• Sonuç bulunamadı

Kuramların Değerlendirilmesi

Uluslararası göçün kaynaklarını ve sürekliliğini açıklamaya çalışan kuramlar, farklı düzeylerde yoğunlaşan nedensel mekânizmalara vurgu yapmaktadırlar. Sadece bir düzeyde geçerli olan nedenleri benimsemiş olmaları, bu farklı açıklamaların birbirleriyle çelişecekleri anlamına gelmemelidir. Zaten böyle bir değerlendirme yapabilmenin de imkânı yoktur. Daha önce de belirtildiği gibi bireylerin fayda- maliyet hesabı yapması, hane halkının iş gücü olanaklarını çeşitlendirmek istemesi veya göç kararlarının verildiği sosyo-ekonomik bağlamın ulusal veya uluslararası düzeyde etkiyen yapısal kuvvetler tarafından belirlenmesi tümüyle olasılık dâhilindedir. Bu nedenle Massey ve Diğerleri; hem yapısal zorlamaların bireysel kararlar üzerindeki etkisini yadsıyan bireysel ve ailevi kararlara dayalı kuramlara, hem de bireysel ve ailevi kararları dışlayan yapısal kuramlara şüpheyle yaklaşılması gerektiğini belirtmektedirler.374

Zira her bakış açısının ortaya koyduğu savlar, kabuller ve varsayımlar politika belirlenmesinde birçok farklı etki yapmaktadır. Hangi modelin hangi şartlarda desteklendiğine bağlı olarak sosyal bilimciler, uluslararası göçü düzenlemede politika belirleyicilere, varış ülkelerindeki ücretleri ve istihdam koşullarını değiştirmeyi, kaynak ülkelerin ekonomik kalkınmalarına yardımcı olmayı, göç veren ülkelerde sosyal sigorta programları oluşturmayı, yine bu ülkelerde gelir adaletsizliğini azaltmayı, gelişmekte olan bölgelerde sermaye piyasasını geliştirmeyi

374 Massey ve diğerleri, a.g.m., ss. 454-455.; Bu çerçevede, bir orta (meso) düzey bağlantısı kurulması

gerekliliğine vurgu yapan Faist; göçmen ağları teorisinin bu kapsamda bir başlangıç noktası olabileceğini belirtmektedir. Faist, a.g.e., s. 58. Kuramların ayrıntılı bir biçimde değerlendirmesi için bkz. Massey ve diğerleri, a.g.m., ss. 454-463.; Abadan-Unat, a.g.e., ss. 23-24 ve Faist, a.g.e., ss. 54- 58.

ve kredi olanaklarını artırmayı veya bu politikaların bazı kombinasyonlarını önerebilirler. Yahut ekonomik ilişkilerde pazar ekonomisinin gelişmesinin, uluslararası nüfus hareketleri üzerinde yarattığı bazı yapısal zorunluluklar nedeniyle bütün bu programların sonuçsuz kalacağını söyleyebilirler.

Hangi kuram geçerli olursa olsun, günümüzün göç akımlarının hacmi ve çapı ile dünyadaki çok etnikli toplumlarda çeşitlilik gösteren potansiyel iç karışıklık ve çatışmaların ortaya çıkması gibi durumlar göz önüne alındığında, uluslararası göç konusundaki politik kararların önümüzdeki süreçte çok önemli bir rol oynayabileceği ileri sürülebilir. Benzer şekilde, teorik kuramların her birinin göreceli de olsa ampirik açıdan desteklenmesi ve bu bakış açısıyla, söz konusu kuramların entegre edilmesi sosyal bilimcilerin gelecek yıllarda üstlenebilecekleri en önemli görev olacaktır.375

TABLO 50: Modern ve Post-modern Bilim Anlayışı ve Göç.

Modernizm / Pozitivizm Post-modernizm

Göç ve göçmenlik olmuş bitmiş ve dolayısıyla da her yönüyle kolayca kavranabilir ampirik bir gerçekliktir.

Göç ve göçmenlik olmuş bitmiş ve dolayısıyla da her yönüyle kolayca kavranabilir ampirik bir gerçeklik değil devam etmekte olan bir oluş hâlidir.

