• Sonuç bulunamadı

İnsanlık tarihi boyunca kimin yöneteceği tartışmaları; devletin devamlılığı, toplum düzeni ve bireylerin memnuniyeti bakımından her zaman güncelliğini korumuştur.

Toplumsal iş bölümünü detaylı bir şekilde işleyen Platon’un kuramı, bu konuda bilinen en eski çalışmadır. Platon’a göre toplumda yerleşik olan mevcut eşitsizlikler mutlak olarak korunmalıdır. Platon’un bu görüşü, tarihsel süreç içinde, yüzyıllar, binyıllar öncesinden modern zamanlara, hatta günümüze kadar süren ve hâlen devam eden, siyaset sahnesinde yöneticilere ilişkin üstünlük, seçkinlik düşüncesini açıkça ifade etmektedir. Tarihi süreçte yıllar boyunca, yöneticiler aşkın, tanrısal niteliklere sahip üstün varlıklar olarak görülmüş ve toplumsal düzenin bu eşitsizlikle sağlanacağına inanılmıştır. Avrupa’da yaklaşık iki yüzyıl süren din savaşlarından sonra, siyasal düşüncenin sekülerleşmesi sonucunda egemenlik kavramı tanrısal olmaktan çıkmış ve egemenliğin meşruiyeti gündeme yerleşmiştir. 167

Hobbes, Antik Yunan ve Ortaçağ düşüncesi yerine, sözleşme kuramı ile doğal hakları terk edip “ölümlü bir tanrı” yaratmıştır. Sözleşme kuramına göre ölümlü tanrı egemenliğini toplumdan alır barışı sağlar, birliği devam ettirir ve bunu eşitsizlik sayesinde yapar, bu eşitsizliğin kaynağı tanrı değil sözleşmedir. Aydınlanma sonucu ortaya çıkan modern siyasal teorinin varsayımı eşitsizlik olmasına karşılık, eşitlik,

166 KARAKOÇ, a.g.e., s. 124-125.

167 ARSLAN, M. (2015), Elit Teorisinin Doğuşu ve Kitle Korkusu, Eğitim Bilim Toplum Dergisi/ Cilt: 13 Sayı:

özgürlük ve demokrasi siyasetin temel unsurları hâline gelince yöneticilerin üstün konumları sorun olur. 168

Marksizm, siyasal teorinin eşitsizlik olgusunu göz ardı ettiği noktada, toplumsal tarih ile siyasal teori arasında bağ kurmak suretiyle, “kurmaca eşitsizliğin” ortadan kaldırılması gerektiğini söyler. Üretim araçlarına sahip olanların toplumda egemen sınıfı oluşturduğunu, egemen bilinci belirlediğini ve toplumdaki çarpık yapının bunun zorunlu sonucu olduğunu, her türden eşitsizliğin, sömürünün ve sınıf ayrımının ortadan kaldırılması ile insanlığın gerçek tarihinin başlayacağını belirtir.169

Bilim insanları, toplumdaki eşitsizlik gerçeğinden hareketle yaptıkları uzun süren çalışmalar sonucunda, toplumdaki iktidar yapıları ve güç ilişkilerini anlayıp açıklamaya yarayacak iki temel teori üretmiş olup, bunlardan biri sınıf teorisi diğeri ise elit teorisidir. Sınıf teorisinde ekonomik eşitsizlikten yola çıkılıp, sahiplik ve kontrol kavramları kullanılarak sınıf farklılıkları açılanırken, elit teorisinde sosyo- politik eşitsizlik ön planda tutulur, analiz sırasında elit-halk ayrışması incelenirken iktidar-güç ve etki kavramları dikkate alınır. 170

Robert Michels 1911 yılında yazdığı Siyasi Partiler adlı ünlü eserinde, karakteristik özellikleri gereği demokratik işleyiş ve yapıya sahip olmaları gereken Sosyal Demokrat ve Sosyalist Partiler ile kooperatif, sendika ve dernek gibi sosyal örgütlerde, yönetimin, hangi nedenlerle zaman içinde çoğunluk yönetiminden azınlık yönetimine dönüştüğünü inceleyip anlatmaya çalışmıştır. Demokrasi düşüncesi ve uygulamalarındaki gelişmelere rağmen, özellikle siyasi partilerin ve işçi sendikaları liderleri ile kadrolarının uzun yıllar değiştirilememesi Michels’in görüşlerini teyit etmekte ve bu kurumların sözde demokrasi ile yönetildiğini göstermektedir. Michels gibi Martin Lipset de Oligarşik eğilimlerin bu kurumlarda kaçınılmaz olduğuna inanmaktadır. Her ikisi de demokrasi idealine daha çok yaklaşmak için mücadeleye

168 a.g.e.

