• Sonuç bulunamadı

18. yüzyılın sonlarından itibaren öncelikle birçok Aydınlanma ve Aydınlanma karşıtı düşünür tarafından entelektüel düzeyde tanımlanan ve zamanla siyasi ve kitlesel bir kavram haline gelerek nihayet devletlerin iç ve dış politikalarında ve uluslararası ilişkilerde bazen olumlu bir öge bazense bir “sorun” olarak görülen milliyetçiliğin sosyal bilimciler tarafından incelenmeye başlanan bir kavram haline gelmesi, I. Dünya Savaşı‟ndan sonraki yıllara rastlamıştır. Milliyetçiliğin kitlesel bir eyleme dönüşmesi, toplumsal bir olgu haline gelmesi ve büyük dönüşümlerin (yeni devletlerin ortaya çıkması, bağımsızlık hareketleri, büyük savaşların yaşanması vb.) gerçekleşmesindeki rolü sonucunda sosyal bilimcilerin konuyla ilgilenmeye başladıkları 1920 ve 1930‟lardan sonra, 1940‟larda ilk kuramcılar ortaya çıkmıştır.

Fransız Devrimi‟nden kaynaklanan ilerici Batı milliyetçiliği ile giderek daha tutucu ve reaksiyoner hale gelen sonraki milliyetçilikler arasında ilk ayrımı yapan Hans Kohn‟u takiben birçok sosyal bilimci bu alanda kuramlar geliştirmiştir. 1974 yılında yayımlanan “Canadian Review of Studies in Nationalism” dergisi ile ilk defa akademik bir dergiye konu olan milliyetçilik hakkında, 1980‟li yıllardan günümüze kadar sayısız araştırma yapılmıştır.21

21 Ayrıntılı bilgi için bkz. Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, Ankara, Doğu-Batı Yayınları, 2009.

28 Milliyetçiliğe ilişkin geliştirilen kuramlar zamanla kendi içlerinde sınıflandırılmışlardır. Bu sınıflandırmada kullanılan ilk ölçüt, milliyetçiliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, hangi kaynaklardan beslendiği, nasıl olgunlaştığı, nasıl yayıldığı ve neden bu kadar güçlü bir şekilde taraftar bulduğu konusundaki fikirlerin ne düzeyde benzeştiği ve farklılaştığıdır. İyi ve kötü milliyetçilik gibi bir ayrımın yapılıp yapılamayacağı, milliyetçiliğin modern bir kavram mı yoksa modern öncesi dönemlerde kökleri bulunan bir süreklilik unsuru mu olduğu, kültüre mi yoksa siyasete ilişkin bir kavram mı olduğu ve buna paralel olarak milletlerin icat mı edildiği yoksa eski köklerini modernize mi ettiği meselesi bu benzerlik ve farklılıkları derinleştirmiştir.

Milliyetçilik kuramlarındaki en önemli farklılaşma milliyetçiliğin köklerinin hangi döneme ait olduğu konusuna odaklanmaktadır. Buna göre, üç farklı kuram öbeği vardır: ilkçiler, modernistler ve etno-sembolistler. İlkçilere göre, geçmiş geleceği belirler: Milletler ezelden beri var olmuştur ve insanlığın görme ve konuşma kadar doğal bir parçasıdır. Etno-sembolcülere göre, geçmiş şimdiyi sınırlar: Çoğu durumda modern milletler, daha önceden var olan etnik topluluklardan gelişmiştir ve insanların hakiki ihtiyaçlarına yanıt verdiklerinden toplumsal ve siyasi ortamın esnek bir unsurudur. Modernistlere göre ise, geçmiş şimdi tarafından kullanılır:

Modernleşmeyle bağlantılı farklı süreçlerin doğrudan veya dolaylı bir sonucu olarak ortaya çıkan milletler, şimdideki varlıklarını meşru kılmak için geçmişe başvururlar ve kendilerini geleceğe yansıtırlar. Bu farklı gruplar bazen farklı kelimelerle de adlandırılırlar. Örneğin, ilkçilere aynı zamanda ezelciler (primordialistler) ve etno-sembolcülere ebediyetçiler (perennialistler) denmektedir. Buna göre de ezelciler,

29 paradigma içerisindeki altbölümlere bağlı olarak genetik, akrabalık bağları, akrabalara iltimas güdüsü, soysal kökenler ve kültürel atıflar üzerine odaklanırlar.

