• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1. DİASPORA KAVRAMI

2.1.2. Diaspora Yaklaşımları

2.1.2.1. Klasik Diaspora Yaklaşımı:

Klasik diaspora tanımı; travmatik unsurların bulunduğu zorunlu bir dağılma durumuna ve sürekli olarak terkedilen anavatana geri dönüş mitine dayanmaktadır. Diasporanın klasik tanımı ve sınıflandırması konusunda en çok referans alınan isim William Safran’dır.

1 Kelimenin dünyanın en büyük diasporalarından kabul edilen Afrika dışında yaşayan Afrikalıları tanımlaması için 1965 yılına kadar beklenmesi gerekecektir. “Siyah diaspora” tamlaması, ilk olarak Abiola Irele’nin 1965 tarihli ve “Negritude or Black Cultural Nationalism” isimli makalesinde kullanılmıştır.

25

Safran’a göre bir topluluğun diaspora olarak tanımlanabilmesi için altı temel karakteristik özelliği barındırması gerekmektedir:

1) anavatandan uzakta en az iki farklı bölgeye dağılma; 2) anavatanları hakkında ortak bir hafıza ve miti sürdürme;

3) yerleştikleri yeni ülkelerin yerli toplumu tarafından tam olarak kabul edilmediklerine ve edilmeyeceklerine inanmış olma;

4) ev sahibi ülkede ‘geçici olarak’ kalmakta olduğu inancını taşıma ve bir gün ana vatana geri dönme isteğini sürekli tutma;

5) ana vatanın muhafazası, yenilenmesi ve başarısı için fedakârlık gösterme;

6) ana vatanla devamlı olarak var olan ilişkiler tarafından oluşturulan bir etnik grup bilinci ve ortak kader inancı. (Safran, 1991, s.83-84)

Diasporanın bu şekilde tanımlanması bu çalışmaların Yahudi deneyiminden yola çıkılarak yapıldığının da bir kanıtıdır. Diasporanın anavatana dönüş temelinde ve homojenite içeren, sabit ve değişmez bir kategori olarak algılanması eleştiri konusu olmuş ve kavramın farklı ve modern deneyimleri tanımlamakta yetersiz kaldığı ifade edilmiştir (Kaya, 2000, s.61). Çünkü her diasporanın bir geri dönüş amacı yoktur ve anavatana dönüş imkanı verilse de dönmeyecek toplumları diaspora tanımının dışında tutmak mümkün görünmemektedir. Bunun en iyi örneği, bulundukları toplumlara en yüksek düzeyde entegre olan ve çoğunlukla geri dönüş talepleri bulunmayan Yahudi ve Ermeni diasporalarıdır. Bu yönüyle klasik yaklaşım, kadim diaspora grupları kabul edilen Yahudi ve Ermeni diasporalarının günümüzdeki durumunu dahi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla Safran’ın başını çektiği klasik diaspora yaklaşımı, kısıtlı bir çerçeve sunduğu gerekçesiyle eleştirilmiş ve diasporanın tanımı farklı deneyim ve toplulukları da kapsayacak şekilde genişletilme yoluna gidilmiştir.

2.1.2.2. Çağdaş Diaspora Yaklaşımı

Klasik diaspora tanımının eksik olduğu düşüncesinden hareketle Safran’ın tanımına eklemeler yaparak görece daha geniş bir tanıma ulaşmayı hedefleyen Cohen‘e göre diaspora ek olarak şu özellikleri de içermektedir:

26

 İş arama, ticaret gibi istekler peşinde anavatandan dışarıya açılma,

 Yaşanılan yerde çoğulculuğa gösterilen toleransla yaşamı daha yaratıcı ve zenginleştirici hale getirme imkânı (Cohen, 1997, s.26).