169 a.g.e., s. 76-79.

170 ARSLAN, A. (2003), Eşitsizliğin Teorik Temelleri: Elit Teorisi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

devam etmek gerektiğini, demokrasiden uzaklaştıkça toplum yönetimi ve işçi hareketlerinin olumsuz etkileneceğini belirtmiştir. 171

Robert Michels’in siyaset bilimi alanındaki Siyasi Partiler adlı eserindeki “oligarşinin tunç (demir) kanunu” teorisine göre, “Seçilmişlerin seçmenler, vekillerin vekalet verenler üzerinde egemenlik kurmasına yol açan örgütün kendisidir. Örgütten bahsediyorsanız oligarşiden bahsediyorsunuz demektir.” Michels, o günlerin uygulamasından hareketle, siyasi partilerin oligarşik eğilimli olduklarını ikna edici veriler sunarak savunmuştur. Bu çalışması sırasında, işçi partisinin iktidar olması amacıyla kurulmuş olan Alman Sosyal Demokrat partisini incelemiş, fakat bu partinin kurumsallaşmasını tamamladıktan sonra yönetim yapısının demokratik değerlerden uzaklaşıp katılaşması nedeniyle amacına ulaşmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Michels’e göre, bu parti iktidar olduktan sonra işçi sınıfı değil, parti içinde az sayıda kişiden oluşan bir oligarşi iktidar olabilir. Çünkü Michels’e göre kitleler genel olarak edilgen ve hareketsiz kişilerden oluşur, oluşum tamamlandıktan sonra iş ve işlemlerin devam edebilmesi için oluşumdaki bazı kimseler işleri yürütür ve böylece ipleri eline alır, başlangıçta geçici gibi görünen bu durum süreç içinde kalıcı, hatta değiştirilemez bir duruma gelir. Her örgüt, mutlaka kendi oligarşisini doğurur. Bir örgüt veya toplumun en üstteki yöneticisi veya yöneticileri tarafından sürekli kontrol altında tutulması oligarşi olup, bu olgu büyük örgütlerin ve bürokrasinin iç işleyişlerinin karakteristik özelliğidir. 172

Michels’in örgüt teorisinde belirttiği, evrensel olarak uygulanması mümkün bir sosyal kanuna göre, bir toplum veya topluluğun ihtiyaçları sonucu işbölümü esasına göre oluşan her organı, kendi varlığını pekiştirdiği anda, kendisi için özel çıkarlar yaratır ve bu özel çıkarlar ait olduğu topluluğun genel çıkarları ile çatışır. Ancak bu liderler ait oldukları kitle toplumunun desteğini sürdürmek ve mevkilerini korumak için egemen sınıfların unsurlarına karşı muhalefet etmeğe devam ederler. Michels, sosyalist hareketi, elli yıl önce uyarmış olup, sosyalizmin sadece ekonomi sorunu olmayıp, bir yönetim sorunu, demokrasi sorunu olduğunu hatırlatmıştır. Bu uyarıya

171 LIPSET, S. M. (2008), Robert Michels, Demokrasi ve Oligarşinin Tunç Kanunu, Çev: Toker Dereli, Çalışma

ve Toplum, Sayı: 19, s.14.

172 ZARİÇ, S. (2011), Demokratikleşme ve Etkin Bir Siyasal Sistem Oluşturma Bağlamında Türkiye’de Siyasi

Partilerde Lider Hegemonyası ve Lider Değişimi Sorunsalı, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 8, s. 103-104.

dikkat edilmediği takdirde, sosyalizmin, egemenliği ele geçirenlerin elinde diktatörlüğe dönüşeceği tespitini yapmıştır. Michels’in tahminleri, kitabının yayınlanmasından üç yıl sonra gerçekleşmiş ve tespiti doğrulanmıştır.173

