• Sonuç bulunamadı

TC ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLERİN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ (1878-2004) Doktora Tezi Pınar ÇAĞLAYAN ANKARA-2013

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TC ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLERİN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ (1878-2004) Doktora Tezi Pınar ÇAĞLAYAN ANKARA-2013"

Copied!
488
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TC

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLERİN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ (1878-2004)

Doktora Tezi

Pınar ÇAĞLAYAN

ANKARA-2013

(2)

TC

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLERİN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ (1878-2004)

Doktora Tezi

Pınar ÇAĞLAYAN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. M. Melek FIRAT

ANKARA-2013

(3)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLERİN DÜŞÜNSEL KÖKENLERİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ (1878-2004)

Doktora Tezi

Tez Danışmanı :

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

Tez Sınavı Tarihi ...

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.

(……/……/201..)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

………

İmzası

………

(5)

İÇİNDEKİLER

Sayfa No:

GİRİŞ. ... 1

1. MİLLİYETÇİLİK VE KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLER ... 13

1.1.Tarihsel Bir Kavram Olarak Milliyetçilik. ... 13

1.2.Sosyal Bilimlerde Bir Çalışma Sahası Olarak Milliyetçilik ... 27

1.3.Milliyetçiliği İdeolojik Olarak Güçlendiren Kavramlar ... 46

1.3.1. Devlet. ... 46

1.3.2. Yurt (Vatan) ... 49

1.3.3. Vatandaşlık (Yurttaşlık Bilinci) ... 51

1.3.4. Etnik Kültür ... 53

1.3.5. Tarih, Kolektif Hafıza ve Milli Anlatılar ... 55

1.3.6. Ötekileştirme (Biz/Öteki Ayrımı) ... 57

1.4.Milliyetçiliğin İnşasında ve Kitleselleşmesinde Entelektüellerin Rolü ... 58

1.5.Milliyetçilik Kuramları Çerçevesinde Kıbrıs’taki Milliyetçilikler .... 63

2. KIBRIS’TA MİLLİ KİMLİK İNŞASI (1878-1955). ... 77

2.1.19. Yüzyılın Sonlarında Kıbrıs’ta Toplumsal Yapı ... 80

2.2.Kıbrıs’ta Helen Milliyetçiliğinin Gelişimi ... 84

2.2.1. Kıbrıs Rum Toplumunda Milliyetçi İdeolojinin Temsilcileri. ... 84

2.2.2. Kıbrıs’taki Helen Milliyetçiliğinin İdeolojik Kökenleri. ... 97

2.2.2.1. “Helenizm”, “Megali İdea” ve “Enosis” ... 99

2.2.2.2. Bir Anavatan Tahayyülü Olarak “Yunanistan” ... 111

2.2.2.3. “Helenizm’in Beşiği” Kıbrıs ... 118

2.2.2.4. Milli Lider Makarios Miti. ... 134

2.2.2.5. Etnik Kültür, Kolektif Hafıza ve Tarihsel Anlatılar . 144 2.2.2.6. Milli Kimliğin Dışında Kalanlar: “Öteki” İmgesi. .. 159

(6)

2.3.Kıbrıs’taki Türk Milliyetçiliğinin Gelişimi. ... 172

2.3.1. Kıbrıs Türk Toplumunda Milliyetçi İdeolojinin Temsilcileri ... 174

2.3.2. Kıbrıs’taki Türk Milliyetçiliğinin İdeolojik Kökenleri ... 181

2.3.2.1. Kemalizm ... 181

2.3.2.2. “Anavatan” Türkiye ... 187

2.3.2.3. Türk Kimliğinin Bir Parçası Olarak “Yavruvatan” Kıbrıs. ... 193

2.3.2.4. Milli Aidiyet ve Kimlik ... 206

2.3.2.5. Etnik Kültür, Kolektif Hafıza ve Tarihsel Anlatılar. ... 216

2.3.2.6. Ulusal kimliğin Dışında Kalanlar ve “Öteki” İmgesi. ... 228

3. MİLLİYETÇİ DİRENİŞ VE ÇATIŞAN MİLLİYETÇİLİKLER (1955-1974) ... 240

3.1.Toplumlararası Çatışmalar Döneminde Milliyetçilik: EOKA ve TMT ... 243

3.2.Kıbrıs’taki Helen ve Türk Milliyetçi Entelektüellerin EOKA ve TMT’yi Algılama Biçimleri ... 251

3.3.Gündelik Hayatta Somutlaşan “Öteki” İmgesi. ... 259

3.4.Efsaneleşen Milli Anlatılar ve Etnik Sembollerin Çeşitlenmesi. .... 269

3.5.Kıbrıs Devleti’nin Kurulması ve “Devlet” ve “Vatandaşlık” Kavramlarının Anlam Kazanması (1960-1974) ... 284

3.6.1878-1974 Yılları Arasında “Kıbrıslı” Olmak ... 300

3.6.1. Kıbrıs Komünist Partisi ve “Halkların Kardeşliği”. ... 303

3.6.2. AKEL’in Enosis’e Desteği ve Kıbrıslı Türklerin Partiden Kopuşu ... 307

3.6.3. Kıbrıs Rum Toplumunda Bir “Kıbrıslı”: Nicos Lanitis. ... 315

3.6.4. Kıbrıslı Türk Toplumunda “Kıbrıslılık”: “Cumhuriyet” Gazetesi ... 326

(7)

4. KIBRIS’TA BÖLÜNME VE “KIBRISLILIK” (1974-2004) ... 342

4.1. İki Ayrı Toplum ve Milliyetçi Söylemin Yaygınlaşması: Kıbrıs’taki Milliyetçiliklerde 1974 Sonrası Yaşanan Değişim. ... 344

4.2. Kıbrıs Rum ve Türk Toplumunda Kültürel Milliyetçilik. ... 356

4.3. 1974 Sonrası Kıbrıs Rum Toplumunda Kıbrıslılık Bilinci ... 371

4.3.1. Kıbrıs Rum Toplumunda “Kıbrıslılık” Düşüncesinin Temsilcileri. ... 371

4.3.2. Kıbrıslılık Bilincinin İdeolojik Yönelimleri ... 379

4.3.2.1. Ortak Vatan “Kıbrıs” ve “Kıbrıs Milleti”. ... 379

4.3.2.2. Tarihsel Anlatılar ve Ortak Semboller ... 387

4.3.2.3. “Kıbrıslı” Kimliğinin Dışında Kalanlar: 1974 Hesaplaşması. ... 397

4.3.2.4. Ortak Devlet ve “Birlikte Yaşam” Kavramı. ... 404

4.4.Kıbrıs Türk Toplumunda “Kıbrıslılık” ... 410

4.4.1. Kıbrıs Türk Toplumunda Kıbrıslılık Bilincinin Temsilcileri. ... 410

4.4.2. Kıbrıs Türk Toplumunda Kıbrıslılık Bilincinin İdeolojik Yönelimleri. ... 417

4.4.2.1. “Ortak Vatan” ve “Kıbrıslı” Kimlik Arayışı. ... 417

4.4.2.2. Tarihsel Anlatılar ve Ortak Semboller ... 425

4.4.2.3. “Kıbrıslı” Kimliğinin Dışında Kalanlar: Türkiye’nin Ötekileştirilmesi... 433

4.4.2.4. Ortak Devlet ve “Birlikte Yaşam” Kavramı. ... 440

SONUÇ. ... 446

KAYNAKÇA ... 460

(8)

1 GİRİŞ

Bir İngiliz sömürgesi olan ve 1950‟li yıllarda verilen bağımsızlık mücadelesi ile birlikte etnik çatışmalar ve bölünmelerin yaşandığı bir coğrafyaya dönüşen Kıbrıs, diğer birçok eski sömürge ülkesi gibi, milliyetçi fikirlerin yön verdiği sorunlarla birlikte anılmaktadır. Ancak Kıbrıs‟taki milliyetçi ideolojilerin ortaya çıkışı, içeriği ve tarihsel gelişimi özgül bir karaktere sahiptir.

Öncelikle, Kıbrıs‟taki Rum ve Türk toplumundaki en etkin milliyetçi düşünceler, başka coğrafyalarda doğmuş olan Türk ve Helen milliyetçiliklerinin birer yansıması olarak ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla da, sadece yaşanan etnik sorunların kaynağını oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda tarihsel süreç içinde bu sorunlarla karşılıklı etkileşim içine girerek dönüşmüşlerdir. Milliyetçi algılar, her iki toplumun çatışmasına neden olurken, bu çatışmalar algıların deneyimlenmesine yol açmış ve onları daha da sağlamlaştırarak çeşitlendirmiştir. Zamanla ideolojik arka planları farklı biçimlere bürünüp değişime maruz kalan milliyetçilikler, günümüze kadar kitleleri etkileme güçlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir.

Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin bir diğer özgül yanı, bağımsızlık algılarının egemen bir devlet düşüncesi etrafında biçimlenmemiş olmaları; bunun yerine başka devletlere tamamen veya kısmen eklemlenme çabasına girmelerinden kaynaklanmaktadır. Dış müdahaleler sonucunda bir devlete ve yurttaşlık bilincine sahip olan Kıbrıs halkı için bu yeni durum, milliyetçi düşüncelerinin sınandığı ve yenilendiği bir platforma dönüşmüştür.