Göç sürekli olarak benzer biçimde ve aynı nedenlerle olmaktadır.

Göç farklı biçimlerde olmakta ve farklı nedenlere dayanmaktadır.

Göçün nedenleri saptanabilir çeşitliliktedir. Göçün nedenleri çok çeşitli olduğundan saptanamaz karmaşıklıktadır. Göç eden gruplar homojen ve göç biçimleri

benzerdir. Göç eden gruplar heterojen ve göç biçimleri çok çeşitlidir. Belirli bir tarihsel anda gözlenebilecek

farklılıklar geçicidir. Yapılması gereken asıl şey, göçle ilgili farklılıkların saptanmasıdır. Asıl olarak farklılıklar değil, benzerlikleri öne

çıkartılmalı ve vurgulanmalıdır.

Farklılıkların öne çıkarılması ve vurgulanması gerekmektedir.

Göç tek bir teori ile açıklanabilir /

teorileştirilebilir. Göç konusunda teorileştirme yapılamaz, sadece incelenen örnek özelinde açıklamalar yapılabilir. Sonuçta makro düzeyde genel geçer önermeler

oluşturulabilir. Sonuçta genel geçer değil, ancak o duruma özgü değerlendirmeler yapılabilir.

Kaynak: Erbaş, a.g.m., s. 34.

375 Massey ve diğerleri, a.g.m., s. 463. Bazı kuramların ampirik olarak sınanmasına yönelik, Massey

ve diğerleri, Abadan-Unat ve Faist’in belirttiği örnekler dışında bkz. Corinne Deléchat, “International Migration Dynamics: The Role of Experience and Social Networks”, Labour, Vol. 15, No. 3, 2001, ss. 457-486. ; Gordon F. De Jong, Aphichat Chamratrithirong, Quynh-Giang Tran, “For Beter, For Worse: Life Satisfaction Consequences of Migration”, International Migration Review, Vol. 36, No. 3, Fall 2002, ss. 838-863. ; Michael Hechter, Satoshi Kanazawa, “Sociological Rational Choice Theory”, Annual Review of Sociology, Vol. 23, 1997, ss. 191-214.

Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız üzere, sosyal bilimler literatüründe, göç olgusunun nedenselliğini ve sürekliliğini açıklamaya çalışan kuramlardan yola çıkarak tek ve bütünsel bir kuram oluşturma arayışları sürmektedir. Bir yandan bu arayışlar devam ederken diğer yandan da dünyayı algılama biçimi olarak “modernizm” ve post-modernizm” ekseninde süren tartışmalar sosyal bilimler metodolojisine yansımakta ve gittikçe karmaşık bir hâle gelen toplumsal süreçlerin genelleyici bir anlayışla çözümlenemeyeceği daha sık gündeme getirilmektedir.376 Erbaş’ın belirttiği gibi; bazı sosyal bilimciler, önceki dönemlerde egemen olan bilim anlayışında benimsenen rasyonellik, eşitlik, özgürlük gibi değerlerin evrensel olmadığını, giderek karmaşıklaşan sosyal dünyanın bilinemeyeceğini ve yapılması gerekenin küçük ve yerel ölçekli çalışmalarla incelenen örneği anlama, betimlemeye yönelik bilimsel faaliyet anlayışını benimsemekte; bazıları ise, tam tersi bir söylemi savunmaktadır.

Birinci gruptakiler, modern dönemin bilim anlayışının özelliği olan “büyük anlatı”ların terk edilmesi ve farklılık, ırk, etnik köken, cinsiyet gibi özgül kimlikler üzerine çalışılması gereğini vurgulamaktadır. İkinci gruptakilerse, günümüzde hâlâ rasyonellik, eşitlik ve özgürlük gibi “evrensel değerlerin” mevcudiyetine inanmakta ve buna bağlı olarak “bütüncül” ya da “totalleştirici”, “meta kuramların” olabilirliğini ve bunun mücadelesinin sürdürülmesi düşüncesini vurgulamaktadırlar.

