• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK DİASPORA POLİTİKASI

3.1. TARİHSEL GELİŞİM

3.1.4. Son Dönem Diaspora Politikaları (2002 )

İlk kez 2002 yılında iktidar olan AK Parti yönetimi, Türkiye’de siyasi, ekonomik ve sosyal alanda belirgin değişimlerin yaşandığı bir transformasyon sürecini beraberinde getirmiştir. Değişen siyasi kadrolara paralel olarak, hem iç siyaset hem de Türk dış politikası önemli dönüşümlere uğramıştır. Sosyolojik olarak muhafazakâr ancak ekonomi-politik açıdan liberal bir parti olarak ortaya çıkan AK Parti, ilk hükümet döneminde ülke içerisinde demokratikleşme, ekonomik kalkınma ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik gibi önceliklerle yola çıkmıştır. Parti bu dönemde, parlamentodaki sayısal çoğunluğunun da yardımıyla etno- kültürel ve dini gruplara yönelik özgürlükler ve siyasette askeri otoritenin rolünün zayıflatılması konularında önemli reformlara imza atmış ve ülkenin ekonomi ve hukuk sistemi AB standartlarına daha yakın hale getirilmiştir. Türkiye’nin ekonomi ve dış politika çerçevesini genişlettiği bu dönemde, ihracat ve küresel pazarlara açılım temelli bir büyüme ve kalkınma anlayışı kabul edilmiş ve yurtdışından gelen direkt yatırımlar ve ekonominin hacmi de büyük oranda artmıştır. (Öniş ve Kutlay, 2013)

Tüm bu olumlu gelişmeler, AK Parti’nin 16 yıllık dönemde girdiği tüm seçimleri kazanmasını ve asker ve hukukçuların da içinde olduğu seküler-ulusalcı kanat karşısında güçlenmesini sağlamıştır. Bu durum “ulus” söylemine yüklenen anlamı dönüştürmüş, zayıflatılan seküler Kemalist söylem yerini Osmanlı mirasına göndermeler ve İslami referanslar içeren bir ulus/millet konseptine bırakmıştır (Aydın, 2014, s.11). Bu konseptin oluşumunda, 2002-2009 yıllarında Dış Politika Başdanışmanı ve sonraki dönemde Dışişleri Bakanlığı görevlerinde bulunan Ahmet Davutoğlu’nun etkisi de büyük olmuştur. Ana hatları Türkiye’nin dış politika kaynaklarını çeşitlendirmek ve yumuşak güç kullanımını artırmak olan Davutoğlu’nun yaklaşımı, “Stratejik Derinlik” isimli kitabında ayrıntılı olarak görülebilmektedir. O zamana değin benimsenen tek yönlü ve Avrupa-Atlantik eğilimli bir dış politika yerine Davutoğlu, Türkiye’nin Osmanlı ve İslam medeniyetinden kalan tarihi ve

58

kültürel kimliğini yeniden sahiplenmesini ve bu yolla etkin bir bölgesel güce dönüşebileceğini söylemektedir (Davutoğlu, 2001).

“Yeni Osmanlıcılık” olarak yorumlanan ve bir etnisite ve dile değil, tarihi Türk ve Osmanlı kimliğine dayanan bir Müslüman ulusçuluğuna gönderme yapan bu konseptin yansımalarına siyasi demeç ve söylemlerde de rastlanabilmektedir. Örneğin, 2011 parlamento seçimleri sonrası yaptığı bir konuşmada Erdoğan AKP’nin seçim zaferini “Müslümanların zaferi” olarak nitelendirmiş ve bir zamanlar Osmanlı imparatorluğuna ait olan ülke ve şehirleri selamlamıştır: “İnanın bugün İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut

kazanmıştır. Ankara kadar Şam kazanmıştır. Diyarbakır kadar Ramallah, Batı Şeria, Kudüs, Gazze kazanmıştır.” (Hürriyet, 12 Haziran 2011) Benzer şekilde, katıldığı bir konferansta

dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin sınırlarını tarihi referanslarla çizerek şöyle söylemektedir: “Türkiye küçük bir Balkanlar’dır, küçük bir Ortadoğu’dur,

küçük bir Kafkasya’dır. Bosna’dakinden daha fazla Boşnak, Arnavutluk’takinden daha fazla Arnavut, Çeçenya’dakinden daha fazla Çeçen, Abhazya’dakinden daha fazla Abhazyalı aramızda yaşamaktadır. (…) Osmanlı mirası sayesinde.” (BALMED, 2011, s. 17).