(9)

2 1974 yılı ise, her iki milliyetçi düşünce için bir kırılma noktasını işaret ederken, Kıbrıs‟ın kendine özgü karakterini tamamlamasını sağlamıştır. Çünkü, 1974 yılından itibaren Türk ve Helen milliyetçilikleri, bir kez daha ideolojik dönüşüm geçirdikleri gibi, kendilerine karşı üç farklı milliyetçi ideolojinin de yapılanma sürecine girmesine zemin hazırlanmıştır. Bunlar, varolan ideolojilerin muhalif versiyonları olan Kıbrıs Rum ve Türk etnik milliyetçilikleri ile milliyetçiliğin yol açtığı sorunların çözümü olarak görülen Kıbrıslılık fikrine dayanan yeni bir milliyetçilik türüdür.

Her iki milliyetçiliğe alternatif, iki toplumu bir üst kimlikte birleştirmeyi amaçlayan ve bir çeşit yurtsever milliyetçilik olarak karşımıza çıkan Kıbrıslılık bilinci ise, bir ulus devletin yurttaşlarını ortak bir kimlikte homojenize etme çabalarının ideolojik aracı olarak hizmet etmesinin aksine, Kıbrıs‟ta birleşik bir devletin ortaya çıkması için ihtiyaç duyulan bir tutkal olarak görülmesinden ileri gelen bir özgüllüğe sahiptir.

Tüm bu farklı milliyetçilik algılarının özgüllüğü, Kıbrıs‟taki milliyetçi fikirlerin ideolojik yapılanmalarını ve gelişim çizgisini incelenmeye değer bir araştırma konusu haline getirmektedir. Ancak Kıbrıs sorununu “milli dava” olarak gören Türkiye‟de bile bu konu, yeterince incelenmiş değildir. Özellikle Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliğine ilişkin herhangi bir araştırma bulunmamakta, söz konusu milliyetçiliğe yönelik algı ise, çoğunlukla “ötekileştirme” süzgecinden geçirilmiş imgeleri kapsamaktadır.

(10)

3 Öncelikle Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin inşa süreci ve gelişimine ilişkin araştırmalara genel olarak bakıldığı zaman, Kıbrıs‟taki milliyetçiliklerin tekil olarak ele alındığı ve karşılaştırmalı analizlerinin az sayıdaki araştırmaya konu olduğu görülmektedir. Söz konusu milliyetçilik biçimlerinin ele alınış şeklinin ise genel olarak tarihi referanslar verilerek yapıldığı, siyasi ve ekonomik gelişmeler temel alınarak yapılan incelemelerin, milliyetçi ideolojinin düşünsel kökenlerini ve ideolojinin yaygınlaşmasında Kıbrıslı aydınların rolünü görmezden geldiği belirlenmiştir. Bu nedenle, söz konusu milliyetçiliklerin karşılaştırmalı çalışmaları yapılmadığı gibi, incelenen milliyetçilikler de bu bağlamda derinlemesine bir analize tabi tutulmamışlardır.1

Yapılan araştırmalarda vurgulanan ana görüş, Kıbrıs sorununun kökleşmesinde Kıbrıs Türk ve Helen milliyetçiliklerinin etkin olmasının rol oynadığıdır. Ayrıca, Ada‟da “Kıbrıslı” kimliğinin gelişimini ve kitleselleşmesini engelleyen en temel sebeplerin başında, özellikle Kıbrıs Devleti‟nin parçalanmasından sonra resmi otoritelerin de siyasi söylemleriyle güçlendirdiği “iki toplumdaki milliyetçi düşünüş biçimleri ve düşmanlık algılarının geldiği” savı, yine Kıbrıs‟taki milliyetçi ideolojileri inceleyen araştırmacılar tarafından paylaşılan bir düşünce olmuştur.2 Ancak bu etkinliğin nasıl sağlandığı ve milliyetçi fikirlerin hangi

1 Ada‟daki modernleşme ve eğitim süreci bağlamında, Kıbrıs‟taki iki toplumun milliyetçi algılarının gelişim çizgisini keskinleştiren milliyetçiliği kavramsal ve düşünsel düzeyde ele alarak, karşılaştırmalı analiz yapan Rebecca Byrant‟ın “Tebaadan Vatandaşa: Kıbrıs‟ta Modernite ve Milliyetçilik” isimli çalışması Kıbrıs‟taki milliyetçilik literatürüne önemli bir katkı sağlamaktadır. Yine Kıbrıslı Türk araştırmacı Niyazi Kızılyürek‟in

“Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs” isimli çalışması da Kıbrıs‟taki Türk ve Helen milliyetçiliklerinin tarihsel gelişimlerini ele alması bakımından literatürde önemli bir eksikliği gidermektedir.

2 Byrant‟a göre, giderek sert bir söyleme sahip olmaya başlayan her iki milliyetçilikten kurtulmanın yolu, günümüzdeki küreselleşme sürecini de dikkate alarak post-milliyetçilik olarak gördüğü “yerelleşme” (mikro toplumsal kimlik) ve en iyi düzeyde de “romantize edilmiş halk anlatıları”nın kaynak olacağı “komşuluk”tur.

Ancak “yerelleşme” önerisi, her iki toplumdaki kültürel milliyetçi formasyonları düşünsel düzeyde güçlendiren,

“mikro-milliyetçi” anlayışı destekleyen ve ortak bir “Kıbrıs yurttaşlığı” kimliğinin gelişimine ket vurabilecek bir

(11)

4 argümanlardan yararlanarak kitlesel bir nitelik kazandıklarına yönelik herhangi bir tez öne sürülmemiştir.

Aynı durum, “Kıbrıslılık” bilincine ilişkin yapılan çalışmalar için de geçerlidir. Söz konusu çalışmalarda, Kıbrıs Türk ve Helen milliyetçiliklerinin ayrımcı retoriğine eleştirel bir bakış açısı sunma noktasında temel bir uzlaşı bulunmakla birlikte, “Kıbrıslılık”ın ya mümkün olmayan bir yapay üst kimlik oluşturduğu için yönelik yararsız bir mücadele hedefi olduğu savunulmakta ya da

“Kıbrıslı” kimliğinin temel argümanlarının neler olduğuna yönelik yeterli bir çerçeve sunmaktan uzak kalınmakta ve kavramın soruna ilişkin “kurtarıcı” bir söyleme hapsedilmesine ve muğlak kalmasına sebep olunmaktadır. Kıbrıs Rum ve Türk etnik milliyetçiliklerinin analizi için de aynı durum geçerlidir. Bu iki milliyetçi düşüncenin entelektüel açıdan kavramsal algı düzeylerini analiz eden bir araştırmanın olmaması da yine literatürde önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.

Araştırmanın temel problematiğini, Kıbrıs‟ta yaşanan bölünme ve sorunların çözümü olarak görülen “Kıbrıslılık” kimliğinin, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçilikleri karşısında sağlam bir mücadele zemini oluşturamaması ve kitlesel bir destekten mahrum kalarak başarısız olması oluşturmuştur. Bu nedenle, bu çalışmada “Bu başarısızlığın asıl nedeni (nedenleri) nelerdir?” sorusuna cevap aranmaktadır.

öneri olduğu için bu araştırma tarafından paylaşılmamaktadır. Rebecca Bryant, Tebaadan Vatandaşa Kıbrıs’ta Modernite ve Milliyetçilik, Çev. Seyhan Özmenek, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007.

(12)

5 Bu bağlamda, çalışmanın hareket noktasını, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin inşa süreçlerini, entelektüel gelişimlerini ve kitleselleşmelerini tamamladıkları ve zamanla dönüşerek güçlendikleri; Kıbrıslılık bilincinin ise henüz entelektüel düzeyde bile gelişimini tamamlayamadığı ve bu nedenle kitleselleşebilecek bir ideoloji olmasının mümkün görülmediği tezi oluşturmaktadır.

Milliyetçi ideolojilerin tezleri, genel olarak hedef kitlelerini oluşturan halkları ortak bir tarih, kültür ve gelecek iddiasında birleştirmeyi amaçlar. Bu iddia, halklar arasındaki coğrafi (yurt, devlet), kültürel (folklor, ortak yaşam pratikleri), tarihsel (tarihi anlatılar, kolektif bellek) ve duygusal (yurttaşlık bilinci) bağları güçlendirir.

Bu “biz” olma halini yaratan bağlar, aynı zamanda diyalektik olarak bir ötekileştirme sürecini de beraberinde getirir. Başka bir deyişle, biz dışında tanımlanan ve negatif bütün özelliklere sahip “öteki” bir halk, millet veya ideolojiye ihtiyaç vardır.

Dolayısıyla, bu çalışmanın bir diğer tezi, söz konusu bağların ve ötekileştirme sürecinin ne denli güçlü argümanlara dayanırsa ve birbirleri ile etkileşimleri ne denli tutarlı bir birliktelik arz ederse, milliyetçi düşüncenin de o denli kitleselleşebildiği ve böylece popüler bir ideolojiye dönüştüğüdür.

Bu nedenle, her iki iddiadan hareketle, bu çalışmada, Kıbrıslılık bilincinin, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçilikleri ile karşılaştırıldığında ideolojik arka planının neden ve nasıl zayıf kaldığının (entelektüel düzeydeki gelişimini tamamlayamama) ortaya çıkarılması için milliyetçiliği güçlendiren kavramların söz konusu milliyetçi düşüncelerdeki yeri, rolü ve gelişim dereceleri ele alınmıştır. Buna göre kavramlaştırma, devlet, yurttaşlık bilinci, vatan (yurt), millet (kimlik), kolektif hafıza, etnik kültür, tarihsel anlatılar ve ötekileştirme süreci üzerinden yapılmıştır.

