• Sonuç bulunamadı

Sosyal Adalet

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 160-164)

A. Adalet Kavramına Genel Bakış

3. Sosyal Adalet

Klasik liberal adalet anlayışlarına alternatif olarak yine liberal cepheden doğru ileri sürülen diğer görüşler “sosyal adalet” kavramı ile anılır. Sosyolojik açıdan bu kavram, üretim sürecinde ve üretim sonrasında paylaşımın mümkün olduğu kadar topluma yayılması ve toplum sağlığı açısından sosyal tabakalar arasında aşırı farklılaşmanın önüne geçmek için gerekli önlemlerin alınması olarak değerlendirilebilir356.

Kavram sol liberal bir kavram olsa da ortaya çıkışı, işçi eylemliliklerinin, sosyalist fikirlerin ve sosyalist devrimlerin etkisi ve baskısının bir sonucudur.

Piyasanın görünmez elinin serbest rekabet koşullarında adaleti sağlayacağı temel varsayımı üzerine kurulu klasik liberal söylem, kapitalizmin ve onun ideolojisi olan liberalizmin vaatlerinin hayalkırıklığı ile sonuçlanması ve kapitalizmin yarattığı yoğun sömürü, açlık ve yoksulluk nedeniyle toplumsal yaşamda çatışmalara neden

tekellerden devlet, aşırı kar, aşırı fiyatlama ile arz-talep dengesizliğine bitişik krizlerden devlet ile birlikte sendikalar sorumludur. A. ÖZTÜRK, s.99.

354 Senem KURT, “Hayek’in Özgürlük ve Adalet Teorisi”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:3, 2006, s.208.

355 Sururi AKTAŞ, Hayek’in Hukuk ve Adalet Teorisi, Liberte Yayınları, Ankara, 2001, s.211. 356 Arslan TOPAKKAYA, “Sosyal Adalet Kavramı Sadece Bir İdeal Midir?”, (Sosyal Adalet) s.2,

149 olması, sosyalist fikirlerin etkinlik kazanması vb. nedenler kapitalist sistemin mağdurlarının da kısmen korunup kollandığı devletçi (özellikle belli bir dönem itibariyle ulus-devletçi) bir ekonomi ve bu çerçevede biçimlenen bir “sosyal adalet” anlayışının doğmasına neden olmuştur357.

19. yüzyılın ekonomik-siyasal koşullarının ortaya çıkardığı bir kavram olan “sosyal adalet” kavramı geçmişten bugüne pek çok farklı düşünür tarafından formüle edilmeye çalışılmıştır. J. Stuart Mill, (1806-1873) üretim sürecinde açığa çıkan verim ve karlılığın sadece sermaye sahiplerine değil, onları çalışarak ortaya çıkaran işçi sınıfına da dağıtılması gerektiğini savunur. Ona göre paylaşım adil olmalıdır ve burada ortaya çıkan pürüzler tamamen insanidir. Yani adil olmayan paylaşım sisteminden insanlar sorumludur. Mill, sınıflar arasındaki çatışmanın zenginliğin eşit dağılımını sağlayacak yeni kurallarla çözüleceğine inanır358.

Hegel de, sosyal farklılıklara duyarsız klasik liberal anlayışa karşı sosyal eşitsizlik kavramına duyarlıdır. Fakirliğin ortadan kaldırılmasını modern devletin en önemli amacı olarak görmüştür. Hegel aynı zamanda -İngiltere örneğinde olduğu gibi- zenginliğin tek taraflı artması ile işçi sınıfının fakirlik ve bağımlılığı arasında diyalektik ilişkiyi fark etmiş ancak bunu metafizik bir bakış açısıyla ele almıştır. Von Stein ise, Hegel’in bakış açısını temel alıp “hukuk devleti” kavramının “sosyal devlet ilkesi” ile tamamlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Hukuk devleti, devlet gücünü sınırlayan ve hukuk karşısında bütün bireylerin mutlak eşitliğini sağlayan devlettir. Böyle bir devlet aynı zamanda üyelerinin ekonomik ve toplumsal ilerlemelerini de garanti altına almalıdır. Bu şartları sağlayan devlet Stein’a göre “sosyal devlet”tir359.

357 1929 yılında Amerika’da başlayıp bütün dünyaya yayılan ekonomik kriz büyük bir işsizliği de beraberinde getirmiştir. Bu dönemde Katolik kilisesi yeni bir toplumsal yapılanma çağrısı yapmış ve 1931 yılında yayınlanan resmi yayın organında Papa XI. Pius tarafından sosyalizm karşıtı bir kavram olarak en az altı kez tekrarlanmıştır. Bu kavramının gelişim sürecinde II. Dünya savaşı ve sonrasında ortaya çıkan geniş çaplı sosyal, ekonomik ve siyasi gelişmelerin büyük etkisi olmuştur. Nazi Rejimi sonrası Almanya Anayasası ve daha birçok Avrupa devleti anayasaları “sosyal hukuk devleti” kavramına anayasalarında ilk kez yer vermişlerdir. TOPAKKAYA, Sosyal Adalet, ss.3-4.

