• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaş Sonrası Göç Hareketleri

Massey’in de belirttiği üzere, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin “küresel göç” tarihinde bir dönüm noktası olduğu açıktır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte yapay yollarla dünya göç oranlarını kırk yıldan fazla düşük düzeylerde tutan politikalar sona ermiştir. Batı demokrasilerinde Doğu’daki komünist ülkelerden gelen mültecilere karşı nispeten açık bir politika izlenmesi, komünist ülkelerde

275 Özcan, a.g.e., ss. 27-28.

276 Bu konuda örnekler için bkz. Yalçın, a.g.e., s. 141. 277 Özcan, a.g.e., s. 28.

278 Hayter, a.g.e., s. 10. 279 Özcan, a.g.e., s. 28.

uygulanan politikaların göçü ilk ortaya çıktığı yerde engellediği kabulüne dayanmaktaydı. Göçün düzenlenmesine dayanan bu yazılı olmayan anlaşma Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte çöktüğünde, Batı ülkelerinin nispeten yumuşak olan mülteci ve sığınmacı politikalarının bir anda sona ermesine neden olmuştur.

SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve diğer sosyalist ülkelerin hükümetlerinin vatandaşlarının uluslararası seyahatlerine ilişkin baskıcı önlemler uygulaması, göç oranlarının oldukça düşük düzeylerde kalmasına neden olmaktaydı. ÇHC’nin dünyaya açılması, SSCB’nin çökmesi ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi yeni bir çağın başlamasına neden olmuş, uluslararası hareketliliğin önündeki bu yapay engellerin ortadan kalkması çok çeşitli ve yeni nüfus hareketlerinin önünü açmıştır. Bunun sonucunda, örneğin Rusya’dan göç edenlerin sayısı 1985-89 arası dönemde 16,294 iken bu sayı 1990-94 arası dönemde 102.000’in üzerine çıkarak birkaç yıl içinde altı kat artmıştır. Aynı şekilde resmî rakamlara göre ÇHC’den göç eden işçilerin sayısı 1980’de “sıfır” iken, 1990’da 135.000 kişiye yüselmiştir.280

Soğuk Savaş’ın resmen sona erdiği 1991 yılı ve sonraki dönem, tıpkı 1973 yılı gibi yasa dışı göç açısından da bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. 1973 yılındaki gelişmeler yasal göç imkânlarını ortadan kaldırırken, 1991’de SSCB’nin dağılması sonucunda Doğu Bloğunun (Demir Perde) ortadan kalkması, yasa dışı göçün uluslararası bir güvenlik sorunu olarak dünyanın gündemine gelmesinde büyük rol oynamıştır. Demir Perde ülkelerinde uygulanan seyahat kısıtlamalarının ortadan kalkması, iki kutuplu dünya dengesinin bozulması sonucunda ortaya çıkan çatışmalar ve ekonomi ve kültür alanındaki küreselleşmenin getirdiği etkiler, sığınma ve yasa dışı göç olgularını dünyadaki en önemli sorunlar arasına taşımıştır.

1-SSCB’nin Dağılması ve Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi

SSCB’nin temeli 1917 yılı başında Rusya’da ortaya çıkan iç karışıklıklar sonucunda, üç yüz yıl süren Romanof hanedanının elindeki Çarlığın 16 Mart’ta sona ermesi ve ardından 8 Kasım’da Bolşeviklerin yönetime hâkim olması ile sonuçlanan

280 Massey, a.g.m., ss. 19-20.

devrim döneminde atılmıştır.281 Devrimden sonra iç karışıklıklar bir müddet daha devam etmiş, 1922 yılına gelindiğinde Lenin’in Komünist Partisi Rus toprakları üzerinde tartışmasız bir hâkimiyet kurmuştur.282

Dünyanın “Soğuk Savaş” kavramı ile tanışması içinse İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin beklenmesi gerekecekti. Bu döneme kadar “çekingen” bir politika izleyen SSCB, 1945 yılından itibaren yayılmacı bir tutum içerisine girmiş, bunda gerçekleştirdiği ekonomik ve teknolojik gelişmenin etkisi de önemli rol oynamıştır.283 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen gelişmeler, dünyayı Doğu ve Batı Bloğu olmak üzere ikiye ayırmış ve bloklar arasında Soğuk Savaş başlamıştı. Dünyanın bu şekilde yapılanması, bu dönemde uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde SSCB ile ABD’nin başrolü oynamasına yol açmış ve blokları zaman zaman nükleer savaşın eşiğine kadar getirmişti.284 Ancak taraflar arasında nükleer güce dayalı “dehşet dengesi”, 1960’lardan itibaren bir “yumuşama” sürecinin başlamasına neden olmuş ve 1975 yılında imzalanan “Helsinki Belgesi” ile iş birliğinin yolu açılmıştır.285

