• Sonuç bulunamadı

D. DİL VE ANLATIM

2. Üslûp Özellikleri

61

Eger rezm itmege ķılsañ ser-āġāz

Žafer birle olursın merd-i mümtāz (4285)

Bi-ĥamdi’llāh ki bu çeşm-i cihān-bįn Cihānda gördi ben tek devlet-āyįn (5440)

Ulaç:

Oluban bülbül-i mest gibi ħāmūş

Hemān deryā-yı maǾnį eyledi cūş (236)

Cihān oldı sitemden şimdi vįrān Ķılaldan dest-dırāzį aña dįvān (544)

Ķopınca rüsteħįz-i rūz-ı maĥşer99

Ola bu ħānedān pür-dürr ü gevher (672)

O cevr-ile cihānı ķılmadın teng

Ķılalum biz anuñ cengine āheng (1175)

Ķılalum naķş-ı bedden dehri gülşen Zemįn āyįne-veş olduķda rūşen (4669)

62

aramak şöyle dursun, çoğu zaman belirsizliği seçme, belirsizlikten güç alma yönünde bir tutumdur şiire hâkim olan.

Özellikle Osmanlı şiiri, nesir dilinin imkânlarını zorlayan, söz dizimi ögelerinin kendince belli bir biçimde yorumlanmasına ve düzenlenmesine dayanan bir yapıyla kurulur.

Söz dizimi bakımından devrik yapıların öne çıkmasına yol açan bu durum, şiir dilinin belirsizlik (=mübhemiyet) ile kaynaşmış bir nitelik kazanmasını sağlar.101 Dile ve düşünceye ait alışkanlıkları sarsmaya kasteden bu üslûp özelliğinin göz ardı edilmesi, en çok da tarihî olayları konu edinen tarihî manzumeler için felâket anlamına gelebilir.

Elbette söz dizimiyle ilgili şiire özgü kimi tasarrufların, dilin yapısına ait yerleşik kuralları epey zorladığı durumlar da olabilmektedir. Siyâveş-nâme’de geçen aşağıdaki örnekler bu bakımdan dikkate değerdir:

Anuñ ardınca geldi Şāh-ı merdān Ebū Ŧālib ǾAliyy-i şįrįn-dān (79)

Bülend it himmet-i Ǿadl-i güzįnüñ Sipeh-sālārısın İslām-ı dįnüñ (2401)

Mesnevilerde anlamı ve yargıyı tamamlayan kelimelerin dizgi bakımından kendine özgü başka durumları da olabilmektedir. Osmanlı şiirine ait daha kısa manzumelerde anlamın beyit sınırları içinde tamamlanması bir kural gibi benimsenirken, bunu mesneviler için de geçerli ve hattâ zorunlu gösterme tutumu102, mesnevi şairlerinin çok kolay ve çok sık başvurdukları bir uygulamayı yok saymak ya da sürekli ve kasıtlı bir biçimde düştükleri yanlış mertebesine indirmek anlamına gelir. Oysa anlam ve biçim bütünlüğünü bir bölümüyle kendinden sonraki beyte âdeta rehin bıraktığı için beyt-i merhûn adıyla ıstılahlaşan ve özellikle mesnevi gibi uzun soluklu şiirlerde çok da nadir sayılmayacak bir oranda yer bulabilen bu tür beyitlerin (Fürûğî bunu Farsça bir beyitten Türkçe bir beyte geçerken bile yapabilmektedir), Siyâveş-nâme’deki örneklerinden bazıları şöyledir:

Diyüp iy Ħālıķ-ı bį-miŝl ü mānend Keremden żımnuma lafž-ı žafer bend

101 Walter G. Andrews, Şiirin Sesi Toplumun Şarkısı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 40.

102 Bkz. Haluk İpekten, a.g.e., s. 61.

63

Ķılup eyle beni aǾdāya ġālib

Budur senden degül ġayrı meŧālib (2812-2813)

Gehį şįr-i süvārān pūr-ı şerze Muħālif ħayline rezm-ile lerze Braġup eyler cihānı başına deng

Gehį der-bendi eyler ol aña teng (6903-6904)

Çün įn mażmūn-ı elfāž-ı hümāyūn Śabā-sürǾat nesįm-i dürr-i meknūn103 İrişdi bir seĥer çün mihr-i enver

Żiyā-güster olup virdi dile fer (331-332)