Bilindiği üzere, elit teorisi üzerinde çok sayıda düşünür çalışmış olmakla birlikte, bütünlük oluşturan bir elit teorisi, Vilfredo. F. D. Pareto, Gaetano Mosca ve Robert Michels’in yaklaşık aynı zaman dilimi içinde yazdıkları, bu konuda birbirlerini tamamlayan düşünsel çalışmalarının ürünüdür. Mosca’nın toplumsal ve siyasal yapıya ilişkin çalışması, Pareto’nun psikolojik ve davranışçı perspektifi ve Michels’in kurumsalcı yaklaşımı, teorinin analiz yeteneğini ve gücünü artırmış, farklı derinlik ve boyutlara erişebilmesini sağlamıştır. Bu üç düşünürün fikirlerinden doğan elit teorisi, elit oluşumunun modern toplumlar için kaçınılmaz olduğunu, iktidarın bu elitler arasında özel bir ilişkiler ağı oluşturduğunu, toplumların sahip olduğu farklı kaynakların farklı elit oluşumlarını doğurduğunu ve kitlelerin kendi kaderlerini belirleyecek yeteneğe sahip olmadığını iddia etmiştir. Bu teori, her hangi bir zamanda ve herhangi bir coğrafyada değil, kitlelerin iktidar talepleri için mücadele ettiği, yöneten ve yönetilenler ayrımının derinleşerek çatışmalara dönüştüğü yer ve zamanda doğmuştur. Devlet, Yönetim, İktidar, Egemenlik, Temsil ve benzer kavramlar, elit teorisinin etkisi ile egemenliğe ilişkin özlerinden kopartılarak, teknik kavramlar olarak siyaset bilimine kazandırılmıştır. 174

Elitler siyasi partileri, sendikaları veya benzer örgütleri ele geçirdikten sonra, yönetmek, yönettiği kurumu korumak ve kurumun amacına ulaşmak adına oligarşiye meyil ederler. Çünkü bu örgütlerin yönetilmek adına belli bir hiyerarşi içeren bürokratik sisteme ve rasyonel olarak örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Üye sayısı artan, teşkilatı genişleyen siyasi parti ve sendika gibi örgütler kendileri için çalışan personele ve maddi kaynaklara sahiptir ve örgütler yöneticilerine güç kullanma konusunda ayrıcalıklar tanırlar. Sonuç olarak bu örgütlerde üyelerin etkisi azalır, lider, üyelere karşı çok büyük kaynaklara ve avantajlara sahiptir, örgütün politikalarına itiraz eden üyeleri, bu güçlü lider ve üst yöneticiler ellerinin altındaki örgüt kaynaklarını kullanarak bastırır, gerekirse üyelikten çıkartır. Michels’in ifadesi ile “kütlelerin ehliyetsizliği” liderin gücünü artıran bir başka gerçektir. Üyelerin yaşam

173 LIPSET, a.g.e., s. 15-18 174 ARSLAN, M., a.g.e., s. 87-92.

mücadelelerinden kaynaklanan problemler, iş dışında ihtiyaç duydukları yetersiz zamanları, yetersiz eğitim ve bilgileri, lideri güçlü kılan diğer unsurlardır. Fakat liderlerin gücüne ilişkin bu açıklamalar, lider ve yöneticilerin örtüşen çıkarları ile üyelerin çıkarlarının neden çatıştığını açıklayamaz. Michels liderlikte temsili reddetmiştir, çünkü siyasi partilerde, parlamentoda veya sendikalarda temsilci olarak görev yapanlar, temsil ettikleri sınıflardan gelseler de, yönetici elitlerin ve oligarşinin bir parçası olurlar; özel konumları, kendilerine has bakış açıları ve kendileri için geliştirdikleri çıkarları vardır. Bu nedenle kitle örgütlerinin politikaları, işlem ve eylemleri ait oldukları kitlelerin değil, lider ve yandaşlarının çıkar ve iradelerinin ürünüdür ve kitlenin çıkarları ile çatışır. Bu nedenle üyelerden gelecek bir eleştiriyi tehdit olarak algılayıp saldırgan bir şekilde cevap verirler. Çünkü onları önemli adam yapan, çıkarlar sağlayan örgütteki o güçlü konumlarını kaybetmek istemezler. 175

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de örgütler, istisnalar hariç, demokratik yönetim görüntüsü altında, arka planda oligarşik yönetim tarzını uygulamayı tercih etmektedirler. Michels’in Siyasi Partiler adlı eserinde ifade ettiği öngörülerin günlük hayatta birer olgu olarak ortaya çıkması, işbu eseri sosyal bilimlerde bir klasik konumuna ulaştırmıştır. Michels’in söz konusu görüşleri ve Siyasi Partiler adlı ünlü eseri, farklı görüşlere sahip düşünürlerce eleştirilmiş olsa da siyasi partiler, sendikalar, dernekler gibi kurum ve kuruluşların da, yönetimi gerçekleştirmek için zorunlu olan rasyonel (öngörülebilir) yapı ve bürokrasinin kaçınılmaz sonucu olarak oligarşiye yöneldiği genel olarak kabul edilmektedir.