358 TOPAKKAYA, Sosyal Adalet, s.3.

359 Stein’in bu görüşleri Almanya’da karşılık görmüş Bismarck zamanında ilk defa işçilerin sosyal durumlarını iyileştirmek üzere emeklilik, hastalık (1883) ve iş kazası sigortası (1884) kanunlarıyla, bunları takiben yaşlılık ve işgörememezlik (1891) sigortaları çıkarılmıştır. Özellikle sosyal sigorta, sosyal devletin en önemli kurumsal bulgusu olarak değerlendirilmiştir. Bu amaç bağlamında fakir ve muhtaç insanlara yardım, her insanın varoluşunu devam ettirmek için asgari şartların sağlanması, ekonomik eşitsizliğin mümkün olduğunca giderilip asgari refahın sağlanması ve ekonomik büyümenin desteklenerek bu refahın toplumun bütün kesimlerine dağıtılması ve yayılması da sosyal devletin amaçları arasında kabul edilmiştir. TOPAKKAYA, Sosyal Adalet, s.4.

150 Yakın dönem adalet kuramcıları içerisinde akla gelen ilk isimlerden olan Rawls da gelir eşitsizliğinin zenginden fakire aktarımlar sonucu önemsizleşeceğini ileri sürer. Kapitalizmi içinde hem potansiyel olarak iyi olanı barındıran bir işbirliği toplumu, hem de eşitsizlik nedeniyle amoral sonuçlar üretmeye gebe bir yapı olarak gören Rawls, aslında gelir eşitsizliğine karşı değildir. Bu tür bir eşitsizliği herkesin menfaatine görür. Hatta eşitsizliği farklılık adı altında onar. Rawls hem eşit dağıtımın eşit olmayan dağıtımdan iyi olduğunu, hem de en kötü durumda olanları daha iyi hale getirecek şekilde eşit olmayan dağıtımın eşit dağıtımından daha iyi olduğunu söyler. Böylelikle eşitlik ve eşitsizliğin ikisi içinde korunaklı zeminler hazırlar. Liberal ideolojinin eşitlik ile eşitsizlik arasındaki tarihsel bölünmüşlüğünü kuramına taşır360.

Rawls, adaleti, eşitliği ve özgürlüğü toplumsal istikrar temelinde sentezleyen birlik sağlayıcı kurucu ruh olarak kurgular. Rawls’a göre adalet toplumsal kurumların ilk hedefi, pazarlık ve çıkar hesaplarının üstündeki temel siyaset erdemi, yokluğuna ancak daha büyük bir adaletsizlikten kaçınmak için katlanabileceğimiz kapsayıcı yaşam reçetemizdir361.

Rawls'un savunduğu adâlet ilkeleri, 'orijinal pozisyon' ya da 'ilk durum' olarak bilinen sözleşmeye dayalı yapıdan türemektedir362. İki temel ilkeden söz eder Rawls: İlk ilke siyasal yararlarla, özellikle temel hak ve özgürlüklerin bölüşümüyle ilgilidir. Buna göre, Her bir kişinin, diğerlerinin sahip olduğuna benzer bir özgürlük ile uyumlu, en yaygın kabul görmüş temel özgürlüğe sahip olması gerekir. İkinci ilke ise, toplumsal ve ekonomik yararlarla, özellikle gelir, refah ve fırsatların bölüşümüyle ilgilidir. Bu ilke de şöyle dile getirilmektedir: “Toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler öyle düzenlenmelidir ki, bu eşitsizlikler hem (a) akla uygun bir şekilde

360 A. ÖZTÜRK, ss.56-58. 361 A. ÖZTÜRK, s.65.

362 Ancak onun 'ilk durum' diye adlandırdığı şey, geleneksel toplum sözleşmesinden çok daha genel ve soyut bir düşüncedir. Bu ilk durumda insanlar bilgi bakımından kısıtlıdır. Rawls'un 'cehâlet perdesi' olarak adlandırdığı konumda hiç kimse, başkasının özel yeteneklerinden, arzularından, ahlâki tercihlerinden ya da toplumsal konumundan haberdar değildir. Bu ortamda insanlardan adalet ilkelerini seçmeleri istenir. Bu cehalet perdesi sayesindedir ki insanlar kendi dar çıkarlarını savunma kapasitesine sahip olmadıklarından hakkaniyet ve tarafsızlığın ahlaki koşullarını üretebilme kapasitesine de sahiptirler. İlk durumda insanlar karşılıklı olarak birbirilerinin çıkarlarına karşı da ilgisizdirler. İşte bu tarafsızlık ortamında adalete ilişkin temel ilkeler geliştirilmiştir. N. CAN, s.7.

151 herkesin çıkarına olacağı şeklinde bir beklenti oluşturmalı hem de (b) herkese açık olan konum ve görevlerle ilişkilendirilmelidir”363.