(13)

6 Araştırmada, entelijensiyanın milliyetçi düşüncenin gelişimi ve yaygınlaşmasında oynadığı rolün oldukça önemli olduğu ön kabulü ile hareket edildiğinden, söz konusu kavramlar, Kıbrıslı Rum ve Türk entelektüellerin örnek eserlerinde/metinlerinde analiz edilmiştir. Böylece milliyetçi düşüncelerin ideolojik kökenlerinin dayandığı temel tezlere ulaşılmaya çalışılmıştır.

Bu çalışma, milliyetçiliğin, her şeyden önce bilincimize şekil veren, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan bir söylem, kimliklerimizi belirleyen, günlük hayatımızın her alanına sirayet etmiş bir dünyayı algılama biçimi; sadece savaş veya etnik çatışmaların olduğu yerlerde ve zamanlarda ortaya çıkan bir ideoloji değil, aksine günlük yaşam pratiklerinde kimsenin fark etmeden içselleştirdiği bir semboller ve algılar bütünü olduğu ve her gün devlet, aile, basın ve çeşitli kurumlar aracılığıyla kendini yeniden ürettiği görüşüne katılmaktadır. Bu nedenle, söz konusu entelektüellerin seçiminde, bu kişilerin özellikle Kıbrıslıların devlet kurumlarında, okullarında, sanat çevrelerinde, medya organlarında ve gündelik hayatlarında sık sık karşılarına çıkan ve algılarında içselleştirdikleri figürler olmalarına dikkat edilmiştir.

Entelijensiyanın rolüne verilen önem, çalışmada, Miroslav Hroch‟un milliyetçilik teorisinin referans alınmasına yol açmıştır. Ancak, Hroch, teorisini entelektüellerin milliyetçi faaliyetleri üzerinden, Avrupa-merkezci bir bakış açısıyla ve ideolojik temellere değinmeksizin kurduğundan, çalışmanın omurgasını oluşturması için onun sadece milliyetçiliğin gelişimini açıkladığı üç aşamalı şemasından yararlanılmıştır.

Hroch‟un A, B ve C evresi olarak belirlediği şemada, A evresi, milliyetçi fikirlerin entelektüel kesim tarafından kabul edilmesi; B evresi, bu fikirlerin

(14)

7 entelektüeller tarafından geliştirilmesi ve topluma benimsetilmeye çalışılması; C evresi ise A ve B evrelerinin başarılı olması ile birlikte milliyetçi fikirlerin toplum tarafından kabulü, kitleselleşmesi ve kitlesel hareketlere dönüşerek siyasi ve toplumsal değişimin sağlanması olarak görülür. Bu bağlamda, araştırmada, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçilikleri, söz konusu şemada yer alan üç aşamayı tamamlamış ve siyasi-toplumsal dönüşümü gerçekleştirmiş milliyetçi düşünceler olarak ele alınırken; Kıbrıslı Rum ve Türk etnik milliyetçiliği ile Kıbrıslılık bilinci, henüz A evresini bile tamamlayamamış, dolayısıyla hâlihazırda başarıya ulaşması muhtemel görülmeyen milliyetçi fikirler olarak değerlendirilmiştir.

Ayrıca, Anthony Smith‟in milli kimliği oluşturan semboller olarak nitelendirdiği yurt (vatan), ortak mitler, tarihi bellek ve etnik kültür, milliyetçi söylemleri çözümlerken kavramsal olarak getirdiği sınıflandırma kolaylığı nedeniyle bu çalışmada yer almıştır. Ancak bu kavramlar, Smith‟in iddia ettiği gibi, modernleşme sürecinde entelektüeller tarafından yeniden ele alınarak “keşfedilen”

kavramlar olarak değil, Hobsbawm‟ın modern milliyetçiliğin işini kolaylaştıran, modernize edilerek “icat edilmiş” kavramlar olarak değerlendirilmiştir.

Araştırma, 1878-2004 yılları arasını kapsamaktadır. 1878 yılı, İngiltere‟nin Ada‟ya hâkim olduğu, ilk gazetenin yayımlanmaya başladığı, milli bağların güçlendiği, İngiliz yönetimine karşı milli kimliklerin önem kazandığı ve modern milliyetçilik biçimlerinin şekillenmeye başladığı bir yıl olduğu için başlangıç tarihi olarak; 2004 yılı ise, 1974 yılından itibaren iki toplumdaki bazı entelektüel kesimler tarafından olgunlaştırılmaya çalışılan Kıbrıslılık fikrinin somut düzeyde sınanma

(15)

8 imkânı bulduğu “Annan Planı”nın kabulüne ilişkin referandumun yapıldığı ve reddedildiği tarih olduğu için bitiş tarihi olarak belirlenmiştir.

Araştırmada; milliyetçi düşünce biçimlerinden Helen ve Türk milliyetçilikleri ile Kıbrıs Rum ve Türk etnik milliyetçilikleri, etnik kökenleri referans alan, kültürel bağlara vurgu yapan ve vatan kavramını soyut sınırlar üzerinden kurgulayan milliyetçilikler olarak; Kıbrıslılık bilinci ise, coğrafi sınırları temel alarak, bu sınırlar içerisinde yaşayan halkları ortak bir kimlikte (ortak bir devlette) birleştirmeyi amaçlayan, dolayısıyla vatan-devlet-yurttaşlık bağlarına vurgu yapan yurtsever bir milliyetçilik olarak sınıflandırıldı.

Aslında, Kıbrıslılık bilincinin “yurtsever milliyetçilik” olarak nitelendirilmesi, araştırma çerçevesinde bir tartışma konusu olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. Şöyle ki, tarihsel olarak bakıldığı zaman yurtsever milliyetçilik anlayışının, ulus devletler ortaya çıktıktan sonra, bu devletlere sadakatla bağlanacak tebaayı birer “yurttaş”a dönüştürme projesi olduğu göze çarpmaktadır. Ancak, daha önce de sözü edildiği üzere, Kıbrıslılık, Ada‟da yaşayan Kıbrıs Rum ve Türk halkının3, bir ulus devletin yurttaşları olduktan sonra, benimsetilmeye çalışılan bir devlet ideolojisi olarak değil, Helen ve Türk milliyetçiliklerine karşı Ada halkının bütünleşmesini savunan, bazen dış güçlerin (İngiltere, Türkiye, BM, AB vb.) bazense muhalif Kıbrıslıların desteklediği bir ideoloji olmuştur. Bu nedenle de özellikle iki

3 Burada bir noktaya dikkat çekmek lazım. Bilindiği üzere, Ada‟da sadece Rumlar ve Türkler yaşamıyor.

Maronit, Ermeni ve Yahudiler de Kıbrıs‟ta yaşayan halkları oluşturuyorlar (dı). Ancak, hem Ada‟nın büyük çoğunluğunu Rumlar ve Türklerin oluşturması hem de bu iki toplumun geçmişte çatışması, milliyetçiliklerinin karşı karşıya gelmesi ve en önemlisi Ada‟nın bölünmesinde sorumluluklarının bulunması, bu çalışmada sadece onların ele alınmasını gerektirdi.

(16)

9 toplumdaki Kıbrıslılık yanlıları için, söz konusu düşünce biçimi, milliyetçi bir ideoloji olarak değil, barışcıl bir üst kimlik, ulus ötesi bir anlayış olarak görülmüştür.

Bu çalışmada Kıbrıslılığın yurtsever bir milliyetçilik olarak tanımlanmasının ise belli nedenleri vardır. Öncelikle, bu düşünce biçimi genel olarak ve özellikle 1974‟ten sonra ortak devlet ve yurttaş olma haline vurgu yapmaktadır. Bu düşünceyi savunanlar, birleşik bir devletin ortaya çıkması için mücadele etmektedir. Ayrıca, başka devlet, millet ve toplumları da ötekileştirmektedir.

Kıbrıs‟taki milliyetçi fikirler ele alınırken, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliği, Kıbrıslı Rum ve Türk etnik milliyetçiliği ve Kıbrıslılık Bilinci (fikri) gibi isimlendirmeler kullanılmıştır. Özellikle, “Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliği”,

“Kıbrıslı Rum etnik milliyetçiliği” ve “Kıbrıslı Rumlar” tanımlarının tercih edilmesinin belli nedenleri vardır. Ancak öncelikle, araştırma metninde sıklıkla yer alacak olan “Helen”, “Yunan” ve “Rum” kelimelerinin neden kullanıldığına dair bir açıklama yapmak gerekmektedir.

Millas‟ın da belirttiği üzere, “Rum” kelimesi geleneksel olarak Osmanlı İmparatorluğu‟nda hem devlet hem de grekofonlarca Ortodoks milletini belirlemek için kullanılmış ve Romalı sözcüğünden türetilmiştir. Osmanlı Devleti‟ndeki bu tercih, Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulmasından sonra, ülkede bulunan “Ortodoks”

azınlık için de kullanılmaya devam edilmiş, ancak bu defa Yunanistan vatandaşı olanlar farklı bir adlandırma ile tanımlanmışlardır. Buna göre, TC vatandaşı olan, ancak Yunanistan vatandaşı olmadığı halde kendilerini “Yunan” sayan Ortodokslar

“Rum”; Yunanistan vatandaşı olanlar ise “Yunan” olarak isimlendirilmişlerdir.

