• Sonuç bulunamadı

E. KONU VE KAVRAMLAR

2. Siyâveş-nâme’nin Konusu ve İçerdiği Tarihî Malzemenin Değeri

84

138. Paşanın bu başarıdan sonra Meymun üzerine yönelişi (197a) 139. Serdarın, Meymun üzerine zafer bulması (198b)

140. Zafer-nâme’nin (Siyâveş-nâme) kutlu bir vakitte tamamlanışı (201b)

2. Siyâveş-nâme’nin Konusu ve İçerdiği Tarihî Malzemenin Değeri

85

Paşa’nın değerini öne çıkaran karşılaştırmalara zemin olmaları dışında, ondan önceki vezirlerin, pek de bahse konu edilmeye değer bir mahiyeti yoktur. Hattâ bir önceki veziriazam olan Derviş Paşa’nın, padişah tarafından yetkisine ve yaşamına son verilişi, bir beyit içine sığıştırılan bilgiyle özetlenir:

Ķılur Dervįş’ini tįġ ile dil-rįş

Diler nev eyleye śadr-ı reh-i kįş (168) 125

Sultan I. Ahmed’in en büyük dileği ve umudu, adaleti bütün dünyada üstün ve hâkim kılmaktır. Hattâ kendi yazdığı bir şiirdeki ifadesiyle adalet, onun sahip olduğu saltanattaki var oluş sebebidir:

Adl içün geldüm bu mülke ben hemân Kârum âsân ide Rabb-i müste’ân

Memleket âsâyişin idüp murâd Bunda itdüm adl ü dâda ictihâd126

Atalarının mesleği üzere adaleti ayakta tutma dileğinin hayata geçebilmesi için, mutlaka cihanı adaletiyle tutacak bir sadrazama gerek bulunmaktadır:

Eben Ǿan-ced be-ced şāhān-ı pįşįn Güzįn-i şehriyārān-ı cihān-bįn

Ne vech-ile Ǿadālet ĥaķla dāyim İderlerdi ķılam ben daħi ķāyim

Şu deñlü eyledüm kūşiş ki bir kār Ola āsūde Ǿālem leyl ü nehār

Bulup bir kāmil-Ǿayār āśaf-ı şįr

125 Derviş Paşa hakkında bkz. Fikret Sarıcaoğlu, a.g.m., s. 195-196; Osmanlı Sadrazamları/Hadîkatü’l-Vüzerâ ve Zeylleri, haz. Mehmet Arslan, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2013, s. 89; Mustafa Sâfî, a.g.e., C. II, ss. 47-49; ayrıca Azmî-zâde Hâletî’nin Derviş Paşa’yla ilgili eleştirel şiiri için bkz. Nusret Gedik, “Azmî-zâde Hâletî’nin Derviş Paşa Hicviyyesi: Hadd-i Mestân”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 15, İstanbul, 2015, ss. 133-166.

126 İsa Kayaalp, Sultan Ahmed Divanı’nın Tahlili, ss. 225-226.

86

ǾAdāletle ola kevne cihān-gįr (213-216)

Buna en yaraşan kişiliğe ve birikime sahip olan Kuyucu Murad Paşa’nın veziriazam olarak atanışından sonra, padişahın ona yaptığı telkinlerin merkezinde (795) ve Murad Paşa’nın bu telkinlere verdiği cevabın ekseninde (806), yine kolaylıkla tahmin edilebilecek o vurgu bulunur:

Bu günden Ĥaķķ ola dāyim muǾįnüñ ǾAdālet şerǾ-ile olsun ķarįnüñ (795)

Ümįdüm bu senüñ devrüñde iy şāh Ĥaķ emriyle Ǿadāletle dutam rāh (806)