Sosyal bilimlerin bilim olma özelliğini dahi sorgulanır hâle getirebilecek post-modernist yaklaşım konusundaki tartışmaların derinine inmeden, iki bilim anlayışı arasındaki farkı kısaca şöyle özetleyebiliriz. Modernizm, evrenselci veya genelleyici bilim anlayışı; post-modernizm ise yerelci veya tikelci bilim anlayışıdır. Bu anlayışların göç araştırmaları konusundaki varsayımları ise Tablo 4‘te gösterilmiştir.377

376 Bu kapsamda, ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Pauline Marie Rosenau, Post-Modernizm ve

Toplum Bilimleri, çev: Tuncay BİRKAN, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1998.

377 Hayriye Erbaş, “Metodoloji Tartışmaları Işığında Göç ve Etnisite”, Ankara Üniversitesi Dil

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YASA DIŞI GÖÇÜN NEDENLERİ

Göç kavramını tanımlarken de belirttiğimiz gibi göç, çok boyutlu sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle göçe neden olan faktörler de karmaşık ve çok boyutludur. Göçün tanımlanmasında olduğu gibi göçün sebeplerini açıklamaya yönelik olarak da tam bir fikir birliği bulunmamaktadır.378 Ayrıca, göçe etki eden faktörleri belirlemede konuya hangi gözlükle baktığınızın ve göçün hangi türünü veya boyutunu ele aldığınızın da büyük bir etkisi vardır. Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünde, yasa dışı göçün nedenlerini ortaya koyabilmek için göçün “yasa dışı” hâle gelmesinin altında yatan tarihsel süreci ve sosyal bilimler literatüründe göç hareketlerinin ortaya çıkışını ve sürekliliğini açıklamaya çalışan kuramları inceledik. Bu bölümde, yasa dışı göçün, dünyada yasal göç olanaklarının azalması sonucu ortaya çıkan bir göç türü olduğu gerçeğinden hareketle, öncelikle genel anlamda göçü yaratan nedenleri ve daha sonra da sadece yasa dışı göçe özgü bazı nedenleri ele alacağız.

Birçok araştırmacı kendince farklı sınıflandırmaya gitmiş olsa da, göçü yaratan sebepleri, genel olarak dört bölümde ele alabiliriz. Bunlar; sosyo-politik

nedenler, sosyo-ekonomik ve demografik nedenler, çevresel nedenler ile sosyo- kültürel ve bireysel nedenlerdir.

Yasa dışı göç bir güvenlik sorunu olarak, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde küreselleşme sürecinin etkilerinin ortaya çıkmasıyla birlikte dünya gündemine giren bir olgudur.379 Bu nedenle; göçün nedenlerini incelerken öncelikle, dünya ölçeğinde göçün gerçekleştiği fiziksel, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik ortam üzerinde küreselleşmenin yarattığı etkileri ele almanın ve küreselleşme ile göç olgusu arasındaki ilişkiyi uygun bir zemine oturtmanın faydalı olacağı düşünülmektedir.

378 Gençler, Yabancı Kaçak İşçilik, s. 1.

379 Bu konunun bir güvenlik sorunu olarak ele alınması ve bu kapsamda güvenilir ve ayrıntılı

istatistiki bilgilere ihtiyaç duyulduğu yönünde AB Komisyonu tarafından karar alınması 23 Ocak 1991 tarihine rastlar. Bkz. Valsamis Mitsilegas, “Measuring Irregular Migration: Implications for Law, Policy and Human Rights”, der. Bogusz ve diğerleri, a.g.e.; s. 30.