Şairin metni kurduğu dil yoğunluk bakımından daha çok Arapça ve Farsça kelime kadrosu üzerine oturur. Eserin yazıldığı dönem bakımından bunda elbette çok olağan dışı bir durum yoktur. Ancak bununla birlikte, Anadolu Türkçesinin erken dönemlerinden itibaren kullanımda olan ve bugün için artık arkaik sayılan Türkçe kelimelerden de epeyce örnek bulunmaktadır:

anda : orada (53) bay : zengin (885) bile : birlikte (66) birle : ile, birlikte (66) bular : bunlar (87) çalım : vuruş (85)

çek- : sürmek, yönetmek (277) çek- : zorla almak (1118)

çekil- : meydana serilmek, ortaya sürülmek (943)

103 Bu kutlu sözlerin derin mânâları / Sabâ yeli ve inciler getiren rüzgâr gibi

64 daħi : ve, dahası (479)

degme bir : herhangi bir, hiçbir (76) dolın- : dolunay hâline gelmek (919) dur- : ayağa kalkmak (601)

dükel : bütün, hep (1050) dün : gece (19)

düpdüz : baştan başa, tamamıyla (33) dür- : burmak (458)

dürüş- : çalışmak, çabalamak (5059) düş ol- : karşılaşmak (595)

gün : güneş (598) irgür- : ulaştırmak (12) işbu : bu, işte bu (99) ķamu : bütün, her (5310) ķanda : nerede (847) ķanġı: hangi (985)

ķaşan- : (büyük baş hayvanlar) işemek (2301) ķatı : çok, şiddetli (159)

kimesne : kimse (4282) ķo- : bırakmak (113) ķolçaķ : kol kılıfı (875) ķon- : ortaya çıkmak (1009) nite : gibi (35)

oķu- : çağırmak (98)

65 öñdil : ödül (2725)

öñdin : önce, ilk (6415) özge : başka, ayrı (157) śan : sanki (76)

śı- : kırmak (1177) śoñ ucı : sonunda (1310) ŧalbın- : çırpınmak (585) uşat- : parçalamak (6910) uz : uzak (4671)

üsküf : başlık (900) yahşi : güzel, hoş (274) yalın : çıplak (891) yu- : yıkamak (536)

Her ne kadar mesnevi nazım biçimiyle yazılmış şiirlerin diğerlerine göre daha yalın bir dile sahip olduğu ileri sürülebilirse de104, dildeki bu yalınlık anlamca açıklığın teminatı olarak görülemez. Üstelik Siyâveş-nâme gibi tarih konulu da olsa mesnevilerdeki anlatım, olaylar kadar duygu ve hayallerin, apaçık gerçeklerle birlikte arzu ve ideallerin oluşturduğu bir çerçeveye bağlıdır. Mehmet Kaplan’ın söyleyişiyle, mesnevilerde hareket, duygu ve hayaller içinde boğulur105.

Bu özelliği yansıtır biçimde Siyâveş-nâme’nin üslûbu da durumların, duyguların, betimlemelerin, karşılıklı konuşmaların, edilen uzunca duaların, zaman zaman öğüt niteliğindeki söyleyişlerin hâkim olduğu bir yapı gösterir ve vakanüvislerin birkaç sayfada anlattıklarını onlarca sayfada işleyen bir hacme erişir. Elbette bu, Fürûğî’nin mutlaka daha çok bilmesinden değil, daha çok söylemesinden ileri gelir. O hâlde, daha yalın bir söyleyiş daha açık bir anlamı sonuç vermediği gibi, daha uzun bir anlatım da daha geniş bilgiyi tek başına

104 İsmail Ünver, “Mesnevi”, Türk Dili (Türk Şiiri Özel Sayısı II-Divan Şiiri Tıpkıbasım), Ankara, 2011, s. 457.

105 Mehmet Kaplan, “Destan, Mesnevi ve Roman”, Hisar, S. 139, 1975, s. 6.

66

temin etmez. Ne var ki, eserin konusu üzerinde durulurken verilecek örneklerle daha iyi görüleceği üzere, bazen ancak şair hissîliği ile yorumlanıp dikkat çekilen küçük bir ayrıntı, ilgiye değer çağrışımlara ve bazı önemli noktaların aydınlanmasına kapı aralayabilmektedir.