Derviş Paşa’nın azlinden sonra, adalet sancağını cihan padişahı adına taşıyacak Murad Paşa’nın veziriazamlığa seçilmesiyle sonuçlanan süreç, şair gözüyle okununca çok daha özel ayrıntılar ve değerlendirmeler öne çıkar. Paşanın üstün kişiliği, daha tayin sürecindeki esrarlı olaylarla birlikte olağanüstü bir boyut kazanır. Tarihî kaynaklarda ise bu süreç ancak kaba çizgileriyle işlenmiştir. Hasan Bey-zâde, bu atamanın dönemin şeyhülislâmı Sun’ullâh Efendi’nin “sevk ve ilkâlarıyla” gerçekleştiğini söylemekle yetinir127. Osman-zâde Tâ’ib de, yalnızca 1606 yılının sonunda “teşrîf-i sadâret-i uzmâ ile ikrâm olundu” 128 diye belirtir. Naîmâ ile Mustafa Sâfî de, ilgili tarihte vezir tayin olunduğunu bildirip, vezaret mührünün kapıcılar kethüdası eliyle Belgrad’a gönderildiğinden söz ederler129. Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi de mührün ulaşmasından sonra Belgrad Kalesi’nde şenlikler olduğunu yazar130. Vâsıtî ise bu olayı, Kuyucu Murad Paşa’nın vezareti almasını sağlayan faziletlerine işaret ederek verir131. Atama kararının Sun’ullah Efendi’nin tavsiyesiyle verildiğini vurgulayan tarihçiler ise Solak-zâde ile Peçevî’dir132.

127 Hasan Bey-zâde, Târîh-ı Âl-i Osmân (Tıpkıbasım), Ankara: Pergole Yayınları, 2017, vr. 71b.

128 Osmanlı Sadrazamları/Hadîkatü’l-Vüzerâ ve Zeylleri, s. 89.

129 Naîmâ Mustafa Efendi, Târîh-i Naîmâ C. I, haz. Mehmet İpşirli, Ankara: TTK Yayınları, 2007, s. 319; Mustafa Sâfî, a.g.e., C. II, s. 49.

130 Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadrî) Efendi, Tarih (-i Âl-i Osmân), haz. Ziya Yılmazer, Ankara: TTK Yayınları, 2003, s. 479.

131 Çelik, Vâsıtî-Gazavât-ı Murâd Paşa, s. 52.

132 Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi hakkında kaynaklarda birtakım olumsuz bilgiler bulunsa da (Bk. Halil İnalcık, a.g.e., s. 33-35. ), Murad Paşa’yı sultana öneren bir kişinin, Siyâveş-nâme’de bütünüyle olumlu özelliklere sahip bir tip olarak ele alınması, tahmin olunamayacak bir durum değildir. Hattâ metinde “İkinci İbn Kemal” olarak

87

Olayın ya da durumun Siyâveş-nâme’deki anlatımına dönüldüğünde ise, görüşme ve danışmaların havasını çok yönden yansıtan, kişiler arasındaki konuşmaların ayrıntılarına kadar nüfuz eden, daha da ötesi kahramanların zihinlerinde dönen düşünceleri ve uykularında gördükleri düşleri bile ortaya seren bir kuşatıcılık ve derinlikle karşılaşırız. Fürûğî, şeyhülislâmın telkinlerini bizzat duymuş gibi aktarır. Siyâveş-nâme’ye göre bu konuşmada Sun’ullah Efendi’nin üzerinde durduğu iki temel nokta vardır. İlk olarak, Sultan Ahmed’e daha önceki seçimlerini hatırlatarak, eski vezirlerin padişaha yaraşır görev yürütemediklerini dile getirir:

İdüp her birisi bir kāra āheng

Śoñ ucı gitdiler bį-nām u bį-neng (262)

Sonra da mührü vereceği vezirde ne tür hasletler bulunması gerektiğini bir bir sayar.

Sun’ullah Efendi’nin yaklaşımı, çeşitli özellikleri tek tek anıp bir bütüne ulaşmaktan çok, Kuyucu Murad’ın sahip olduğu kişilik ve erdemleri maddeleştirmek gibidir ve şu özelliklerden oluşur: Zeki, kişilik bakımından olgun, yaş bakımından ihtiyar, sadakat yolundan sapmamış, Osmanlı mülkünde dolaşmadık yer bırakmamış, en çok da serhadlerde tecrübe edinen, türlü zahmetlerle sınanmış, dünyada iyinin de kötünün de ne olduğunun farkında olan, asker sevkinde deneyimli, Allah korkusuyla şeriate gönülden bağlı, sultana karşı da itaatkâr, halkın durumundan haberdar,133 içi ve dışı mamur, altın ile toprak kendisi nezdinde denk olan, gönlü irfan, zihni hikmet sahibi, kimseye haksızlık etmemiş, cömert, Yemen’de padişah sancağı dalgalandırmış134 bir devlet adamı tarif eder ve sonunda adını da açık eder (269-295).