A-Küreselleşme ve Göç Nedenleri

Geniş anlamda küreselleşme (Globalizm-Globalleşme); ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan bazı değer ve yapıların, yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya ölçeğinde yayılması anlamını taşımaktadır.380 Başka bir anlatımla küreselleşmeyi; “Batı’nın gerek altyapısal gerekse üstyapısal etkisini bütün dünyaya yayması” biçiminde tanımlayabiliriz. Bu tanımda, altyapı ile kastedilen “kapitalizm”, üst yapı ile kastedilen ise akılcılık (rasyonalizm), laiklik ve demokrasidir.381 Ancak, küreselleşmenin belli trendlerin aldığı biçimi mi, yoksa yeni bir çağı mı ifade ettiği tartışmalıdır. Bilimsel ve siyasi tartışmaların bütün taraflarınca kullanılan bu kavramın, çoğu zaman ampirik verilere dayandırılmadan, bilimsel olmaktan çok siyasi bir nitelikte kullanıldığı öne sürülmektedir. Bu açıdan, küreselleşme sürecini ifade etmek için seçilen alan, kavramı kullananların pozisyonlarına göre değişiklik göstermektedir. Marksistler, “ekonomik tek tipleştirme” üzerinde dururken, liberaller mal, hizmet ve sermaye akımlarına, bazıları da kültürel küreselleşmeye vurgu yapmaktadırlar.382

Bu kapsamda, Oran’ın da belirttiği gibi küreselleşmeyle ile ilgili birbirine zıt iki temel yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Birinci yaklaşıma göre, “küreselleşme, çağdaşlaşma ve gelişme demektir”, ikinci yaklaşıma göre ise, “küreselleşme, emperyalizmin 21. yüzyıl başındaki adıdır”.

Birinci yaklaşıma göre küreselleşme; önüne geçilemeyecek, üstelik de önüne geçilmemesi ve desteklenmesi gereken bir süreçtir. Zira, küreselleşmenin herkese faydası vardır. Ekonomik bakımdan küreselleşme, dünya kaynaklarının en akılcı ve verimli kullanılmasına olanak sağlayarak dünya ticaretini ve gelişmeyi hızlandırmaktadır. Bu durumun orta vadede, şu anda küreselleşme nedeniyle geçici olarak zarara uğrayanlar da dâhil olmak üzere herkese faydası olacaktır. Küreselleşmenin asıl etkilerinin görüldüğü iletişim alanındaki gelişmeler göz önüne alındığında, bu ekonomik yararın gittikçe artacağı anlaşılacaktır. Siyasal bakımdan küreselleşme; Batı’nın demokrasi ve insan haklarına dayanan temel değerlerini, bu

380 Mutluer, a.g.e., s. 23.

381 Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 3. Basım, İmaj

Yayıncılık, Ankara, 2000, s. 4.

tür değerlerin bulunmadığı ya da yeterince yaygın olmadığı azgelişmiş ülkelere taşıyarak ve iletişim alanındaki gelişmeler sayesinde demokrasiyi ve bireyin özgürlüğünü güçlendirerek demokrasinin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Uluslararası düzen bakımından ise Batı düzeninin dünyaya egemen olması, tarihin ve ideolojik kavgaların sona ermesi anlamına geleceğinden, temel çatışmalar ortadan kalkacak ve olası sürtüşmeler “Yeni Dünya Düzeni” içerisinde “Uyuşmazlıkların Barışçı Çözümü” yoluyla denetim altına alınacaktır. Kısaca, dünyaya bir Batı Barışı (Pax Occidentalis) egemen olacaktır.

Küreselleşmenin, emperyalizmin 21. yüzyıl başındaki adı olduğunu savunan ikinci yaklaşıma göre, bu kavram ekonomik açıdan, Batı’nın ekonomik düzeni olan kapitalizmin dünyaya yayılma çabasıdır. Amaç, “Açık Kapı” politikasıyla tüm dünyayı kapitalizmin pazarı hâline getirmektir. Bu ilişki, “Eşitsiz Değişim” esasına dayandığı için, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki emperyalizm döneminde olduğu gibi azgelişmiş dünyanın aleyhinedir. Küreselleşme sonucunda, dünyadaki gelir dağılımı ürkütücü biçimde bozulmaktadır ve bu durum azgelişmiş bölgelerin kesin biçimde sömürgeleştirilmesine yol açacaktır. İşsizliğin artması ve toplumsal güvenliğin azalması bu yeni sömürgeleştirme düzeninin göstergeleridir. Siyasal bakımdan, küreselleşmenin getirdiği demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar bir aldatmacadır. Bu kavramlar, iç dinamikler sonucunda ortaya çıkmadıkları için azgelişmiş ülkelerde daha fazla çatışmalara yol açmaktadır. Ayrıca, Batılı ülkeler bu kavramları azgelişmiş ülkelerin içişlerine müdahale etmek ve bu ülkelerdeki ulus devlet yapısını zayıflatarak amaçlarına kolayca ulaşmak için kullanılmaktadır. Bunun da ötesinde, azgelişmiş ülkelerde yaşanan yoksullaşma, güçlü lider isteklerini ortaya çıkararak baskıcı rejimlerin kurulmasına yol açmaktadır. Uluslararası düzen bakımdan ise, küreselleşmenin başlıca sloganı olan “Yeni Dünya Düzeni” kavramı, aslında tam manasıyla bir düzensizliğin ve kaosun adıdır. 1990’larda uluslararası çatışmaların artması ve şiddetlenmesi bu durumu açıkça göstermektedir.383