Cohen (1997, s.26-27) ayrıca diasporanın tek bir türe indirgenemeyeceğini söyleyerek farklı diaspora tipolojileri geliştirmiştir:

 Eski Diasporalar: Kurban diasporaları (Afrika, Ermeni ve Yahudi) ve emperyal diasporalar (Antik Yunan, Hollanda, İngiltere)

 Yeni Diasporalar: İş/hizmet diasporaları (Hintliler, Çinliler, Şıhlar, Türkler, İtalyanlar); ticaret diasporaları (Lübnanlılar, Hintliler, Japonlar) ve kültürel diasporalar (Karayipliler, Çinliler, Hintliler)

Anavatan ve geriye dönüş nosyonları açısından klasik diaspora yaklaşımından ayrılamayan Cohen, çeşitli amaçlarla anavatandan kendi isteğiyle ayrılan toplumları da diaspora içerisinde tanımlayarak, çağdaş diaspora yaklaşımlarına büyük bir kapı aralamıştır. Böylece diaspora kavramı çeşitli nedenlerle muhtelif ülkelere dağılan bütün göçmenler için kullanılmaya başlanmıştır. Tötölyan’ın ifadesiyle “Nereye bir dağılma gerçekleşmişse, orası

şimdi diasporadır” (Tötölyan, 1996, s.3).

Günümüzde diaspora kavramına ilişkin yaklaşımlar, bir takım gelişmelerin de etkisiyle bazı konularda klasik yaklaşımdan ayrılmaktadır. Bu gelişmeler, kendi aralarında da bir sebep sonuç ilişkisi barındırdıklarından, konumuz açısından etkileri birbirlerinden bağımsız düşünülemez.

Çağdaş diaspora yaklaşımını etkileyen en temel gelişme- neredeyse bütün sosyal araştırma alanlarına yeni boyutlar kazandıran- küreselleşme olgusudur. Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insan, toplum ve devletler arasındaki iletişim ve etkileşimin “karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak tanımlayabileceğimiz küreselleşme, özellikle 19.yüzyıl ile birlikte ülkeler arasında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yaşanan yakınlaşma eğilimi ile kendisini göstermiştir. Bu eğilim, uluslararası anlaşmalarla artmış, gümrük duvarları yıkılmış, uluslararası sermaye hareketleri hızlanmış, çokuluslu firma sayısında büyük bir artış yaşanmıştır (Biber, 2003, 62). Günümüzde küreselleşme ekonomik, siyasi ve kültürel başta olmak üzere yaşamın her alanını etkileyen ve dışında kalınamaz bir

27

süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşme, kapitalist modernleşme sürecinin de etkisiyle, insanların göç etme olanak ve olasılığını da artırıcı yönde etkide bulunmuştur. Özellikle ulaşım ve iletişim teknolojilerinin çeşitlenmesiyle göçmenlerin anavatanla bağlarının yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu süreç hem göç alan hem de göç veren ülkeleri etkilemiş ve diaspora için de- aşağıda bahsedileceği gibi- ulus-aşırı alanların varlığını daha belirgin ve meşru hale getirmiştir. Diaspora toplumlarının anavatan yanında, dağılmanın gerçekleştiği diğer coğrafyalardaki soydaş topluluklarla da bağlar kurması mümkün hale gelmiş ve bu da diasporanın giderek global ve merkezsiz bir olgu olarak algılanmasına katkı sağlamıştır.

Çağdaş diaspora kavramını ele alırken, göz ardı edilmemesi gereken bir başka gelişme ise, uluslararası alanda insan haklarının evrenselleşmesi ve bireysel ve kolektif hak ve