Bu sırada, yani vezaret mührü kendine ulaşmadan üç gün önce Murad Paşa bir rüya görür. Rüyasında padişah onun elinden tutmuş ve kendisine mühr-i hümâyunu teslim etmiştir.

Üstelik ona, paşa hayatta oldukça (kayd-ı hayat şartıyla) mührün kendisinde kalmasını irade ettiğini söylemiştir:

Virüp baħş eyledi vü ķıldı ħande

anılır” (193). Sun’ullah Efendi hakkında genel bilgi için bkz. Müstakım-zâde Süleyman Sadeddin, Devhatü’l-Meşâyıh/Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyografileri (Tıpkıbasım), İstanbul: Çağrı Yayınları, 1978, ss. 39-42.

133 Son üç özellik, Anadolu Türkçesinin en eski metinlerden itibaren, vezirin özen göstermesi gereken üç hâli ifade eder: “Ve vezîrüñ dahı üç hâleti vardur: Evvel hâlet gendüyile Tañrı ortasında; ikinci hâlet gendüyile pâdişâh ortasında; üçinci hâlet gendüyile çeri ve ra’iyyet ortasında.” Şeyhoğlu, Kenzü’l-Küberâ ve Mehakkü’l-Ulemâ, haz.

Kemal Yavuz, Ankara: AKM Yayınları, 1991, s. 107.

134 Bu ifade neredeyse kimlik kâğıdı mahiyetindedir.

88

Ne dem kim zindesin dursun bu sende (320)135

Bu rüyayı tabir ettirdiği bir şeyh, onu üç gün ifşa etmezse gördüklerinin açıkça tecelli edeceğini söyler. Fürûğî bunun ardından Murad Paşa’nın yıllar önce Yemen’de idareci iken bir şeyhten işittiklerini anlatır. O şeyh de kendisine açık bir biçimde, her yanı eşkıya kaplayıp memleket karışıklık içine düşünce sultanın birçok serdar görevlendireceğini ama bunun çözüm olmayacağını, bu durum on yıl kadar sürdükten sonra 1606 (h. 1015) yılında devletin kendisiyle karar bulacağını ve bu sayede zaferin müyesser olacağını muştular (350-364). Paşa bunu yıllar boyu bir sır olarak saklamıştır:

Ĥaķįķat ol güher kānı güher-senc

Nihān dutdı niçe yıl ol girān-genc (381)136

Öte yandan, Murad Paşa’nın serhadden vezaret mührüyle dönüşü ve Sultan I. Ahmed ile görüşmelerinin ardından görülmüş bir rüya daha dikkati çeker. Bu kez rüyanın sahibi padişahın kendisidir. Gecenin karanlığı bastırdığında ve uykudan hemen önce, eşkıyaya karşı kimi serdar göndereceğini derin derin düşünürken uykuya dalan padişahın aklına dolanan isim, Murad Paşa’dır. Nihayet uykusunda fikrini kesinleştirecek bir işaret alır. Rüyada babası Sultan III. Mehmed’in yardımına mazhar olmuştur:

Peder ķıldı beni ħˇābumda irşād Murād eyler cihān dārını ābād (639)

Bu durumu değerlendirirken, böyle bir bilgiye yahut çıkarıma ulaşmak için şairin çeşitli yollardan aldığı duyumlarla ve biraz da hayal gücünü zorlayarak şekil verdiği bir kurgudan söz etmekle yetinebiliriz belki. Ancak Sultan I. Ahmed’in şiirlerinden birinde geçen şu beyitler, konu hakkında ilgiye değer bir kapı açmakta, bir şairin muhayyilesini alelâde insanlarınki ile bir tutmamanın gereğini hatırlatmaktadır:

Rây-ı sâ’ib fikr-i sâkıbda vezîr-i bî-nazîr Bulmadum aña bu kâr üzre ki müstesnâ durur

135 Gerçekten de Kuyucu Murad Paşa’nın vezirliği vefatıyla son bulur.

136 Paşanın rüyalarla aldığı destek isyancılarla savaşta iken de sürer. Kalenderzade’ye karşı zafer vermesi için Allah’a yakardığı bir gecenin sonunda uykuya dalmasının ardından, rüyasında Hz. Peygamber ve ashabını görür.