Kongar; küreselleşmenin iki temel kaynağı olduğunu belirtmektedir. Bunların ilki teknolojik, ikincisi ise siyasaldır. Küreselleşme öncelikle, iletişim (telefon) ve bilişim (bilgisayar) teknolojilerindeki devrimlerin birleşmesiyle ortaya çıkan yepyeni

bir “İletişim ve Bilişim Devrimi”nin (Internet) sonucudur. Küreselleşmenin ikinci kaynağı ise SSCB’nin çökmesidir. 1945 yılından 1989-1991 yılları arasında Sovyetlerin yıkılma sürecine kadar, ABD’nin liderliğindeki Batı ile SSCB’nin liderliğindeki Doğu arasındaki rekabet dünyadaki her şeyi belirlemiştir. SSCB’nin çöküş nedenlerinin başında, Batı’dan kaynaklanan İletişim ve Bilişim Devriminin Sovyetlerin kendisini Batı’dan soyutlamak için etrafını sardığı demir perdeyi uzaydan aşarak, özgürlükleri ve tüketim toplumu normlarını burada yaşayan insanlara aktarması gelmektedir. İkinci neden ise ekonomideki üretim verimliliğinin düşük olması ve üretim yapısının, toplumda yükselen tüketim beklentisine uyarlanamaması sonucu yaşanan ekonomik çöküştür. Bu çöküşte, bloklar arasında yaşanan müthiş silahlanma yarışının ekonomi üzerine getirdiği olağanüstü yük de önemli bir rol oynamıştır.384

Günümüzde bir ideoloji hâline gelen globalizme göre, toplumla ilgili eski “modern” algılamaların ötesinde, bu algılamaları geçersiz kılan radikal bir dönüşüm söz konusudur. Bu bakımdan küreselleşme modernleşmenin ileri bir safhası değil, bizzat ona meydan okuyan yepyeni bir durumdur. Küreselleşmenin belirtileri ve yansımaları olarak; üretimin uluslararası bir nitelik kazanması, şirket birleşmeleri yoluyla küresel aktörlerin ortaya çıkışı, ticaretin önündeki fiziki ve hukuki engellerin ortadan kalkması, dünya ticaretinin dünya üretiminden daha hızlı artması, mekânın aşılmasının ucuzlaması, ekonominin ve uluslararası sermaye piyasalarının deregülasyonu, döviz ve sermaye hareketlerinin dünya çapında yaygınlaşması, sermayenin milli devlet sınırlarından bağımsız biçimde konsantrasyonu ve merkezileşmesi, çok uluslu ya da trans-nasyonal (ulus üstü) holdinglerin sayısının ve büyüklüğünün artması, bilginin işlenmesi ve aktarılmasının hız ve maliyet bakımından kolaylaşması, karşılıklı etkileşim ve bağımlılık derecesinin artması gibi gelişmeler gösterilmektedir. Kısaca, sosyal faaliyetlerin mekân ve zaman itibarı ile milli devlet sınırlarını aşması, ulus üstü kurumların ortaya çıkışı, kültürel kalıpların farklılaşması ve bunların meydana geldiği sürecin derinlik, hız ve etki alanı itibarıyla

modernleşmenin geleneksel biçimlerinden farklılığı küreselleşmenin ayırt edici unsurlarıdır.385