Kemalizm’den daha güçlü ve tarihi-dini motiveli bu kimlik tanımı, hem iç kamuoyunda daha büyük bir destek bulmuş ve hem de Türk dış politikasının akraba topluluklara ve yurtdışında yaşayan Türklere dönmesini kolaylaştırarak, Türk diaspora politikasında köklü değişikliklere neden olmuştur. Aydın’a göre bu dönemdeki diaspora yönetimini eskisinden ayıran üç temel özellik vardır: İlk olarak Türkiye kökenli insanların açıkça diaspora olarak adlandırılması. İkinci olarak, onlara yönelik politikanın bir kamu diplomasisi stratejisinde saklanması. Ve son olarak bu politikanın, muhafazakâr tandanslı yeni bir millet görüşüyle bağlantılandırılması. (Aydın, 2014, s. 13)

3.1.4.1. Diaspora Kavramının Kullanımı

İlk olarak, yurtdışındaki Türkiye kökenlileri tanımlamada “diaspora” kavramının

seçilmesi Türk diaspora politikasında önemli bir aşama olarak görülmektedir. Ermeni

diasporasının Türkiye’ye yönelik olumsuz girişimleri, Yahudiler ve onların yaşadıkları acılar gibi olumsuz çağrışımlarına rağmen bu kelimenin siyasi retorikte kullanılmaya başlanmasını, dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ şöyle açıklamaktadır:

Türkiye’nin küresel ağırlığı ve etki alanı hızla artarken, artık kendi diasporamızı kendi ekonomik kalkınmamız ve hedeflerimiz etrafında konumlandırmamızın vakti gelmişti. Türkiye olarak daha önce diaspora, lobi gibi

59

kavramlara hep korku ile yaklaşmıştık. Bu kavramları başka ülkelerin diasporalarının ülkemizin aleyhine gerçekleştirdiği faaliyetlerle özdeşleştirdik; kendi diasporamızın farkına varamadık. (Aktaran: Keskin, 2017, s.544-545)

Bunun yanında, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu IV. Büyükelçiler Konferansında yaptığı bir konuşmada (23 Aralık 2011), “Diaspora kavramını değiştireceğiz. Dini ve

mezhebi ne olursa olsun, Anadolu topraklarından göçmüş her birey bizim diasporamızdır”

diyerek, etnik kökenine bakmadan Anadolu’dan geçen herkesin bu kavramın şemsiyesi altında tanımlanması gerektiğini söylemiştir (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2011).

Çoklu ulusal kimliklerle uyumlu ve tarihi-kültürel temellere dayalı bir “diaspora” kavramı temelinde yükselen bu yaklaşım, aynı zamanda göçmenlerin bulundukları ülkelerin kalıcı bir parçası olduklarını da kabul etmek anlamına gelmektedir. Buna uygun olarak, Türk diaspora politikası da Türkiye kökenli göçmenlerini yaşadıkları ülkelerde entegre olmaları konusunda teşvik etmeye meyletmiştir. Ancak bu yapılırken asimilasyon-entegrasyon ayrımına vurgu yapılmış ve çift taraflı ödevler sistemine dayalı bir uyum yaklaşımı sergilenmiştir. Erdoğan’ın 2008 yılında yaptığı Köln konuşması bunun önemli bir örneğidir. Bu konuşmada Erdoğan, asimilasyonun insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söylemiş ve kendi öz kültüründen, öz dilinden taviz vermeden entegrasyonu savunmuştur. Almanya’daki Türklere ise Almancayı en iyi şekilde öğrenmeleri, siyasi katılım ve temsili artırmaları ve eğitim imkânlarından en iyi şekilde yararlanmalarını salık vermiştir. (Die Welt, 2008, 11 Şubat)