Ebediyetçiler ise fikirlerini ulusların sürekli ya da yinelenen somut haline dayandırırken, modernistler yaklaşımlarında milliyetçiliğin ekonomik, sosyo-kültürel, politik ve ideolojik payandalarına daha çok önem atfederler.22

Modernist milliyetçilik kuramcıları, milliyetçiliği, Avrupa‟nın aydınlanma, sanayileşme ve modernleşme sürecinin içinde ortaya çıkan ve politik, ekonomik ve toplumsal sonuçlara yol açan bir olgu olarak ele alırlar. Bu kuramcıların görüşleri, milliyetçiliğin ne olduğu ve çıkış noktasından ziyade (zaten modern bir kavram olduğu ve Avrupa‟nın modernleşmesi ile ortaya çıktığı konusunda ortak bir görüş vardır) toplum içinde nasıl yapılandığı, yayıldığı ve etkin bir rol üstlendiği noktasında ayrılmaktadır. Modernistler kendi içinde ekonomik ve toplumsal gelişmelere vurgu yapanlar (Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Miroslav Hroch), milliyetçiliğin politik misyonuna ve devletle ilişkisine odaklananlar (John Breuilly, Elie Kedorie), iletişimsel ve ideolojik boyutuna vurgu yapanlar (Benedict Anderson) olarak sınıflandırılabilir. Genel olarak modernistler, milletin tarihsel ve dolayısıyla

22 Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Üzerine Güncel Tartışmalar: Eleştirel Bir Müdahale, Çev. Yetkin Başkavak, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 34; Canefe, op. cit., s. 173. Milliyetçilik kuramlarının “yapısal” ve “stratejik (kültürel-siyasi)” olarak gruplandıran farklı bir bakış açısı için bkz. Antoine Roger, Milliyetçilik Kuramları, Çev. Aziz Ufuk Kılıç, İstanbul, Versus Kitap, 2008. Bu noktada bir konunun altının çizilmesi gerekmektedir. Bu çalışma boyunca, milletlerin ezelden beridir var olduğunu ve insanlığın doğal bir parçasını oluşturduğunu savunan ve özellikle antropolojik araştırmaların dayanakları ile kuramlarını geliştiren araştırmacıların görüşlerinin bizatihi kendisinin milliyetçi ögeler içerdiği önkabulü ile hareket edileceğinden (bu bağlamda spesifik olarak araştırmanın kuramsal çerçevesine dayanak oluşturacak herhangi bir görüş olmayacağı düşünüldüğünden) bu araştırmacıların yalnızca isimlerinden burada bahsetmenin yeterli olduğu düşünülmektedir. Bu kuramın bilinen isimleri Clifford Geertz, John Amstrong, Josep Llobera ve Adrian Hastings‟tir. Etno-sembolcülerin en iyi bilinen araştırmacılarından –ki bazıları ilkçi olarak nitelendirilir- Anthony Smith‟in milliyetçiliğin içselleştirdiği kavramlar ve milliyetçiliğin yayılmasında entelijansiyanın rolüne yaptığı vurgu nedeniyle görüşlerine yer verilecektir. Dolayısıyla, ağırlıklı olarak modernist olarak nitelendirilen araştırmacılara vurgu yapılacaktır. İlkçi kuramcılar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özkırımlı, “Milliyetçilik Kuramları…,” s. 81-104.

30 olumsal bir kavram olduğuna, icat edildiğine ve geçmişle bağlantısının kurgusal olduğuna inanırlar. Sonuç olarak millet, kurgusal (icat edilmiş), milliyetçilik ise modern bir ideolojidir. Bunun dışında, birçok modernist, doğal olarak Avrupa tarihindeki milliyetçi deneyimlere odaklanırken, Chaatterjee gibi kuramcılar milliyetçiliğin Üçüncü Dünya ülkelerindeki etkilerini incelemektedirler. Bu bağlamda, modernist milliyetçilik kuramlarını Avrupa-merkezci ve Avrupa-merkezci olmayanlar olarak da sınıflandırmak mümkündür.

