• Sonuç bulunamadı

Tarihsel süreçte kentlerin gelişim süreçlerinde önemli bir etkiye sahip olan afetler, kentin kuruluş aşamasında ve sonraki gelişim aşamalarında göz önüne alınmadığında önemli zararlara neden olmaktadır. Bu durum birçok kentin ya tarihten silinmesine ya da eski parlak günlerini bir daha yaşayamamasına neden olmuştur (Değerliyurt, 2015). Afetlerin kentlere olan etkisi can ve mal kaybının olması, altyapı ve kentsel donatıların zarar görmesi, kamu kurumlarının hizmetlerinin aksaması, ekonomik zararlar, beslenme kaynaklarının zarar görmesi, nüfus hareketleri ve demografik etkiler ile sosyal etkiler şeklinde sıralanmaktadır (Değerliyurt, 2015). Afetler kentlerde insanların dinlenme, eğlenme ve sosyalleşme açısından ihtiyaç duyduğu mekânlar olan, park ve bahçelerle yapılan her türlü peyzaj çalışmasına da zarar vermektedir. Örneğin, 17 Ağustos depreminde, Gölcük’te halkın dinlendiği, spor yaptığı ve kültürel etkinliklerini gerçekleştirdiği tesislerin büyük bir bölümü deprem nedeniyle kaybedilmiştir. Afetlerin kentler üzerinde en uzun sürecek etkisi sosyal etkilerdir. Afetler toplumun geçmişte gösterdiği duyarsızlıklarla yüzleşme zamanları olmalarından dolayı daha önce fark edilmeyen birçok olumsuzluk afetler sırasında ve sonrasında meydana gelmektedir (Değerliyurt, 2015). Bir yer değişime uğradığında ise, insanların o yere yönelik algılarını, değerlerini ve duygularını etkilediği bilinmektedir (Lai & Kreuter, 2012). Bir yerde daha önce olumsuz deneyimlerin yaşanmış olması, savaş ya da doğal afetler gibi olumsuz koşullara maruz kalmak o yere olan bağlılığı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu durumda o yerle ilgili geçmişe dayanan deneyim ve bellek araya girmektedir. İnsanlar bellekleri ile yerlerin anlamını oluşturarak kendilerini o yere bağlamaktadırlar (Karaçor, 2012).

Bu tezin bir araştırma sorusu olarak ortaya çıkan “Düzce kentinde yaşayan insanların kente duydukları bağlılık risk algıları üzerinde etkili midir?” sorusu, yapısal eşitlik modeli kapsamında yapılan analiz sonucunda yer bağlılığının risk algısı üzerinde etkili olduğunun bulunmasıyla cevaplanmıştır. Bu tez için doğruluğu araştırılacak olan “Düzce kentinde yaşayan insanların kente duydukları bağlılık arttıkça risk algıları da artmaktadır” H1 hipotezini doğrulamaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda, yer bağlılığı ve risk algısı ilişkisi ölçülmüştür. Sonuçlara göre, çoğu çalışmada yer bağlılığının risk algısını

91

pozitif yönde etkilediği bulunmuştur. Tez çalışmasında kavramlar arasındaki etkileşim pozitif yönde olup, Düzce kenti örneğinde yer bağlılığı arttıkça risk algısının da arttığı bilimsel olarak ortaya konmuştur.

Tez çalışması kapsamında elde edilen sosyo-demografik yapı ve afet yönetiminde yer alan kurumlara duyulan güven sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde;

Düzce kentinde yaşama süresi ve yaş seviyesi ile kurumlara duyulan güven arasında pozitif ilişkinin bulunduğu bu çalışma, bir yerde uzun süre yaşamış olmanın o yerdeki kurumlara duyulan güven ile ilgili olumlu yönde algı geliştirilebileceğini göstermektedir. Kentte uzun süre yaşamış olanların bu kurumlar ile daha fazla iletişim sağlamaları ve yaptıkları çalışmaları yakından takip etmeleri bu güvenin nedenidir. Afet yönetimi konusunda kurumlara olan güven bağının oluşturulması ve devam ettirilebilmesi için yetkili ve uzmanlar ile bireylerin bir araya gelebileceği ortamlar oluşturulması önem kazanmaktadır.