Dolayısıyla Türkler için Kıbrıs‟ta sadece “Rumlar” vardır. Oysa Yunanlılar,

(17)

10 Yunancada kendilerine “Helen” derler. Bu durum bu kimseler yasal olarak farklı bir uyrukluk taşıyor olsalar da böyledir. Bu nedenle, Kıbrıslı Rumlar da kendilerini

“Helen” olarak nitelendirirler. 4

Bu çalışmada, “Helen” kelimesi, Kıbrıs Rum toplumunda gelişen milliyetçi düşünce “Helenizm” fikri temelinde ortaya çıktığı ve bu bağlamda Kıbrıslı Rumlar kendilerini “Helen” olarak nitelendirdiği için söz konusu milliyetçi düşünceden bahsedilirken kullanılmıştır. Bu nedenle, bu milliyetçiliğin adı Kıbrıs‟taki Helen milliyetçiliğidir. “Yunan” kelimesi ise yalnızca Yunanistan‟da yaşayan kişilere ve Helenizm henüz Yunanistan‟ın resmi ideolojisi olmadan önce gelişen milliyetçi fikirlere değinilirken ele alınmıştır.

Kıbrıslı Rum etnik milliyetçiliği tanımı ise –ki bu durum Kıbrıslı Türk etnik milliyetçiliği için de geçerlidir- bu milliyetçilik düşüncesinin tezlerinin Kıbrıs özelinde, ancak yine de etnik kökenlere vurgu yapan bir özelliğe sahip olması nedeniyle kullanılmıştır. Bu çalışmada söz konusu milliyetçi düşünce, Kıbrıs merkezli kültürel bir milliyetçilik olması ve Helen milliyetçiliğinden farklılığının gösterilmesi açısından Kıbrıslı Rum etnik milliyetçiliği olarak tanımlanmıştır. “Rum”

kelimesi ise, Türkiye‟de kullanımı yaygın olduğu ve bu nedenle daha rahat anlaşılacağı için seçilmiştir.

Bu çalışma dört bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, milliyetçilik kavramının tarihsel/kuramsal tanımına ve gelişimine yer verilerek milliyetçiliği güçlendiren kavramların milliyetçi düşünce ile ilişkisi ve milliyetçiliğin gelişmesinde

4 Herkül Millas, Daha İyi Türk-Yunan İlişkileri İçin Yap Yapma Kılavuzu, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 2002, s. 4.

(18)

11 entelektüellerin rolü incelenmektedir. Milliyetçilik kuramlarının Kıbrıs‟taki milliyetçilikleri ne düzeyde açıklayabildiği, bunların ne gibi özgünlüklere sahip oldukları analiz edilmiş ve böylece araştırmanın kuramsal ve kavramsal çerçevesi çizilmiştir.

Araştırmanın ikinci bölümünde, 1878-1955 yılları arasında Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin milli kimlik inşa süreçleri ele alınmıştır. Bu bölümde Söz konusu inşa sürecinin başladığı sırada, Kıbrıs‟taki toplumsal yapının özelliklerine ve milli kimliklerin oluşmasında her iki toplumdaki entelijansiyanın etkin rolüne vurgu yapılmıştır. Daha sonra, Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin ideolojik kökenleri ele alınmıştır. Anavatan milliyetçilikleri ile Kıbrıs‟taki Türk ve Helen milliyetçilikleri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar tespit edilmiştir. Söz konusu milliyetçiliklerin savunucularının, özellikle tarihçilerin, “Anavatan” imgesini nasıl kutsallaştırdıkları, Kıbrıs‟ı bir Helen/Türk yurdu olarak nasıl vatanlaştırdıkları ve Anavatanlara eklemlendirmeye çalıştıkları ortaya konulmuştur. Bu kavramların haricinde Kıbrıs‟taki Türk ve Helen milliyetçiliklerinin analizi, milli aidiyet ve kimlik tanımları, milli lider miti, etnik kültür, kolektif hafıza, tarihsel anlatılar ve

“öteki” imgesi üzerinden yapılmıştır.

Araştırmanın üçüncü bölümünde, 1950‟li yıllarda yaşanan çeşitli iç ve dış gelişmeler nedeniyle, 1955-1974 yılları arasında Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerinin kitlesel bir destek görmesi ve milliyetçi algılarının toplumlar arasında kalıcı bir nitelik kazanması ele alınmıştır. Bu bölümde, özellikle çatışma döneminin ve 1974 sonrası kahramanlık anlatılarının simgeleri olan EOKA ve TMT örgütlerinin yapısı, bu örgütlerin milliyetçi algıya yerleştirilmesi ve milliyetçi

(19)

12 düşünüşü güçlendirmesine neden olan anlatılar ortaya çıkarılmış ve toplumlararası çatışmaların “öteki” imgelerini nasıl dönüştürdüğü incelenmiştir. Söz konusu bölümde son olarak, 1960 yılında kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin, her iki milliyetçi düşüncede “devlet” ve “vatandaş” kavramlarına ve Kıbrıslılık bilincinin gelişmesine ne gibi etkileri olduğu ele alınmış ve 1974 sonrası Kıbrıslılık bilincinin düşünce biçimlerinin ilk örnekleri olarak Nicos Lanitis‟in yazıları ve “Cumhuriyet” gazetesi incelenmiştir.

Araştırmanın dördüncü ve son bölümünde ise, 1974-2004 yılları arasındaki dönem incelenmiştir. Kıbrıs Rum ve Türk toplumunda Türk ve Helen milliyetçiliklerine karşı gelişen, ancak onların farklı bir versiyonu olarak ortaya çıkan Kıbrıs Rum ve Türk etnik milliyetçiliklerinin ve her iki toplumdaki Kıbrıslılık fikrinin ideolojik kökenleri araştırılmış ve aralarındaki benzerlikler/farklılıklar üzerinde durularak, Kıbrıslılık bilincinin neden kitlesel bir nitelik kazanamadığı ortaya konuşmuştur.

Bu araştırma, hem Kıbrıs‟taki Helen ve Türk milliyetçiliklerini hem de Kıbrıs Türk/Rum etnik milliyetçilikleri ve “Kıbrıslılık” bilincini, düşünsel ve kavramsal algı düzeyleri çerçevesinde karşılaştırmalı olarak ele alması açısından Kıbrıs‟taki milliyetçilik araştırmaları literatüründe önemli bir boşluğu doldurmayı hedeflemektedir.

(20)

13 I- MİLLİYETÇİLİK VE KIBRIS’TAKİ MİLLİYETÇİLİKLER

1.1. Tarihsel Bir Kavram Olarak “Milliyetçilik”

Günümüzde sıklıkla duymaya alıştığımız, birçok farklı kavramla ilişkilendirilen ve söyleyenin bakış açısına göre çeşitli anlamlar yüklenen

“milliyetçilik” kavramı, her kavram gibi, tarihsel olarak gelişim çizgisine ve içinde yer aldığı bağlama göre anlamsal dönüşüm geçirmiştir. 18. yüzyılın sonlarında politik ve toplumsal bir nitelik kazanan ve “modern” bir kavram olan milliyetçilik, ilk olarak ekonomik ve toplumsal gelişimini tamamlamış Batı Avrupa toplumlarında

“yurtseverlik”, “yurttaşlık” ve “ulus devlet” ile bağlantılı bir şekilde tanımlanmaya başlamış, ancak daha sonra dünyada yaşanan politik, toplumsal ve kültürel gelişmeler sonucunda “etnisite”, “etnik kültür”, “irredantizm”, “azınlıklar”, “etnik gruplar”, “faşizm” vb. kavramlarla bağlantılandırılmıştır. Bu durum, milliyetçilik araştırmalarına da yansımış ve kavram, Batılı milliyetçilik-Doğulu milliyetçilik, teritoryal milliyetçilik-etnik milliyetçilik, olumlu milliyetçilik (birleştiren)-olumsuz milliyetçilik (ayıran) gibi dikotomik açıklamalarla birlikte anılmaya başlamıştır.

Günümüzde milliyetçilik, uluslararası ilişkiler literatüründe, genel olarak belli sınırlar içindeki etnik gruplar arası çatışmalar ile ayrılıkçı (terörist-gerilla) grupların ideolojileri olarak görülmekte, Batı-Doğu ayrımını belirginleştirmek amacıyla

“Doğulu” bir sorun olarak karşılığını bulmaktadır. Devletlerin iç politikalarında ise, sağ-muhafazakâr ve yabancı düşmanı politikaların ideolojisi olarak tanımlansa da her popülist politika “biraz” milliyetçilik içermektedir. Dolayısıyla, milliyetçilik gerek

(21)

14 uluslararası sistemde gerekse devletlerin iç ve dış politikalarında yaygın, güncel ve popülist bir söylem olarak önemini korumaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, milliyetçiliğin tarihsel olarak ortaya çıkan tanımlarının birbirinin yerine geçerek değil, birbirlerine eklemlenerek ilerlemesidir. Bu nedenle milliyetçilik, esnek ve çok çeşitli algı ve söylemlere açık, oldukça karmaşık bir kavram haline gelmiştir.

Aslında milliyetçilik kavramının “yurtseverlik (patriotism)” ve “milli karakter” gibi genel olarak Fransız milliyetçiliği-Alman milliyetçiliği gibi iki farklı ve birbirine karşıt kavramla tanımlanması hemen hemen aynı dönemlere, 18.yüzyılın sonlarına denk düşmektedir. Ancak yaşanan politik gelişmeler, öncelikle “bir devletin sınırları dâhilinde yaşayanların yurttaşlık bağı ile birbirine bağlanması”

çerçevesinde bir milliyetçilik tanımının siyasal alanda ortaya çıkmasına ve yayılmasına neden olmuştur.

