• Sonuç bulunamadı

Özcü Adalet Anlayışı

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 149-153)

A. Adalet Kavramına Genel Bakış

1. Özcü Adalet Anlayışı

Özcü adalet anlayışı adaleti bireye ait kişisel ve kolektif bir duygu, belli bir tür sorumluluk hissi olarak ele alır. Bu görüş bakımından adalet gerçekliğin soyut ideallerle birleşmesi değil, bireylerin kendi iç dünyasında daha iyiye daha doğruya ulaşmak için yaşadığı bir kavgadır. Solomon’a göre bu kavga, adaletin, dünyanın ne olduğu üzerine bir soruşturma ile değil, bizim ne yaptığımız üzerine bir kaygı ile elde

307 Mithat SANCAR, “Modern Adalet Kavramının Gelişimi”, İçinde: Adalet Söyleşileri, Der: Kevser Güler, Gamze Hızlı, Anadolu Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, (Modern Adalet), s.10.

308 Kavramın bu ayrım üzerinden tartışılmasında Armağan Öztürk’ün tez çalışmasından yararlanılmıştır. Armağan ÖZTÜRK, “Çağdaş Liberal Siyaset Felsefesinde Adalet Sorunu: Rawls, Hayek, Nozick Örneği”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2007.

138 edilebileceğini ifade eder309. Bu bakımdan dünyaya karşı bir sorumluluk duygusunu da içerisinde barındırır310. Adalete ulaşmak için kişisel duygulardan yola çıkılır ve adaleti betimleyen duyguların toplumsallaşması ile toplumsal yaşamdaki adalete ulaşılır. Toplumun devamı için adil olmak, dayanışmayı kurucu ilke olarak onamak gerekir311. Bu anlamda adalet duygusu toplumsal dengeyi korumanın mantıksal bir gereğidir312.

Bir erdem olarak adalet doğaya uygunlukla özdeşleştirilir. Doğaya uygunluğu akıl belirler. Akla uygunluğun kavramsal adı ise erdemdir. İşte adalet o erdemlerden biridir. Adil olmak diğer tüm erdemlerde olduğu gibi belli bir anda karakterinde uyumu yakalamaktır. Tabii bireysel uyum beraberinde toplumsal uyumu da getirecektir. Bu anlamda adalet doğruluk, orta yolu bulma, makul olanın peşinden koşma yeteneğidir313.

Adaletin bireylerin duygularına ve insan doğasına dayandırılması ve buradan doğru toplumsal yaşamı biçimlendiren bir erdem olarak ele alınması, adaletin, düzen ile birlikte anılması sonucunu da doğurur. Doğal olan ile doğaya uygun olan adalette kesişir. Evrende uyum tanrıya, toplumda uyum adalete, bireyde-bende uyum huzura (mutluluğa) karşılık gelir. Bu bağlamda adalet diğer insanlara karşı borcumuz (bütünde uyumu sağlamak her bir parçanın görevi olduğu için), adil davranış ise bu borcun sonucunda ortaya çıkan doğal edimdir. Bir tür genel davranış kodudur adalet. İnsanlara birbirlerine karşı borçlu olduklarını hatırlatır. Adalet duygusu olmadan cemaat olmaz, cemaat olmadan da adalet duygusu elde edilemez314. Adalet ile

309 Robert C. SOLOMON, Adalet Tutkusu, Çev: Ertuğ Altınay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 32.

310 Adalet yalnızca kendi payına düşüne razı olmak değil, aynı zamanda başkalarını da düşünmektir. Anıl ÇEÇEN, Adalet Kavramı, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1993, (Adalet), s. 102. Adalet başkasının acısını yüreğinde hissedebilme yeteneğidir. SOLOMON, s. 273. Duyarlılık olmadan adalet olmaz. Ancak bu sayede başkalarına zarar vermekten kendimizi kısmen de olsa alıkoyabiliriz. Adam Smith, The Theory of Moral Sentiments, Londra: George Bell & Sons, 1980’den Aktaran: A. ÖZTÜRK, s.23.

311 David Miller, Social Justince, Oxford: Oxford University Press, 1976, ss. 270-1’den Aktaran: A. ÖZTÜRK, s.24.

312 ÇEÇEN, Adalet, s. 22.

313 Ahmet MUMCU, “Günümüzdeki Türk Hukuk Uygulamasında Adalet Kavramının Yeri”, İçinde:

Adalet Kavramı Bildirileri, Der:Adnan Güriz, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2001,

s.146.

139 toplumsal uyum arasındaki anlamsal ilişki siyasi tarihin seyri açısından adaleti devletçi bir erdem haline getirir315.