özgürlüklere ilişkin vurgunun artmasıdır. Bu durum, devletlerin, sınırları içerisinde yaşayan

azınlık ve göçmen toplulukları yönetirken, bireysel ve kolektif grup haklarına ilişkin bir duyarlılık taşıması noktasında baskı oluşturmaktadır. Bu gruplara ilişkin zorunlu asimilasyon uygulamaları yahut ayrımcılık reddedilmekte ve hatta hoşgörünün ötesinde bu grupların varlığı ve faaliyetleri teşvik edilmeye zorlanmaktadır (Kurubaş, 2006, s. 97). Uygulama noktasında birçok eksiklik barındırsa da, uluslararası camiada göçmenlere ve diasporaya ilişkin söylemler bu terminoloji üzerinden yürütülmeye zorlanmakta ve diasporaya akademik ve siyasi yaklaşım artık sadece göç alan ülkeye sadakat, tek taraflı uyum ve aidiyet gibi sorumluluklar temelinde değil, haklar temelinde de ele alınmaktadır. 1980 sonrası beliren ve akademik çevrelerde fırtınalar koparan postmodernizm ise, sosyal bilimlerin birçok alanı gibi diaspora çalışmalarını da etkilemiştir. Kısaca, modernliğin kendine dışarıdan bakışı/özeleştirisi olarak tanımlanabilecek olan postmodernist yaklaşım, her çağda sosyal bilimlere ilham vermiş olan fizik biliminde 20. yüzyıl’ın başından itibaren yaşanan gelişmelere paralel olarak ortaya çıkmıştır. Fizikte kuantum teorisinin geliştirilmeye başlanması ile artık fenomenlerin belirlenemez olduğu ve determinist yasalara göre işleyen evren anlayışının çöktüğü kabul edilmiştir. Bu durum, sosyal bilimlerde de akla, ilerlemeye ve istikrarlı ve evrensel olana yapılan vurguyu tersyüz etmiştir. Nietzsche’nin de deyimiyle artık evrensel kurallar yerine tarihsel küçük anlatılar vardır. Toplumları tanımlamakta, büyük hakikat söylemlerinin (meta-narratives) artık sonu gelmiştir (Aslan & Yılmaz, 2001).

28

Postmodernizmin bu yaklaşımına uygun olarak, diaspora toplumlarını üst anlatılar yahut makro teoriler yoluyla anlama çabaları giderek değer kaybetmiş ve genelleyici kuramlardan hareketle diaspora olgusunun anlaşılamayacağı bunun yerine tekil/duruma özel tecrübelerin dikkate alınması gerektiği görüşü ön plana çıkmıştır. Bu noktada, Brubaker (2005) diaspora çalışmalarına bir eleştiri getirir. Ona göre; ulus ve ulus-devlet gibi kurgusal kabullere yaslandığı gerekçesiyle “metodolojik nasyonalizm”i eleştiren bu çalışmalar, aslında bir kurgudan kaçarken farkında olmadan başka bir kurgunun içerisine düşmektedirler. Çünkü diasporanın homojen ve öngörülebilir gruplar olarak tanımlanması da bir tür kurgudur. (Brubaker, 2005, s. 7–8)

Toplum ve kimliklerin değişmezliği varsayımını reddederek ‘oluş’a vurgu yapan postmodernizmin etkisiyle, her diasporanın, hem oluşum şartları, hem de nitelikleri açısından kendine has bir olgu olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Toplumlar artık, eminliğin değil kuşkunun, istikrarın değil akışkanlığın, sabitliğin değil, oluş halinin, yeknesaklığın değil melezliğin ve akışkanlığın mekânlarıdır.

Çağdaş diaspora yaklaşımlarına etki eten bir diğer kuram ise ulus-aşırılık (transnationalism)’tır. Yukarıda zikredilen diasporik kimliklerde melezlik ve merkezsizlik vurgusunun ulus-aşırılık yaklaşımının diaspora çalışmalarına girmesiyle de yakından ilişkisi vardır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde daha etraflıca tartışılacak olan bu kuram, genel olarak göç veren ülke ile göç alan ülke arasında kurulan ilişkiyi ve göçmenlerin ulus devletlerin sınırlarını aşan çoklu aidiyet ve pratiklerini vurgular. Bu anlayışa göre, “göçmenler bağlarını kopararak, yeni bir toplumsal düzene ait olma mücadelesi verenler

değil, ülkeler arası bağlarını aktif olarak kullanan, kararlarında tek bir ülke, toplumsal düzen ya da sosyallikle sınırlı kalmayan, vatandaşlık pratiklerinde çok-ülkeli olarak davranabilenler” olarak kavramsallaştırılmaktadır (Glick-Schiller vd.’den aktaran; İçduygu

vd., 2014, s.44).