Milliyetçilik kavramı ilk olarak Alman filozof Herder‟in 1774 yılında yazdığı bir metinde “milli deha”nın (her toplumun kendine has karakteristik biricikliği) tanımlanması amacıyla kullanılmıştır. Bu dönemde özellikle “Alman Romantizmi”

olarak adlandırılan felsefi akım, toplumları özel kılan ve birleştiren unsurun kültür olduğuna ve her kültürün birbirinden farklı ve biricik olduğuna yönelik bir görüşe sahipti ve bu görüş, ileride millet olma fikrinin temelini oluşturacaktı.5 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren “milli karakter” kavramı geniş kabul görmeye başlarken,

5 Michael Hechter, Containing Nationalism, Newyork, Oxford University Press, 2000, s. 5; Anthony D. Smith, Milli Kimlik, Çev. Bahadır Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 138-142.

(22)

15 Batı Avrupa‟da sanayileşme süreci içerisinde siyasal çalkantılar yaşayan Fransa, 1789 yılındaki devrimle birlikte millet olmanın tanımını yeniden yapacak ve buna paralel olarak milliyetçiliğin, “devlet”in sürekliliğini ve kitlesel meşruiyetini sağlamak için “yurtsever” bir ideoloji haline gelmesinde önemli bir rol oynayacaktı.

Milletin asıl ve literatürde en yaygın biçimde kullanılan anlamı, Fransız Devrimi ile birlikte, felsefi ve kültürel anlamı henüz yaygınlık kazanmadan, politikleşti. Politik anlam, milleti “halk”la ve “devlet”le eşitleyen bir kullanımdı. 18.

yüzyılın sonlarından itibaren millet=devlet=halk denklemi milleti belli bir toprak parçasına bağlarken, aynı zamanda, egemen devletlerin sınırları içindeki eşit

“yurttaş”ların milleti oluşturduğu görüşü yaygınlaştı, çünkü devletlerin yapısı ve tanımı artık temel olarak belli bir toprak parçasıyla ilişkili hale gelmişti. Bu tanıma göre; “millet”in ortak bir yanı varsa bu, aslen etnik köken, dil ve benzeri unsurlardan değil, özel çıkarlara karşı ortak çıkardan, ayrıcalığa karşı ortak yarardan oluşmaktaydı. Bu dönemdeki devrimci düşünürler milleti “beraber yaşam arzusuna sahip grup” olarak, milliyetçiliği de “yurtseverlik” olarak tanımlamaktaydılar.

Hobsbawm‟a göre, bu yüzden, bu devrimci “millet” kavramının, etnik köken, ortak dil, din, toprak parçası ve ortak tarihsel anılar gibi kriterler çerçevesinde tanımlanan bir topluluğa uygun ulus devletler kurmayı amaçlayan sonraki milliyetçi programla karıştırılmaması gerekmekteydi. 6

6 Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçeklik, Çev. Osman Akınhay, İstanbul, Ayrıntı Yayunları, 2006, s. 31-36; Catherine Wihtol De Wenden, “Ulus ve Yurttaşlık: Hem Rakip Hem Ortak”, Jean Leca (Der.), Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev. Siren İdemen, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s. 39-48.

(23)

16 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın yarısına kadar milliyetçiliğin devlet, vatan ve yurttaşlık ile tanımlandığı görülmektedir. Bu anlayışın, her milletin bir devleti olması gerektiğini ve bu devletin sınırları içindeki her “özgür” yurttaşın da bu milletin bir parçası olduğu fikrini desteklediği aşikârdır. Bu dönemde, milliyetçilik,

“kendi kaderini tayin hakkı” ve “ulus devlet” ile özdeşleşleştirilmiştir. Ancak Avrupa hâlâ sınırları kesin olarak çizilmiş belli ulus devletler bütününden oluşmuyordu ve hangi toplumun “millet” olma özelliği taşıdığı önemli bir sorun olmaya başlamıştı.

Söz konusu dönemde şu iki sonuç evrensel olarak kabul edilmekteydi:

Birincisi, “millet olma” ilkesi pratikte yalnızca belirli bir büyüklüğe sahip topluluklara uygulanmalıydı. Başka bir deyişle, Çarlık Rusyası, Habsburg İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi pek çok farklı topluluğu bünyesinde barındıran devletler içindeki her topluluk “millet olma” özelliği taşımıyordu. Hatta bazı topluluklar, modern anlamda gelişimlerini tamamlamamış küçük topluluklardı ve devlet kurma özelliğine sahip olmayan “tarihsiz halklardı”.7 İkincisi, milletlerin inşasının kaçınılmaz biçimde bir genişleme süreci olarak görülmesiydi. Pratikte, milli hareketlerin milli birliğe ya da genişlemeye uygun hareketler olması beklenmekteydi.

Bir halkın, eşiği aşacak büyüklükte olması koşuluyla, kesinlikle bir millet olarak sınıflandırılmasına olanak tanıyan yalnızca üç kriter vardı: Birincisi, milletin, mevcut devletle tarihsel bağı ya da oldukça eskiye dayanan ve yakın döneme uzanan geçmişle bağıydı. İkincisi, yazılı bir milli edebi ve idari anadile sahip olan yerleşik

7 “Tarihsiz halklar” kavramı, Batılı modern düşünüşün milliyetçiliğin farklı dönemlerdeki tezahürleri içinde geçerliliğini korumuştur. Avrupa-merkezci bu bakış açısı Avrupa‟nın gelişmiş toplumları içinde yer almayan diğer tüm halkların milliyetçi hareketlerini küçümseme ve yok sayma eğilimi içermektedir. Buna göre, sadece tarihin en ileri safhasında bulunan ve devlet kurma yeteneğine sahip olan, “ulusal bir ruh” taşıyan halklar millet olabilirlerdi. Millet, tarihin nihai amacı olan o kutsal siyasal birimle kaynaşan tek bir ruhtu ve ancak devlet kuran halklara millet denebilirdi. Bu kavramın felsefi dayanakları için bkz. G. W. F. Hegel, Tarihte Akıl, Çev. Önay Söner, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 2003.

(24)

17 bir kültürel elitin varlığıydı. Üçüncüsü, bir halkın kolektif varlığının bilincine varması için emperyal bir halk olmasını içeren ve sosyal türün evrimdeki başarısının Darwinci kanıtı olarak görülen bir fetih yeteneğiydi. Milletlerin kendi kaderini tayin etmesi yalnızca yaşama şansına sahip olduğu düşünülen milletler için geçerliydi.8

Avrupa‟da bu dönemdeki liberal düşüncenin yanı sıra büyük kitlesel işçi hareketleri ile önemli bir siyasi görüş olmaya başlayan sosyalist-komünist hareketin milliyetçiliğe ve “millet olma” düşüncesine nasıl baktığına da değinmek gerekir.

Çünkü 19. ve 20. yüzyıl boyunca milliyetçiliğe ciddi bir alternatif olma potansiyelini taşımakla birlikte zamanla milliyetçilik ile arasındaki mesafeyi farklı noktalara taşıyan sol görüşün milliyetçiliğe bakış açısında da değişimler yaşanmıştır ve bu değişim, Kıbrıs‟ta olduğu gibi birçok ülkedeki milliyetçiliğin neden olduğu sorunların çözümünü belli zamanlarda engellemiştir.

Komünizmin ideologları olan Marx ve Engels, çok açık bir biçimde, geleceğin sınıfsız ve dinsiz olduğu gibi ulussuz da olacağını söylemişlerdir. Çünkü tarih ulusal mücadelelerin değil, sınıf mücadelesinin tarihidir. Ancak Marx, Avrupa‟daki milliyetçi hareketlerden bazılarını teleolojik amaçlarla (burjuva sınıfının güçlenmesi ve işçi hareketinin başlaması) desteklerken, bazılarını ise açıkça “tarihsiz halklar”ın eylemleri olarak görüp, destek vermemiştir.9

18. yüzyılın sonlarından itibaren Herder ve Fitche gibi Alman filozofların

“Aydınlanma” düşünürlerinin evrensel aklın geçerliliği görüşlerine tepki olarak

8Hobsbawm, op. cit., s. 39-55.

9 Francis Wheen, Karl Marx, Çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, E Yayınları, 2009.

(25)

18 oluşturdukları ve “kültürel özgüllük” ve “milli karakter” gibi kavramlarla temellendirdikleri romantik felsefenin, Almanların 1871 tarihinde siyasi birliği sağlamaları ve Almanya‟nın sınırları dışında kalan ama Alman olarak nitelendirilen halkları sınırları içine alma arzusu ile birleşmesi, yeni bir milliyetçilik düşüncesinin ve tanımının gelişmesine neden oldu.10

Fransız Devrimi ile yaygınlık kazanan devlet-millet-halk üçlemesinin kutsallığı ve devletin sınırları içindeki homojen millet olmaya dayanan milliyetçilik anlayışı, Almanların milleti kültürel bir birlik olarak tanımlamaya başlamasıyla ikinci bir anlam kazandı. Alman milliyetçiliği Almanları, sabit bir toprak parçasına ait bir devletin sınırları içinde yaşayan “yurttaşlar” olarak değil, her şeyden önce ortak bir tarihe, dile ve kültüre sahip bir halk olarak algılıyordu. Alman milletini devletin oluşturmadığı, Alman halkının kendi devletini yarattığı ve milletin kültürel bir toplum olduğu görüşünü savunan bu milliyetçilik, sadece “uygar” devletlerin milletlerine değil, kültürel özelliklere sahip her halka uygulanabilirliği bulunduğu için, özellikle Orta ve Doğu Avrupa‟daki farklı devletlerin sınırları içinde yaşayan her halk için cazip bir tanım olmaya başladı.11

1871‟den sonra Alman İmparatorluğu‟nun kuruluşu ile birlikte, milliyetçilik artık sadece uygarlık sürecini tamamlamış halkların uygar yurttaşlarına ait bir özellik olan millet olma ideolojisi olarak tanımlanmıyor; kültürel bir birliği ve bu birliğin sağlanması için devletin sınırlarının değiştirilebilirliği fikrini ortaya atan ikinci bir

10 Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, Çev. Simten Coşar, Saltuk Özertürk ve Nalan Soyarık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s.75-76.

