• Sonuç bulunamadı

Entelektüellerin gerek kültürel milliyetçiliğin doğuşunda gerekse başlangıçta öncülük etmeseler de siyasi milliyetçiliğe ideoloji teminindeki asli rolleri hakkında yığınla kanıt vardır. Avrupa‟nın neresine dönülüp bakılırsa milliyetçi kavram, sembol ve ideolojinin doğuş ve çözümlenmesinde entelektüellerin çığır açıcı rolünü görmek mümkündür. Burada en büyük rolü oynayan Rousseau, Sieyes, Paine, Jefferson, Fichte, Herder ve “iyi irade özerk iradedir” fikri ile Kant gibi filozoflardır.

Herder için her milletin kendine özgü bir dehası, düşünme, davranma ve iletişim tarzı

59 “Öteki” kavramı ve ulus devletlerin “dost-düşman” kavramları için bkz. Paul Kowert, “Ulusal Kimlik: İçsel ve Dışsal”, Erol Göka ve Işık Kuşçu (Der.), Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Ankara, Asam Yayınları, 2002;

Ali Bulaç, “Öteki‟nin Kimliği ve İmajı”, Birikim, Sayı 71/72, Mart-Nisan 1995, s. 76-80; Hakan Ergül,

“Ötekinin Söylemi ya da Öznenin Lacancı Algılanışında Dil”, Kültür ve İletişim, 5/2, 2002.

59 vardır ve bizim bu biricik dehayı ve bu özgül kimliği, hasıraltı edildiği ya da yitirildiği her noktada yeniden keşfetmek için çalışmamız gerekmektedir. Böylece filoloji, tarih ve arkeoloji eliyle bir kolektif kendinin yeniden keşfi önem kazanır.

Kant‟la birlikte özerklik, sadece tehlike zamanlarında medet umulan siyasi bir ideal değil, birey için etik bir ilke haline gelir. Fichte, Schlegel ve diğer Alman romantikleri tarafından bireylerden ziyade gruplara uygulanan bu özerklik ideali, otantik milli iradeyi gerçekleştirmeye yönelik bir kendi kaderini tayin felsefesine yol açmıştır.

Hroch, daha önce de belirtildiği gibi, milliyetçiliğin inşası ve kitleselleşmesi süreçlerini betimlediği üçlü şemasında entelektüellere büyük önem vermekte, şemanın ilk iki aşamasında entelektüellerin önce fikir düzeyinde daha sonra kitle hareketi yaratma potansiyelindeki işlevine vurgu yapmaktadır. Hroch‟un bu konudaki fikirlerini paylaşan Hobsbawm‟a göre de milliyetçiliğin oluşması için dışarıdan itilim gerekir. Bu itilimi burjuvazi sağlar. Proto-milliyetçiliği doğal akışından alıkoyarak yeni bir yöne sevk etmeye uğraşır. Gerçekte, halkçı geleneğin keşfedilmesi ve tarihin unuttuğu bazı köylü halkların milli geleneğe dönüşmesi, genellikle yönetici sınıf ya da elit kesimden çıkan ateşli kişilerin eseridir. Yazılı anadilin resmi kullanımını en çok önemseyen sınıflar, toplumsal bakımdan gösterişsiz ama eğitimli orta katmanlardır. Bunlar, eğitim gerektiren, kafa emeğine dayalı işleri yürütmeleri sayesinde alt orta sınıf statüsüne erişen kesimlerdir. Dilsel milliyetçiliğin cephe hattında taşra gazetecileri, öğretmenler ve gözü yüksekte olan alt rütbeli subaylar vardır. Aşırı milliyetçi eylemciler, ağırlıkla toplumun eğitimli ve

60 giderek genişleyen, toplumsal bakımdan da hareketli olan yarı eğitimli kesiminden gelmektedirler.60