3.1.4.2. Vatandaş Devlet Arasındaki Mesafenin Kaldırılması

Öte yandan, yeni diaspora politikasında göze çarpan en önemli değişikliklerden biri de, siyasi sahada diasporaya bakış ve bu gruplara yönelik yaklaşımdaki dönüşümdür. Bu dönemde, ülke içerisinde Kemalist-seküler iktidarlar boyunca mağdur edilmiş toplumsal kesimler ve azınlıklara yönelik yürütülen demokratik açılım yaklaşımının, diaspora politikalarına da yansımış olduğu görülmektedir. Türk vatandaşlarının uzun yıllar, yaşadıkları ülkelerde kendilerine hizmet için var olan konsolosluk ve elçiliklerde “tepeden bakılan ve hor görülen” kesimler olarak ötelenmeleri sıklıkla dile getirilen bir konudur (Ulusoy, 2016, s.129). Örneğin, 2003 yılında parlamentoda gerçekleştirdiği bir konuşmada, AK Parti sözcüsü Eyüp Fatsa yurtdışı temsilciliklerinde görev yapan büyükelçi ve konsolosluk çalışanlarını bu konuda şöyle eleştirmektedir:

60

Özellikle konsolosluk hizmetlerinde vatandaşlarımız çok ciddî problemlerle karşılaşmaktadır. Ben, bu konuşmamızı Dışişleri Bakanımızın da, Dışişleri yetkililerimizin de duyacağına inanıyorum. Vatandaşlarımıza, bulundukları ülkelerin resmî makamlarında çıkarılmayan zorlukları lütfen çıkarmayın; insanlarımıza, kendi elçiliklerinin ve kendi konsolosluklarının kapısında parya muamelesi yapmayın. Bizim insanımızdır. Varsa, yanlışını düzelt deyin; ama aşağılamayın, aşağılamayın insanları! (TBMM, 2003)

Benzer şekilde, 2003-2004 yıllarında Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, Almanya Türklerinin en az güvendikleri kurumların başında Türkiye’nin elçilik ve konsoloslukları gelmektedir (Kaya ve Kentel, 2005, s. 48). İşte AK Parti dönemi diaspora yönetiminin önemli boyutlarından birini de, devletin o döneme değin yurtdışındaki vatandaşlarının önemli bir kısmına karşı sergilediği bu mesafeli tutumun eleştirisi oluşturmaktadır. Bu dönemde söz konusu elitist tavrın değiştirilmesi ve halkla araya konulan mesafe ve yukarıdan bakışın ortadan kaldırılması yönünde bir tutum değişimine gidildiği görülmektedir. Kendisini “halkın içinden ve halka yakın” olmakla tanımlayan AK Parti iktidarının bu yaklaşımı diasporanın Türkiye devletine olan güven ve aidiyetini de artırmıştır. (Okyay, 2015, s. 137-138)

3.1.4.3. Yeni Kurumlar, Yeni Enstrümanlar

Bunun yanında, yeni diaspora politikası, kendisini hem kurumsal düzeyde hem de uygulanan politikalar yoluyla baskın şekilde hissettirmiştir. Dışişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, Türkiyeli göçmenlerin kalıcılıklarının anlaşıldığı 80’li yıllardan itibaren faaliyet gösteren ve diaspora politikasının şekillenmesinde merkezi role sahip kurumlara, 2000’li yıllardan sonra yeni kurumsal yapılar eklenmiştir. Türk diaspora politikasını derinden etkileyen en köklü değişiklik kuşkusuz, 2010 yılında kurulan “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar

Başkanlığı” dır. Dönemin Devlet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından “Diaspora Bakanlığı”

olarak nitelenen bu kurum yoluyla, Türkiye hem yurtdışındaki vatandaşları hem de akraba topluluklarına yönelik politikaları yürütecek merkezi bir aktör tesis etmeyi amaçlamıştır. Alandaki bir diğer kurumsal yenilik, kültürel diplomasi aracı olarak tasarlanan “Yunus