Peygamber Efendimiz’den himmet dilemesi üzerine o da ellerini göğe çevirip paşaya uzun ömür verilmesi ve fetihler bulması için dua eder. Duanın sonunda da eşkıyanın onun eliyle temizleneceğini kendisine müjdeler (6365-6383).

89

Âkibet hâtif Murâd Pâşâ içün idüp hitâb Didi gönder serhade ol âkil ü dânâ durur

Hidmetüñde hâsıl itmişdür senüñ rîş-i sefîd Bu murâduñ ol Murâd’a ger vara dünyâ durur

Bu sürûr üzre anı serhadde irsâl eyledüm

Sa’y idüpdür hidmetümde her ne kim evlâ durur137

Osmanlı devlet düzeni içinde vezirlik, mutlak iradeyi temsil eden padişahtan sonra en önemli figürdür. Çünkü o da doğrudan padişahı temsil eder; bu sebeple aralarında her zaman bir uyum aranır. Kitâb-ı Müstetâb müellifinin örneğiyle, “Arslana hizmet eden karakulaktır.

Yoksa tilki ve tavşan arslana hizmet eylemek hiç mümkün değildir”138. Yine eski devirlerden beri vezir, ışığı kaynağından alıp aksettiren bir işleve sahip görüldüğünden, padişah ile arasındaki ilişki güneş ve ayın durumuna benzetilir139. Siyâveş-nâme’de de bunu içeren çok sayıda ifade bulunmaktadır. Örneğin şair, Kuyucu Murad’ı şu tür söz öbekleriyle niteler: meh-i mmeh-ihr-meh-i cüvân-baht (199), meh-meh-i mmeh-ihr-meh-i dırahşân (931).

Önemi sebebiyle, vezir seçimi devletin dirliği açısından hayati bir seçimdir. Bütün siyasetnamelerde bu konunun üzerinde uzun uzun durulur. Öyle ki vezirler hakkında müstakil eserler de yazılmıştır140. Sultan I. Ahmed bu kez seçtiği vezirle ilgili öyle memnuniyet ve ümit doludur ki, yüz yıl saltanat sürse, son âna kadar Murad Paşa’yı bu görevde görmek isteyeceğini belirtir:

Baña bu salŧanat yüz yıl ola yār

Seni öz gendüme idem vefā-dār (777)

137 İsa Kayaalp, a.g.e., s. 224.

138 Kitâb-ı Müstetâb, haz. Yaşar Yücel, Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1974, s. 31.

139 Tek başına Kutadgu Bilig’in kurgusu bile bu benzetmenin önemini anlatmaya yetebilir.

140 Örnek olarak bkz. Lütfi Paşa, Âsaf-nâme, haz. Ahmet Uğur, İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2018; Fatih Koyuncu, “Nev’î’nin Siyâsetnâme Türündeki Eseri: Fezâ’ilü’l-Vüzerâ ve Hasâ’ilü’l-Ümerâ”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 17, İstanbul, 2016.

90

Padişahın bunca güvenini kazanmış Murad Paşa, hem yaşça hem de kişilikçe en olgun devrinde sadrazam olmuştu. Bir hatt-ı hümayuna verdiği cevapta 90 yaşında bir pir-i fani olduğunu belirten paşa141 hakkında, Siyâveş-nâme’de aynı ifadeyle birlikte yine yüksek yaşını ima eden “kocamış bende” yakıştırmasında bulunulurken, padişahın ağzından da onun için

“aydın görüşlü ihtiyar” sözünün aktarıldığını görürüz:

Ķaçan gül ruħlaruñ bu pįr-i fānį

Göre ol dem virür bu armaġānı (4166)

Anuñ ardınca bu Ǿabd-i kühen-sāl

Girüp devletle reh-ber yār-i iķbāl (4162)

Olup iy pįr-i rūşen-rāy-ı pür-dil Kirāmį āśaf u ser-dār-ı Ǿādil (4216)

Ordunun başında yaşça olgun bir serdarın bulunmasından halkın da son derecede memnun olduğu anlaşılmaktadır. Halep sakinleri, Murad Paşa’ya dua ve övgülerini sundukları bir konuşmada, memleketin içine düştüğü karmaşanın genç ve tecrübesiz bir serdar eliyle giderilmesinin mümkün olmadığını dile getirirler:

