• Sonuç bulunamadı

Siyasal Güce Sahip Mahkemeler

BÖLÜM II: SİYASETİN YARGISALLAŞMASI: LİTERATÜR ÖZETİ

2.4 YARGISAL SİYASET

2.4.2 Siyasal Güce Sahip Mahkemeler

Yukarıda özetlenen yaklaşımların tümü, yargısallaşma sürecindeki mahkemeleri sadece yargı organları olarak analiz etmektedir. Bununla birlikte, anayasa mahkemeleri, siyasal ve yargısal kurumlar ile bazı ülkelerde bireylerin mahkemeye başvurması durumunda, siyasi kararlar için son onay organı oldukları için siyasetten ayrılamazlar. Dolayısıyla yargısallaşma süreci, anayasa mahkemelerinin siyasetten izole edilerek anlaşılması çok mümkün değildir (Hirschl, 2008; 97). Bazı akademisyenler anayasa mahkemelerini siyasal kurumlar olarak kabul etmekte, anayasal denetimin genellikle siyasal alanda kurgulandığını ve politikacıların demokratik olmayan rejimlerden demokratik rejimlere geçişten sonra anayasa mahkemelerinin güçlendirilmesi için siyasi nedenleri olduğunu iddia etmektedirler (Gillman, 2002; Ginsburg, 2003; Hirschl, 2004a, 2008; Graber, 2006; Whittington, 2007). Bu bağlamda siyasetin yargısallaşması konusunda daha stratejik ve daha gerçekçi bir yaklaşım ortaya konulabilmektedir. Bu yaklaşım yargısallaşmanın aşağıdan değil yukarıdan başladığını, yani siyasal süreçler sonunda oluştuğunu ve siyasal şartların bu süreci kolaylaştırdığını ifade etmektedir (Hirschl, 2008; 97). Guarneri ve Pederzoli’ye (2003:135) göre, hakimlerin gücü yalnızca anayasa mahkemelerinin kanunların anayasal denetiminden gelmemekte, mahkemeler aynı zamanda siyasal güçlerin siyasal alanı kontrol etmek amacıyla belirli yollarla siyaset alanına müdahale etmek için siyasal güçler tarafından da kullanılmaktadır; bu da siyasetin yargısallaşmasını kolaylaştıran bir süreçtir.

35

Anayasa mahkemelerinin bahsedilen siyasal oluşumu, demokrasiye geçiş öncesi idarecilerin sahip olduğu siyasal iktidarlarını, seçimler sonrası da sürdürülebilmelerine yönelik olarak kendi çıkarlarını ve/veya ideolojilerini mahkemeler yoluyla koruması amacıyla ortaya çıkmaktadır. Bu sav sigorta tezi veya hegemonyayı koruma tezi olarak tanımlanabilir. Bu tezler, dünyanın değişik bölgelerinde siyasal geçiş ve rejim değişiklikleri dönemlerinde yargı gücünün kurulmasına tutarlı bir açıklama sağlamaktadır (bkz. Larkins 1998; Magalhaes 1999; Moravcsik 2000; Ishiama-Smithey ve Ishiama 2000). Her ne kadar anayasal denetimin demokrasi ve insan haklarının korunması amacıyla tesis edildiği söylenebilirse dahi, bazı ülkeler için Anayasa’nın ideolojik temelli kavramlaştırmaları ve bireysel hak ve özgürlükleri temel almayan mahkemelerin tutumları bu beklentiyle ters bir sonuç ortaya çıkarmaktadır (Hakyemez, 2009b).

Hirschl (2004), yargının güçlendirilmesinin geçiş dönemi öncesindeki devlet elitlerinin halk desteğindeki ciddi erozyona bağlı olarak çevresel grupların ve taleplerin giderek artan etkisine karşı, kendi politika tercihlerini devam ettirmeye ve yaşatmaya yönelik yeni organlar kurabileceklerini savunmaktadır.

Bununla birlikte, bu tür bir model bir bakımdan siyasetin basit bir şekilde algılanmasından kaynaklanmaktadır. Bu model, partizan bir seçim piyasasıyla sınırlı olmakla birlikte, ana fikrini siyasal iktidar sahiplerinin politik olarak belirsiz bir ortama karşı almış oldukları tedbire dayandırmaktadır. Anayasa mahkemelerinin güçlendirilmesi ve siyasetin yargısallaşmasının bu kadar basit ve minimalist bir şekilde tanımlanması, laikler, kozmopolit değerler ve çevrenin değerlerini benimseyenler arasında temel gerilimlerin olduğu Türkiye, İsrail, Hindistan ve Mısır gibi ülkelerde anayasal siyasetin tam resmini açıklayamamaktadır.