Modernist milliyetçilik kuramcılarının en önemlilerinden biri olan Ernest Gellner, milletlerin sanayileşme sürecinin bir ürünü olarak ortaya çıktıklarını ve ulus devlet gibi olumsal bir özelliğe sahip olduklarını savunur. Ulus devlet gibi, millet de sanayileşme ve kapitalist sermayenin sınırlarının korunması ve gelişmesi için Avrupa‟da belli bir dönemde ortaya çıkması gereken bir zorunluluk olarak kendini var edebilmiştir. Başka bir deyişle, aslında millet de devlet gibi evrensel bir zorunluluk değil, bir olumsallıktır. Ne milletler ne de devletler her çağda ve her türlü koşulda var olurlar. Ancak milletlerle devletlerin olumsallığı aynı değildir. İkisini var eden koşullar aynı olsa da Gellner‟a göre, milletle devlet birbirine bağımlı iki kavram değildir. Sadece her birinin ortaya çıkması gerekmiştir ve ortaya çıkışları da birbirinden bağımsız ve olumsaldır.23

Millet ve devlet arasındaki ilişkinin birbirinden bağımsız ortaya çıkan ama aynı koşullar nedeniyle birbirine bağlanan iki olgu olduğunu söyleyen Gellner‟in asıl olarak odaklandığı konu, milliyetçiliğin modern toplumlarda kendini nasıl inşa ettiği

23 Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev. Büşra Ersanlı ve Günay Göksu Özdoğan, İstanbul, Hil Yayın, 2008, s. 77-78.

31 ve sürekli yenilediğidir. Gellner bu noktada, modern toplumlardaki eğitimin örgün hale gelmesini ve eskiden belli bir elit azınlığın tekelinde olan yüksek eğitimin demokratikleşmesini milliyetçiliğin kendini inşa edip üretebildiği en önemli alan olarak görür. “Evrensel kültür çağı” olarak nitelendirdiği bu toplumsal gelişim, milliyetçilik çağını ortaya çıkarmıştır. Buna göre, milliyetçilik çağı, şu ya da bu ulusun uyanışı ve kendini siyasal anlamda kabul ettirişinden ibaret değildir. Daha çok, genel toplumsal koşullar, sadece seçkin azınlıklara değil, bütün halka mal olan standartlaşmış, türdeş, merkezi olarak desteklenen yüksek kültürlerin oluşmasına elverdiğinde, iyi tanımlanmış bir eğitim sisteminin denetlediği ve bütünleşmiş kültürler, insanların gönüllü olarak ve çoğu kez şevkle özdeşleştikleri hemen hemen tek birimi oluştururlar. Milliyetçilik, milletlerin bir ürünü değildir, tam tersine milletleri meydana çıkaran milliyetçiliğin kendisidir. Milliyetçilik bir yüksek kültürün genel olarak dayatılmasıdır. Yani, akademik, bürokratik ve teknolojik olarak düzenlenip, kontrol altında tutulan bir dilin genel olarak yaygınlaşmasıdır.24

Gellner, ilkçilerin modern-öncesi dönemde de milletin kökenlerinin var olduğu iddialarına, sanayi öncesi dünyada genellikle kültürel şovenizme rastlandığını, ancak bu şovenizmin modern siyasal hedef ve isteklerinin olmadığı yönünde karşılık vermektedir. Tarım toplumunda zaman zaman modern devleti andıran birimlerin ortaya çıktığı görülse de, tarım toplumunda bu tür birimlerin ancak bazen ortaya çıkabilirken, modern dünya için çoğunlukla bir zorunluluk olduğunu savunmaktadır. 25

24 Ibid., s. 105-140.

25 Ibid., s. 232; Gellner, “Milliyetçiliğe…”, s. 31.

32 Milleti modern Avrupa tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak gören, ancak Gellner gibi milliyetçiliğin toplum içindeki inşasından ziyade, bir süreç olarak nasıl geliştiğine odaklanan Miroslav Hroch, özellikle milliyetçiliğin etkin bir halk hareketine dönüşmesinde entelektüellerin rolüne ilişkin görüşler geliştirmiştir.

Milletlerin inşasına ait bir teori geliştirmek için değil, daha geniş bir sosyal ve kültürel tarih içinde kurulan süreç olarak millet inşası deneyimlerinin sınıflandırılması için etkin metotlar geliştirmek amacıyla çalışmalarını yürüttüğünü belirten Hroch, millet inşasının kesinlikle sadece hırslı ve narsist entelektüellerin bir projesi olmadığını ve entelektüellerin ancak bir milletin oluşması için gerekli önkoşullar mevcutsa ulusal topluluklar icat edebileceğini savunmaktadır.