Eger evvel gibi bir tāze ser-dār Bilürdük ger olaydı ne ola kār

Kimesne bulmaz idi dest-i çįre

Olupdı rūy-ı kişver gird-i tįre (4281-4282)

Paşanın kişiliğindeki olgunluğun en açık göstergelerinden biri ise, dünya malına karşı eski serdarlar gibi tamahkâr olmayışıdır:

Ki her kim bundan evvel oldı ser-dār ŦamaǾ ħˇābından ol olmadı bįdār

Ķodı Ǿadli taķayyüd eyledi māl

141 Gül, Celâlîkıran Kuyucu Murad Paşa, s. 17.

91

ǾAdū destinde oldı Ǿırżı pā-māl

ŦamaǾ-ı ħām ile oldı işi ħām Perįşān oldı çün kār-ı ser-encām

Bunuñ birdür yanında ħāk ile zer Elinden yandı ħaśmı oldı āźer

Anuñ ķalbinde yoķ sevdā-yı emvāl

Anuñ-çün oldı ol şįr aśdaķu’l-ĥāl (1549-1553)

Zaten Murad Paşa’nın kendisi de sultanın övgü ve öğütlerine karşı verdiği cevapta, göz tokluğunu bir ahde dönüştürmüştür. Hattâ bu ahdini kırması durumunda kendine bile acımayan mizacıyla sultandan şöyle dilekte bulunur:

Degül gevher cihān olursa pür-zer Görinür gözlerüme sūz-ı Āźer (807)

V’eger bir gez śıyam bu emr ü fermān Ĥarām olsun baña luŧf itduġuñ nān

Eger bāda virürsem Ǿırż u nāmūs Tecessüs eyle gönder peyk ü cāsūs

O ķılsun cüst ü cū nįk ü eger bed Gene fermān senüñ maķbūl eger red

Bulursañ bende kec-revlik nite cįm Cihān ħalķın benümle eyle pür-bįm

Ķılasın az vefāya çoķ mürüvvet

Ķıl imdi az cefāya çoķ Ǿuķūbet (810-814)

92

Kuyucu Murad hem uzun hem de geniş bir yaşamın getirdiği olgunluk ve deneyimin yanı sıra, sahip olduğu feraset sayesinde hileyi meslek edinmiş düşmanlarına karşı zekice karşı hileler tertip edebilen bir görüntü çizer. Daha savaş meydanına çıkmadan düşündüğü tedbirlerle düşmanı kendi beklentileri doğrultusunda yönlendirebilmektedir. Bunun Siyâveş-nâme’deki güzel bir örneği, Kalenderzade’yi yuvasından çıkıp baş göstermeye zorlamak ve üzerine çekmek için Maraş Beylerbeyi Zülfikar Paşa’ya yazdığı bir mektuptur. Orada elindeki askerin sözde azlığından şikâyet eder gibi görünerek, asiyi savaşa tahrik etmeyi başarmıştır (4383-4457).

Murad Paşa’nın kalbindeki yumuşaklık da, cesur ve heybetli kişiliğiyle tam bir aykırılık oluşturur. Meselâ padişahın kendisine nasihatlerini dinlerken inci gibi gözyaşları dökmüştür:

Naśįĥatle ķılur şeh Ǿālemi pür

O çeşminden dökerdi dāne-i dür (800)

Daha da ötesi, Murad Paşa her fırsatta ve en çok da geceleri sürekli yakarış ve inleyişlerle dua etmektedir. Bunun her istişare sonrasında alınan kararların ardından gerçekleştiğini görüyoruz. Siyâveş-nâme bunları bize lafız lafız sunan bölümler içermektedir.

O yakarışlardan biri, Canpolatoğlu seferi için yola çıktıktan sonra Konya’da konakladığı sırada, Fürûğî’ye göre Konya’ya varışının üçüncü gününde (1733), Hz. Mevlânâ’nın türbesinde gerçekleşmiş ve eserde bu olay başlık da verilerek özel bir bölüme dönüştürülmüştür (1710-1748).