Öte yandan, şiirin gerekli kıldığı kalıplara bağlı kalmanın sonuç verdiği zorluklar sebebiyle, uzun hacimli mesneviler tekrara sık sık düşülen ve zaman zaman da söz yığılmalarına rastlanabilen eserlerdir. Bu tür tekrarlar arasında, beyit içindeki çeşitli dil unsurlarının kullanımıyla ortaya çıkanlar, genelde anlamı pekiştirici bir etkiye sahiptir:

Viren furśat viren nuśret viren dįn İden bu şehleri şaŧranc-ı çūbįn (2798)

Fakat mısra veya beyitlerin ayrı yerlerde bazen bire bir bazen de büyük oranda tekrarlanması, çok da bediî sayılamayacak bir anlatım özelliğine yol açar:

Ĥudā birdür k’aña çūn u çirā yoķ

Şumārı Ǿaķla śıġmaz ĥikmeti çoķ (750) Ħudā birdür k’aña çūn u çirā yoķ

Şumārı Ǿaķla śıġmaz ĥikmeti çoķ (2083)

Çü raǾd-ı ebr-i bārān mühre-i teng

Ķażādan nāzil olmış dāne-i seng (2902) Çü raǾd-ı ebr-i bārān mühre-i teng

Ķażādan nāzil olmış dāne-i seng (2907)

Nümūdār eyleyüp çeşme girįzi

ǾAyān u bį-ķıyāmet rüsteħįzi (6303) Nümāyān eyleyüp rāh-ı girįzi

ǾAyān u bį-ķıyāmet rüsteħįzi (7078)

İdüp ġayret ķılalum ceng ü āşūb

Ķılıc çevgān ola vü gülleler ŧūb (1634) Olup mest-i mey-i ceng-i pür-āşūb

Ķılıc çevgān oluban gülleler ŧūb (1681)

67

Birini cevheri görse virür cān

Birine ķul olur niçe Süleymān (2039) Birini gevheri görse virür cān

Ķulı olmaz anuñ laǾl-i Bedaħşān (2041) Söz yığılmasına örnek oluşturacak bazı beyitler ise şunlardır:

Aña ol şehriyārį şimdi el-ān

Olaruñ yanlarında cism-i bį-cān (1109)

Dehān āteş-feşān u ķalbi dil-teng

Oluban ħūn-ı ħaśma vālih ü deng (2785)

Be-sān-ı baĥr-i raĥmet gibi ŧuġyān

Yatanda Ǿasker-i şāh-ı cihānbān (3231) Miyān-ı meh-veşān-veş rāhı bārįk

Ruħı seng-i siyāh u çāh-ı tārįk (5667)

Fürûğî zaman zaman başka şairlerde de görülebilen bir uygulamayla, Türkçe cümleler içinde Farsça yüklemler kullanma yoluna gidebilmekte ya da iki dizesi iki ayrı dilden olan

“mülemma” beyitler söyleyebilmektedir:

Çekerler eyleyüp ħūnına ġalŧįz

Śaķın ġāfil ne-bāşed āteş-i tįz (948)

Nişįb ile firāzı devr-i dāyim

Ķılur bāzį diger-gūn nįst ķāyim (1279) Pes andan Ǿarśa-i pehn-i Güher-çįn

Mukarrer cāy-ı ceng şüd ebruvān çįn (4074)

Ol ucdan Ǿasker olmışdı perįşān

Ki ķışlaķ tā bi-fermūdem be-įşān (4423)

68

Yekį pürsed zi-keştį-rā der-ān dem

Neden olmış ķadüñ ya gibi pür-ħam (925) Güzįn itdi ķamusın şįr-i āśaf

Cihān bended be-pįş-i ū künūn kef (5310) Ki luŧf [u] Ǿafvıdur kār-ı büzürgān

Emān dih kāmiş-i kār-ı sütürgān (5951)

Mesnevilerde tekdüzeliği kırmak üzere şairlerin başvurduğu yollardan biri, doğrudan veya hikâyedeki bir kahramanın dilinden gazel türü şiirlere yer vermektir. Siyâveş-nâme’de bunun örneği bulunmaz; ancak yer yer bazı Türk ve Fars şairlerden lafzen alıntılanmış beyitlerden yararlanma yoluna gidilir. Bunların arasında Necatî (öl. 1509), (Beyit: 707); Şeyhî (öl. 1429’dan sonra), (Beyit: 1698); Sa’dî (öl. 1292), (Beyit: 1540, 1788); Assâr-ı Tebrîzî (öl.

1382), (Beyit: 3181, 3234-3237); Firdevsî (öl. 1020?), (Beyit: 1794); Mevlânâ (öl. 1273), (Beyit: 6698) gibi isimler yer alır.