Milliyetçiliğin Avrupa‟daki tarihsel gelişim sürecini tamamlamasının oldukça uzun sürdüğünü söyleyen Hroch‟a göre, büyük bir sosyal grubun ekonomik, politik, dilsel, kültürel, dinsel, coğrafi ve tarihsel bağları bulunur ve gruplar bu bağların birebir ve bütün olarak etkisi altındadır. Bazı gruplarda bunların biri öne çıkarken, diğer gruplar için başka bir unsur daha önemli olabilir, ancak bunlar arasından milletçiliğin gelişim sürecine girmesi için üç tanesi olmazsa olmazdır:

a) Grubun kaderi olarak görülen bazı ortak geçmiş anıları içeren hafıza,

b) Grup içindeki sosyal iletişimi en üst düzeyde sağlayan dilsel ve kültürel bağların sıklığı,

c) Bir sivil toplum olarak organize edilen grubun bütün üyelerinin eşitliği.26

26 Miroslav Hroch, “From National Movement to the Fully-Formed Nation: The Nation-building Process in Europe”, Gopal Balakrishnan (Edi.), Mapping the Nation, London, Verso-New Left Books, 1996, s. 79.

33 Hroch‟a göre, verili herhangi bir milliyetçi hareketin başlangıç noktası ve başarılı bir şekilde sonuçlanması arasında etnik grubun ulusal bilinç düzeyine ve eylemin rolü ile karakterine göre üç yapısal evre ayırt edilebilir: A evresi olarak adlandırılan ilk evrede, aktivistlerin enerjileri, bir ulusal talep yaratmaksızın (hatta bazıları gruplarının bir ulus olarak gelişebileceğine bile inanmazlar) grubun dilsel, kültürel ve sosyal özelliklerini öne çıkarmak ve ortak geçmişe tamamen düşünsel bir giriş yapmak üzerine yoğunlaşır. B evresi olan ikinci evrede, aktivistlerin ortaya çıkan yeni bir menzili vardır. Bu menzil, etnik grubun gelecekte bir ulus yaratma konusunda başarı kazanabileceğine olan inançtır. Bu inanç, grup içinde uyanan ulusal bilincin yurtsever heyecanını içinde taşır. İlk başta aktivistlerin bu inancı kayda değer bir başarı kazanamasa da zamanla taraftar toplamaya başlar. Bir kez grup nüfusunun büyük kısmı ulusal kimlik tarafından özel olarak kurulunca, bu kitlesel bir hareketi biçimlendirir. C evresi olarak tanımlanan bu evre milli kimlik için tam bir sosyal yapı oluşmasını sağlayan son evredir. Hareket bu evreden itibaren, kendi programının muhafazakâr, liberal ve demokrat kanatlarına göre farklılaşır. Ancak bu evreler, Avrupa‟da aynı şekilde gerçekleşmez. Ulusal hareketlerin dört farklı türü vardır:

a) Öncelikle ulusal heyecanın başlangıcı eski mutlakiyet rejiminin altında oluşmuştur, ancak aynı zamanda işçi hareketi de kendini savunmaya başlamış ve devrimci hareket zaman içinde kitlesel bir karakter kazanmıştır. B evresinin liderleri politik ayaklanmanın koşulları altında ulusal programlarını geliştirmişlerdir (Bohemya‟daki Çek hareketi, Macar ve Norveç hareketleri bu türe örnektir).

34 b) İkinci türde, eski rejim altındaki ulusal heyecanın B evresinden C evresine geçişindeki gibi bir ulusal heyecan C evresini anayasal bir devrimden sonraya ertelemiştir. Bu da kitlesel milliyetçiliğin gelişmesini geciktirmiştir (Litvanya, Letonya, Slovenya, Hırvatistan, Slovakya ve Ukrayna örnekleri).

c) Üçüncü türde, sivil toplum ve anayasal düzen kurulmadan önce ulusal hareket kitlesel bir karakter kazanmıştır (Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan örnekleri).

d) Dördüncü türde, ulusal heyecan gelişmiş bir kapitalist düzende ve anayasal koşullar altında olgunlaşmıştır. Bu örnekte C evresine oldukça erken bir dönemde ulaşılmış, ancak hareket devletleşememiştir (Bask, Katalonya ve İskoçya örnekleri).27

Hroch, milliyetçiliğin Avrupa‟daki gelişim süreçlerini formüle ettiği üç evreli şemasının ilk iki evresinde (A ve B evresi), milliyetçi fikirlere sahip entelektüellerin fikirlerinin olgunlaşması ve millet olma inancına sahip olmaları ile birlikte kitleleri – belli bazı özelliklerin söz konusu etnik grubun içinde var olması koşulu ile- milliyetçi bir hareket için “ajite” etmesine yoğunlaşır. Bu bağlamda, Hroch, Gellner‟in yüksek kültür çağında tepeden inme bir şekilde yaratıldığını savunan

“millet” kavramına ve milleti oluşturan kitleleri pasif bireyler olarak tanımlayan kuramına, entelektüel fikirlerin gruplara etki etmelerinin başarıya ulaşması için belli koşulların olması gerektiği fikri üzerinden milliyetçiliğin ancak kitlelerin aşağıdan bir eylemle entelektüelleri desteklemesi ile evrimini tamamlayacağını savunarak karşı çıkar.