Bloklar arasındaki görece yumuşamaya rağmen teknoloji, uzay çalışmaları ve silahlanma alanında süren yarış devam etmiştir. Bu yarışın, SSCB tarafından sürdürülemeyeceğini, aksi hâlde milyonlarca insanın sefalete sürükleneceğini ve sonuçta kaybedileceğini gören ilk Sovyet lideri Gorbaçov olmuştur.286

Gorbaçov, 1985 yılında iktidara geldikten sonra 1987 yılında “glasnost (açıklık)” ve 1988 yılında ise “perestroyka (yeniden yapılanma)” politikalarını uygulamaya koymuştur.287 Siyasal ve ekonomik alanda yeni açılımlar getiren bu

281 Armaoğlu, 20. Yüzyıl, ss. 131-132.

282 Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994), 5. Baskı, İmge Yayınevi, Ankara, 1996, (Siyasi Tarih

1918-1994), s. 27.

283 Armaoğlu, 20. Yüzyıl, s. 420.

284 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-1994), 4. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 797.

285 Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, s. 408. Yumuşama dönemine ilişkin ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz.

Haluk Gerger, Soğuk Savaş’tan Yumuşamaya, Işık Yayıncılık, Ankara, 1980.

286 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Cilt II (1980-1990), Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1994, ss. 3-4.

287 Bu politikalara geçişin nedenleri ve kapsamı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Mihail Gorbaçov,

Perestroika: Ülkemiz ve Dünya İçin Yeni Düşünce, çev. Kasım Yargıcı, Güneş Yayınları, İstanbul, 1988.

politikalar da beklenen sonucu vermemiş ve Brezezinski’nin “Büyük Çöküş” olarak adlandırdığı kaçınılmaz son gerçekleşmiştir.288

SSCB’de 1985 yılından itibaren meydana gelen değişim ve gelişmeler ile ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, bir süre sonra bu ülkede Gorbaçov yönetimine karşı muhalefeti güçlendirdi ve halkı harekete geçirdi. Rusya Federasyonu (RF) Devlet Başkanı Boris Yeltsin, 10 Mart 1991’de halk hareketlerine karşı çıkan Gorbaçov’un görevinden istifa etmesini istedi. Bu tarihten sonra Sovyetler Birliği’ni dağılmaya götürecek olaylar hızlandı.

Bu arada, SSCB’ye dâhil olan ülkelerde ulusçuluk ve bağımsızlık hareketleri başlamıştı. Özellikle Baltık ülkeleri (Letonya, Litvanya ve Estonya) ile Moskova arasında çeşitli alanlarda çekişmeler sürüyordu. 23 Ağustos 1990’da Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle başlayan gelişmeler; 8 Aralık 1991’de RF, Beyaz Rusya (Belarus) ve Ukrayna’nın SSCB’nin sona erdiğini açıklamaları ve yerine merkezi Minsk olacak “Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)”nu kurmalarıyla sonuçlanmıştır. Bu ülkelere, SSCB’yi oluşturan 15 Cumhuriyetten 8’inin daha katılmasıyla289 21 Aralık 1991’de Kazakistan’ın başkenti Alma-Ata’da bir zirve toplantısı düzenlenmiştir. Toplantıda, RF’nin, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nde SSCB’nin yerini alması onaylanmış ve toplantı sonucunda bir deklarasyon yayımlanmıştır. Alma-Ata Deklarasyonu’nda; BDT’nin ortak bir siyasi ve ekonomik alana sahip olacağı, üye cumhuriyetlerin birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterecekleri, mevcut cumhuriyet sınırlarının değişmeyeceği ve BDT’nin uluslararası tüzel kişiliği olmadığı gibi hususlara yer verilmiştir. Bu deklarasyonla birlikte SSCB fiilen sona ermiştir. Bu gelişmeler üzerine Gorbaçov, 25 Aralık 1991 günü televizyonda yaptığı konuşmada istifa ettiğini açıklayarak yeni bir dönemin başladığını şu sözlerle ifade etmiştir: “…Artık yepyeni bir dünyada yaşıyoruz. Soğuk Savaş dönemi, silahlanma yarışı, hepsi geride kaldı…”

288 SSCB ve Doğu Bloğunun dağılmasına yol açan sürecin altında yatan sebepler hakkında

değerlendirmeler için bkz. Zbigniew Brezezinski, Büyük Çöküş, çev. Gül Keskil, Gülsev Pakkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1990.