Bireylerin öğrenim seviyesi arttıkça, bilinç ve farkındalık düzeyi artmakta buna bağlı olarak afet yönetimi konusunda beklentileri de artmaktadır. Ayrıca bu konuda bilinç ve farkındalığın artması yapılan hataların ve eksikliklerin fark edilmesini de sağlamaktadır. Bu çalışmada da kurumlara duyulan güven ile öğrenim seviyesi negatif ilişkili bulunmuştur. Bireylerin afet yönetimi konusunda beklentilerinin karşılanması, o bireylerin kurumlara duydukları güvenin artması açısından önem taşımaktadır. Bireylerin kurumlara duydukları güvenin artması, kent içinde güvenli ve huzur içinde yaşamalarına katkı sağlamaktadır. Bu nedenle, Düzce kentinde birden fazla risk olduğu için öğrenim seviyesi yüksek olan bireylerin afet yönetiminde görev alan kurumlar açısından beklentileri dikkate alınmalı ve gerekli görüldüğünde bu çalışmalarda yer almaları sağlanmalıdır.

Afet yaşanması durumunda insanların günlük yaşantılarına geri dönmeleri için afetle başa çıkma davranışı göstermeleri önem taşımaktadır. İnsanların afet deneyimine sahip olması ve olası afet yaşanması durumunda ilgili kurumlara güven duymaları da bu sürece katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada da Düzce’de doğanların doğmayanlara göre ve doğal afet yaşayanların yaşamayanlara göre ilgili kurumlara duydukları yüksek güvenin geçmişte yaşanmış olan afetlerde bu kurumlardan görmüş oldukları destek ile ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Afet yönetiminde yer alması gereken kurumların bilgi ve farkındalık düzeylerinin her zaman yüksek olması gerekmektedir. En az kayıp ve hasarın yaşanması

92

için kurumların birbirleriyle entegre bir biçimde görevlerini yerine getirmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, eğer bireylerin kamu yetkililerine güven düzeyi yüksek olursa, yapılan uyarıları ciddiye alma ve buna göre hareket etme olasılıkları daha yüksek olmaktadır.

Güven kavramının insanların afete hazırlık tedbirlerini önemli ölçüde etkileyen bir faktör olduğu göz önüne alındığında (Bichard & Kazmierczak, 2012; Terpstra, 2011; Wachinger, Renn, Begg, & Kuhlicke, 2013), gelecekte potansiyel afet durumunda halkın ilgili kurumlara güven eksikliğinin bulunması, afet hazırlık programlarının uygulanmasını yüksek oranda olumsuz olarak etkileyebileceği söylenebilir. Bu nedenle eğer bu kurumlar daha iyi bilgilendirilmiş ve potansiyel afetle başa çıkmak için daha hazırlıklı olan bir toplum kurmayı hedefliyorsa, halkın kendilerine olan güveni artırmak için harekete geçmesi gerekmektedir. Bu yüksek güvenin bir sonucu olarak, araştırma kurumları merkezi yönetim ile birlikte, afete hazırlık stratejilerini yönetmelidir. Ülkemizde afet deneyimi ve riski olmasına karşın, halkın ilgili kurumlara güven düzeyini ölçen çalışma sayısı oldukça azdır. Gelecekte yapılacak olan çalışmalarla bu sayı arttırılarak güven düşüklüğünün nedenleri araştırılmalıdır. Çalışma sayısının artması ile kurumların bilgilendirilmesi, halkın kurumlara olan güveninin arttırılması ve kurumlar ile halk arasındaki afet bilinci olgusunun kuvvetlendirilmesi sağlanmalıdır.

Tez çalışması kapsamında elde edilen sosyo-demografik yapı ve doğal risklerin Düzce kentini etkilemesi konusunda duyulan endişe sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde; Doğal risklerin Düzce kentini etkilemesi, yüksek endişe düzeyine göre deprem, orman yangını, sel/taşkın, heyelan ve kuraklık olarak sıralanmaktadır. Deprem riskinin ilk sırada yer alması 1999 yılında Düzce’de meydana gelmesinden kaynaklanmaktadır ve etkisinin hala sürdüğü görülmektedir.

