• Sonuç bulunamadı

2.3. Kıbrıs’taki Türk Milliyetçiliğinin Gelişimi

2.3.2. Kıbrıs’taki Türk Milliyetçiliğinin İdeolojik Kökenleri

2.3.2.1. Kemalizm

Birinci Dünya Savaşı‟nda Osmanlı Devleti‟nin yenilmesinden hemen sonra 1918 yılında toplanan Meclis-i Milli Kongresi ile Kurtuluş Savaşı‟ndan bile önce Osmanlı topraklarındaki Türkleri destekleme kararı alan Kıbrıslı Türkler, özellikle 1923 yılında Türkiye‟nin kurulması, Kemalist ideolojinin Türk milliyetçi hareketinde

238 Helen ve Türk milliyetçiliklerinin karşılıklı tezlerinin en yalın şekilde yer aldığı metin için bkz. Millas, “Daha İyi Türk-Yunan İlişkileri İçin…”.

182 baskın hale gelmesi ve Türk eğitim sisteminin ders kitapları ve öğretmenler yolu ile Kıbrıs‟taki eğitime müdahalede bulunması ile birlikte, Kemalizm‟den etkilenmeye başlamışlardır. Dolayısıyla 1878-1955 yılları arasında inşa sürecini tamamlayan Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin ideolojik kaynaklarının Kemalist ideolojiden beslendiği söylenebilir.

Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğini, Helen milliyetçiliğinin aksine Kilise gibi simgesel olarak temsil eden bir kurum olmadığı gibi, Kıbrıslı Türkler, Kilise‟den kitlesel gücünü alan ve milliyetçi ideolojiyi her alanda temsil eden, öldükten sonra ise bu ideolojinin milli bir figürü olan Makarios kadar güçlü bir lidere de sahip olmamışlardır. Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin sözcülüğünü yapan Faiz Kaymak, Fazıl Küçük ve Raif Rauf Denktaş gibi isimler, Makarios gibi milliyetçi ideolojinin taşıyıcıları olarak önemli siyasi aktörler olmakla beraber, milliyetçiliğin ideolojik yapısında simgesel bir fenomene dönüşmemişlerdir. Bu bağlamda, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin Makarios düzeyindeki karşılığı Türkiye‟nin milli figürü Atatürk‟tür.

Bu nedenle, Kemalist ideolojinin temel argümanları ve Türkiye‟deki eğitim sisteminde kullanılan, özellikle tarih ve coğrafya kitapları üzerine yapılan araştırmalara, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğini etkileme düzeyleri çerçevesinde değinmekte fayda vardır.

Kemalizm, eski bir imparatorluğun topraklarında yeni bir ulus devlet olarak yükselen Türkiye‟nin resmi ideolojisi olarak ortaya çıkmış ve öncelikle Türkiye sınırları içerisindeki coğrafyayı, “Türk” milli kimliği etrafında biçimlendirilmiş bir

“vatan” olarak tanımlamak zorunda kalmıştır. Ulus-devlet sınırları içerisinde

183 homojen bir millet yaratmak amacıyla yurttaşlık esaslı bir “millet” kavramı geliştirildiği yönündeki resmi iddialara karşın, resmi milliyetçi ideoloji, “Türk”

kimliği üzerinden etnik kökene vurgu yapan ve “Anavatan” kavramı ile Orta Asya toprakları ile etnik bir özdeşleştirme politikası yürüterek, milli tarih anlatısını kuran bir ideolojidir. Bu bağlamda, Anadolu “vatan” olarak “Türkleştirilirken”, Türk kimliğinin coğrafi sınırları Orta Asya‟ya kadar genişletilmiştir. Resmi ideolojinin temel politikası ise, Türkiye‟yi Batı‟nın “uygar” dünyasına dâhil etmeye çalışan Batıcılıktır. Bu nedenle, Kemalist ideolojinin en önemli ideolojik araçları, Anadolu‟nun vatanlaştırılması ve Batı dünyasına dâhil etme çabası, Sümerler gibi eski uygarlıkların kökeninin Türk olduğu iddiası ile “Türklerin dünyadaki bütün uygarlıkların yaratıcı olduğuna” yönelik savları içeren “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi,” olmuştur.239

Milli mücadele yıllarında gerçek anlamda meydanlarda savaşılan Yunan halkı olmasına rağmen, ilginç bir şekilde cumhuriyetin resmi ideolojisi olan Kemalizm‟de