27 Ibid., s. 82-83.

35 Gellner ve Hroch‟un kuramlarından yararlanarak millet inşası ve milliyetçiliğin yayılma sürecine ilişkin fikirlerini oluşturan Eric Hobsbawm‟ın milliyetçilik kuramlarına en önemli katkısı “proto-milliyetçilik” terimidir. Proto-milliyetçilik ile modern Proto-milliyetçilik arasındaki ilişkinin kurgusal bağlantısını ortaya koyan Hobsbawm öncelikle, milliyetçi terimini Gellner‟in tanımladığı gibi, esasen politik birim ile milli birimin uyumlu olması gerektiğini savunan bir ilke anlamında kullandığını, milletin yalnızca özgül ve tarihsel bakımdan yakın bir döneme ait olduğunu savunurken, Gellner‟i alt kültüre yönelik değerlendirmeye yeterli önemi vermediği yönünde eleştirir ve Hroch‟un milli hareketlerin tarihini üç aşamaya ayırmasını kabul eder. Ancak Hobsbawm, Hroch‟un kuramında milliyetçilerin daima temsil ettikleri iddiasında oldukları kitlesel desteğe sahip olduğu zamanı gösteren C evresiyle daha çok ilgilenir ve B aşamasından C aşamasına geçişin milli hareketlerin kronolojisinde açıkça belirleyici bir moment olduğunu iddia eder.28

Milliyetçiliğin inşası ve yayılma sürecine ilişkin Gellner ve Hroch‟un kuramlarının melez bir toplamı olan görüşlerine karşılık Hobsbawm, “proto-milliyetçilik” olarak nitelendirdiği modern dünyadan önceki Avrupalı toplumlarla modern milliyetçilik arasındaki bağlantı üzerinde yoğunlaşarak milliyetçiliğe ilişkin özgün bir yorum ortaya koyar.

Hobsbawm‟a göre, milli diller, hemen hemen daima yarı yapay kurgular ve yer yer, neredeyse icat edilmiş şeylerdir. Demek ki proto-milliyetçilik döneminde,

28 Hobsbawm, “Milletler ve…”, s. 24-27.

36 yöneticileri ve okur-yazar olanları saymazsak, dilin millet olma kriterlerinden biri sayılamayacağı açıktır. Dil, ancak konuşulan bir lehçenin icat edilen dille sürekliliği sağlandığında, matbaa ortak bir dili ebedi bir sabitliğe kavuşturduğunda ve yöneticiler ile elit kesimin resmi ya da kültür dilinin kamu eğitimi ve diğer idari mekanizmalar yoluyla modern devletlerin fiili diline dönüştüğünde millet olmanın kriteri haline gelir. Öte yandan, etnik kökene genetik açıdan yaklaşmanın sağlam bir dayanağı yoktur, çünkü toplumsal örgütlenme biçimi olarak etnik bir grubun esas temeli biyolojik değil, kültüreldir. Etnik köken ve dil, proto-milliyetçilikte belirleyici kriterler değildir. Dil, modern milliyetçilikte model olduysa da etnik köken küçük bir role sahiptir. Din ile milli bilinç arasındaki bağlar ise, dil ve etnik kökene göre çok daha sıkı olabilir. Sonuçta din, modern milliyetçilik açısından paradoksal bir çimentodur. Açıktır ki, bazı örneklerde, antik bir din seçilmesinin nedeni, bir halkın kendisini en başından komşu halklar veya devletlerden farklı hissetmesidir. Ayrıca kutsal ikonlar, aslında hayali olan bir cemaate elle tutulur bir gerçeklik sunan sembolleri, ritüelleri ya da ortak kolektif pratikleri temsil eder. Ancak buna rağmen proto-milliyetçiliğin en belirleyici kriteri kalıcı bir politik birime olan aidiyet bilincidir (soyluluğun milliyetçiliği).29

Proto-milliyetçiliğin en önemli ögesinin dil, etnik köken ve din değil, politik bir birime olan aidiyet bilinci olduğunu söyleyen Hobsbawm, kuramını şöyle şekillendirir: Proto-milliyetçilik ile modern milliyetçilik arasında tarihsel bir süreklilik yoktur, ancak proto-milliyetçilik milliyetçiliğin yayılma sürecinde işini kolaylaştırır. Bir devletin kurulması da bir milleti yaratmak için yeterli değildir.