Murad Paşa’nın özellikle geceleri içinde bulunduğu yumuşak ve hisli ruh durumu (4307) ile gündüzki heybet ve ihtişamı (4397) arasında, gece ile gündüzün farkına benzeyen bir uzaklık vardır. Eskilerin devlet yöneticileri için gerekli saydıkları bir özelliği belirtmek üzere kullandıkları, “İçi Musa dışı Firavun gibi olmak” teşbihinin hakkını veren bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Tabii Murad Paşa’nın aldığı birtakım kararların ve bazı olgun davranışlarının arkasında, din ve yasanın (İslâm ve töre) gereklerine derinden bağlı oluşunun da etkisi büyüktür; bu yalnızca bir mizaç meselesi değildir. Ondandır ki eşkıyayı kökünden kazımayı onlara gösterilmesi gereken tek yaklaşım bilmesine karşın, “kânûn-ı ezel” ve “kadîmî âdet”ten sapmamış, örneğin Canpolatoğlu’nun üzerine gitmeden önce ona mektup gönderip tuttuğu yoldan dönmesi için nasihatte bulunmuştur:

Ki ķānūn-ı ezel şāhān-ı pįşįn Bu nevǾa eylemişler kārı tezyįn

93

Ķıla bir nāme evvel ħaśma irsāl Bile nįk ü bedi hep cümle aĥvāl

Pes andan eyleye āġāz-ı āheng Dilįrāna ķılup bāzįçe-i ceng

Pes andan eyledi bu naķşa āġāz Ķadįmį Ǿādet üzre resm-i pervāz

Beyān-ı nįk ü bed aĥvāl ü tedbįr

Kelām-ı bezm ü rezm ü naśś-ı taķrįr (1756-1760)

Öyle ki Siyâveş-nâme’de anlatılan bir hikâyeye göre, Yemen’deki görevi sona erip de payitahta doğru yola koyulan Kuyucu Murad Paşa, Halep yakınlarında bir köyde gecelemek durumunda kalır. Fakat orada ileri gelenlerden herhangi bir kimse mevcut olmadığından, kendisinden ricada bulunduğu bir köylünün yanında konaklar. Sabah ona birçok ihsanlarda bulunup o köyden ayrılır. Ve aradan yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra o köylü, Halep kalesinin eşkıyadan temizlenmesinin ardından, asilerden biri olarak tutulup huzura getirilir. Elbette içi rahattır; paşaya yıllar önce yaptığı iyiliğe karşı nankörlük edilmeyeceğini düşünür. Nihayet küstah bir eda ile Murad Paşa’ya kimliğini açıklar. Bunun üzerine paşa onu önce taltif eder, kendi mevkiinden başka her dileğine muntazır olduğunu yükses sesle belirtir ve ardından, ona gerçekten asilerle yol tutup tutmadığını sorar. Evet, cevabı üzerine de, padişahına söz verdiğini, eşkıyalığa karışan öz oğlu bile olsa affetmeyeceğini öfkeyle haykırıp, onun canını aldırır (3748-3871).

Kuyucu Murad Paşa’nın düşman karşısındaki gözü pek ve ödünsüz tutumu, bizzat düşmanının bile gönlünü sarmış, diline pelesenk olmuştur. Fürûğî’nin aktarımıyla, eşkıya başı Canpolatoğlu’nun, Kuyucu Murad Paşa’da güneş gibi görünen bu aman vermez karakterle ilgili sözlerine bakılırsa, Murad Paşa için savaşmak âdeta bir oyundan ibarettir ve sabâ rüzgârı gül harmanını nasıl dağıtıp yağmalıyorsa, o da düşmanına tam böyle bir durumu yaşatmaktadır:

Aña bāzįçe olmış ceng ü ġavġā Olup fermān-beri pįr ile bernā

94

Śabā gül ħırmenin ne resme ġāret

İderse ol ider ħaśmı ĥaķāret (1418-1419)

Bundan başka eserde daha birçok kereler Canpolatoğlu’nun Kuyucu Murad Paşa hakkında olumlu nitelemelerine rastlanabilmektedir. İki ayrı yerde paşanın üç temel özelliği sıralanırken, ilkinde onun tecrübesi, mala karşı tamahsızlığı ve kararlılı kişiliğin vurgular (1395-1433); diğerinde de yine mala düşkün olmamasından, şeriate gönülden bağlı oluşundan ve insan kıymeti bilen mizacından söz edilir (1546-1566). Aslında bu bölümlerdeki eşkıya başı Canpolatoğlu’nun sözleri, istişare sırasında paşayı adamlarına tanıtmak üzere kurduğu cümlelerdir. Ancak Fürûğî bunu kendi için elverişli ve aynı zamanda etkili bir kurgu ve övgü vesilesine dönüştürmüştür.

