• Sonuç bulunamadı

Değerlendirme

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 164-167)

A. Adalet Kavramına Genel Bakış

4. Değerlendirme

Liberal kuramların duygudaşlıktan yola çıkarak ahlaki bir erdem olarak devletin temeline yerleştirdiği, bu sayede verili toplumsal koşullara içkin eşitsizlikleri meşrulaştırdığı ideolojik “sihirli” bir söylem olan adalet kavramının

366 A. ÖZTÜRK, s.41.

367 Doğan ÖZLEM, “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Doğu Batı, Sayı:13, 2000-1, ss.18-20.

368 Ülker GÜRKAN, “Sosyal Adalet”, İçinde: Adalet Kavramı, Der: Adnan Güriz, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2001, s. 121.

153 evrensel bir tanımının yapılması çabasının bitmek bilmeden devam etmesi, sürekli değişen toplumsal koşulların kavramın yeniden ve yeniden ele alınmasını zorunlu kılmasından kaynaklıdır.

Oysa adalet kavramını çetrefilli kılan şey maddi koşulların elverişsizliği yahut karmaşıklığı değildir. Çünkü iyi tanımlanmış bir adalet anlayışının evrensel yani tarih ve sistem aşırı olarak uygulanabilirliğini savunmak kadar, adalet ve hak anlayışlarının tarihsel ve bir anlamda görece olduklarını, dolayısıyla her sosyo- ekonomik sistemin kendi adalet anlayışını ürettiğini ve kendi adalet anlayışının gereklerini yerine getirdiği sürece, her sistemin adil olduğunu savunmak da mümkündür370. Bu durumda temel soru aslında şudur: Her sistemi kendi içinde mi değerlendirmek gerekir yoksa evrensel bir adalet kavramına ulaşmak mümkündür? Bizce her iki seçeneğin de belli nedenlerle tercih edilebilirliği vardır.

Modern öncesi dünyada, egemen toplumsal-ekonomik-siyasal yapı olan feodalitenin belirlediği düzende hiyerarşik ya da aristokratik imtiyazlar adaletsizlik oluşturur mu? Eğer kurulu sistemin adalet tanımı çerçevesinde düşünürsek, cevap hayır olacaktır. Aksine, feodal düzende, soylu olmayan bir insanın, bir soylunun imkanlarını talep etmesi adaletsizlik olacaktır. Yine, köleci toplumlarda kölelerin belli haklara sahip olması söz konusu değildir ve onların haklardan yoksun olması da adaletsizlik değildir. Onların hakkı köle olarak çalışmaktır. Bu açıdan bakıldığında söylenebilir ki, sistemlerin adalet anlayışı, kendi adalet tanımları içinde değerlendirilir, sorgulanırsa, hiçbir sistem adalet ölçütüne göre yargılanamaz. Bu nedenle ikinci seçenek ağır basar: “bütün sistemleri, bütün düzenleri ölçmeye, değerlendirmeye, yargılamaya imkan verecek evrensel bir adalet ölçütünü düşünmek, her sistemde, her düzende sağlanabilecek 'adalet’in imkanını tartışmak gerekir” diyebiliriz371.

Ancak bilinç, verili toplumun sunduklarının ve geçmişten devralınanların bir bütünü, harmanlanması olduğuna göre adalete dair edindiğimiz bilinç yine içinde bulunduğumuz toplumsal sistemin elverdiği kadar olacaktır. Bu nedenle geleceği de bağlayacak bir “evrensel ve mutlak” adalet tanımına ulaşma çabası nafile bir çabadan

370 Ferda KESKİN, “Hep Güncel Bir Sorun Olarak Adalet”, İçinde: Adalet Söyleşileri, Der: Kevser Güler, Gamze Hızlı, Anadolu Kültür Yayınları, İstanbul, 2007, s.7.

154 başka bir anlama gelmemektedir. Bu gerçeklik karşısında ise birinci seçeneği yeniden değerlendirmek gereği doğar.

O halde sorun ve çözüm aslında “bir toplumsal sistemin adalet kavramı üzerinden değerlendirilip değerlendirilemeyeceği” sorusunda gizlidir. Adalet kavramı bir sistemi değerlendirmek için başvurulabilecek yeterlilikte bir kavram değildir. Marx, “kapitalizm kendi mantığı içerisinde adil bir sistemdir” der. “Kendi mantığında” hemen tüm toplumsal sistemlerin adil olma koşullarını elbette tartışmak mümkündür. Belki de adalet kavramını ele alırken yapılabilecek en iyi şey de budur. Ancak bir sistemi değerlendirmek için adalet kavramına başvurmak da yapılabilecek belli başlı yanlışlardan birisidir.