Kimi zaman da herhangi bir şair adı anmadan, mânâsı veya mazmunu yönüyle alıntı özelliği taşıyan beyitler söylenmiştir. Bu tip durumlarda asıl beytin sahibi bilerek ve isteyerek dile getirilmediği gibi; alıntıyı yapan şair tarafından anlamca içerilmiş, yani kendine mâl edilmiş olması sebebiyle kaynağı belirsiz bir mirî malı gibi kullanılması da mümkün olabilmektedir. Örneğin aşağıdaki ilk beyitte, Hâfız-ı Şîrâzî’nin şiirinde geçen “bâ-düşmenân müdârâ” ibaresi “demişler” kaydıyla aktarılmakta; diğer beyitte ise, Klasik şiirimizde de rastlanabilen, örneğin daha önce 16. Yüzyıl şairi Hayâlî tarafından söylenmiş ve ırmak-deniz mecazı üzerine kurgulamış bir imge kullanılmaktadır:

Muķābil var mı itmek aña çāre

Dimişler ħaśma çün ħoşdur müdāre (4828) Egerçi sįl olur śaĥrāda pür-cūş

Olur baĥre irince lįk ħāmūş (2997) Bu imgenin 16. Yüzyıl şairi Hayâlî’deki bir örneği şöyledir:

Hakk’ı biz bulduk diyü zann itmesün ashâb-ı kâl

69

Cûylar çün erdiler deryâya hâmûş oldılar106

Anlamı hem güçlendirmek hem de soyut bir zemine doğru genişletmek için en etkili yollardan biri de “darb-ı mesel” ve “deyim” gibi söz kalıplarından yararlanmaktır. Şiirde mesellerin kullanılması îrâd-ı mesel olarak adlandırılır ve bu yöntem söze hareket kazandırdığı gibi, ortak bir dünyaya mâl olmasını da kolaylaştırır. Siyâveş-nâme’deki bir örnekte, yol kesicilerin kadından daha aşağı ve eksik olduğuna işaret edilirken; diğer bir örnekte de dizenin üstü kırmızıyla çizilmiş hâlde, günümüzde de yaşayan bir atasözüne, “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” ifadesine göndermede bulunulmuştur. Aşağıdaki son iki örnekte ise, şairlerin ayette geçen “kün fe-yekûn”107 ibaresinden ilhamla kullandıkları “kün fe-kân” sözünün ve Arapça bir meselin kısmen anıldığını görürüz:

Olur reh-zen meŝeldür zenden ebter Şaşar görse dil-āver olsa ecder (2329)

Ķonuķ umduġını yimez meŝeldür Dile bį-hūde endįşi cedeldür (4884)

O ķıldı kün fe-kān’dan naķş-ı ādem

Kemāl-i ķudretinden nefħ idüp dem (6156)

Diger-gūn serde ebrū çįn sirişte

İźā cāǿe’l-ķażā ķılmış nivişte (6877)

Siyâveş-nâme, yer verilen deyimler yönünden de oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Bir bölüğü bugün de kullanımda olan bu deyimlerden, metinde birçoğu sıklıkla geçenleri birer örnekle şunlardır: ağzı süd kohmak (6030), âheng dutmak (2360), arka virmek (2392), âteş urmak (4418), âvâz virmek (3139), bâda virmek (6083), bâk yimek (647), bâzî kılmak (1029), bel bağlamak (592), bîm çekmek (5749), câm-ı merg içmek (1501), cân getirmek (3811), dem urmak (5116), dert çekmek (274), dest komak (275), dil yumak (536), dile fer virmek (332), ebrû çîn eylemek (704), ebrû nûn itmek (762), el bir gelmek (1163), el yumak (76), elinden kan

106 Hayâlî Dîvânı, haz. Ali Nihad Tarlan, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 106.

107 Yasin Sûresi, 82.

70

yutmak (223), emrini dutmak (836), eşkıyâ dutmak (227), fikre dalmak (4359), fikre getirmek (543), gam yimek (2000), göz yumup açmak (774), gözinden kan dökmek (4347), gûş dutmak (4453), gûş urmak (5377), güler rû göstermek (339), hâb-ı hargûş vermek (3826), hancer çekmek (4799), hûn/kan yerde kalmak (4479), kâm almak (1971), kâm bulmak (3021), kana boyamak (1570), kemer bend kılmak (3281), mârı ısıtmak (370), mengûş eylemek (567), meydân dutmak (2042), nabız tutmak (34b/başlık), ney-zen bakışı (6579), pâyına rû [komak] (1862), râh-ı girîzi dutmak (2928), ruh çevirmek (5067), rû itmek (901), sâye salmak (244), ser urmak (4115), tanık virmek (6148), yarağ görmek (42a/başlık), yüz dutmak (4300)…