“öteki” imgesi Yunanlılar olmamıştır. Bu bağlamda baktığımız zaman, resmi milliyetçiliğin soyut yabancı düşmanlığının ötesinde, güçlü ve somut bir dış düşman imgesi yoktur. Milli ölüm-kalım savaşının yapıldığı Yunanistan da Dünya Savaşı‟ndan Lozan‟a uzanan süreçte yoğun askeri ve diplomatik mücadelenin verildiği Batı da Türk milli kimliğinin baskın öteki imgesi olamamıştır. Türk milli kimliğinin öteki imgesi Türkiye‟nin tarihsel, toplumsal gerçekliğine içseldir. Öteki

239 Kemalizmin Anadolu coğrafyasının eski zamanlardan beri Türk olduğuna yönelik savlarını içeren ve Anadolu‟yu Türklerin “vatan” ı haline getiren süreci 1920‟li yıllardan 1940‟lı yıllara kadar okutulan coğrafya ders kitapları üzerinden anlatan çalışma için bkz. Durgun, op. cit; Türk kimliğinin etnik kökeni yücelten ve diğer halkları dışlayan ırkçı eğilimlerini anlatan detaylı bir çalışma için bkz. Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek:

Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi 1925-1939, İstanbul, Metis Yayınları, 2005.

184 imgesinin tikel öteki kimlikleriyle ilgili tasavvurlara da biçim veren somut kalıbı ise

“Eski Türkiye”dir.240 Başka bir deyişle Osmanlı, İslam ve Doğu‟dur.

“Doğu” cumhuriyet milliyetçiliğinin “öteki” algılamalarının içinde yer alırken, tam karşısında konumlandırılan “Batı” imgesi ikircikli bir modellemenin içinde biçimlenmiştir. Çünkü bağımsızlık mücadelesini Batı emperyalizmine karşı veren Türkiye, hem içten içe Batı ile olan her ilişkisine “Beka kaygısı” içinde bakmış hem de Batılılaşmayı en başat hedefi olarak belirlemiştir. Cumhuriyetin kurucu kadroları için Batı örnek alınması gerekilen ve destek beklenen yegâne unsur olurken, Batı medeniyeti içinde kabul edilen ve Batı‟nın kültürel mirasını taşıdığına inanılan Yunanistan, Batı algısının evrildiği yöne göre bir çeşit deneme sahası olarak görülmüştür. Başka bir deyişle Yunanistan, Batılılaşma hedefi içinde hem Batı‟nın olumlu anlamda bir parçası ve bu açıdan bir model ya da rakip olarak görülmüş, hem de Batı ile her çatışma noktasında bütün öfkenin doğrudan Batı‟ya yansıtılmaması için yöneltildiği ülke olmuştur.241

Etienne Copeaux, Türkiye‟de okutulan tarih kitaplarının 1920‟li yıllardan itibaren Kemalist ideoloji ve 1950‟li yıllarda “Türk-İslam Sentezi” bağlamındaki değişimini ve ideolojik temellerini incelediği araştırmasında, tarihin, Türkiye‟de

240 Yunanistan 1828 yılında Osmanlı Devleti‟ne karşı bağımsızlığını kazandıktan sonra 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı ile birçok kez karşı karşıya gelmiştir. Bu savaşlar ve Osmanlı‟dan bu yana gayrimüslimlere yönelik faşizan imgesel kalıplar, özellikle milliyetçi literatürde “Yunan düşmanlığı”nın yer almasına neden olmuştur. Ancak, bu düşmanlık en azından resmi düzeyde destek görmemiş; ikincil düzeyde kalmıştır. Türk edebiyatında “Yunan” imajı için bkz. Herkül Millas, “Türk Edebiyatında Yunan İmajı: Yakup Kadri Karaosmanoğlu”, Toplum ve Bilim, Sayı 51-52, 1991, s. 129-152; Herkül Millas, Türk Romanı ve “Öteki”:

Ulusal Kimlikte Yunan İmajı, 1. Basım, İstanbul, Sabancı Üniversitesi Yayınevi, 2000.

241 Tanıl Bora, “Milli Kimliğin Kuruluş Döneminde Resmi Metinlerde Yunan Düşmanlığı Neden Eksikti, Nereye Gitmişti?”, Defter, Sayı 32, 1998, s. 35-37.

185 öğretildiği şekliyle, güçlü bir etnik karakter üzerinden kurulduğunu belirtmektedir.