29 Ibid., s. 73-95.

37 Önemli olan, milliyetçiliğin politik bir güç haline gelebilmesi için sıradan insanların milli bilinçlerinin kitleselleşmesidir.30

Bir politik birime olan aidiyet bilincinin önemi üzerine milliyetçiliğe ilişkin kuram geliştiren diğer bir araştırmacı ise, “hayali cemaat” kavramı ile milliyetçilik araştırmalarında çığır açan Benedict Anderson‟dır. Anderson, Hayali Cemaatler:

Milliyetçiliğin Kökeni ve Yayılması isimli ünlü eserinde modern milletlerin icat edilmiş “hayali cemaatler” olduklarını ve bu hayali cemaatlerin yaratılması ve bir arada tutulması için gerekli olan şeyin de bir milli dil yaratılması olduğu fikrini savunur. Anderson‟a göre, bir politik birime aidiyet bilinci ile bağlanacak insan topluluklarının yaratılmasında tarih boyunca hep farklı faktörler rol oynamıştır. Dini cemaatler, bir kutsal dil etrafında toplanarak bu bağı kurarken, kral tebaasını ortak bir zaman algısına götürmüştür. Ancak feodal bağlarından sıyrılan ve şehirlerde bir araya gelen geçmişlerinden kopmuş insan topluluklarını ortak bir paydada buluşturmak ve tek bir yurttaş modeli oluşturmak için öncelikle milli bir dil yaratılması gerekmiştir. Bu dilin ve ideolojinin sınıfsal temsilini burjuvazi yaparken, halka ulaştırılması görevini basın üstlenmiştir. Basın, devletin resmi dilinde yayın yaparak, hem örgün eğitimin, hem de okuyucu kitlesi ile bu kitlenin oluşturduğu kamunun önemli bir seslenme aracı olarak işlevini yerine getirmiştir.31

Anderson‟ın kuramı, milliyetçiliğin bir dil ve ideoloji olarak nasıl yayıldığını ve politik birimler tarafından ortak paydalarda buluşması istenilen halkları nasıl bir

30 Ibid., s. 101.

31 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökeni ve Yayılması, İstanbul, Metis Yayınları, 1993, passim.

38 arada tutan bir harç olduğunu ortaya koyması açısından önemlidir. Bu kuram, hem millet inşası sürecini hem milliyetçiliğin yayılma sürecini hem de milliyetçiliğin sürekli olarak kendini yenileme potansiyelinin kaynaklarını göstermektedir.

Milliyetçilik, bu kurama göre, modern olmasının yanında politik ve ideolojik bir dildir ve iletişim araçları yolu ile yayılır. Anderson‟ın kuramının bu denli çok referans olarak alınmasının nedeni hem yapısalcı hem de postmodern kuramlara temel oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

Gellner, Hroch, Hobsbawm ve Anderson, politik nedenlerini ve devletle olan ilişkisini ele alsalar da milliyetçiliği devlet ve sivil toplum arasındaki gerilimli ilişkiye çözüm olarak gören ilk araştırmacı John Breuilly‟dir.

Breuilly‟e göre, milliyetçilik bir politika biçimidir. Sınıf, ekonomik gelişme, modernizm veya kültürel başarılar, genel olarak milliyetçiliği anlamaya yardımcı olmaz. Kültür, ideoloji, sınıf veya modernizm, milliyetçiliğin politikayla ve politikanın da güçle olan bağlantısına odaklanmayı engelleyen kavramlardır. Önemli olan bu kavramlar değil, milliyetçiliğin devlet gücünü kullanarak bu kavramlar üzerinde neden temel bir rol oynadığının düşünülmesidir. Milliyetçi politikalar her zaman kitle politikalarıdır. Bunların aşağıdan mı yoksa yukarıdan mı örgütlendiğini tespit etmek zor olsa da bir politika biçimi olarak milliyetçiliğin oluşmasına zemin hazırlayan birçok etken söz konusudur. Bu politikaları, ekonomik, politik ve kültürel değişimler biçimlendirir ve etkiler. Örneğin, etnik çatışmalar milliyetçiliğe doğrudan