Eski Yunan düşünürleri adaleti tüm toplumun temelini oluşturan bireysel bir erdem olarak tasavvur etmişlerdir316. Adaletin insani erdemler içerisinde en önemli erdem olduğunu317, insan ruhunun her parçasının kendine göre işlevleri bulunduğunu düşünen Platon'a göre adalet, bireysel ve toplumsal düzeyde bir uyum ve denge halidir. Bu uyum, site düzeyinde, sosyal sınıflar arasındaki uyum; birey düzeyinde ise ruhun kısımları arasındaki uyumdur ve bu suretle adalet hem ahlakın hem de siyasetin konusu olarak ortaya çıkar318.

Adaletin toplumsallığı ile birlikte bir duygudaşlık temelinde formüle edilmesi Levinas’ın ifadesiyle “öteki”ne karşı üst bir sorumluluk bilincini beraberinde getirir. Adalet, Levinas’ın kuramında ortaya konulduğu biçimiyle, kişinin kendinden başladığı düşün serüvenine ötekini de dahil etmesi ile mümkün olabilir ancak319.

315 A. ÖZTÜRK, s.25.

316 Yıldız KARAGÖZ, “Liberal Öğretide Adalet, Hak ve Özgürlük”, C.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

Dergisi, Cilt:26, Aralık 2002, (Liberal), s.268.

317 Platon, ruhu üç kısma ayırarak her birinin kendine özgü bir işlevinin olduğunu ifade etmiştir. Bu üç işlevden her birinin yerine getirilmesi ise, tikel bir erdeme karşılık gelir. Bedensel iştahların, aklın ortaya koyduğu sınırı kabul etmesiyle sôphrosunê, yani itidal erdemi ortaya çıkar. Aklın buyurduğu şekilde tehlikelere cevap vermekle andreia, yani cesaret erdemi ortaya çıkar. Akıl, matematik ve diyalektik bir araştırma ile adaletin, güzelliğin, diğer tüm ideaların ve en önemlisi de iyi ideasının ne olduğunu ayırabilecek şekilde eğitildiğinde sophia, yanibilgelik erdemi ortaya çıkar. Ancak Platon’a göre, sözü edilen bu üç erdem, ancak adalet erdeminin sergilenmesiyle ortaya çıkacaktır. Çünkü adalet erdemi, ruhun her kısmının kendine ait olan işlevi yerine getirmesini sağlayan erdemdir. Solmaz Zelyut HÜNLER, Adalet, Felsefe Ansiklopedisi, Der: Ahmet Cevizci, Etik Yayınları, İstanbul, 2003, s. 30

318 N. CAN, s.2.

319 Kişinin ötekine karşı sorumluluğu zamanla onu kuşatır ve adaletle sonuçlanacak yeni bilincin gelişmesine olanak sağlar. Kişinin ötekine karşı duyguları ilk başlarda olumsuz hatta vahşicedir. Öteki nesneleştirilir, geçici olarak baskı altında tutulur. Ama tümüyle ne yok sayılabilir, ne de ortadan kaldırılabilir. Elif ÇIRAKMAN, “Levinas’da Öteki ve Adalet: Eleştirel Bir Not”, Doğu Batı, Yıl:4, Sayı: 13, 2005, s. 190. Sonuçta bilinç ötekiyle hesaplaşmak ve dolayısıyla kendi varlığını onun varlığına açmak zorunda hisseder kendini. Bu bahsi geçen süreç vazgeçme, var etme, yok olma arasında gidip gelen sancılı bir dönüşümü tetikler. Ötekine yönelik dışlayıcı ilk pratikler yerini zamanla duygudaşlık temelinde bir feragat edimine bırakır. Kendi bencilliğinden öteki için vazgeçen kişi tinsel dönüşümünde ilk önemli eşiği aşmış sayılmalıdır. Kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen karanlık ruh, ruhun kör bencilliği geride bırakıldığında kişiyi adil davranışa doğru yönlendirecek uygun koşullar da kendiliğinden sağlanmış olur. Ötekine yaklaşma adaletin bilincini talep etmektir. Ama aslında en genel anlamda adalet sorunu ben ile öteki arasına üçüncü bir kişi dahil olduğunda ortaya çıkar. Kendi ile öteki arasındaki ilişkide belli bir kıvama gelmiş etik duyarlılık üçüncü kişinin sürece dahil olması ile özel-içsel bir mesele olmaktan çıkarak kamusal-genel bir mesele haline gelir. Adaletin evrensel bir sorumluluk duygusu olarak doğumu ile o ana kadar geçerli olan ben-öteki, içerisi-dışarısı ayrımı anlamını yitirir. Çünkü adalet ile birlikte herkes ve herşey ortak bir usun ölçüsüne göre değerlendirilir. Emmanuel Levinas, Otherwise than Being or Beyond Essence, Çev: A. Lingis, Kluwer Academic Publishers, 1991, s. 59’dan Aktaran: A. ÖZTÜRK, s.26.