Cinsiyet açısından doğal risk endişesi karşılaştırıldığında, sadece deprem riskinin cinsiyete göre farklılık gösterdiği ve kadınların erkeklere göre deprem konusunda daha fazla endişe duydukları belirlenmiştir. Sadece deprem riski konusunda endişe duymaları diğer sonuçlarda olduğu gibi geçmişte meydana gelmesinden kaynaklanmaktadır. Kadınlar erkeklere göre daha duygusal yapıda oldukları için halen deprem etkisini yaşamakta ve endişe duymaktadırlar. Bu nedenle afet yönetimi konusunda ve kentte yapılan çalışmalarda kadın bireylerin endişeleri dikkate alınarak, güvenli ve huzurlu bir kentte yaşamaları sağlanmalıdır.

93

Yaş, genç bireylerde endişeyi etkileyen önemli bir faktördür. Yaş ve öğrenim seviyesi ile doğal risk endişesi arasında negatif ilişki bulunmuştur. Eğitim seviyesi düşük ve genç yaşta olan bireylerin henüz çevresel bilinç ve farkındalıklarının riskle başa çıkma konusunda yeterli olmaması endişe seviyelerinin yüksek olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, uzman ve yetkililerin doğal riskler konusunda farkındalık oluşturması için küçük yaşlardan itibaren bireyleri riskle başa çıkma stratejileri geliştirmelerine katkı sağlamalı ve endişe düzeyleri giderilmelidir.

Gelir seviyesinin düşük olması ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına, hayattan tatmin olamamalarına, yaşadıkları çevreyi ve konutlarını güvenlikleri konusunda yetersiz görmelerine neden olabilmektedir. Ayrıca gelir seviyelerinin düşük olması bireylere başka yere gidemeyeceklerini de düşündürtmektedir. Bu çalışmada da gelir seviyesi ile doğal risk endişesi negatif ilişkili bulunmuştur. Özellikle doğal risklerin bulunduğu bölgelerde bireylerin kendilerini güven içinde hissederek yaşamaları önem taşımaktadır. Bu nedenle gelir seviyesi düşük olan bireylerin kent planlaması konusunda endişeleri dikkate alınmalı ve yetkililer tarafından riskli bölgelerde yaşamalarına izin verilmemelidir.

Deprem ve sel/taşkın risklerinden duyulan endişe Düzce’de doğmayanlarda doğanlara göre daha yüksektir. Diğer kentlerden Düzce’ye göç etmiş bireyler, daha önce yaşanmış olan afetlerin tekrar yaşanması konusunda endişe duyuyorsa bu durum, Düzce kentinin doğal riskler konusunda güvenli bir yer olarak algılanmadığını göstermektedir. Düzce kentine sonradan gelenlerin endişe seviyelerini azaltacak kentsel düzenleme ve güvenlik önlemlerinin artırılması önerilmektedir.

Bir yerde yaşama süresi arttıkça, yer bağlılığı ve dolayısıyla yaşanılan yere olan güven hissi de artmaktadır. Bu duruma bağlı olarak endişe seviyelerinin azaldığı düşünülmektedir. Bu çalışmada da Düzce’de yaşama süresi ile doğal risk endişesi negatif ilişkili bulunmuştur. Bu sonuca benzer şekilde Düzce’de yaşama süresi arttıkça doğal risk algısının da azaldığı belirlenmiştir. Bu durum, literatürde yer alan mekânsal önyargı etkisinin bir sonucu olup, toplumda doğal riskler için hazırlık tedbirleri alma eğiliminin azalması, endişe eksikliği ve doğal risk algısının düşmesine neden olmaktadır. Bireylerin olası afet durumuna karşı uzman ve yetkililer tarafından doğal risk algılarını artırmaya yönelik çalışma ve uygulamalar yapmaları önerilmektedir.

94

Tez çalışması kapsamında elde edilen sosyo-demografik yapı ve risk algısı sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde;

Bireylerin öğrenim seviyesinin artması, çevresel riskler konusunda bilinç ve farkındalık düzeylerinin artmasına paralel olarak doğal risk algılarının da artmasında etkili olmaktadır. Bu çalışmada da doğal risk algısı ile öğrenim seviyesi pozitif ilişkili bulunmuştur. Bireylerin yüksek risk algısına sahip olmaları afet yönetimi çalışmalarında riskle başa çıkmada büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Düzce’nin riskli bölgede yer almasından dolayı kentle ilgili alınacak kararlar ve uygulanacak projelerde risk algıları yüksek olan uzmanların ve yetkililerin olması önerilmektedir.