39 liderlik etmez, ancak politik krizlere neden oldukça örgütlenen etnik organizasyonlar milliyetçi hareketlere dönüşebilir.32

Breuilly, modern zamanların en önemli sorununun, ulus devlet ile bu devletin yurttaşı olan, ancak ondan ayrı ve zaman zaman ona karşı örgütlenmiş sivil toplum arasındaki ilişki olduğunu ve milliyetçi ideolojinin, devlet ve toplum arasındaki ilişkiye dair modernizm problemine vereceği entelektüel cevapları içeren köklere sahip bulunduğunu savunur. Devlet, toplumla ilişkisini düzenleyebilmek için, toplum ile devletin ayrılamaz birer bütün oluşturduklarını ve bu bütünün “millet” bilincinde ortaya çıktığı fikrini geliştirmek zorundaydı. Buna göre, toplumların (uluslar) biricik olduğunu ve yabancı toplumların hükümetlerinin bu biricik ulusal ruha şiddet uygulayabileceğini ileri süren milliyetçilik, her ulusun sahip olmak zorunda bulunduğu ulus devletin “milli ruh” içinde temellenmesi gerektiği düşüncesini topluma yayarak devletin sivil toplum üzerindeki hâkimiyetinin başarıya ulaşmasını sağlar.33

Milliyetçiliği bir politika biçimi olarak tanımlayan ve devletin doğrudan bir aracı olarak gören Breuilly‟nin kuramına bu politikanın oluşmasını sağlayan fikirlerin kökenlerini araştırarak önemli bir katkı sağlayan Elie Kedourie‟ye göre de milliyetçilik, 19.yüzyılın başında Avrupa‟da icat edilmiş bir doktrindir. Bu doktrin, insanlığın doğal olarak milletlere ayrıldığını, ulusların belli karakteristik özelliklere sahip olduğunu ve her yönetimin (devletin) milli bir karakteri bulunması gerektiğine inanır. Aydınlanma felsefesi, doğal hukuk düşüncesi ve Fransız Devrimi bu doktrinin

32 John Breuilly, Nationalism And The State, Manchester, Manchester University Press, 1993, s. 1-24.

33 Ibid., s. 69-70.

40 temellerini oluşturur. Kedourie de, Breuilly gibi, milliyetçiliğin ideolojik boyutunun ve devletle olan ilişkisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ve bu yüzden milliyetçiliğin sürekli taraftar toplayabildiğini belirtir.34

Milliyetçiliğin ne olduğu, neden ve nasıl inşa edildiği, hangi süreçlerde yayıldığı ve toplumsal, politik ve ideolojik temellerinin ne olduğuna ilişkin yapılan araştırmalar, iyi ve kötü milliyetçilik gibi ayrımlara gidilip gidilemeyeceğine ilişkin sorular çerçevesinde de biçimlenmiştir. Milliyetçiliği ırkçılık ve merkez-çevre (sömüren-sömürülen) ilişkileri çerçevesinde değerlendiren ve “olumsuz” bir kavram olarak bakan çoğunluğu Marksist araştırmacılar, iyi ve kötü milliyetçilik gibi bir ayrıma gidilemeyeceği, milliyetçiliğin doğuşundan itibaren dışlayıcı ve ırkçı bir dile sahip olduğu ve Avrupa‟dan dünyaya yayılma sürecinde de bu ırkçı dilin hem içsel (Avrupalı olmayan devletlerin iç politikalarındaki dil) hem de dışsal olarak (“uygar”

Avrupa‟nın milliyetçiliği ile azgelişmiş ülkelerin milliyetçiliği ayrımı) çeşitlendiği görüşlerini savunmuşlardır. Etienne Balibar, Immanuel Wallerstein ve Partha Chatterjee bu araştırmacılardan bazılarıdır.

Etienne Balibar‟a göre, milliyetçilik ırkçılığın tek nedeni değilse de ortaya çıkışının belirleyici koşuludur. Irkçılık herkes için “ötekinde”dir ya da daha doğrusu

“öteki” ırkçılığın yeridir. Kurtuluşu amaçlayan milliyetçiliklerin tahakkümü amaçlayan milliyetçiliklere dönüşmesi, milliyetçiliğin bu özelliğinden kaynaklanmaktadır ve bu deneyim bizi her türden milliyetçiliğin baskıcı potansiyelleri konusunda kendimizi sürekli sorgulamaya mecbur kılmaktadır.