11 Wenden, op. cit., , s. 45-46.

(26)

19 tanıma kavuşuyordu. Aynı zamanda milliyetçilik politik bir görüş olarak da gittikçe kitleler tarafından benimseniyordu. Oy hakkının genişlemesi, iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler, sömürge imparatorluklarının kurulması ve 1880‟lerden itibaren “milli mesele”yle ilgili tartışmalar, milli sloganların potansiyel ya da fiili seçmen kitlesine veya kitlesel politik hareketlerin yandaşlarına çekici gelmesi, özellikle sosyalistler için, milliyetçi ideolojiyi gerçek bir sorun haline getirmeye başlamıştı. Sıradan insanların milliyetçilik konusunda neler hissettikleri giderek önem kazanmaya başlarken, bu ortamda devletler, büyük değişim ve devinimler karşısında kamusal bir din yaratmak zorundaydı. Politikayı demokratikleştirme (yani, tebaayı yurttaşlara çevirme) adımı, bazı açılardan bakıldığında milli, hatta şovenist bir yurtseverlikten ayırmanın zor olduğu bir popülist bilinç yaratma eğilimine dönüşürken, bu popülist bilinç giderek politik bir söyleme, din, dil ve Alman fikrine göre de nihayet kültürel birliğin yurttaşlıkla birlikte anılmasına neden oldu. Çünkü 1880‟den 1914‟e uzanan dönem aynı zamanda devletler içinde ve arasında o güne kadar bilinen en büyük kitlesel göçlerin, emperyalizmin ve dünya savaşıyla noktalanan, gittikçe büyüyen milletler arası rekabetlerin dönemiydi. Bu dönemde özellikle sosyalizm için bir sorun olarak ele alınan milliyetçilik (işçi sınıfını dil, din, ırk olarak bölüyordu), Fransız Devrimi ve Alman Birliği‟nin sağlanmasıyla olumlu bir anlamlar dizisinden, bir soruna, kitleleri popülist bir mantıkla bağlayan ve sağcı politikalara zemin hazırlayan bağnaz bir politika aracına dönüştü. Bazı tarihçiler tarafından 1880-1914 yılları arasındaki bu popülist milliyetçi çağ, aynı zamanda modern milliyetçiliğin de kuruluşuna tanıklık eder. Bunun nedeni, hem milliyetçiliğin Fransız ve Alman tanımlarının bu tarihe kadar gelişim göstermesi, hem de en önemlisi milliyetçiliğin

(27)

20 kitleselleşmesi ve politik bir araç olarak hükümetler tarafından kullanılmaya başlamasıdır.12

Birinci Dünya Savaşı‟nın başladığı 1914 yılına gelindiğinde, milliyetçilik artık halk kitleleri tarafından benimsenen ve sağ politikalar tarafından popülist zemine oturtulan bir kavrama dönüşmüştü. Böylece yurttaşlık, devlet, bir vatana sadakat duygusu ve sadece tarihi olan halkların kendi kaderini tayin etmesi üzerinden tanımlanan milliyetçilik, aynı zamanda özellikle Alman milliyetçiliğinin kültüre yaptığı vurgunun da etkisiyle, ortak bir din, dil, ırk ve geçmişe sahip olan her halkın kendi kaderini tayin edebilmesi üzerinden de tanımlanmaya başlamıştı. Bu bağlamda, milliyetçiliğin sağ politikalar tarafından sahiplenilmesi I. Dünya Savaşı‟ndan sonra faşizm ve nazizmin şovenist milliyetçiliğine temel oluşturdu; kültürel (etnik) özellikleri ortak olan her milletin, kendi kaderini tayin edebileceği fikri, savaş sonrası yıkılan imparatorluklardan geriye birçok irili ufaklı devletin ortaya çıkmasına neden oldu. Milliyetçilik, “etnik kültür” vurgusu ile anılmaya; yurttaşlık, vatan, devlet kavramları ise bu küçük devletlerin homojen olmayan etnik kültürlerini homojenleştirmek için kullandıkları birer politik araç olmaya başladı.13

Her halkın, milliyetçiliği etnik kültür vurgusuyla ortak din, dil, ırk ve geçmiş üzerinden tanımlaması ve Batı dünyası tarafından “uygarlaşmış” devlet seviyesine yükselmeden bir devlete sahip olması, milliyetçiliğin Batılı ülkeler tarafından kendi ülkelerinde “yurtseverlik”, küçük ülkelerde ise karmaşaya neden olan “etnik”

12 Ayrıntılı bilgi için bkz. Eric J. Hobsbawm, İmparatorluk Çağı 1875-1914, Çev. Vedat Aslan, Ankara, Dost Kitabevi, 2005, s. 159-182; Edward Hallett Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003.

13 Hobsbawm, “İmparatorluk Çağı…”, s. 161.

(28)

21 milliyetçilik olarak tanımlanmasını getirdi. Örneğin “Balkanlaşma” teriminin, Batılı ülkeler tarafından “milliyetçiliğin neden olduğu karmaşa ve parçalanma” olarak tanımlanarak literatüre yerleşmesi bu bakış açısına tipik bir örnek oluşturuyordu. Öte yandan yeni oluşan “mini devletler sistemi”nin de etnik açıdan homojen olmayan devletleri vardı ve bu durum “azınlık” kavramının ortaya çıkmasına neden oldu.

Arendt‟a göre, Birinci Dünya Savaşı‟ndan sonra yeni kurulan devletlerin içindeki farklı milletlere artık “azınlıklar” denilmeye başlamıştı ve yeni durum, azınlıklara yönelik devlet politikalarının hem azınlıklara hem de azınlıkların devlet sınırları dışındaki akraba halklarına karşı düşmanca bir tutum içermesine ve dış politikanın da bu tutum çerçevesinde biçimlenmesine neden olmuştu:

“Eski imparatorlukların yıkıntıları üzerinde kurulan yeni devletlerin çoğu, kaçınılmaz olarak, yerlerini aldıkları eski imparatorluklar kadar çok milletli yapıdaydı. Asıl değişim devletlerin artık ortalama olarak çok daha küçülmeleri ve devletler içindeki ezilen halklara artık ezilen azınlıklar denilmesiydi. Küçük milletlerin milliyetçiliği ise en az büyük millet şovenizmi kadar azınlıklara karşı tahammülsüzdü. Birinci Dünya Savaşı daha önce hiçbir savaşın yapmadığını yaptı.

Uluslararasındaki dayanışmanın geriye dönüşü mümkün olmayacak bir biçimde parçalanmasına neden oldu. Rakip ulusal talepleri ve nefretleri toplamaya ve yönünü değiştirmeye yarayan zorba merkeziyetçi bürokrasinin (Avusturya-Macaristan, Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu) ortadan kalkmasıyla Orta ve Güney Avrupa‟daki “karma uluslar kuşağı”nın bağımsızlığına kavuşmamış milliyetleri arasındaki son dayanışma kalıntıları da yok oldu. Bundan böyle herkes bir diğerine,

(29)

22 özellikle de en yakın komşularına karşıydı: Slovaklar Çeklere, Hırvatlar Sırplara, Ukraynalılar Polonyalılara…”14

Milliyetçilik, 1920‟li yıllara kadar Avrupa‟da önemli değişimler geçirir ve Avrupa sisteminde önemli bir ideoloji olurken, dünyanın geri kalan kısmını, özellikle Batılı ülkelerin sömürgelerini de etkisi altına almaya başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı‟ndan sonra sömürgeci ülkelere karşı filizlenen milliyetçi hareketler milliyetçiliğin en büyük yayılma dalgasını gösterdiği bir evreyi işaret ediyordu.

“Üçüncü Dünya Milliyetçiliği” olarak nitelendirilen bu milliyetçilik, anti-sömürgeci hareketler tarafından Fransız Devrimi‟ndeki gibi “yurtseverlik” olarak, ama bu kez sömürgeci güçlere karşı bir savunma ideolojisi olarak “vatan”ına sahip çıkma duygusunu içeriyordu ve etnik kültüre vurgu daha azdı, ancak yok değildi. 1950‟li yıllardan itibaren hızla artan ve yayılan bu milliyetçilik enternasyonal bir yurtseverlik olarak görülse de, gerek sömürgeci güçlerin bu ülkelerdeki etnik farklılıkları körüklemesi gerekse bu yurtseverliğe sahip olan az gelişmiş ülke aydınlarının aynı zamanda Batılı “uygarlık” ve “kültür” kavramlarından etkilenmesi sonucunda, bağımsızlığını kazanan bu ülkelerin büyük bir kısmının kısa süre sonra etnik baskılar, çatışmalar ve azınlıklar sorunu ile yüz yüze gelmesine neden oldu.

Bu bağlamda, iki dünya savaşından sonra dünya üçe bölünürken (Doğu Bloku, Batı Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleri), milliyetçilik, milliyetçi heyecanlarını yatıştıran ve Batı Bloku‟nda yer alan Batılı devletler ile sosyalist bir düzene sahip olan ve milliyetçi hareketleri çeşitli şekillerde (Yugoslavya, SSCB gibi) pasifize eden

14 Hannah Arendt, “Azınlıkların Ulusu ve Devletsiz Halklar”, Jean Leca (Der.), Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev.