Hegemonik elitler ve onların siyasi temsilcileri, yeni dönemde seçimleri kaybetme ihtimalleri olduğunda veya dünya görüşlerinin (ideolojilerinin) giderek tehdit edildiğini hissettiğinde ve mahkemelerin hegemonik elitlerin laik ideolojik ve kültürel eğilimleri doğrultusunda karar vereceklerini öngördüklerinde kendi güçlerini de sınırlayacak bir anayasal denetim kurma eğiliminde olmaktadırlar.

36

Mısır, Pakistan ve Türkiye gibi ağırlıklı olarak Müslüman toplumlara sahip ülkelerde, laiklik karşıtı popüler siyasi iktidarların güçlerini sınırlamak ve bu popüler güçlerin politika yapım süreçlerini engelleyebilmek için, hegemon devlet elitlerinin geniş stratejisinin bir parçası olarak, anayasa mahkemeleri siyasal alanı sınırlamak için tesis edilmiştir (Hirschl, 2008). Bu tür bir yaklaşım anayasa mahkemelerinin seçim dönemlerindeki belirsizlikten ortaya çıktığını öne süren modellerin aksine, mahkemelerin daha geniş zamanlı bir planın ve ideolojik koruma amacının bir ürünü olduğunu varsaymaktadır. Anayasalar ve anayasa mahkemeleri, rejimi meşrulaştırmanın araçları olduğu için, anayasa mahkemeleri de gittikçe popüler hale gelen teokratik ilkelere karşı göreceli laiklik, modernizm ve evrenselliğin koruyucuları olarak görülebilir (Hirschl, 2008). Koruyuculuk görevlerine ek olarak, anayasa mahkemeleri din ve devlet sorunlarının olduğu ülkelerde toplumun laikleştirici araçları haline gelmişlerdir. (Hirschl 2004b, 2008). Bu çalışma bağlamında da tartışılacağı üzere mahkemeler laiklik tanımını yapmakta; çizmiş oldukları laiklik çerçevesinde toplumun şekillenmesine yardımcı olmaktadır. Kısacası anayasa mahkemeleri demokratik karar alma süreçlerine bağlı olarak stratejik dezavantajları bulunan (Ginsburg 2003; Hirschl 2004) iktisadi ve yargısal elitlerle uyumlu menfaatleri paylaşan hegemonik, ancak tehdit altındaki siyasi elitler tarafından üstlenilen kasıtlı bir stratejinin sonucu ortaya çıkmışlardır.

Bu yargısal yetkelendirme örnekleri, siyasi geçiş zamanlarında sistemik bir belirsizlik perdesinin ardında yer alan anayasal müzakerelerden kaynaklanmamaktadır. Bu örnekler daha ziyade hegemonik olsa da tehdit altındaki siyasi elitler tarafından yürütülen -uygun çıkarları paylaşan iktisadi ve yargı elitleri ile birlikte- demokratik karar alma süreçlerine bağlı kalmanın stratejik dezavantajlarını tespit eden kasıtlı bir stratejinin sonucudur (Ginsburg 2003; Hirschl 2004).

Buna ek olarak, Hirschl (2008) bir ülkenin anayasasında korunan değerlerin halk arasında yaygın olan değerlerle çeliştiği durumlarda “siyasetin yargısallaşmasının daha olası olduğunu” ifade etmektedir. Türkiye’de din ve devletin anayasa tarafından katı bir şekilde ayrıldığı ve bunun aksine, Türklerin çoğunun kendilerini adanmış bir Müslüman olarak tanımladığı bir örnek olarak gösterildiği düşünüldüğünde (Hirschl,

37

2008:106) anayasa mahkemesinin siyasetin yargısallaşması için önemli bir araç olduğunu belirtmek anlam kazanacaktır. Bu nedenle Hirschl’in hegemonik koruma tezi, Türkiye’de 1960 darbesi ve sonrasında gelişen süreçte tesis edilen Anayasa Mahkemesini anlatan geçerli bir tez olmaktadır. Özbudun’a (2006) göre bu model Anayasa Mahkemesinin kuruluş ve işlevini tanımlamak için kavramsal bir çerçeve önermektedir. Bu tez, hakların güçlendirilmesi yoluyla yargının güçlendirilmesinin, hegemonyacı sosyo-politik güçlerin egemenliklerini korumak ve çoğunlukçu karar alma süreçleri kendi yararları doğrultusunda faaliyet gösteremese bile politika tercihlerini ve ideolojilerini güvence altına alacak verimli bir kurumsal yol sağlayabileceğini savunmaktadır (Hirschl 2000: 95).