Copeaux, bu nedenle, her ne kadar devletin resmi söyleminin, irredantist bir politikadan ziyade, kendi sınırları içerisinde homojen bir Türk toplumuna odaklanmak ve diğer devletler ile barış içinde bir arada yaşamak gibi hedefleri bulunsa da, tarih kitaplarının, Türk “ethnos”unu simgeleyen Orta Asya toprakları ve Türk-İslam sentezi sonrasında ise İslam coğrafyasına odaklandığına ve bu yüzden de Anadolu‟dan ziyade Türk ethnos‟u ve bununla tutarlı olarak da Modern Türkiye Cumhuriyeti‟nin çok uzağındaki topraklarla ilgilendiğine işaret etmektedir. Tarih kitapları, Orta Asya‟daki ilk Türk hanedanlıkları olarak gösterilen devletlerin yayılma politikalarını, Orhun Kitabeleri üzerinden Türklerin ne kadar “uygar” bir toplum olduğunu anlatır ve bu coğrafyaları ve liderlerini Türkiye ve Atatürk‟le özdeşleştiren kahramanlık hikâyeleri ile doludur. Türk “ethnos”unun hayali sınırlarının haricinde bu kitaplarda ayrıca Türkiye coğrafyasını tanımlayan Anadolu‟nun da “Türkleştirilmesi” yer almaktadır. Özellikle Kemalist ideolojinin Türk Tarih Tezi çerçevesinde Türklerin Anadolu‟daki ataları olarak sunulan Hititler ve Anadolu‟nun “Yunan” geçmişini unutturmak amacı ile daha nötr bir kavram olarak sunulan İonyalılar, Anadolu‟nun ezelden beri “Türk” olduğu vurgusunu yaparken, Anadolu da bir “vatan” haline dönüştürülmektedir. 1950‟li yıllardan itibaren, tarih kitaplarında belirginleşmeye başlayan Türk-İslam Sentezi‟nde ise, bütün bu “hayali coğrafya” ve “vatan Anadolu” sunumlarına ek olarak, gerçek

“Müslüman Türkler” imgesi tarih kitaplarında yer almaya başlamıştır. İlk Müslüman-Türk hanedanlıklarının anlatılması, Malazgirt Savaşı‟nın kahramanlık hikâyeleri, İstanbul‟un fethine verilen önem ve Arapların kötülenerek, gerçek Müslümanlığı simgeleyen Türk imgesi, 1950‟lerden sonra Türkiye‟deki tarih kitaplarında yer alan

186 ideolojik anlatımlardır. Bu anlatımların “öteki”leri ise, Batı dünyası, Araplar ve Yunanlılardır.242

1950‟li yıllarda Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliği, etkilendiği Türk milliyetçi ideolojisinin temel argümanlarında değişikliklere yol açacak kadar etkin hale gelmiştir. Bu bağlamda, Helen milliyetçiliği-Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliği arasındaki tek yönlü akış ve etki, Kıbrıslı Türklerin milliyetçi deneyiminde çift yönlü bir akışa ve etkileşime sahip olmuştur. Başka bir deyişle, Kıbrıs, Türkiye‟deki milliyetçi ideolojinin, özellikle “öteki” imajlarında büyük bir değişime yol açan ve bu milliyetçiliği güçlendiren en önemli kavramlardan biri haline gelmiştir.

Denilebilir ki, Kıbrıs sorunu, Kemalizm‟deki “Batı” imgesine yönelik ikircikli modelin somut düzeyde su yüzüne çıkmasına neden olan ilk sorundur. Kıbrıs Sorunu ile birlikte Yunanistan ve onun içerideki temsilcileri olarak görülen Türkiye‟deki Rumlar, Patrikhane ve nihayet Türkiye‟yi bu unsurlarla birlikte bir Haçlı zihniyeti içinde bölmeye çalışan olumsuz anlamda “Batı”, ikincil “öteki” konumundan çıkarılmıştır. Türk milliyetçiliğinin “öteki” algıları içinde ilk sıralarda yer almaya başlamış ve özellikle radikal milliyetçi ve muhafazakâr düşünce içinde erken cumhuriyet döneminin “öteki”leri ile yer değiştirmiştir. Söz konusu bu değişimi, Türkiye‟deki tarih kitaplarında yaşanan değişimde görmek mümkündür.