Milliyetçiliğin yayılmasında entelektüellerin rolüne vurgu yapan bir diğer isim Anthony Smith‟e göre ise, her durumda entelijensiya, eskiden edilgin durumda bulunan topluluğun harekete geçmesini gerektiren yeni bir kamusal öz-tanım ve amaçlar belirleme gayretindedir. Bu yeni tanımların basitçe entelektüellerin icatları ve yapımları olarak görülmemeleri gerekir. Onların çabası, daha ziyade, Batılı milli oluşum süreçlerine ilişkin bir anlayışı, ekseriyetle eski dini geleneklerin yerini almak üzere (veya onları yeniden yorumlayarak) halkı ve onun yerli kültürünü sahnenin ortasına çıkartacak etnik geçmiş veya geçmişlerin yeniden keşfine dair bir programla birleştirmektir. Şimdi “halk” sadece tebellüğ edilen değildir; kurtuluşun kaynağı haline gelir ve eskinin aziz ve arifleri halkın milli dehasının ifadeleri olurlar. Şu halde etnik bir entelijensiyanın ana görevi burada yatmaktadır: Eskinin edilgin durumdaki cemaatini, yeniden keşfedilmiş yerli tarihi kültür etrafında bir millet oluşturacak şekilde seferber etmek. Eğitmen-entellektüeller, bu haritaları ve törelliği, halkın yaşam ve sembolizmi ile onun popüler tarihsel geleneklerinde bulmuşlardır.

Milliyetçi eğitmen-entellektüellerin hedefleri akademik değil, toplumsal ve siyasiydi;

halkı saflaştırmayı ve etkin hale getirmeyi amaçlamaktaydılar. Bunu yapmak için topluluğun şanlı geçmişine dair parlak yeniden canlandırmalar yaratmak gibi etnik geçmişten kaynaklanan törel numuneleri kullandılar.61

60 Hobsbawm, “Milletler ve …”, s. 128-143.

61 Smith, op. cit., s. 106-112.

61 Liakos‟a göre, Avrupalı entelijensiya ile Avrupalı olmayan ve az gelişmiş ülkelerin entelijensiyasının milliyetçi görüşleri yayma durumu aynı değildir.

Öncelikle, yeni antiemperyalist hareketler üzerinde Batılı milliyetçi ideolojinin antiemperyalist hareketlerinin yadsınamaz bir etkisi vardır. Küçük uluslarda milliyetçi hareketlerin taşıyıcıları artık burjuva sınıfı değildir. Çünkü bu toplumlarda burjuva sınıfı ya yoktur ya da yeterince olgunlaşmamıştır. Bu nedenle milliyetçi hareketlerin taşıyıcıları daha ziyade yeni küçük burjuvazi tabakalarıdır. Öğretmenler, avukatlar ve memurlar, tarihsiz halklar için milliyetçiliğin ideolojik hazırlığının ve başlangıç safhalarının taşıyıcıları olmuşlardır.62

Peki, neden entelektüellerin bilimsel veya sanatsal ilgileri milliyetçi hareketlere dönüşür? Neden entelektüel kesim, bir etnik grubu bir millet olarak yeniden yapılandırma derdine düşer?

Hroch‟a göre entelektüeller, yaşadıkları sistemin sosyal ve politik krizler içerisinde olması, nüfusun önemli unsurları arasında baş gösteren genel bir hoşnutsuzluk bulunması ve sisteme olan manevi inancın yitirilmesi gibi koşullarda milliyetçilik ideolojisinin taşıyıcıları olabilmektedirler.63 Schnapper‟a göre ise, bütün entelektüellerin, profesörler, yazarlar, sanatçılar ve gazetecilerin, yani kültürü ve ulus düşüncesini sırtında taşıyanların, bu düşünceyi oluşturmak ve yaymakla yükümlü olanların, ulusun yaratılmasında “kısmen dolaylı olarak maddi, kısmen ideolojik”

62 Liakos, op. cit., s. 26. 20. yüzyılda eski sömürge üçüncü dünya ülkelerinin ulusçu entelektüelleri tarafından geliştirilen temalar, 19. yüzyılda imparatorluk güçlerine karşı mücadele eden Avrupalı ulusçuların ortaya koyduğu temalarla buluşuyordu. Her iki tarafın söylemi üç iddiaya dayanıyordu: İnsanlık doğal olarak uluslara bölünmüştü; bu ulusların farklı ve görünür ayırt edici özellikleri vardı; ulusların kendilerini yönetmesi tek meşru siyasal örgütlenme biçimiydi. Sömürge ülkelerinin ulusçu düşünürleri, halkların ya da “uluslar”ın kendi kaderini tayin hakkı adına siyasal bağımsızlık talep ediyorlardı. Ayrıntılı bilgi için bkz. Schnapper, op. cit., s. 430.