34 Elie Kedourie, Nationalism, London, Hutchinson Education, 1986, s. 9-19.

41 Milliyetçilikten sürekli olarak ırkçılık çıkmaktadır. Sadece dışarı doğru değil, aynı zamanda içeri doğru da. Irkçılık milliyetçiliğin bir dışavurumu değil, milliyetçiliğe bir ektir. Ona oranla her zaman aşırıdır, ama onun inşası için her zaman gereklidir.

Kuramsal ırkçılığın ırk ya da kültür olarak adlandırdığı şey, ulusun sürekli bir kaynağı ve sadece yurttaşlara ait olan niteliklerin yoğunlaşmış bir şeklidir. Ulus, ırkın etrafında toplanmak zorundadır. Gerçek yurttaşların ırksal-kültürel kimliği görünmez kalır, fakat bu kimlik kendisini sahte yurttaşların yarı hayali sözde görünürlüklerinin karşıtı olarak ortaya çıkarır. Emperyalizm basit fetih girişiminden bir uygarlık temeline oturmuş evrensel egemenlik girişimine ancak ırkçılık olarak dönüşebilmiştir.35

Wallerstein da ırk, millet ve etniklik gibi birbirleriyle içiçe geçen kavramların sistemsel olarak hangi kavramlarla ilişkili olduğuna bakar. Irkı, merkez-çevre ilişkileri ile milleti bu merkez-çevre ilişkileri içinde oluşan devletler sistemi ile etnikliği ise bu devletlerin içindeki azınlıklar kavramı ile ilişkilendirir. Bu bağlamda milleti ve etnikliği sistemin genel özelliği olarak kapsayan ırk, dünya ekonomisindeki iş bölümü ile yani merkez-çevre zıtlığı ile alakalıdır. Millet kavramı bu tarihsel sistemin siyasal üstyapısıyla, yani devletler arası sistemi biçimlendiren ve ondan türeyen egemen devletlerle ilgilidir. Etnik grup kategorisi ise, sermaye birikiminde ücretsiz emeğin büyük payının korunmasını sağlayan hane yapılarının

35 Etienne Balibar, “Irkçılık ve Milliyetçilik”, Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf, Çev.

Nazlı Ökten, İstanbul, Metis Yayınları, s. 51-86.

42 yaratılmasıyla ilişkilidir ve bu nedenle milliyetçilik aynı zamanda ırkçılığın bir alt evresini oluşturmaktadır.36

Avrupa‟nın sömürgelerdeki millet inşasına olan müdahalelerine farklı bir bakış açısı getirerek milliyetçiliğe dair görüşlerini ortaya koyan Partha Chatterjee ise, Benedict Anderson‟ın “hayali cemaatler” kavramını Avrupa-merkezci olmakla eleştirir ve sömürge ülkelerindeki millet inşasında Avrupalı sömürenlerin etkisinden bahseder. Basın yolu ile anadillerine el koyan sömürgecilerin, böylece millet inşasını da gerçekleştiklerini belirtir ve “hayallerinin bile sömürgeleştirildiğini” söyler.37

Modernist milliyetçilik kuramcıları, temel olarak aynı ön kabullerden yola çıksalar da,38 yoğunlaştıkları ve vurgu yaptıkları noktalar farklılaşmaktadır. Ancak hiçbiri milliyetçiliğin kültürel olduğunu savunmaz. Bununla birlikte, Anthony Smith tarafından kurulan etno-sembolizm okulunun yandaşları, milliyetçiliğin tarihsel varoluşunu açıklamak için bugüne kadar kullanılan temel paradigmaların, onun popüler cazibesiyle ilgili sorulara cevap vermekten aciz olduğunu savunmaktadırlar.

“Tarihsel etno-sembolizm”, milliyetçiliği benzersiz şekilde güçlü kılan başlıca faktörlerin, öncül mitler, bellek, gelenekler ve etnik miras sembolleri olduğunu savunur. 39

Anthony Smith‟in milliyetçiliğe yönelik temel varsayımı, milletler ile milliyetçiliği basitçe bir ideoloji veya siyaset biçimi olarak anlamamızın mümkün

36 Immanuel Wallerstein, “Halklığın İnşası: Irkçılık, Milliyetçilik ve Etniklik”, Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf, Çev. Nazlı Ökten, İstanbul, Metis Yayınları, s. 89-106.

37 Chatterjee, op. cit., s. 214-225.

38 Millet modern, icat edilmiş, siyasi, ekonomik, toplumsal ve ideolojik bir doktrindir.

39 Canefe, op. cit., s. 173-174.