242 Etienne Copeaux, “Türk Kimlik Söyleminin Topoğrafyası ve Kronografisi”, Ali Berktay ve Hamdi Can Tuncer (Haz.), Tarih Eğitimi ve Tarihte “Öteki” Sorunu: II. Uluslararası Tarih Kongresi Tebliğleri, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s. 70-84.

187 Dolayısıyla, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin temel argümanları, Kemalizm‟den etkilense de, özellikle “Batı” ve “Yunan/Rum” imgelerine yönelik olumsuz yargılar ve ötekileştirme süreci, Kemalizm‟de net bir şekilde kendini göstermeyen, Kıbrıs‟ın kendi iç dinamiklerine özel bir durumdur; Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin etkisi ile Türkiye‟deki milliyetçi ideolojileri de etkilemiş ve dönüştürmüştür.

2.3.2.2. “Anavatan” Türkiye

Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin temel argümanları içerisinde en çok sözü edilen kavram “Anavatan Türkiye”dir. Ancak, buradaki “Anavatan”, Helen milliyetçiliğinin kullandığı kavramdan bazı farklılıklar içermektedir. Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliğinin “Anavatanı” Yunanistan, özgür Helen dünyasının tek temsilcisi ve Helenizm‟i gerçekleştirecek tek devleti simgeliyordu. Burada baskın olan ve Yunanistan‟ı da önceleyen aşkın bir kavram olarak “Helenizm,”

Anavatan‟dan da üstün bir konumda yer alıyordu. Oysa, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinde “Anavatan” kavramı, hem Osmanlı Devleti ve Türkiye gibi iki devlet ve farklı coğrafi sınırlar söz konusu olduğu için tek bir devleti simgelememekte, hem de Anavatan kavramını aşan, örneğin “Pantürkizm” gibi bir irredantist hayali içermemektedir. Buradaki “Anavatan” kavramı, Türk yönetimi altında olan ve bütün halkının “Türk” olarak nitelendirildiği herhangi bir Türk devletini anlatmaktadır. Dolayısıyla, “Anavatan”, tarihsel dönemlerine göre bazen Osmanlı Devleti bazense Türkiye olabilmektedir. 1920‟li yıllarda inşa sürecini

188 tamamlayan Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin politik söylemlerinde ise, mevcut tek Türk devleti olarak görülen Türkiye, “Anavatan” olarak kabul edilmektedir.

Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin en önemli siyasi aktörlerinden biri olan ve gerek anılarını gerekse siyasi demeçlerini içeren birçok kitap çıkararak, milliyetçi ideolojinin entelektüel kesimini etkileyen Raif Rauf Denktaş‟ın milliyetçi anlatısındaki en baskın kavram “Anavatan”dır. “Anavatan” tutkusu, öncesiz ve sonrasız, tarihsel bir dayanaktan yoksun, romantik ve –her ne kadar Türkiye üzerinden somut bir nitelik kazansa da- soyut bir yurt hayali ile biçimlenir. Bu bağlamda resmi Türk milliyetçiliğinden farklı bir şekilde Osmanlı ile gerilimli değil, tam aksine tamamıyla bütünleşen bir ilişki kurulmuştur. “Anavatan”, Türklerin hâkimiyetinde olan bir coğrafyayı işaret eder. Dolayısıyla Osmanlı da Türkiye de Denktaş için özlemle anılan bir yurt hayalinin tarihsel aktörleridir ve aralarında bir fark yoktur:

“7 yaşına kadar beni dedem „Şeherli Mehmet‟ büyütmüş. Eski‟nin hikâyesini hep ondan işittim. 1878‟de Türk Bayrağı‟nın gönderden indirilişini, İngiliz bayrağının çekilişini yaşamış. „Osmanlı yamandı... Gittiler ama yine gelecekler.. Ben göremeyeceğim ama sizler göreceksiniz‟ derdi. O gün, Rumların taşkınlığını, bu yüzden Rumlarla Türkler arasında kan akmasına ramak kaldığını o günün acısını duyarak anlatırdı. „yine gelecekler...‟ Hep buna inanarak yaşayacaktık, çünkü

189 Kıbrıs‟ın bir Türk adası olduğunu biliyorduk....Kıbrıs, tarihin hiçbir döneminde Yunanistan‟ın olmamıştı.”243

Kıbrıslı Türk Psikiyatr Vamık Volkan ise, çocukluk anılarının, Kıbrıslı Türk çocukların Kıbrıs adası ve Türkiye arasında nasıl bir ilişki sembolleştirdiğine yönelik hikâyelerle dolu olduğunu anlatmaktadır. Ailelerin çoğu zaman Türkiye‟den konuştuklarını ve çocuklarına anavatanla ilgili bir kimlik duygusu aktardıklarını belirten Volkan‟a göre, Kıbrıslı Türkler için “Anavatan”, tıpkı Niederland‟ın tarifinde Amerika‟nın göçmenlere göründüğü gibi vaatler ülkesi olarak görünmektedir.244