Düzce kentinde genel olarak doğal riskler, yüksek risk algısı seviyesine göre sıralandığında ilk sırada deprem yer almaktadır. Daha sonrasında sel/taşkın, heyelan, orman yangını ve kuraklık gelmektedir. Bireylerdeki yüksek risk algısının kişisel koruyucu eylemlere yol açacağı varsayılmaktadır. Bireyler, yaşadıkları yerdeki risklerin farkına varmalı ve olası afet etkilerini azaltmak için bilinçlendirilmeli, afet yönetimi çalışmalarına önem verilmeli, katılımları sağlanmalı ve bu şekilde risklerin farkına varılarak afetlerin yaratabileceği zararlar en aza indirilip toplum olası afete hazır hale getirilmelidir. Toplumun bu konuda farkındalıkları sağlanmazsa afet yaşanması durumunda olumsuz bir senaryo görülmektedir. Doğal afete hazırlık stratejileri, bireylerin yüksek güven duyduğu kurumlar tarafından hazırlanırsa, bu senaryo tersine çevrilebilir. Tez çalışması kapsamında sosyo-demografik yapının risk algısı üzerindeki etkisini belirlemek üzere yapılan analizler sonucunda, bireysel değişkenlerden doğum yeri, doğal afet yaşama durumu, meslek, hane sahipliği, yaş, öğrenim seviyesi, gelir seviyesi ve Düzce’de yaşama süresine göre bireylerin risk algılarının değişkenlik gösterdiği ortaya konulmuştur. Bu sonuçlara göre “Düzce kentinde yaşayan insanların sosyo-demografik yapıları risk algıları üzerinde etkilidir” H2 hipotezi kabul edilmiştir.

Tez çalışması kapsamında elde edilen sosyo-demografik yapı ve yer bağlılığı sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde;

Düzce kentinde yapılan yer bağlılığı araştırması cinsiyet değişkeni dışında diğer sosyo- demografik değişkenler ile ilişkili bulunmuştur. Özellikle bu bireysel değişkenler arasında yaş seviyesi ve Düzce’de yaşama süresi yüksek olanların, Düzce’de doğanların ve kendi evine sahip olanların yüksek yer bağlılığına sahip olması daha önce yapılmış olan çalışmalarda belirtilen bir yerde yaşadıkça biriktirilen anıların o yerle güçlü bağ

95

kurmayı desteklediğini göstermektedir. Ev sahipliği yaşanılan çevrede kalıcılığın veya uzun yıllar orada yaşayacağının bir belirtisi olup, yaşanılan çevreyle bütünleştiğinin de bir göstergesidir. Ayrıca, daha önce afet yaşamasına rağmen hala Düzce’de ikamet etmeleri de o yerle güçlü bir bağ kurdukları anlamına gelmektedir.

