu madde ve alkol kullananlara gerekli iĢlemi yapar, trafikte oto camlarını temizlemeye çalıĢan kiĢilere izin vermez, dilencileri toplar ve tüm bu yaĢam kalitesine yönelik iĢlenen hafif suçlara ve kabahatlere istisnasız iĢlem yapar. Bunun sonucunda düzensizliğe karĢı sert tedbirler alınarak daha ciddi suçların bölgeye hâkim olması engellenir (Sözer ve Ekici,2010, s.8).

Yine sıfır tolerans polisliğinin, önemsiz suçlara güçlü bir kolluk müdahalesiyle önemli suçların ortaya çıkmasının önleneceği ve suç oranlarının düĢeceği düĢüncesine dayandığı da ileri sürülmektedir (Gareth, 1999, s.17).

Sıfır tolerans polisliği uygulamasından önce 1990 yılında New York‘ta suç oranlarında azalma olmaya baĢlamıĢtır. Fakat 1993 yılında New York Polis TeĢkilatında uygulamaya konulduktan sonrada bu azalma artarak devam etmiĢ, 1990 ile 1996 yılları arasında rapor edilen suçlarda %34.7 azalma ve 1994, 1995 ve 1996 yıllarında da %9 dan fazla oranda azalma olmuĢtur (NLA, 2008, s.3).

Sıfır tolerans polisliği uygulamasının sonuçlarını inceleyen George Kelling ve William Sousa‘nın 2001 yılındaki ―Polislik Önemli Mi? New York ġehri Polis Reformu Üzerine Bir Analiz‖ (Do Police Matter? An Analysis of the Impact of New York City‘s Police Reforms) adlı çalıĢması ile Ulusal Ekonomik AraĢtırmalar tarafından yayınlanan 2002 tarihli Hope Corman ve Naci Mocan‘ın ―Jop, Sopa ve Kırık Camlar‖ (Carrots, Sticks and Broken Windows) adlı çalıĢması aynı sonuçlara ulaĢmıĢtır. Bu iki çalıĢmada polisin suça sıfır tolerans anlayıĢının toplumsal düzeni bozan kabahat nevinden küçük davranıĢların bile sert bir tutumla tutuklamaya varan uygulamaları 90‘lı yıllar boyunca suçu azalttığı bildirmiĢtir (Harcount ve Ludwig, 2006, s.276-277).

Sıfır tolerans teorisinin savunucuları sonuç olarak, sıfır tolerans tarzı polisliğin önemli önemsiz her iki türde suçlarda ve toplumdaki suç korkusunda azalma, polise güvende de artıĢa neden olduğunu ileri sürmektedirler. Bunun yanında sıfır tolerans teorisi polisin, mahkemelerin ve cezaevlerinin iĢyükünü artacağı ve polis halkla

34

iliĢkilerini olumsuz Ģekilde etkileyeceği yönünde eleĢtirilmektedir (Marshall, 2008). Ġkinci bir eleĢtiri noktası ise sıfır tolerans tarzı polisliğin diğer polislik (TDP ve Problem Odaklı Polislik) stratejileri gibi yenilik içermediği, hatta geleneksel polisliğin baskıcı olarak kabul edilen, çatıĢmaya dayalı, her zaman düĢük suç ve düzensizlik oranına odaklanan anlayıĢına bir geri dönüĢü temsil ettiğidir (Greene, 2000, s.318).

1990‘lı yıllarda suç oranlarının ciddi oranlarda düĢmesi ―Kırık Camlar Teorisi‖nin önemini göstermiĢ, birçok kriminolog ve suç araĢtırmacısının dikkatini çekmiĢtir. AraĢtırmacılar, her ne kadar suçların esas nedenlerini (root causes) görmezlikten geldiği, suçun sadece polisiye önlemlerle engellenebileceği düĢüncesine aĢırı bağımlılığı, suçlardaki düĢüĢün baĢka nedenlerden kaynaklanmıĢ olabileceği, resmi istatistiklerin küçük suçlarla ilgili yapılan yakalamaların büyük suçları engellediğine ait varsayımları doğrulamadığı gibi eleĢtirel fikirleri ileri sürseler de ―Kırık Camlar Teorisi‖ 1980 sonrası toplum destekli polislik akımının geliĢmesinde temel referanslardan birisi olmuĢtur (Demir, 2008, s.18).

Kırık camlar teorisi, sosyal birlikteliğin, sosyal kontrolün ve sosyal düzeni sağlamanın suçları önleyeceği tezine dayanmaktadır. Polis önemli önemsiz, büyük küçük ayrımı gözetmeden toplumda problem oluĢturabilecek her türlü suça ve olumsuz davranıĢa karĢı müdahale edip, çözüm üretmelidir. ĠĢte kırık camlar teorisinin farklı olarak önerdiği de toplumun kırık camları onarma iradesi göstermelerini sağlayacak faaliyetlerde bulunmak, ilgili kurum ve kuruluĢları ve semt sakinlerini harekete geçirerek, desteklerini alarak sosyal kontrolü sağlayacak tedbirleri almak ve bu sayede suç ve suçluların bu bölgeyi mesken tutmalarını önlemektir.