“Kapitalizmin kendi mantığında adalet, işçinin kendi yükünü sırtlıyor olması ve karşılığında ücret alması gibi bir hukuk içinde tanımlanır ve sağlanır. Adaletin, tanımlandığı hukuk içinde anlam kazandığı düşünüldüğünde, adalet talebinin kısmi düzeltme talebi demek olduğu anlaşılacaktır. Bu kavramla, bir devrimci talebi dile getiremezsiniz. Adalet kavramı, sistemi bütünüyle değerlendirme, yargılama imkanını vermez. Belli bir alandaki haksızlığı gidermeye yönelik bir talebe cevap verebilir ancak. İnsan hakları için de aynı çıkarım geçerlidir. Ancak sistem içinde belli haksızlıkları düzeltme imkanı yaratabilir. Düşünce özgürlüğünüzün kısıtlanmış olması, belli konuda söz söyleme hakkınızın olmaması bir hak ihlalidir ve soruna ilişkin düzenlemeyi adalet sağlayabilir. Aynı kanalda, adil ücretin talep edilmesi, haksızlığa müdahale etme olanağı yaratabilir. Ne demektir adil ücret? Bir işçinin emeğini yeniden üretmesi ve hayatını idame etmesini sağlayacak miktarda talep etmeye hakkının olduğu para miktarıdır sistemin mantığı çerçevesinde düşündüğünüzde. Bize bu tanımı veren sistem içinde düzeltmeler yapma gücü vardır adalet kavramının. Ancak adalet talebiyle bir sistemin bütünü yargılanamaz, değiştirilemez.”372

Bu bakımdan adaleti, adaletsizlik olarak nitelendirilen somut durumların sistem içi düzeltmelerle iyileştirilmesi talebinde somutlanan bir kavram olarak ele almak daha gerçekçi ve pratik bir tutum olacaktır. Zira bu şekilde bir bakış kavramın yaşamda daha gerçekçi sonuçlarla karşılanması ve işlevsellik kazanmasını da sağlayacaktır. Diğer durumda, etik anlamda çok şey söyleme çabasında olan ancak somut yaşamda bir karşılığı olmayan mistik bir temenni olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu nedenle ne “her toplum kendi mantığına göre adildir bu nedenle adalet kavramı toplumsal adaletsizlikler karşısında çözüm olmaya yetkin bir kavram

155 değildir” diyerek kavramı tümden reddetmek, ne de kavrama dışarıdan zorlamalarla üstün değerler atfetip, mutlaklaştırmak (yani ne birinci ne ikinci seçenek tek başına) doğru olmayacaktır.

Adaleti bu çerçevede ele aldığımızda, toplumun “adaletin gerçekleşmesi” yönünde beklentisi yahut talebi, aslında, (verili toplumsal düzenden kaynaklanan) haksızlık pratiklerinden elde edilmiş (verili toplumsal sistem çerçevesinde çözüm üretmeye dönük) deneyimlerin ifadesidir diyebiliriz. Bu talebin karşılığı olarak ortaya çıkan çözüm ise hukuk üzerine kurulu bir sistem olarak kapitalist sistemde “hak” biçiminde somutlanır. Bu bakımdan adaletin gerçekleşmesi süreci çok yönlü bir süreçtir. Temeli haksızlık pratiklerine karşı verilen mücadelelerde yatar ve bu mücadelelerin kazanımla sonuçlanması halinin “hak” biçiminde hukuki koruma altına alınması ile devam eder. Fakat adaletin tesisi için tek başına bu da yeterli değildir. Hakkın korunmasının, uygulanmasının ve hakkın ihlaline karşı etkin bir denetimin sağlanması gerekir.

Adaleti böylesi bir süreç olarak ele almanın iki önemi vardır: Birincisi yalnızca pozitifleştirilmiş hakları karşılayan anlamda bir adaletin, “adaletin gereklerini” karşılamakta yetersizliğini vurgulamak; ikincisi ise, hakkın hukuki koruma altına alınmasının yetmediğini bunun aynı zamanda yaşam pratiklerine de yansıması için diğer unsurların da işletilmesi gerektiğine dikkat çekmek.

Şimdi sorulacak soru şudur: Adalet ile özdeleştirilmiş bir toplumsal yapı olarak yargı bu sürecin neresinde yer alır, hangi rolleri üstlenir?

Belgede Yargı yetkisinin meşruiyeti (sayfa 164-167)