Siren İdemen, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s. 39-48.

(30)

23 Doğu Bloku ülkeleri tarafından artık Asya ve Afrika‟daki anti-sömürgeci mücadelenin zaferinin bir özelliği olarak görülmeye başladı. Batılı olmaya çalışan, Batı‟da eğitim alan, ancak halkını Batı‟ya karşı mücadeleye çağıran aydınların yurtseverliği, Avrupa‟da “yurtseverlik” olarak tanımlanan milliyetçilikten farklı bir az gelişmiş ülke milliyetçiliğini ortaya çıkarıyordu. Ancak, bu milliyetçilik, Avrupa‟da Üçüncü Dünya ülkelerinin modernleşme, sömürgecilikten kurtulma ve anti-kapitalist sanayileşme kavramlarının itici gücü olarak olumsuz bir şekilde algılanmış; 1970‟li yıllara gelindiğinde ise toplumlararası çatışmalara neden olan etnik politikaların kaynağı olarak görülmeye başlamıştır.15

Böylece, 1950‟li yıllardan Doğu Bloku‟nun parçalanmaya başladığı 1980‟li yılların sonlarına kadar milliyetçilik, sömürge karşıtı hareketlerin enternasyonal yurtseverlik tanımından, etnik çatışmalara neden olan bir sorunsal olma yönünde farklılaşmıştır. Avrupa‟nın “uygar” toplumlarının yurtseverliği ve Alman Romantizmi‟nin kültürel birlik tanımları ile modern bir kavram olarak doğan milliyetçilik, “Batılı” olmayan ülkelere sirayet ederken, farklı coğrafyalarda farklı tarihsel durum ve tanımlara; nihayetinde uluslararası bir soruna dönüşmüştür. Bu durum, Avrupalı tarihçilerin, “Avrupa milliyetçiliğinin tekilliği ile yeniden üretilemezliği üzerine vardığı sonucun, merkez olan Avrupalı dünyadan Avrupalı olmayan çevreye “otantik milliyetçilik formları” yayan “etnosentrik difüzyon”

paradigmasının kötümser bir yansımasıdır”.16

15 Partha Chatterjee, “Whose Imagined Community?”, Gopal Balakrishnan (Edi.), Mapping the Nation, London, Verso-New Left Books, 1996, s. 214-215; İlhan Uzgel, “Sosyalizmden Ulusçuluğa: Yugoslavya‟da Ulusçuluğun Yeniden Canlanışı”, SBF Dergisi, Sayı: 47, Cilt: 1, 1992, s. 238.

16 Nergis Canefe, Anavatandan Yavruvatana Milliyetçilik, Bellek ve Aidiyet, Çev. Deniz Boyraz, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, s. 20.

(31)

24 Ancak buradan, sömürgelerden bağımsızlığını kazanan Üçüncü Dünya ülkelerinin etnik sorunlarla boğuşmasının tek nedeninin, belli bir tarihsel dönemde ve koşulda Avrupa‟da ortaya çıkmış modern bir kavram olan milliyetçiliğin, Batılı olmayan ülkelerde başka formlar kazanması olduğu sonucu çıkarılmamalıdır.

Sömürgeci ülkelerin, sömürgelerini bağımsızlıklarından sonra tamamen kaybetmemek amacıyla “böl ve yönet” politikasının aracı olarak etnik kültür temelinde var olan milliyetçiliği kullanılmasının da bu etnik çatışmalarda önemli bir rolü vardır. Avrupalı sömürgeci ülkeler, sömürgelerdeki düzeni muhafaza etmek için onları çoğunlukla keyfi idari parçalara ayırmışlar ve etnik grupları kolayca çekip çevirmek için kâh onları birbirinden ayrı tutmuş kâh yeni gruplar yaratmışlardır.

Aynı zamanda sömürgeci güçlerle bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında imzalanan garanti anlaşmaları gibi anlaşmalarla coğrafi olarak keyfi bir şekilde oluşturulan devletlerin yeni sınırları da bu çatışmaları körüklemiştir.17

Aslında İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeninin 1990‟lı yılların başında değişmesi ve 1980‟li yıllarda ekonomide başlayan küreselleşme dalgasının politik bir söylem olarak kendini göstermesi, milliyetçiliğin Üçüncü Dünya ülkelerinde etnik çatışmalara neden olan bir “sorun”, iç politikada ise popülist sağcı –ve bazen de solcu- politikaların bir “aracı” olma rolünün artarak devam edeceğinin işareti olarak görülmüyordu. Aksine, küresel ekonomi-politik yaklaşımlar nedeniyle, ulus devletlerin sınırlarının belirsizleşmeye başladığı, uluslararası ve bölgesel, hatta AB gibi ulus üstü kurumların güçlendiği ve dünyanın

“demokrasi ve insan hakları” değerleri çerçevesinde yeniden biçimlenip

17 Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki İle İlişki, Çev. Ayşegül Sönmezay, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s. 244.

(32)

25 bütünleşeceği fikri, milliyetçiliğin rolünün “Yeni Dünya Düzeni”nde azalacağını öngörüyordu. Hatta 1990‟ların ilk yıllarında eski Doğu Bloku ülkelerinde baş gösteren etnik ayrılıkçı hareketler ve yaşanan çatışmalar bile milliyetçiliğin dünyada artacağının bir işareti olarak algılanmıyordu. Ayrılıkçılığın 1988-1992‟deki patlamasını, en basit yolla, “1918-1921”in yarım kalmış işi” diye nitelendiren ve milliyetçiliğin eski tarihsel gücüne sahip olmadığını söyleyenler olduğu kadar, ulusal bağların “olumlu” bir irredantizm ile korunması gerektiğini dile getirenler de vardı.18

Oysa Yugoslavya ve Sovyetler Birliği'nde sosyalist sistemlerin çökmesiyle birlikte milliyetçilik yeni bir ivme kazandı; küreselleşme ve postmodern söylemin kültür temelli kimlik politikaları, mikro-milliyetçiliklerin gittikçe artmasına neden oldu. Aynı zamanda mültecilerin artması, insan hareketliliğinin artışına paralel olarak yabancı korkusunun yükselmesi ve küreselleşmenin kültürel emperyalizmine karşı toplumların kendi yerel kültürlerini koruma güdüsü ile etnik kültürlerine daha fazla sahip çıkması, iç politikada da milliyetçiliği artıran etkenlerden oldu.

Eski Doğu Bloku ülkelerinde milliyetçiliğin ve etnik çatışmaların ortaya çıkması ise, eski komünist rejimin bürokratları tarafından milliyetçiliğin popülist bir politik araç olarak komünizm sonrası oluşan siyasal ve toplumsal boşluğun doldurulmasında kullanılmasının bir sonucuydu. Bazı yönleriyle Üçüncü Dünya milliyetçiliğinin özelliklerini de içinde taşıyan bu yeni milliyetçilik, özellikle eski sosyalist ülkelerde sistemin çöküşünden sonra ortaya çıktı ve bazen içteki bir başka

18 Hobsbawm, “Milletler ve…,” s. 197: Smith, op. cit., s. 260-266.

(33)

26 etnik gruba ya da millete, bazen merkezi yönetime bazen de başka bir devlete karşıtlık biçiminde gelişti.19

Sonuç olarak milliyetçilik, Avrupa‟da ortaya çıkmaya başladığı 18. yüzyılın sonlarından günümüze kadar gerek uluslararası ilişkilerde gerekse devletlerin iç ve dış politikalarında etkisini gösteren oldukça önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. “Ulus devlet”, “yurtseverlik”, “vatan”, “etnik kültür”, “kendi kaderini tayin hakkı”, “milli kimlik” “biz-öteki ayrımı” vb. birçok kavramın çıkış noktasını oluşturan milliyetçilik, zamanla toplumlar için modernleşmenin olumlu bir çıktısı olarak tanımlanan görüngüsünden etnik çatışmalara ve savaşlara neden olan ya da sağcı-muhafazakâr politikaların yörüngesinde yer alan uluslararası bir soruna doğru evrilmiştir. Ancak ilginç olan, ne olursa olsun milliyetçiliğin popülerliğinden hiçbir şey kaybetmemiş ve kitlelerin peşinde koştuğu bir ideoloji olarak varlığını sürdürmüş olmasıdır.20

Milliyetçiliğin, dünya siyasetindeki her daim önemli ve kitlesel rolünün hem bireye hem de topluma etkisinin büyük olması, sosyal bilim alanında da araştırılması gereken bir konu haline gelmesine neden olmuştur. Milliyetçilik, sosyolojiden psikolojiye, antropolojiden siyaset bilimine, felsefeden iletişime sosyal bilimlerin hemen hemen her disiplininde ele alınmıştır. 20. yüzyılın başlarından itibaren incelenmeye başlayan ve 1980‟li yıllardan itibaren daha da gelişerek bir sosyal bilim

19 Uzgel, op. cit., s. 239.

20 Balibar‟a göre, bunun nedenini, milliyetçiliğin her türlü siyasi fikir ve hareketle uyumlulaşabilen karakterinde aramak gerekmektedir. Milliyetçi devlet, modern tarihin “başlıca karmaşıklık indirgeyicisi” ve milliyetçiliğin kendisini bütünlüklü bir dünya görüşü olarak kurma eğilimi buradan kaynaklanmaktadır. Detaylı bilgi için bkz.

Etienne Balibar, “Sınıf Mücadelesinden Sınıfsız Mücadeleye mi?”, Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf, Çev. Nazlı Ökten, İstanbul, Metis Yayınları, s. 219.