Emre Enstitüleri” olmuştur. Goethe Institut ve British Council benzeri faaliyetler

yürütmek üzere kurulan bu enstitülerin, Türkiye’ye uluslararası yumuşak güç anlamında katkı sunması hedeflenmektedir. Bunun yanında, Avrupa ülkelerinde meskun Türkiye kökenlilerin gönüllü bir girişimi olarak planlanan “Uluslararası Demokratlar Birliği” (UID) de yeni diaspora politikasının önemli bir bileşeni olarak dile getirilmelidir. Görev sahası ve faaliyetleri aşağıda ayrıntılı şekilde ele alınacak olan bu kuruluşlar, Türkiye’nin

61

yurtdışındaki vatandaşları ve soydaşlarına yönelik ilgisindeki artışı göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Kurumsal altyapının çeşitlendirilip sağlamlaştırıldığı bu yıllarda, göçmen nüfusa yönelik daha etkin politikalar yürütmek amacıyla yeni bir takım enstrümanlar da geliştirilmiştir. Bunlar arasında, esnek vatandaşlık, kısa dönem yahut bedelli askerlik gibi uygulamalar yanında, yurtdışından Türkiye’nin seçimlerine katılım ve mavi kart ile genişletilen haklar gibi uygulamalar ön plana çıkmaktadır. (Aksel, 2013, S.17)

Yurt dışındaki Türkiye vatandaşlarının bulundukları ülkelerde Türkiye için oy kullanma hakkı bağlamında ilk çalışmalar 1995 yılında başlatıldıysa da, bu konudaki ilk somut adımlar 2000’li yıllarda atılabilmiş ve yürütülen altyapı hazırlıkları sonrası yurtdışındaki Türk vatandaşları ilk kez 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için gümrük kapıları yanında bulundukları ülkenin yurtdışı temsilciliklerinde de oy kullanabilmiştir (Keskin, 2017, 549- 550). Bu ilk seçimde katılım oranı çok yüksek olmasa da (526.541; yani seçmenin %18,94’ü), oy kullanma oranları her seçimde giderek yükselmiş ve 2017’de Başkanlık Sistemi için yapılan halk oylamasında 2 milyon 972 bin 771 yurtdışı seçmeninin neredeyse yarısı (1 milyon 400 bin) anayasal hakkını kullanmak üzere sandığa gitmiştir. Seçimlere katılımdaki bu artış, Türk vatandaşlarının anavatana olana aidiyet ve ilgilerini göstermesi açısından önemli bulunmakta ve onların Türkiye siyasetinden beklenti ve taleplerinin gündeme gelmesine de imkân sağlamaktadır. Zira seçimler öncesi tüm parti programlarında, artık yurtdışındaki vatandaşlara yönelik vaatlerin de yer aldığı görülmektedir. (GAV, 2018) Yeni diaspora politikasının önemli enstrümanlarından biri de Mavi Kart uygulamasıdır. Çalışmanın kuramsal çerçeve bölümünde de bahsedildiği gibi, ülkeler artık yurtdışındaki nüfuslarının toprağa dahil edilmesi (territorialising) için değil, diasporize edilmeleri (diasporising) için çaba harcamakta ve buna uygun olarak çifte vatandaşlık gibi esnek politik enstrümanlar geliştirmektedirler. Başta Almanya ve Avusturya olmak üzere Avrupa ülkelerinin birçoğu, çifte vatandaşlığa izin vermediğinden, Türkiye göçen insanlarının Türk vatandaşlığından çıkması halinde karşılaşacakları sıkıntıları gidermek için Mavi Kart uygulamasını yürürlüğe sokmuştur. Bu uygulama yoluyla, hem diaspora üyelerinin bulundukları ülkelerin vatandaşları olmalarını teşvik eden devlet politikası yürütülmeye devam edilmekte, hem de anavatanda bu gruplar için sunulan haklar garanti altına alınabilmektedir (Keskin, 2017, s.547).