Yer bağlılığının öğrenim seviyesi ve gelir seviyesi ile negatif ilişkili bulunduğu bu çalışmada, insanların eğitim ve gelir seviyesinin artmasının bir süre sonra yaşadıkları yerdeki sosyal ve kültürel yaşantının beklentilerinin altında kalmasına neden olacağı için Düzce kentinde yeni kullanım alanlarının planlaması yapılırken yer bağlılığı düşük bireylerin istek ve beklentilerinin de dikkate alınması önem taşımaktadır. Bu bireylerin istek ve beklentilerinin karşılanması yer bağlılığının artmasına katkı sağlayacaktır. Tez çalışması kapsamında sosyo-demografik yapının yer bağlılığı üzerindeki etkisini ortaya koymak için yapılan analizler sonucunda, bireysel değişkenlerden medeni durum, doğum yeri, doğal afet yaşama durumu, meslek, hane sahipliği, yaş, öğrenim seviyesi, gelir seviyesi ve Düzce’de yaşama süresine göre bireylerin yer bağlılıklarının değişkenlik gösterdiği belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre “Düzce kentinde yaşayan insanların sosyo- demografik yapıları yer bağlılıkları üzerinde etkilidir” H3 hipotezi doğrulanmıştır. Yer bağlılığı, birçok önemli süreçle olan ilişkisi nedeniyle çalışmaya değer bir konu olarak görülmektedir. Örneğin, yer bağlılığının duygusal bir bağ olarak incelenmesi, yer değiştirmeye zorlananların ifade ettiği sıkıntı ve zorlukların anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Yer bağlılığı bu yüzden afet psikolojisi araştırmalarına da dâhil edilmektedir. Ayrıca çevresel risk algısı çalışmalarıyla da ilişkilidir. Bağlılığı yüksek olan bireyler, yerleri bir savaş bölgesinde olsa bile, daha yüksek bir güvenlik hissi yaşamaktadırlar. Çevresel risk algısı ve yeri koruyucu davranışları ile olan ilişkisinden dolayı da çevre koruma davranışının anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır (Scannell & Gifford, 2010). Yer bağlılığının afetlerle olan ilişkisinden dolayı, afetlere hazırlık ve tahliyeyi etkilemesi de muhtemel görülmektedir. Topluluk bağlılığının afet hazırlığı üzerindeki etkisi de dikkat çekmektedir (Mishra vd., 2010). Bachrach & Zautra (1985) güçlü topluluk duygusuna sahip bireylerin afetlere daha hazırlıklı olduklarını belirtmiştir. Turner vd. (1986), topluluk bağlılığının afetlere hazırlıklı olmayı artırdığını ve potansiyel afet endişesinden daha fazla eyleme teşvik ettiğini belirtmiştir. Evans, Holmes & Pooley (2004’den alıntı yapan Mishra vd., 2010), daha fazla topluluk bağına sahip kişilerin afetler gibi olumsuz olaylarla başarılı bir şekilde baş etme ihtimalinin daha yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır. Tierney, Lindell, & Perry (2001) ayrıca, bireylerin toplumları ile

96

sosyal olarak bağlılık kurduklarında toplumun hazırlıklı olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu da belirtmiştir. Paton, Millar, & Johnston (2001), bir topluluk duygusuna sahip olmanın, insanlara ve yere bağlılık duygularına sahip olmanın, bir afetin ardından toplumu afet müdahalesine katılmaya teşvik ettiğini öne sürmektedir. Tam tersine, Riad & Norris (1998), taşınmayı amaçlayan bireylerin, topluluğa daha az bağlı olduğunu belirtmiştir. Bağlılık ile hazır olma arasında zayıf bir ilişki bulunan çalışmalarda bu durum, sosyal parçalanma ve yetkililere düşük güven gibi faktörler ile açıklanabilir (Mishra vd., 2010).

Bazı araştırmalarda, doğal afetlerin insanlar ve çevreleri arasında gelişen bağlar üzerindeki muhtemel etkilerine odaklanmıştır (Gaillard, 2008; Mishra vd., 2010), ancak doğal afetler üzerine yapılan araştırmaların çoğu, travma sonrası stres gibi fiziksel ve psikolojik sağlık ile etkilenenlerin risk algısı üzerine odaklanmıştır (Bonnano, Brewn, Kaniasty, & La Greca, 2010; Kaniasty 2011). Ayrıca, doğal afetlerin son on yılda yayınlanan çevre algısı üzerindeki etkileriyle ilgili çoğu literatür Çevre Psikolojisi dışındaki araştırma disiplinlerinden ortaya çıkmıştır (Ruiz & Hernández, 2014). Yeterli kaynaklar ve başa çıkma stratejileri olmadan, insanların bir yere doğru geliştirdikleri bağları değiştiren çevresel değişikliklerin önemli psikolojik sonuçları olabilir (Ruiz & Hernández, 2014).