(34)

27 disiplini haline gelen milliyetçiliğin nasıl ve neden ortaya çıktığı, ne olduğu ve ne gibi özelliklere sahip olduğu gibi birçok soruya halen cevap aranmaktadır.

1.2. Sosyal Bilimlerde Bir Çalışma Sahası Olarak Milliyetçilik

18. yüzyılın sonlarından itibaren öncelikle birçok Aydınlanma ve Aydınlanma karşıtı düşünür tarafından entelektüel düzeyde tanımlanan ve zamanla siyasi ve kitlesel bir kavram haline gelerek nihayet devletlerin iç ve dış politikalarında ve uluslararası ilişkilerde bazen olumlu bir öge bazense bir “sorun” olarak görülen milliyetçiliğin sosyal bilimciler tarafından incelenmeye başlanan bir kavram haline gelmesi, I. Dünya Savaşı‟ndan sonraki yıllara rastlamıştır. Milliyetçiliğin kitlesel bir eyleme dönüşmesi, toplumsal bir olgu haline gelmesi ve büyük dönüşümlerin (yeni devletlerin ortaya çıkması, bağımsızlık hareketleri, büyük savaşların yaşanması vb.) gerçekleşmesindeki rolü sonucunda sosyal bilimcilerin konuyla ilgilenmeye başladıkları 1920 ve 1930‟lardan sonra, 1940‟larda ilk kuramcılar ortaya çıkmıştır.

Fransız Devrimi‟nden kaynaklanan ilerici Batı milliyetçiliği ile giderek daha tutucu ve reaksiyoner hale gelen sonraki milliyetçilikler arasında ilk ayrımı yapan Hans Kohn‟u takiben birçok sosyal bilimci bu alanda kuramlar geliştirmiştir. 1974 yılında yayımlanan “Canadian Review of Studies in Nationalism” dergisi ile ilk defa akademik bir dergiye konu olan milliyetçilik hakkında, 1980‟li yıllardan günümüze kadar sayısız araştırma yapılmıştır.21

21 Ayrıntılı bilgi için bkz. Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, Ankara, Doğu-Batı Yayınları, 2009.

(35)

28 Milliyetçiliğe ilişkin geliştirilen kuramlar zamanla kendi içlerinde sınıflandırılmışlardır. Bu sınıflandırmada kullanılan ilk ölçüt, milliyetçiliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, hangi kaynaklardan beslendiği, nasıl olgunlaştığı, nasıl yayıldığı ve neden bu kadar güçlü bir şekilde taraftar bulduğu konusundaki fikirlerin ne düzeyde benzeştiği ve farklılaştığıdır. İyi ve kötü milliyetçilik gibi bir ayrımın yapılıp yapılamayacağı, milliyetçiliğin modern bir kavram mı yoksa modern öncesi dönemlerde kökleri bulunan bir süreklilik unsuru mu olduğu, kültüre mi yoksa siyasete ilişkin bir kavram mı olduğu ve buna paralel olarak milletlerin icat mı edildiği yoksa eski köklerini modernize mi ettiği meselesi bu benzerlik ve farklılıkları derinleştirmiştir.

Milliyetçilik kuramlarındaki en önemli farklılaşma milliyetçiliğin köklerinin hangi döneme ait olduğu konusuna odaklanmaktadır. Buna göre, üç farklı kuram öbeği vardır: ilkçiler, modernistler ve etno-sembolistler. İlkçilere göre, geçmiş geleceği belirler: Milletler ezelden beri var olmuştur ve insanlığın görme ve konuşma kadar doğal bir parçasıdır. Etno-sembolcülere göre, geçmiş şimdiyi sınırlar: Çoğu durumda modern milletler, daha önceden var olan etnik topluluklardan gelişmiştir ve insanların hakiki ihtiyaçlarına yanıt verdiklerinden toplumsal ve siyasi ortamın esnek bir unsurudur. Modernistlere göre ise, geçmiş şimdi tarafından kullanılır:

Modernleşmeyle bağlantılı farklı süreçlerin doğrudan veya dolaylı bir sonucu olarak ortaya çıkan milletler, şimdideki varlıklarını meşru kılmak için geçmişe başvururlar ve kendilerini geleceğe yansıtırlar. Bu farklı gruplar bazen farklı kelimelerle de adlandırılırlar. Örneğin, ilkçilere aynı zamanda ezelciler (primordialistler) ve etno- sembolcülere ebediyetçiler (perennialistler) denmektedir. Buna göre de ezelciler,

(36)

29 paradigma içerisindeki altbölümlere bağlı olarak genetik, akrabalık bağları, akrabalara iltimas güdüsü, soysal kökenler ve kültürel atıflar üzerine odaklanırlar.

Ebediyetçiler ise fikirlerini ulusların sürekli ya da yinelenen somut haline dayandırırken, modernistler yaklaşımlarında milliyetçiliğin sosyo-ekonomik, sosyo- kültürel, politik ve ideolojik payandalarına daha çok önem atfederler.22

Modernist milliyetçilik kuramcıları, milliyetçiliği, Avrupa‟nın aydınlanma, sanayileşme ve modernleşme sürecinin içinde ortaya çıkan ve politik, ekonomik ve toplumsal sonuçlara yol açan bir olgu olarak ele alırlar. Bu kuramcıların görüşleri, milliyetçiliğin ne olduğu ve çıkış noktasından ziyade (zaten modern bir kavram olduğu ve Avrupa‟nın modernleşmesi ile ortaya çıktığı konusunda ortak bir görüş vardır) toplum içinde nasıl yapılandığı, yayıldığı ve etkin bir rol üstlendiği noktasında ayrılmaktadır. Modernistler kendi içinde ekonomik ve toplumsal gelişmelere vurgu yapanlar (Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Miroslav Hroch), milliyetçiliğin politik misyonuna ve devletle ilişkisine odaklananlar (John Breuilly, Elie Kedorie), iletişimsel ve ideolojik boyutuna vurgu yapanlar (Benedict Anderson) olarak sınıflandırılabilir. Genel olarak modernistler, milletin tarihsel ve dolayısıyla

22 Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Üzerine Güncel Tartışmalar: Eleştirel Bir Müdahale, Çev. Yetkin Başkavak, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 34; Canefe, op. cit., s. 173. Milliyetçilik kuramlarının “yapısal” ve “stratejik (kültürel-siyasi)” olarak gruplandıran farklı bir bakış açısı için bkz. Antoine Roger, Milliyetçilik Kuramları, Çev. Aziz Ufuk Kılıç, İstanbul, Versus Kitap, 2008. Bu noktada bir konunun altının çizilmesi gerekmektedir. Bu çalışma boyunca, milletlerin ezelden beridir var olduğunu ve insanlığın doğal bir parçasını oluşturduğunu savunan ve özellikle antropolojik araştırmaların dayanakları ile kuramlarını geliştiren araştırmacıların görüşlerinin bizatihi kendisinin milliyetçi ögeler içerdiği önkabulü ile hareket edileceğinden (bu bağlamda spesifik olarak araştırmanın kuramsal çerçevesine dayanak oluşturacak herhangi bir görüş olmayacağı düşünüldüğünden) bu araştırmacıların yalnızca isimlerinden burada bahsetmenin yeterli olduğu düşünülmektedir. Bu kuramın bilinen isimleri Clifford Geertz, John Amstrong, Josep Llobera ve Adrian Hastings‟tir. Etno-sembolcülerin en iyi bilinen araştırmacılarından –ki bazıları ilkçi olarak nitelendirilir- Anthony Smith‟in milliyetçiliğin içselleştirdiği kavramlar ve milliyetçiliğin yayılmasında entelijansiyanın rolüne yaptığı vurgu nedeniyle görüşlerine yer verilecektir. Dolayısıyla, ağırlıklı olarak modernist olarak nitelendirilen araştırmacılara vurgu yapılacaktır. İlkçi kuramcılar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özkırımlı, “Milliyetçilik Kuramları…,” s. 81-104.

Referanslar

Benzer Belgeler

Liberteryenler büyük ölçüde klasik liberallerden etkilenmişse de, devletin sınırı ve varlığı konusunda çok daha radikal bir duruş sergilemekte, bu kapsamda ya Nozick

“enternasyonal” bir üst kimlik olarak varlığını sürdürmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla bu dönemde doğrudan etnisiteye dayanan Rus kimliği bastırılmaya çalışılırken, dile

Tablo 30’dan görülebileceği gibi İşletme Bölümü öğrencilerinin duygusal zeka ana boyutlarından kişisel beceriler boyutu puanları ile akademik başarıları arasında

Katılımcıların bireysel ve sosyal kimlik tercihlerinde, -ikamet ettikleri yerleşim yerine göre- kendilerini nasıl tanımladıkları değerlendirildiğinde; şehirde ikamet

Bu çalışmada anlam ve zihnin problemine, hem doğa hem de sosyal bilimlerin ortak bakış açısı ile bakılacaktır. Bu bakış açısı doğrultusunda Ankara’nın Zihinsel

Marcel’in çocukluğu, evde fiziksel olarak bulunan bir teyze ve ölmüş olmasına rağmen spritüel anlamda mevcut olan bir anne arasındaki, görünenle görünmeyen arasındaki

 Netleştirme: İşlem veya diğer olayın özü gereği yapılan netleştirme dışında, kapsamlı gelir tablosu veya finansal durum tablosu (bilanço) ya da (eğer

Çünkü Wendt’e göre “önemli olan, sosyal kimlik ve bu kimliğin sistemik etkileşim sonucu nasıl oluştuğudur.” 92 Bu bağlamda, bu çalışmada Pakistan