Yine ayrı bir başlığa sahip olmaları sebebiyle başlıca birer bölüm oluşturan ve bir döneme kadar Murad Paşa’ya karşı isyancılarla saf tutmuş olan Seyfoğlu Yusuf’un genç oğluna nasihatlerini içeren beyitler, bir yönüyle de paşanın övgüsü niteliğindedir (139b, 140a).

Herhâlde bir devlet görevlisinin üstün vasıflarını düşmanının dili üzerinden ortaya koymak, onu övmenin en etkili biçimlerinden biri olsa gerektir. Fürûğî’nin kurguladığı yapı içinde bu yaklaşım, uzun uzadıya giden beyitlerle epeyce ağırlığını hissettirir. Diğer Celâlî isyancısı Kalenderoğlu dilinden de buna benzer çokça sözler dökülmektedir (4516-4521).

Murad Paşa’nın Siyâveş-nâme’deki hesaba sığmaz üstün özelliklerinden en son söz edeceğimiz yönü ise, istişare konusundaki özenli tutumudur. Alacağı bütün kararlarla ilgili hem yanındaki diğer devlet görevlilerine, hem de otağını kurduğu bölgedeki eşraf ve hattâ köylülere uzun uzun fikir danıştığı görülmektedir. Örneğin bir köylünün Göksun Yaylası’ndaki dar geçitte konuşlanıp Kalenderoğlu’na karşı öylece önlem alınmasını Kuyucu Murad’a telkin etmesinin, savaşın sonucunu belirleyici bir etkisi olmuştur. Bu da gösterir ki, Murad Paşa’nın kalbinde uyum hâlinde bulunan incelik ile yiğitliğe benzer biçimde, heybetli bir duruş ile tevazu dolu bir kişilik de onda yine iç içedir.

b. Kuyucu Murad Paşa’nın Celâlî Seferine Dair Siyâveş-nâme’deki Kurgu ve İçerik

Kuyucu Murad Paşa, sadaret mührünü teslim aldığı Aralık 1606 tarihinden sonra, hiç vakit kaybetmeden iki büyük Celâlî elebaşısı üzerine çıkacağı Anadolu seferi için hazırlıklara

95

başlar142. Belgrad’dan dönüp padişah ile görüşmesinin ardından143, sefer hazırlıklarının tamamlanacağı Üsküdar’a geçmek için uygun ve kutlu zamanı kollayan Murad Paşa’nın, az denecek kadar bile oyalanmadığı bilgisi Siyâveş-nâme’de de teyit edilir:

Gözetdi sāǾat ü ferħunde aħter Ne vaķtin pā ķoyam ber-baĥr-i aħżar

Ĥaķįķat geçmedi endek zamān hem

İrişdi sāǾat ü vaķt-i mükerrem (920-921)

Vakayinamelerde144, Murad Paşa’nın sefer hazırlıklarını tamamlamak üzere Üsküdar’a geçişi ele alınırken, bu kısa deniz yolculuğu üzerinde durulmaz. Savaş hazırlıklarına dair epey ayrıntı veren Abdülkadir Efendi bile, eserinde yalnızca İstanbul’dan uğurlanış ve Üsküdar’daki bekleyiş sürecini anlatır145. Siyâveş-nâme’de ise, Serdar Murad Paşa’nın Konya’ya varana kadarki yolculuğunu kapsayan bölüm, gemiyle Üsküdar’a geçişin hikâye edildiği beyitlerle başlar. Üstelik denizi geçerken Murad Paşa’nın kullandığı gemi, eserde önce sanatlı bir şekilde tasvir edilmiş ve ardından canlı bir varlık gibi konuya dâhil edilmiştir. Hattâ bu geminin olağan eğrilikleri, Paşa’ya kavuşma özleminin yol açtığı gamla ilişkilendirilmiştir. Böylece şiir dilinin sağladığı imkânlarla, insanların yanı sıra âdeta bütün varlıkların bu kutlu seferde Kuyucu Murad Paşa’ya şevkle yardımcı oldukları ima edilmekte ve destansı bir hava oluşturulmaktadır.