Bu kuram açısından, bir göçmen grup olarak diasporanın, yeni yurtta asimile olmaya zorlanması yahut aidiyet ve sadakatleri bağlamında iki ülke arasında bir seçim yapmasının beklenmesi, diasporanın doğasına (ulus-devlet sınırlarıyla sınırlanamamak) aykırı bir taleptir. Kuramın diaspora kavramı üzerindeki etkisi o denli büyüktür ki, son yıllarda neredeyse “ulus-aşırı toplum” ifadesi diaspora ile eş anlamlı hale gelmiştir. Bu noktaya dikkat çeken Faist, ulus-aşırı toplumun tüm diasporaları kapsamasına karşın, tüm ulus-aşırı

29

toplumları diaspora olarak adlandırmanın mümkün olmadığını ifade eder. (Faist, 2010, s. 21)

Bu bakış açısıyla, diaspora anlayışı da kökten bir değişime uğramıştır. Klasik diaspora tanımlarında, dağılmaya rağmen kimliğin korunması üzerinde ısrarla durulurken, postmodern düşünce ve ulus-aşırılık, melez, bir ulus-devlete dayanmayan, merkezsiz ve paradoksal bir kimliği ön plana çıkarır. Stuart Hall, Paul Gilroy ve James Clifford, bu diaspora yaklaşımının öncüleri kabul edilir. Hall, etnik kimlik temelli ve bu kimliğin muhafazası üzerine kurulmuş bir diaspora tanımının emperyalist ve hegemonik özellikler taşıdığından bahisle, kendisinin diasporadan homojenlikten çok, zorunlu bir heterojenliği anladığını söyler ve diasporik kimliği de, “farklılığa rağmen değil, farklılık sayesinde

melezlikle yaşayan kimlikler” olarak tanımlar. (Dufoix, 2011, s. 33)

Çağdaş diaspora tartışmalarına önemli katkılar sunan Bauböck ve Faist (2010, s.43-45)’e göre ise, çağdaş diaspora gruplarının özellikleri şunlardır:

• Topluluk çeşitli nedenlerle anavatanından uzakta yaşamaktadır. Bunun doğal afet, felaket, fakirlik, iş arama gibi nedenleri olabilir.

• Topluluğun göç istikameti ile gidilecek ülke ve şehirlerin seçilmesi o bölgelere daha önceden yerleşmiş göçmenlerin izlediği göç rotasına dayanmaktadır (ilişkiler ağı teorisi) ve çoğunlukla emek piyasası odaklı gerçekleşmektedir.

• Asimile olmadan misafir ülkeye entegre olan nüfus, köken kültürüne ve kimliğine bağlı bir farkındalık taşır. Bu da güçlü bir topluluk anlayışı ve toplu yaşama algısının varlığına işarettir.

• Bu dağılmış topluluklar köken toplumlarıyla ilişkilerini iletişim ağları vasıtasıyla devam ettirirler ve korurlar.

• Kimliklerini bir jenerasyondan diğerine uzun dönemde aktarırlar.

Bu yaklaşıma göre, diaspora (travmatik olmasına gerek olmadan) herhangi bir sebeple zorunlu yahut kendi isteğiyle anavatanını terk etmiş olabilir ve grup üyeleri arasında bir “anavatana geri dönüş” miti yaratmak durumunda da değildir. Bunun yerine anavatanla bağlı kalmasını sağlayan iletişim teknolojilerinin de imkânlarıyla kolektif bir bilinç

30

oluşturmaktadırlar. Aynı anda hem anavatanla bağlarını koruyup hem de ev sahibi ülkeye entegre olabilmektedirler.