140 Levinas’a göre adalet, önce bireyin kendi içinde, sonra bireyler arasında yaşanan bir ruhsal dönüşüm sürecedir ve adalet duygusu, ötekine karşı duyulan sorumluluğun genelleşmesini de sağlayabiliyorsa o zaman toplumsal bir etik yaratabilir. Aksi takdirde devletin kendini meşrulaştırmasından başka bir anlama gelmez320.

Adalet yalnızca iyiliği vaaz eden bir barış çağrısı değil, aynı zamanda kötülüğü yok etmeye dair sınır tanımaz bir kararlılıktır321. Bu bakımdan “öç alma- intikam” duygusuna atıfta bulunmaksızın adaleti duygu temelinde düşünmek olanaksızdır. Zaten adaleti anılmaya değer kılan da önemli ölçüde adaletsizlik karşısında duyduğumuz öfkedir322. Adaleti bir intikam duygusu olarak ele alan görüşlere göre adalet, merhametten farklı olarak içinde şiddet ve öfkeyi de barındırır. Bu bakımdan adalet iki yönlüdür, çünkü herkese aynı şekilde davranmak adalet bilincini ölümcül şekilde sakatlar. Adaletin olabilmesi için edimleri karşısında insana bazen sevgi-ödülle, bazen de nefret-cezayla yaklaşmamız gerekir. Adaletin bilgisi yapmayı olduğu kadar yıkmayı da içerir323.

Adaletin öznelci değerlendirilişi günümüz dünyasında gözden düşmüş ve adalet kişisel bir erdem olarak ele alınmak yerine kurumsallaştırılmış bir kavram haline gelmiştir. Buna göre, adalet, kişisel sorumlulukların yerine getirilmesiyle değil, adil bir düzenin ve bu düzeni sağlayabilecek kurumsal altyapıların sağlanması ile ulaşılabilir bir ideal olarak tasavvur edilmeye başlanmıştır. Bireylerin büyüyen ve karmaşıklaşan sorunlar karşısında tekil eylemlerinin adaleti tesis etmede yetersiz kalması bu kanının yaygınlaşmasında etkin bir rolü olmuştur. Bu algının gelişmesinde bir diğer etken ise liberal demokrasinin toplumun büyük bölümünü

320 Emmanuel Levinas, “Ethics and Politics”, The Levinas Reader, Der: Sean Hand, London: Blackwell, 1989, s. 159’dan Aktaran: A. ÖZTÜRK, s.26.

321 SOLOMON, s.27. 322 SOLOMON, s.66.

323 Merhametçi görüş buna karşı çıkar: “Adaleti var etmek için mutlaka bir şeyleri yok etmek zorunda olduğumuzu iddia eden realist anlayışın adaletsizliği tümüyle ortadan kaldırma olanağından bizi alıkoyduğunu düşünür. Kötüye kötü davranmaya dair ahlak kendisinden beklenen sonuçları vermeyecektir. Her şeyden önce kimin ne kadar kötü olduğunu veya ne ölçüde kötülüğe layık olduğunu asla tam olarak bilemeyiz. Kötülük başkasına zarar vermek demektir. Ölçüsünü bilemeyeceğimiz bir konuda, sonuçta ötekine hak ettiğinden fazla zarar verme ihtimali varken eylemde bulunmak kibirli bir şekilde bencilce hareket etmekten başka bir anlama gelmez. Merhametçi anlayış merhamet olmaksızın sadece adaleti oldukça kaba ve bir o kadar da sonuççu bulur. Sadece eylemlerin sonuçları üzerinden değerlendirme yapar. Tarihsel bakıştan yoksundur. Kötülerin neden kötü olduğu sorunu üzerinde durmaz. Merhematçi yaklaşım ise kötünün kötü olmasından biraz da onu sonuçta yargılayan iyilerin sorumlu olduğunu bilir. Hiç kimse diğer hiç kimseyi yargılayabilecek kadar iyi değildir.” A. ÖZTÜRK, ss.27-28.

141 siyasal alanın dışında bırakan “sözde” demokrasisinin de payı büyüktür. İki anlayış arasındaki çatışma, yoksulluğu, aç komşumuza yardım ederek mi yoksa yoksulluğun nedeni olan sorunları çözecek adımları atarak mı ortadan kaldırırız sorusu etrafında anlaşılabilir. Bu noktada biçimsel anlayışlar açısından adalet, kişilerin değil, örneğin Rawls’ta devletin, Hayek/Nozick gibi düşünürler bakımından ise piyasanın gerçekleştireceği bir olgudur.

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 149-153)