Geminin kendi ağzından sözlerle kurgulanmış ifadelerin de bulunduğu ilgili beyitler şöyledir:

Yekį pürsed zi-keştį-rā der-ān dem146 Neden olmış ķadüñ ya gibi pür-ħam

142 İşbilir, a.g.md., s. 507.

143 Kuşkusuz bu görüşmede, I. Ahmed tarafından yeni sadrazama verilen talimattaki vurgunun etkisi tartışılmaz.

Abdülkadir Efendi’nin belirttiğine göre, sultanın fermanında şöyle bir cümle geçer: “Ale’l-acele otağlar ve bârgâh [u] haymelerünüzü Üsküdar’a nakl eyleyesiz.” Bkz. Yılmazer, Topçular Kâtibi Tarihi, s. 485.

144 Böyle özel bir isim vermeden genelleme yoluna gitmemiz hâlinde kastolunan eserler, içerdiği bilgiler çoğunlukla müşahedeye dayanan, kendinden sonraki tarihçilere kaynaklık etmiş ve Siyâveş-nâme ile yakın yıllarda telif edilmiş vakayinamelerdir. Bunlar da, telif tarihleriyle birlikte belirtmek gerekirse, Mustafa Sâfî’nin Zübdetü’t-Tevârîh’i (1610’lar), Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi’nin Târîh’i (1615-1644) ve Vâsıtî’nin Gazavât-ı Murâd Paşa (1608-1611) adlı eseridir. Bir de daha ileri bir zamanda kaleme alınmış ve Osmanlı’nın ilk resmî vakanüvisi Mustafa Naîmâ Efendi’ye ait olan Târîh-i Naîmâ’dır (1702). Bunların dışındaki tarihî kaynaklardan ise gerek duyuldukça ve isim belirterek yararlanılacaktır.

145 Yılmazer, Topçular Kâtibi Tarihi, ss. 485-489.

146 Biri sordu o an gemiye

96

Nedendür üstüħˇānuñ böyle Ǿayān Suǿāl itmiş aña merd-i suħan-dān

Açup keştį aña ol dem zebānı Derūnından dimiş rāz-ı nihānı

O ġamdan ķaddüm olmış idi pür-ġam Ruħ-ı āśafla dil olmazsa ħurrem

Fikendem berzaħ-ı yem-rā ez-ān per Ki tā bįnem ruħ-ı ān āśaf-ı ner147

Pes imdi çekmezem şimden girü ġam

Geçürsün gögsini kef kef dögüp yem (925-930)

Siyâveş-nâme’ye göre, ordunun Üsküdar’a vardıktan sonra orada eğlendiği süre üç gündür (951). Ama vakayinameler içinde en düşük sayıyı veren kaynak bile bu süreyi on dört gün olarak belirtmiştir148. İlk bakışta bu durum, aradaki hatırı sayılır farka bakıp ciddi bir yanılgı olarak tespit edilebilir. Hattâ eserde yalnızca bu olaya özgü olmayan böyle bir yanılgının, daha sonra Konya, Maraş gibi yerler için de tekerrür ettiği ve buralardaki bekleyiş sürelerinin de vakayinamelere göre epey farkla üç gün diye belirtildiği bilgisi eklenerek bu tespit desteklenebilir. Ne var ki ele aldığı tarihî olaylara dair oldukça ayrıntılı bilgiler barındıran Siyâveş-nâme’de böylesi bir sapmanın mükerreren baş göstermesi, eserdeki tarih ve sayılarla ilgili kayıtsızlığın yansımalarından biri olarak da kabul edilebilir. Üstelik eserde “üç”ten başka zaman aralığı ifade eden sayılar “iki üç”, “beş on” gibi kesinlik taşımayan sıfatlardır. Bunlar bir arada düşünüldüğünde, şairin “üç gün” sözüyle muradı belki de “bir süre” anlamına gelebilecek belirsiz bir zaman aralığını ifade etmektir.

Üsküdar’da savaş hazırlıklarını tamamlamak üzere bir müddet konaklayışın ardından Murad Paşa ve ordusu Konya’ya doğru yola çıkar. Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi ve Mustafa Sâfî’nin bütün güzergâhlarıyla ayrıntılı bir biçimde kaydettiği bu yolculuk, Fürûğî’nin

147 Deryalar boyunca atıldım durdum / O yiğit asafın yüzünü göreyim diye

148 Bkz. Çelik, Vâsıtî-Gazavât-ı Murâd Paşa, s. 54.