63 Hroch, op. cit., s. 85.

62 çıkarları vardı. Ulus ile kültür arasındaki bağ onlara ayrıcalıklı bir rol veriyordu:

Kültür varlıklarına özgür biçimde ulaşabildikleri için “ulusal düşünceyi yaymaya” ve kendi uluslarının özel bir görev üstlendiği düşüncesini dile getirmeye adanmış sayıyorlardı kendilerini. O halde entelektüellerin yükümlülüğü ulus öncesi (çağdaş sözcük dağarcığında, “etnik”) düşünceleri dönüştürmekti; bunu yaparken tümüyle ulusal bir bellek oluşturmaları ve bu belleği küçük burjuvaziye ve proletaryaya yaymaları gerekiyordu. İktidarın saygınlığını ulusal düşüncede dönüştürme yetkisi onlardaydı; daha sonra proletarya da bu düşünceyi benimseyebilirdi.64

Genel olarak baktığımızda, entelektüellerin milliyetçilik ile ilişkisinin iki düzeyde gerçekleştiği görülmektedir. Öncelikle, milliyetçilik bir ideoloji ve normatif bir dünya görüşü olarak ilk defa felsefi düzeyde birçok aydınlanma (Voltaire, Rousseau, Kant, Iselin ve Wegelin) ve Alman romantik akımı düşünürü (Herder ve Fichte) tarafından felsefi temellerine oturtulmuştur. “Ulusal ide”, “milli karakter”

veya “milli deha” gibi ulusal veya kültürel özellik düşüncesi, dünyada daha sonra gelişen birçok milliyetçilik pratiği için önemli ideolojik referanslar olmuşlardır.65 Entelektüellerin milliyetçilik ile olan ikinci düzeydeki ilişkisi ise, milliyetçilik fikrinin kitlelere kabul ettirilmesi ve milliyetçiliğin kitlesel bir politik eyleme dönüştürülmesinde ortaya çıkmaktadır. Entelektüellerin bu politik ve toplumsal rolü, esas olarak, milliyetçiliğin bir ideoloji olarak temel argümanları biçimlendikten sonra, popüler bir dünya görüşü olarak kitlelere yaygınlaşmasında ve etkinliğini artırmasında önem taşır.

64 Schnapper, op. cit., s. 96.

65 Milliyetçiliğin tarihsel anlatılar ile olan ilişkisi ile felsefi temelleri arasında da bir bağ söz konusudur.

Ulusların genel karakterleri fikri tarih felsefesinin de işlerlik kazanmasını sağlamıştır. Çünkü “ulusların genel ideleri üzerine eğilen bir tarih yazıcılığı, ancak felsefi olabilir. Tarih felsefesi ve ulusların genel ideleri üzerine bkz. Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 2001, s. 59-78.

63 Entelektüellerin milliyetçilikle ilişkisinin ikinci düzeyi olan kitlesel milliyetçiliğin yayılmasındaki rolünü ise, iki kategoride değerlendirmek mümkündür.

İlk kategori, Avrupa‟da ortaya çıkan milliyetçilik ve bu milliyetçiliğin entelektüeller tarafından kitleselleştirilmesidir. Burada, olgunlaşmış bir sivil toplumdan, bir burjuva sınıfının varlığından ve daha bilinçli kitlelerden söz edilebilir. Başka bir deyişle, entelektüellerin buradaki rolü, modern ulus devletlerin ulusal ideolojilerini desteklemek, yayılmasına ve etkinliğini devam ettirmesine katkı sağlamaktan ibarettir. Ancak, az gelişmiş toplumlardaki milliyetçi ideolojinin yayılması konusunda aydınların rolü iki kat daha fazladır. Çünkü hem toplumlarının Batılılaşması hem de milli bilince sahip olması için çaba sarf ederler. Bu ülkelerde Batılı fikirler ile yetişen aydınların büyük kısmı aynı zamanda “toplum mühendisi”

olma işlevleri nedeniyle bürokratik süreçlerin içinde de bulunurlar. Bu nedenle bu ülkelerde “ulusal lider” olarak milliyetçi hareketlere önderlik eden politik figürler aynı zamanda entelektüel bir sınıf içinde de yer alabilmektedirler.