62

Bu dönemde ayrıca, diaspora üyelerine yönelik sosyo-ekonomik desteklerin de arttığı görülmektedir. Örneğin yurtdışında yaşayan vatandaşların önemli sorunlarından biri olan askerlik mevzuunda bir takım kolaylaştırıcı adımlar atılmıştır. Dövizle askerlik bedeli 6 bin avrodan bin avroya düşürülmüş ve anavatandakilere dahi tanınmamış olan bu ekonomik katkı ile asker kaçağı durumuna düşerek Türkiye ile bağını sürdüremez çok sayıda kişinin bu problemi çözüme kavuşturulmuştur. Bunun yanında, uzun yıllardır şikayet konusu olan yüksek pasaport harçları, diaspora lehine yapılan bir düzenleme ile yarıya düşürülmüştür. Mikro alanda sunulan bu katkı ve destekler, makro alanda anavatan ile bağların sağlamlaştırılması adına önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. (Yeneroğlu, 2016) 3.1.4.4. Dönüşümün Nedenleri

Yukarıda bahsedilen ve Türk diaspora yönetiminde 2000’li yıllarda başlayan tüm bu dönüşüm ve gelişmelerin arkasında hangi saik ve motivasyonların yer aldığı sorusu da alan yazında tartışılan önemli konulardan biri olmuştur. Bu bağlamda, çalışmanın kuramsal çerçeve bölümünde bu konudaki temel yaklaşımlar ele alınmış ve devletleri diaspora politikalarına iten sebepler kucaklayıcı, faydacı ve neoliberal yaklaşımlar çerçevesinde anlaşılmaya çalışılmıştır.

Söz konusu yaklaşımların, alan yazında Türk diaspora politikasının motivasyonlarını açıklarken de kullanıldığı görülebilmektedir. Örneğin; Aydın (2014), Türkiye’nin son yıllarda diasporaya yönelik artan ilgisini ekonomik ve siyasi menfaatler çerçevesinde değerlendirmekte ve diaspora üyelerini ev sahibi ülke ve anavatan arasındaki siyaset, yatırım ve ticaret ilişkilerini etkileyen ekonomik ve sosyal bir sermaye olarak tanımlamaktadır. Aydın’a göre, bulundukları ülkelerde siyasi ve toplumsal temsiliyeti ve organizasyon yeteneği gün geçtikçe artan Avrupa’daki Türk diasporası, Türkiye tarafından önemli bir kaynak ve Türkiye’nin yurtdışındaki doğal uzantısı olarak görülmekte ve bu nedenle desteklenmektedir. Türk diasporasının AB’ye üyelik başta olmak üzere, ev sahibi ülkelerde yürütülecek lobi faaliyetleri, yaşadıkları ülkeler ile Türkiye arasındaki ticaretin ve ülkeye yabancı sermaye girişinin artırılması ve Türkiye’nin dış yatırım imkânlarının çeşitlendirilmesi yönünde sunabileceği katkılar Türkiye’nin diasporayı desteklemek konusundaki istekliliğini büyük oranda açıklamaktadır. Özellikle, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) gibi ekonomik kuruluşların, Türkiye tarafından etkin bir diaspora politikası yürütülmesi konusundaki tavsiyelerini örnek gösteren Aydın, diaspora

63

politikalarını şekillendiren en önemli unsurun ekonomik menfaatler olduğunu dile getirmektedir. (Aydın, 2014)

Benzer şekilde, Aksel (2016) de, Türk devleti tarafından diasporanın öncelikle siyasi ve ekonomik bir kaldıraç olarak görüldüğünü ifade etmekte, Türkiye’de “diaspora” kavramının ilk olarak sermaye çevreleri ve ekonomik kuruluşlar tarafından kullanılmaya başlanıp daha sonra politik alana yayılmış olmasını bunun bir kanıtı olarak göstermektedir (s.19).