289 Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Tacikistan, Ermenistan, ve

SSCB’deki bu gelişmeler, çoğunluğu Orta ve Doğu Avrupa’da bulunan Demir Perde ülkelerini de sistem değişikliğine yöneltmiştir. 14 Ocak 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla doruk noktasına çıkan dağılma süreci, bu ülkeleri ekonomik yönden birbirine bağlayan COMECON’un (Council for Mutual Economic Asistance: Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi) 28 Haziran 1991’de, askeri ittifak olan Varşova Paktı’nın ise 1 Temmuz 1991’de resmen sona ermesi ile sonuçlanmıştır. 290

2-Doğu Bloğunun Dağılması Sonrasındaki Göç Hareketleri

SSCB’nin dağılması, Varşova Paktı’nın ortadan kalkması, iki Almanya’nın birleşmesi ve Avrupa’ya yönelik komünist tehdidin sona ermesi, her ne kadar soğuk savaşın sonunu getirmişse de 19. yüzyıldaki kalıba uygun olarak yeni çatışma ve istikrarsızlık kaynaklarını ortaya çıkarmıştır. Sander’e göre bunlar şöyle sıralanabilir:

- Moskova denetiminin ve komünist ideolojinin bıraktığı boşluğu saldırgan milliyetçilik doldurmaktadır.

- Dünyanın kuzeyi ve güneyi arasındakine ek olarak, Avrupa’nın batısı ve doğusu arasında açıkça beliren ekonomik “uçurum”, kitlesel göç ve siyasal sığınma tehdidini de beraberinde getirmiştir.

- Avrupa’nın, doğusundaki ve yakın çevresindeki çatışmaları durdurmak bir yana, ABD’nin müdahalesi olmaksızın bunları denetleyememesi, bu kıtanın dünya güç dağılımındaki yeni yeri konusunda soru işaretleri yaratmaktadır.

- Kuzey ve Güney arasındaki büyük ekonomik kalkınmışlık ve siyasal bütünlük farklılıklarından kaynaklanan uluslararası terörizm, Avrupa ve dünyadaki istikrarsızlık kaynaklarına yenilerini eklemiştir.291

Sander’in bu değerlendirmeleri kapsamında, Soğuk Savaş sonrası siyasi gelişmeler ve bunların uluslararası göçe etkisi ileride geniş bir şekilde incelenmiştir. Ancak, dolaylı siyasal etkilerin yanında, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin uluslararası göçe doğrudan etkileri de olmuştur.

290 Uçarol, a.g.e., ss. 798-804.

SSCB döneminde uygulanan kaynaştırma politikaları ve sürgünler sonucunda, farklı milliyetlere mensup gruplar başka cumhuriyetlere yerleşmek durumunda kalmıştır. Bu nedenle, çözülmeden sonra 65 milyon eski Sovyet vatandaşı kendilerine yeni bir yurt bulmak zorunda kalmıştır. Kazakistan, Ukrayna, Özbekistan, Ermenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde bu tür dışlama süreçleri bugün bile yaşanmaktadır.292

Ayrıca, komünizmin yıkılmasına yol açan politik ayaklanmalar sürecinde yaşananlar ve komünist dönemde uygulanan seyahat kısıtlamalarının ortadan kalkması, birçok Doğu Avrupalının Batı’da sığınma arayan yüz binlerce insanın arasına katılmalarına neden olmuştur. Yukarıda da değinildiği üzere, ekonomik göçmen durumundaki insanlar bile “sığınma” kapısına yönelmişlerdir. 1989-1998 yılları arasında, Avrupa’da iltica başvurusu yapan 4 milyondan fazla kişinin % 43’ünü Avrupa’nın başka bölgelerinde gelenler oluşturmaktadır. Bu çerçevedeki

baskı arttıkça, Batı Avrupa ülkelerinin sığınma başvuruları konusundaki hassasiyeti de artmış ve daha sıkı bir politika izlemeye başlamışlardır. Bu durumda, gerek bireysel gerekse de örgütlü biçimdeki yasa dışı girişler artmıştır.293