Konusu ne olursa olsun bütün mesnevilerde sürekli ve ortak bir özellik olarak görülebilen öğüt verici anlatım unsurları108, Siyâveş-nâme’de kendini ağırlıkla hissettirecek düzeyde bir varlığa sahip değildir. Bu tür bölümleri uzun tutmamayı yeğleyen Fürûğî, aralarda birkaç beyitle ve onları da hikâyedeki konuşmalara yedirerek meramını hayata geçirme yolunu seçer. Buna örnek olarak aşağıya, önce Sultan I. Ahmed’in vezirlik görevini verirken Murad Paşa’ya söylediklerinden bir bölüm, sonra da Fürûğî’nin eşkıyanın akıbetine dair sözlerinden birkaç beyit alınmıştır:

Rıżā-yı Ĥaķķ içün eyle ķamu kār Rıżā-yı nefsden eyle muttaśıl Ǿār Ki fānį gerdiş-i gerdūn-ı devrān Yumup açıncadur çeşmini bir ān Eger biñdür eger birdür eger yüz

Yumup açınca imiş Ǿāleme göz (773-775)

Budur kār-ı cihān bāzį-yi gerdūn Gehį şādān ķılur geh dįde pür-ħūn Budur aĥvāl-i Ǿālem devr-i eyyām

Alısar her ne varsa kām u nā-kām (7306-7307)

108 Çelebioğlu, a.g.e., s. 22.

71

Siyâveş-nâme’de, “Nûrun alâ nûr”109 (2009) ve “Nasrun mina’llâh”110 (2748) ibaresi dışında ayetleri lafzen kullanmayı pek tercih etmeyen şair, nasihat yolunu tuttuğu zaman yukarıda görüldüğü gibi kimi ayetleri çağrıştıracak bir üslûp benimseyebilmektedir. Dünyanın geçiciliğini anlatan 774 ve 775 numaralı beyitler, Kur’an-ı Kerim’deki şu bölümü hatıra getirmektedir: (Allah inkârcılara) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar. “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor” derler. Buyurur: “Sadece az bir süre kaldınız;

keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!111

Eser, içeriği itibarıyla tarihî bir mesnevi olsa da, Fürûğî, Dîvân şiirinin mazmunlar dünyasında soluk alıp veren bir kimlik sergilediğinden, sık sık bunlardan yararlanır. Bu anlatım içinde, Dîvân şiirindeki sevgili imgesinin yok denecek kadar belirsiz bir varlığa sahip beli veya ağzı ile eşkıyanın veya genel olarak zulmün dünyadan yok edilişi arasında; yine sevgilinin mestane bakışları ile fesat ehli isyancıların kendini kaybetmişlik hâli arasında ilgi kurulurken, Âl-i Osman ile Sultan I. Ahmed Han arasındaki ilişki sedef ile incinin ilişkisine, padişah ile Murad Paşa’nın konuşması bülbülün güle hitabına, halkın zulümle kan yutması durumu da la’l-i Bedahşan’ın madenla’l-indekla’l-i durumuna benzetla’l-ilmla’l-iştla’l-ir:

Miyān-ı dil-rübā-veş oldı nā-būd

Girįzān oldı gitdi śanasın dūd (4187)112

Dehān-ı meh-veşān gibi sitem güm

Nite günden ruħ-ı nāhįd ü encüm (219)

Śadefdür milk-i ǾOŝmān ol dür-i pāk Murādı üzre devrin ķılsun eflāk (7323)

Şehinşeh bülbül-i mest gibi pür-cūş O gül gibi olup başdan başa gūş (799)

109 Nûr Sûresi, 35.

110 Saff Sûresi, 13.

111 Mü’minûn Sûresi, 112-114. Bkz. Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, haz.

Hayrettin Karaman ve dğr., Ankara, 2005.

112 Üstelik Fürûğî bu beyti Murad Paşa’ya söyletiyor.