Doğal afetler uluslararası alanda giderek daha yaygın bir şekilde ortaya çıkmaktadır ve bu durumun küresel iklim değişikliğinin gittikçe artan etkisi ile daha da kötüleşeceği düşünülmektedir. Bu olaylar daha yaygın hale geldikçe, bu risklerin ortaya koyduğu zorlukları azaltmak ve risklerle başa çıkmak için afet risk yönetimi planlama ve politika uygulamalarında bir artış görülmektedir. Bununla birlikte, bireylerin afetlerdeki artışa en iyi nasıl tepki verebileceği ve bunlara nasıl uyum sağlayabileceğini belirlemek için, sadece bu olaylardan etkilenme biçimlerini değil, aynı zamanda kendilerinin nasıl tepki verdiklerini de anlamak gerekmektedir (Adie, 2019). Düzce kentinde bireylerin afetlere karşı vermiş oldukları tepki, yer bağlılığı arttıkça bireylerin yer değiştirmeye isteksiz oldukları şeklindedir (Arslan, 2009). Yani Düzce kentinde yer bağlılığı arttıkça risk algısı da artmaktadır, riskle başa çıkma davranışı ise azalmaktadır. Bu sonuç yüksek yer bağlılığı ile ilişkilendirilebilir. Bireylerin hem doğal afet hazırlığı hem de müdahale eylemlerinin risk algıları ile yetkililere ve uzmanlara duyulan güven derecesinden önemli ölçüde etkilendiği bulunmuştur. Bu nedenle, afetler karşısında daha iyi hazırlanmış ve daha çabuk kendini toparlayan toplumların geliştirilmesine olanak tanıyan planlar,

97

programlar ve politikalar tasarlamak için toplumun gerçek algıları ve endişelerini incelemek ve anlamak önemlidir (Bronfman vd., 2016).

Bireyleri afet öncesi, sırası ve sonrasında korumayı amaçlayan afet yönetimi, afet öncesi risk yönetimi (afete hazırlık, zarar azaltma) ve afet sonrası kriz yönetimi (müdahale ve iyileştirme) aşamalarını kapsamaktadır. Her aşamada yapılan çalışmaların başarısı büyük ölçüde, bir sonraki aşamadaki çalışmaların başarısına yön vermektedir (AFAD, 2014). Afet yönetimi çalışmalarında alınması gereken önlemlerin sürekliliği ve sürdürülebilirliği önem taşımaktadır.

Afet yönetimi, afet öncesi risk yönetimi ve afet sonrası kriz yönetimi olmak üzere 2 aşamadan oluşmaktadır. Daha önceki yıllarda meydana gelen afetler ve özellikle 1999 yılında yaşanan depremler sonucunda, afet yönetiminin yetersiz kaldığı görülmüştür ve yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, afet sonrası ağırlıklı kriz yönetimi anlayışından, afet öncesi ağırlıklı risk yönetimi anlayışına geçiş kararı alınmıştır. Yeni düzenlemeler ile birlikte yönetmelikler gözden geçirilmiştir. 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği (2012) ve Mekânsal Planlar Yönetmeliği (2014) hazırlanmıştır. Yeni yönetmelikler, riskli alanların ve yapıların tespit edilerek dönüştürülmesi, olası afet durumu için kentin planlanması, risk azaltıcı tedbirlerin alınması gibi uygulamaları kapsamaktadır. 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı yasa ile Başbakanlık’a bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurularak yetki ve sorumluluklar tek bir çatı altında toplanmıştır. Bu kurum, afet yönetimi konusunda faaliyetlerin planlanması, yönlendirilmesi, desteklenmesi, koordine edilmesi ve etkin uygulanması için ülkenin tüm kurum ve kuruluşları arasında işbirliğini sağlayarak, disiplinler arası çalışmayı esas almaktadır. Afet öncesi risk yönetimi çalışmalarına ağırlık verilmesi ile bireylerin güvenli bir şekilde yaşaması sağlanarak, can ve mal kayıplarının en az seviyeye düşürülmesi amaçlanmıştır.

Yüksek Öğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi taramasına göre ilk kez yer bağlılığı ve risk algısı arasındaki ilişkiyi açıklayan bu yüksek lisans tezi ile yer bağlılığının risk algısını pozitif yönde etkilediği sonucuna göre çeşitli öneriler geliştirilmiştir.

Yer bağlılığı ve risk algısı değişkenlerinin doğrudan ve dolaylı olarak afet yönetimi sürecini etkilediği görülmektedir. Bir kentte afet riski zararlarını önleme ve azaltma