Öncesinde de bir takım girişimler olmasına karşın, esasen AK Parti iktidarları tarafından fark edilen diasporanın ekonomik ve siyasi gücüne değinen Keskin (2017)’e göre de, çoğunlukla Batı Avrupa ülkelerinde yerleşik bulunan Türkiye diasporasının Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesinde oynayabileceği katalizör rolü, diaspora politikalarının gelişiminde ve şekillenmesinde oldukça etkili olmuş ve Türkiye, dış politik açılımlarına yardımcı unsur olarak diasporayı daha fazla ihmal etmek istememiştir. Bekir Bozdağ’ın diasporanın yaşadıkları ülkelerdeki toplumsal katılım ve entegrasyonunun teşviki konusunda 2012 yılındaki şu sözleri de bu yaklaşımı doğrular niteliktedir:

Vatandaş oldukları ve eşit haklara sahip oldukları zaman, oradaki istihdama, eğitime, siyasete, her alana daha etkin katılımları olacak ve hem orada yaşayan vatandaşlarımıza, soydaşlarımıza, akrabalarımıza hem de Türkiye’yle yaşadıkları ülkenin ilişkilerinin sağlıklı olmasına daha büyük katkılar sunma imkânı bulacaklar. (Zentürk, 2012, s. 5)

Ancak Keskin (2017), yeni dönem Türk diaspora politikasını sadece anavatanın menfaatleri temelinde açıklamanın da doğru olmadığını düşünmektedir. Ona göre AK Parti hükümetleri yaptıkları icraatlar yoluyla, yurt içerisinde uzun yıllar dışlanmış ve sahipsiz bırakılmış toplumsal kesimleri kucakladığı gibi, yurtdışındaki Türk diasporasını da kucaklamış ve bu kesimlerin ülke ile bağları güçlendirilmeye çalışmıştır. Yaşadıkları ülkelerde birçok sorunla karşılaşan diasporanın hak ve özgürlüklerini yüksek sesle dillendirilerek, yurt dışındaki milyonların da sorunlarına çözüm üretmeye uğraşmaktadır. (Keskin, 2017, s. 550-551) AK Parti’nin iç ve dış politikadaki önceliklerinin bir yansıma alanı olarak yeni Türk diaspora politikasının önemli bir politik sıçrama olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Ulusoy (2016) da, AK Parti hükümetlerinin yeni aktör ve enstrümanlar yoluyla diasporanın sorun ve ihtiyaçlarını gidermek için çalıştığına ve bu dönemde merkezden itilmiş belirli kesimlerin haklı kırgınlıklarını giderme noktasında ciddi adımlar atıldığına değinmektedir (s. 128-129). Bununla beraber, Ulusoy (2016) da söz konusu politikanın şekillenmesinde iş çevrelerinin önemini kabul etmekte ve bu konuda TOBB ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) gibi

64

kuruluşların faaliyetlerinden örnekler vererek diasporanın inşasında oynadıkları birincil rolü ifade etmektedir. DEİK bünyesinde yıllık olarak düzenlenen “Dünya Türk Girişimciler Kurultayı”, diasporayla ilişkilerin geliştirilmesine yönelik anlaşmalar ve spesifik olarak diaspora konusunda hazırlanmış ilk rapor olan “Dünyada Diaspora Stratejileri: Türk Diasporası için Öneriler” isimli çalışma söz konusu kuruluşların Türkiye’de diaspora inşası konusundaki öncü rolünü göstermesi açısından önemlidir. (Ulusoy, 2016, s.168)

Görüldüğü gibi; alan yazında son dönemde Türkiye’nin diasporaya yönelik ilgisindeki artışın ardında birden fazla saikin rol oynadığından bahsedilmektedir. Bütüncül bir okuma yapıldığında, göçmenlerin ekonomik ve siyasi kaynaklarından faydalanmayı (tapping) ön plana çıkaran yaklaşım yanında, göçmenlerin anavatan tarafından vatandaşlık yahut etnik bağ çerçevesinde kucaklandıklarını (embracing) savunan yaklaşımın da Türk diaspora politikasını açıklamakta yardımcı olabildiği görülmektedir. Bunun yanında, her ne kadar çok fazla dillendirilmemiş olsa da, yeni Türk diaspora politikasının enstrüman ve kurumları oluşturulurken dünya örneklerinden etkilenildiği ve bu bağlamda neoliberal göç yönetimi anlayışının yaygınlaşmasının da diaspora politikalarının oluşumunda etkili olduğu söylenebilir.