72

ReǾāyā žulm ile tā yutmaya ķan

Nite kān içre her laǾl-i Bedaħşān (220)

Bu yerleşik imge ve mecazların birbirini izleyen beyitlerle şair için etkili bir tasvir ve teşbih kompozisyonu oluşturmadaki katkısı büyüktür. Aşağıdaki bölüm, Siyâveş-nâme’deki buna benzer bölümlerden yalnızca biridir ve halkın Kuyucu Murad Paşa hakkındaki dua, sevgi ve övgülerini resmeder:

Cihān Ǿadlinden oldı miŝl-i gülşen Perįşān diller oldı şād u rūşen

Fesād ehli yoġ-ıdı mest ü mağrūr Meger çeşm-i perį-rūyān-ı maħmūr

ReǾāyā śaça ħāke ger cev ol ĥįn Olurdı ĥāśıl andan ħūşe pervįn

Sipāh inǾāmı ile oldı maǾmūr Tecellįden śanasın dāmen-i Ŧūr

Zamān emn üzre döndi ķıldı devri Gümāndan ġayrı çekmez kimse cevri

Zamānında kimesne yaş-ıla ķan Gözinden dökmedi devrinde bir ān

Kimesne bir kese ķaldurmadı dest Meger kim mey ķıla bir merdi pā-best

O dey ol şįr-i ser-dār-ı žafer-bįn ǾAŧā itdi özini ħalķa ol ĥįn

Süm-i raħşı ne cāya oldı reh-vār

73

İderdi Ħıżr-veş ol cāyı gülzār

Binüp raħşa ne yaña olsa pūyān Gül ü sünbül biterdi revĥ u reyĥān

Ne cānib Ħıżr-veş ķılsa Ǿazįmet Dutardı Ǿālemi luŧf u ġanįmet

Ruħından tįre diller oldı ħandān Ki çün şeb-rā zi-nūr-ı māh-ı tābān

DuǾā-yı ħalķ-ı Ǿālem çarħa peyvest Olurdı cümle Ǿālem ķaldurup dest

Ruħ-ı pākin görüp pįr ile bernā

İdüp medĥ ü ŝenā aǾlā vü ednā (4253-4266)

Sonuç olarak, tarihî bir olayın ve askerî bir mücadelenin anlatıldığı Siyâveş-nâme, bunun gerektirdiği coşkulu anlatım tarzıyla birlikte bazen ölçülü bir öğreticilik, çok zaman da etkili bir mecazi dilden beslenir. Konu bakımından tarihî bir hikâye ele alınıyorsa da, bir şiir metni olarak Siyâveş-nâme’nin odaklandığı nokta, olayların ardışık anlatımına özen göstermek, ya da yorumdan ve hayal gücünden arınmış yalın gerçekleri göz önüne sermek değildir.

Bu sebeplere bağlı olarak kimi zaman eserde süre anılsa bile tarih verme kaygısıyla hareket edilmez. Yer yer geriye dönüşlerle zamanda sıçramalar olur. Örneğin Murad Paşa ile Canpolatoğlu Ali Bey’in savaş için yaptıkları karşılıklı hazırlıklar anlatılıp birbirlerine gönderdikleri mektupların içerikleri açıklandıktan sonra, eski devirlerde Canpolatoğlu sülâlesi ile Sultan Selim arasında yapılan anlaşmadan söz eden bir bölüm araya girer. Benzer biçimde, Murad Paşa’nın Halep’te yürüttüğü “temizlik” hareketinin işlendiği sırada, Murad Paşa’nın yıllar önce Yemen’den gelirken Halep yakınlarında yaşadığı bir olaya, konuyla ilgisi bakımından parantez açılır. Ayrıca bazen bir ânın bile sayfalarca anlatıldığı eserde, gerekli görülmeyen süreçler bir çırpıda geçiştirilir; koca bir mevsim, iki beyte sığabilir:

O dey geçdi iriştdi rūz-ı nev-rūz

74

Bahār eyyāmı oldı kevne fįrūz Zemistān oldı gerdūndan çü nā-būd

Yine germā cihānı ķıldı āsūd (5000-5001)

Kısaca, eserde olaydan çok duruma, fiilden çok faile (kahramana veya düşmanına), bilgi vermekten çok etki uyandırmaya yönelik bir üslûp hâkimdir. Âgâh Sırrı’nın belirlemesiyle, konu bir araç, hüner göstermek amaç, şaşkınlık uyandırmak da esastır113. Ve eserin sonundaki Farsça bölümde de tekrarlandığı üzere (7401, 7409-7410), bütün Klasik şairlerle benzer biçimde Fürûğî’nin eseriyle ilgili en temel iddiası, dilinden dökülen inci değerindeki sözlerle özge bir tarz meydana getirmek ve devrinin ilham nefesi olmayı başarabilmektir:

Sülūk it özge ŧarza aç dehānuñ

Olasın hātifi sen [bu] zamānuñ (157)