Son derece karmaşık bir niteliğe sahip olan küreselleşme, hem siyasal hem ekonomik hem de kültürel öğelerden oluşmaktadır. Küreselleşmenin siyasal ayağı ABD’nin siyasi liderliğine ve dünya jandarmalığına dayanmaktadır. Küreselleşmenin ekonomik ayağı ise uluslararası sermayenin egemenliği anlamına gelmektedir. Uluslararası piyasada dolaşan 1,5 trilyon dolar (Türkiye’nin ulusal gelirinin on katı kadar) dolayındaki para, neyin, nerde üretileceğini, işçi ücretlerini, tüketim ve üretim mallarının fiyatlarını belirlemekte ve ayrıca borsaları da etkilemektedir. Bu sermayenin büyük bir bölümü ise ABD’nin kontrolündedir.

Küreselleşmenin üçüncü ayağı olan kültürel ayak ise kendini birbirini dengeleyen iki şekilde göstermektedir. Kültür ayağının birinci kolu, tekdüze tüketim kültürünün bütün dünyadaki egemenliğine dayanmaktadır. Bütün dünyadaki insanlar, aynı gazozu (Coca Cola veya Pepsi) içmekte, aynı köfteyi (Mcdonalds veya Burger King hamburgeri) yemekte, aynı pantolonu (Lewis veya Wrangler) ve aynı ayakkabıyı (Nike, Adidas vs.) giymektedir. Yani tekdüze bir tüketim kültürünün egemenliği, uluslararası büyük şirketlerin ya da başka bir deyişle markaların egemenliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tüketim kültürü, sadece ilanlarda ve reklâmlarda değil, medyanın hemen her dalında, her sanat ve kültür etkinliğinde empoze edilmektedir. Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci kolu da dünyamıza, birincinin tam zıddı biçimde, mikro-milliyetçilik ve mikro-dincilik şeklinde yansımaktadır. Milliyet, ırk, din, mezhep, dil, diyalekt, hatta coğrafya farklarına göre, içinde yaşadığı geniş toplumdan farklılık gösteren her gruba, siyasal olarak ayrı ve özerk bir yapı önerilmesi, bu alt kültür gruplarının, ait oldukları siyasal birlikten koparılması eğilimi ön plana çıkartılmaktadır. 386

Küreselleşme ile ilgili tartışmalarda öne çıkan diğer bir husus da küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığıdır. Küreselleşme, dünyanın yaşadığı Tarım ve Endüstri Devrimlerinden sonra ortaya çıkan üçüncü büyük devrimin, İletişim-

385 Koçdemir, a.g.e., ss. 346-347. 386 Kongar, a.g.e., ss. 23-27.

Bilişim Devriminin görüntülerinden biridir.387 Batı’nın yayılarak kendi değerleri çerçevesinde dünyayı yeniden örgütlemesi ve bir “Dünya Sistemi” durumuna yükselmesi, ikinci bölümde de değinildiği üzere, üç dönem hâlinde ortaya çıkmıştır (Tablo 5).

TABLO 51: Dünya Tarihinde Küreselleşme Dönemleri. Birinci

Küreselleşme

İkinci

Küreselleşme Üçüncü Küreselleşme İtici Güç Denizcilikteki gelişmeler, Merkantilizm.

Sanayileşme ve doğurduğu gereksinmeler

1970’lerde çokuluslu şirketler, 1980’lerde İletişim

Devrimi, 1990’larda Batı’nın rakibinin

kalmaması

Yöntem Önce kaşifler, sonra askeri işgal.

Önce misyonerler, sonra kaşifler, daha sonra ticaret şirketleri

ve en sonunda işgal.

Kültürel-ideolojik etki. Böylece ülkenin her yanı (ekonomik, siyasal, sosyal)

kendiliğinden etkileniyor.

Haklı Gösteriş Putperestlere Tanrı’nın dinini gösterme.