Ancak, Osmanlı Devleti ve sonrasında Türkiye, Yunanistan‟dan farklı olarak, Kıbrıs‟a politik olarak hep ilgisiz kalmıştır. 1878‟de İngilizlerle yapılan anlaşma ve 1923 yılında Lozan Konferansı‟nda yine Ada‟nın İngilizlere tamamen bırakılmasını içeren görüşmeler, Kıbrıslı Türklerle Türkiye arasındaki tek taraflı bağımlılık ilişkisini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçileri tarafından daha

“olumlu” hikâyeler ile açıklanmaya çalışılmış ve “Anavatanlar”ın çeşitli

“zorunluluklar” nedeni ile Kıbrıs‟ı bıraktığı yönünde bir anlatı ortaya çıkarılmıştır.

Örneğin, Kıbrıslı Türk toplumunda 1960‟lı yıllardan itibaren ders kitabı olarak okutulan “Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi” serisinin yazarı Vehbi Zeki, Lozan Konferansı‟nda Türk tarafının temsilcisi İsmet Paşa‟nın bütün çabalarına rağmen

243 R. Rauf Denktaş, Karkot Deresi, İstanbul, yayıncı belirsiz, 1996, s. 18; R. Rauf Denktaş, Kıbrıs: Elli Yılın Hikayesi, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2000, s. 5.

244 Volkan, op. cit., s. 24-25.

190 Batı Trakya‟nın Yunanistan‟a verildiğini ve böyle bir durum varken, İtilaf devletlerinin en kuvvetlilerinden biri olan İngiltere‟nin elinden Kıbrıs‟ı almanın mümkün olamadığını anlatmaktadır. Kıbrıs‟ın İngiltere için büyük bir önem taşıdığından bahseden Zeki, “Durum bu iken elbette Kıbrıs üzerinde hak iddia edilemezdi.” diyerek Türkiye‟nin Kıbrıs‟ı bırakmasını rasyonel bir zemine oturtmaya çalışmıştır.245

Vehbi Zeki, “Anavatan‟ın mecbur olduğu için Kıbrıs‟ı bıraktığı” yönündeki bilgiyi, Kıbrıs‟ın Osmanlılar tarafından İngilizlere kiraya verilmesindeki

“mecburiyet” hikâyesinde de tekrarlamaktadır. Öncelikle Zeki, Ada‟nın İngilizlere kiralanmasına giden süreci detaylı bir şekilde başlıklandırarak anlatır: Osmanlı-Rus Harbi, Ayestefanos Barış Antlaşması, Berlin Kongresi ve Antlaşması, İngilizlerin Kıbrıs‟ı işgal fikri, İngilizlerin Kıbrıs‟ı işgal etmek için yaptıkları siyasi baskılar, Kıbrıs‟ın İngilizlere devredilmesi için yapılan antlaşmalar, İngilizlerin Kıbrıs‟ın idaresini devralmaları, Antlaşmaların eleştirilmesi… Daha sonra ise, Padişah II.

Abdülhamit‟in, Osmanlı İmparatorluğu‟nun Kıbrıs üzerindeki haklarının baki kaldığına dair ek antlaşmanın içinde bulundurduğu yargıları yeterli bulmadığından ve Kıbrıs‟ı aslında bırakmak istemediğinden dem vurur. Örneğin, padişah, 4 Haziran 1878‟de imzalanan Savunma Antlaşması gereğince, Kıbrıs‟ın İngiliz idaresine devrine izin veren fermanı çıkarmakta “ağır hareket etmiştir”. Niyeti, bu fermanın çıkmasını, Berlin Kongresi‟nin sona ermesine kadar geciktirmektir. Antlaşmalarda, Kıbrıs, Türk İmparatorluğu‟nun bölünmez bir parçası olarak kalmaktadır vb.246

245 Vehbi Zeki, Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi 1878-1959, Cilt 1, Lefkoşa, Halkın Sesi Ltd., 1973, s. 38.