Bu iki ilke çerçevesinde demokratik düzenin de temel ilkelerine ulaşılır. Birincisi, adalet, herhangi bir demokratik düzenin ayırıcı özelliği olan temel özgürlükler ve eşit hakların korunması olarak görünür. Adalet, demokratik olarak seçilmiş olan çoğunluğun, azınlıkları kendi siyasal haklarından yoksun bırakma iktidarına sahip olmadığı hususunda demokrasinin özü durumundadır. Rawls'un temel özgürlükler listesinin, herhangi bir liberal demokrasi tarafından sağlanmış olan, düşünce, inanç, ifade, basın, dernek kurma özgürlüğü, kişisel mülkiyet hakkı; seçme, seçilme özgürlüğü; keyfi olarak yakalanma, tutuklanma ve cezalandırmadan masun olma özgürlüğü gibi anayasal teminatlara denk düşmesi bir rastlantı değildir. İkinci yaklaşım ise, demokratik idealin özerklik ve makul kamusal müzakereyle bağlantısıyla ilgilidir. Buradaki vurgu, bir demokrasideki tüm bireylerin kendi kurum ya da birliklerinin koşullarını belirlemede özgür ve eşit olmaları gerektiği konusundadır. Bireyler, kendi otonomilerini tanımlamada özgür ve eşit haklara sahiptirler. Kaynakların dağılımı ise, bireylerin özerkliklerinin belirlenme derecesinde yaşamsal bir rol oynar. Bir toplumda kaynakların âdil bir şekilde dağılımıyla bireylerin özgür ve eşit olmaları arasında önemli bir ilişki vardır. Eğer maddi anlamda yoksul olmayış, özgürlüğün, sınırlanmamış bir müzakerenin ve siyasal bir eylem için gerekli kapasitenin önkoşulu ise herkes için maddi refahta ulaşılan temel seviye, olgunlaşmış bir demokrasi için gerekli olur364.

Sol liberalizm diye de ifade edilen sosyal adaletçi görüşler adaleti, özgürlük ve eşitlik kavramları arasında kurulan ilişkinin kendiliğinden bir sonucu olarak görürler. Adalet insanların kendini gerçekleştirecek olanaklara kavuşması, özgürlük bu olanakların hayata geçirilmesi sonucunda ortaya çıkan moral durum, eşitlik ise kaynakları kişilere dağıtarak herkesin hak ettiği kadar özgür olmasını sağlayan mantıksal koşuldur. Sol liberal adalet ancak daha çok eşitlik ile daha çok özgürlük, daha çok özgürlük ile de daha adil bir sonucunun elde edileceğini savlar365.

Sosyal adalet, aslında, liberalizmin meşruiyet temeli olarak ileri sürdüğü toplumsal sözleşmede, sözleşenlerin gerçekten eşit olmadıklarını kabul etmek

363 N. CAN, ss.7-8. 364 N. CAN, ss.8-9. 365 A. ÖZTÜRK, s.41.

152 anlamına da gelir. Bu bakımdan aynı zamanda kapitalizmin devamlılığı noktasında yedek bir ideolojiyi karakterize eder366. Kapitalist sanayileşmenin yarattığı buhrana tepki ile sosyalizm tehdidine karşı liberal düzenin kendini savunma refleksi birleşerek sosyal adaletçi sosyal devlet düzenini yaratmıştır367. Eşitliği sağlamaktan çok eşitsizliği daha çok da onun görünür etkilerini önlemek gibi bir temel üzerine oturtulmuştur sol liberal adalet368. Böylelikle kendisinin varlık temellerini ortadan kaldıracak bir adalet anlayışının önünü kesmiştir.

Sosyal adalet anlayışı ve sosyal adalet uygulamaları pratikte eşitsizlikçi düzenin ortak akıl şemsiyesi altında devamından başka bir işe yaramamıştır. Eşitsizlik sosyal adaletçi dönemde, eşitsizliğin tarafları arasında uzlaşmalar ile sürekli olarak kendini yenilemiştir. Ayrıca demokratik siyaset görüntüsü altında ilke olarak zorlayıcı uzlaşıya dayanan bir tür korporatist düzen inşa edilmiştir. Bu siyaseti meşru olmaktan çıkaracak bir genel ekonomik çöküş yaşanana ve sosyalizm tehlikesi atlatılana değin sosyal adaletçi politikalar devam etmiştir. Ancak kapitalizmin yarattığı eşitsizliği kapitalizmi yok etmeden yok etmeye kalkan gelir denkleştirici programlar kapitalist ekonomi bakımından oldukça ağır bir mali faturayı beraberinde getirmiştir. Özellikle ulus-devletçi ekonomileri aşan kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşması başka bir ifadeyle mali sermayenin küresel ölçekteki genişleme eğilimi sosyal adaletçi politikaların da yeniden tasfiyesi sürecini başlatmıştır369. Bugün gerek ülkemizde gerekse Avrupa ülkelerinde sosyal hakların tasfiyesi süreci devam etmektedir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamusal hizmetler özelleştirmeler yoluyla piyasa koşullarına terk edilmektedir.

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 160-164)