“Beyaz Adamın Yükümlülüğü”, “Uygarlaştırıcı Görev”, ırkçı teoriler.

“En yüksek uygarlık düzeyi”, “Uluslararası

topluluğun iradesi”, “Piyasanın gizli eli”, “Küreselleşme herkesin

çıkarınadır”.

Sonuç Sömürgecilik Emperyalizm Globalleşme

Kaynak: Oran, a.g.e., s. 9.

Birinci dönem, 1490’larda coğrafi keşifler ve denizcilikte ilerlemeler sonucunda, merkantilizm anlayışı doğrultusunda şekillenen ve sömürge imparatorluklarının kurulması ile sonuçlanan süreçtir. İkinci yayılma dönemi, 1870’lerde başlayarak sanayi devriminin yarattığı muazzam teknolojik olanaklar sayesinde 1890’larda kurumsallaşan ve emperyalizmle sonuçlanan dönemdir. Üçüncü dönem ise, 1970’de çok uluslu şirketlerin dünya ekonomisine egemen olmaya başlaması, 1980’lerde Batı’nın optik kablolar, haberleşme uyduları, bilgisayar, Internet gibi teknolojik buluşlarıyla yarattığı iletişim devrimi ve 1990’larda SSCB’nin çökmesiyle birlikte güç dengesinin ortadan kalkması ve Batı’nın tek güç odağı olarak ortaya çıkmasıyla üç aşamada meydana gelen globalleşmedir.388

387 Kongar, a.g.e., s. 23.

Her üç küreselleşme döneminde de üretimdeki artış, yeni “pazar” ihtiyacını ortaya çıkarmış ve söz konusu süreçler pazarın genişlemesi ile sonuçlanmıştır. Sermayenin tekelleşmesi ve yayılması, işsizlik, yoksullaşma ve alternatif ideoloji yokluğu, emperyalizm olarak adlandırılan ikinci küreselleşme döneminde de dünyada hâkim olan özelliklerdir. Bu dönemde, sermayenin en çok yayıldığı ve tekellileştiği sektörler enerji, finans, ulaşım ve iletişimdir. Büyük petrol şirketleri bu dönemde oluşmuş; banka ve sanayi sermayesinin birleşmesini ifade eden “Finans Kapital” terimi bu dönemin moda terimi olmuştur. Demiryolu ağları, telefon ve telgraf gibi gelişmeler dönemin en önemli simgeleri hâline gelmiştir. 1990’lardan sonra üçüncü küreselleşme sürecine baktığımızda da petrol ve doğalgaz şirketlerinin bir elin parmakları kadar az olduğunu, büyük bankaların küçükleri satın alarak devleştiklerini görmekteyiz. Yazılım alanında, “Microsoft” firmasının tekel konumunda bulunması ve Internet’i oluşturan materyallerin % 70’inin ABD kökenli olması dönemler arasındaki benzerlikleri ortaya koymaktadır.389

Bu anlamda, günümüzdeki küreselleşme sürecinin sonuçlarını incelediğimizde; küreselleşmenin birinci sonucunun dünyayı küçültmek olduğu söylenebilir. Bugün herkes, dünyada neler olup bittiğini anlık olarak öğrenebilmekte ve duygusal, düşünsel, siyasal ve ekonomik planda etkilenmektedir. İkinci olarak küreselleşme, ulus devletlerin egemenliklerini tehdit etmektedir. ABD’nin tek süper güç olarak etkinliği, devletler üstü örgütlenmeler, uluslararası tahkim vb. düzenlemeler sayesinde uluslararası sermayenin devletler üstü düzeyde ayrıcalıklara kavuşması ulus devletlerin egemenliklerini yukardan tehdit ederken, bu devletlerin içerisindeki farklı etnik ve kültürel unsurların özerklik eğilimleri ulus devletleri aşağıdan tehdit etmektedir. Üçüncü olarak, küreselleşme ile birlikte terörizm de yaygınlaşmaktadır. Ulus devletler içerisinde özerklik eğilimi taşıyan unsurların, mücadele biçimi olarak terörizmi kullanmaları ve bunun yanında silah teknolojisinin