246 Ibid., s. 24-32.

191 Kıbrıs‟ın “Anavatan” tarafından “mecburi” olarak terkedilmesi, “Anavatan”ın hamilik görevini yerine getirmediği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinde “Anavatan” kavramı, Kıbrıslı Türkleri koruyan, kollayan ve özellikle Rumlara/Yunanlılara karşı onlara sahip çıkan güçlü bir “baba”

figürüdür. Bu nedenle, Kıbrıs‟taki Helen milliyetçileri Kıbrıs‟ı “vatan-anavatan”

olarak görür, Yunanistan‟ı ise anavatan-babavatan olarak konumlandırırken; Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs bir çocuğa, “yavruvatan”a dönüşür. Rum çoğunluğun Enosis talepleri karşısında azınlık olmanın getirdiği zayıflık hissi, korunma ihtiyacı ve her zorlukta Türkiye‟nin ilgisini çekme kaygısı, “yavruvatan” kavramını açıklamaktadır.

Zeki‟ye göre, uzun yıllar “Anavatan”dan ayrı kalmalarına rağmen, Türkiye ile olan bağlarını hiçbir zaman kesmeyen, Büyük Atatürk‟ün Türkiye‟de yaptığı devrimleri derhal benimseyen, milliyetlerinden, inançlarından hiçbir şey kaybetmeyen Kıbrıslı Türkler, Rumların Enosis taleplerine karşı her zaman mukavemet etmişlerdir. Enosis için ölen her Rum‟a karşılık, bu hareketi önleme yolunda bir Türk ölmüştür. Kıbrıslı Türkler, “Anavatan” Türkiye ile birlikte kutsal mücadelesini sürdürmüş ve bugünkü duruma getirmiştir. Kıbrıs Türkü‟nün en müşkül anlarında imdadına “Anavatan” Türkiye yetişmiş, en kritik günlerde de Kıbrıs Türk toplumu, “Anavatan”ın himayesine sığınmıştır. Kıbrıs Türk toplumunun gözleri daima “Anavatan”a bakmakta, O‟na kavuşma özlemini çekmekte ve bu uğurda mücadelesini sürdürmektedir.247

247 Ibid., s. 14-15.

192 Kıbrıs‟ı mecburen yabancı yönetimlere terk eden, ancak, her zora düştüğünde bir “baba” gibi yardımını koşarak, onu asla yalnız bırakmayan “Anavatan”la birleşme isteği ise, Kıbrıs‟taki Helen milliyetçilerinin Enosis talepleri ile aynı amacı içermektedir. Bu bağlamda, milli anlatı, Enosis kavramının tarihsel derinliği ile yarışır niteliktedir. Zeki‟ye göre, Rumların Enosis hareketinin eskiliği kadar, Kıbrıslı Türklerin “Anavatan”la tekrar birleşme istek ve çalışmaları da eskidir. Vatan topraklarını Yunan bayrağı altına sokmak davasına karşı, önceki kuşaklar çok eskiden beri milli mücadeleyi başlatmışlardır. Bu nedenle bu uğurda mücadele edenlere minnet ve şükran borcu vardır. Kıbrıslı Türk‟ün milli mücadelesi, nesilden nesile intikal ederek bugüne kadar gelmiştir. Belki daha da ileriye gidecektir.248

Daha önce de belirtildiği gibi, Kıbrıs‟taki Türk milliyetçiliğinin “Anavatan”

kavramını tanımlayan Türkiye‟nin karşısında, korunmaya muhtaç bir “vatan”

kavramına karşılık gelen “yavruvatan” Kıbrıs vardır. Anavatan-Yavruvatan ilişkisi, Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliğinin Anavatan (Vatan)- Babavatan (Anavatan) ilişkisine nazaran çok daha sorunlu bir süreci içermektedir. Çünkü “Yavruvatan”

olmak, aynı zamanda Anavatan‟a çok daha bağımlı, onun vesayetine ihtiyaç duyan ve varlık nedenini Anavatan‟a bağlayan bir coğrafyayı işaret etmektedir. Bu kavram, Anavatan‟a koşulsuz sadakati ve onun korumasına tamamen boyun eğmeyi de beraberinde getirmektedir.249

248 Ibid., s. 14.

249 Türk milliyetçiliğinin Kıbrıs‟ı “yavruvatan” metaforu ile tanımlamasına ilişkin detaylı bilgi için bkz. Tanıl Bora, “„Milli Dava‟ Kıbrıs….”, s. 18-26.