• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de, 2004 yılı sonu itibariyle sermaye piyasasında faaliyet gösteren, 12 adedi faaliyetleri geçici olarak durdurulmuş olan 112 aracı kurum ve 42 banka olmak üzere toplam 154 aracı kuruluş bulunmaktadır. 2004 yılı içerisinde toplam 15 adet aracı kurumun faaliyetleri geçici olarak durdurulmuş, bu aracı kurumlardan 4 adedinin yeniden faaliyete geçmesine izin verilirken, 4 adedi söz konusu aracı kurumlardan olmak üzere 5 adet aracı kurumun da sahip olduğu tüm faaliyet yetki belgeleri iptal edilmiştir. 2004 yılsonu itibariyle 7 adet aracı kurumun geçici kapalılık durumu devam etmektedir.

Aracı kurumlar, ülke çapında merkez dışı örgütleri vasıtasıyla faaliyet göstermekte olup, 2004 yılsonu itibariyle 228 adet şube, 71 adet irtibat bürosu ve bankalarla tesis ettikleri 31 adet acentede hizmet vermektedirler. İkincil piyasa işlemlerinin aracı kuruluşlar bazında dağılımı aşağıdaki tabloda verilmektedir (Borsa dışı işlemler de dahil)

75

Tablo 7: İkinci El Piyasa İşlemlerinin Aracı Kuruluşlar Bazında Dağılımı 2002 2003 2004 Milyar YTL Milyar $ Milyar YTL Milyar $ Milyar YTL Milyar $ Hisse Senedi Aracı Kurum 213 142 293 200 417 296 Tahvil/Bono (Repoda dahil) Aracı Kurum 457 410 629 552 857 723 Banka 1.195 1.053 1.731 1.494 2.939 2.422 Toplam İşlem Hacmi 1.865 1.605 2.653 2.246 4.213 3.441

Kaynak: Sermaye Piyasası Kurulu 2004 Yılı Faaliyet Raporu,

http://www.spk.gov.tr/yayinlar/yayinlar.htm?tur=faaliyetraporu, (20.09.2005)

2.5.1.Aracı Kurumlar

Sermaye piyasası kurumlarının başında 2001 yılı sonu itibariyle 129 adet aracı kurum gelmektedir. Mali sistemin bütününde olduğu gibi burada da bankaların önemli bir etkinlikleri söz konusudur. Bu 129 aracı kurumdan 44 tanesi bankalar tarafından kurulan aracı kurumlardır. Sayıca toplamın sadece üçte biri bankalar tarafından kurulmasına karşılık toplam özsermaye büyüklüğünün yarısı bu gruba aittir. Aracı kurumların son sekiz yıllık dönem içinde ikincil piyasada gerçekleştirilen işlemlerdeki ağırlıkları ortalama olarak %14 civarındadır. Bu değer 1996 yılında en düşük seviyesine (%6,5) ve 2000 yılında en yüksek seviyesine (%21) ulaşmıştır.

Aracı kurumların toplam işlem hacmindeki paylarının yanı sıra işlemlerinin dağılımı da önemli bir gösterge olacaktır. Aracı kurumların özel sektör menkul kıymetlerini konu alan işlemlerinin kamu menkul kıymetlerini konu alan işlemlerine oranına bakıldığında, 1992–2001 döneminde bu oranın %120 olduğu görülmektedir.

Yeni aracı kurumlar ağırlıklı olarak özel sektör menkul kıymetlerinin işlemlerine aracılık etmişlerdir. Ancak her iki işlem çeşidi arasında çok önemli bir fark bulunmamaktadır.

Piyasada yer alan aracı kurum sayısının çok fazla olduğu konusunda çok sık eleştiri yapılmaktadır. Nitekim 2001 yılında yaşanan kriz aracı kurumlar arasındaki rekabetin keskinleşmesine neden olmuştur. Bu rekabet ortamı aracı kurumlar arasında birleşmeler yaşanmasının yanı sıra yabancı sermayenin bu sektöre girmesini de sağlamıştır.

Aracı kurum sayısının ve artan rekabetin bir sonucu olarak bu kurumların müşterilerinden aldıkları komisyon gelirleri üzerinde haksız rekabete neden olan bazı uygulamalar geliştirilmiştir. Çoğu aracı kurum %0,2’lik yasal komisyonunu müşteriye

çeşitli yöntemler izleyerek geri iade etmek suretiyle bir anlamda kanuna karşı hile yoluna gitmek zorunda kalmıştır.

Aracı kurumların kar (zarar) durumları ile işlem hacimleri, bakiyeli hesap sayıları ve aracılık komisyonları arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışan bir regresyon analizinde çıkan sonuçlar aracılık komisyonu miktarının kar ile ters orantılı bir ilişkiye sahip olduğunu göstermektedir. Buna karşılık bakiyeli hesap sayısı ile kar arasında oldukça kuvvetli pozitif bir ilişki söz konusudur. İşlem hacminin karlılık üzerine etkisi ise göz ardı edilecek kadar küçük çıkmıştır. Bu regresyon analizinin sonuçlarına göre daha fazla yatırımcı kendi üzerinden işlem yapmaya ikna edebilen aracı kurumların karlılıklarını artırabileceği görülmektedir.

Aracı kurumlar iki farklı boyutta değerlendirilebilir: İlk olarak bu kurumlar sermaye piyasalarının gelişmesine yardımcı olan kurumlardır. Bu çerçevede bu kurumlar etkin çalıştıkça, yani ellerindeki kaynakları etkin kullandıkça sermaye piyasasına katkıları da artacaktır. İkinci boyut ise bu kurumların her birinin birer özel işletme oldukları ve temel amaçlarının karlılıklarını korumak olduğudur. Sermaye piyasalarının gelişimi açısından aracı kurumların aracılık faaliyetlerini ne kadar etkin yerine getirdikleri önem taşımaktadır. Bu konu benzer birimlerin göreli etkinliklerini değerlendirmekte kullanılan veri zarflama analizi ile değerlendirilebilir.

Aracılık etkinliğinin değerlendirilmesinde temel varsayım, bu kurumların ellerindeki kaynaklarını kullanarak mümkün olduğunca fazla yatırımcıya hizmet etmeye çalışacakları yolundadır. Buna göre analizde kullanılan girdiler; personel sayıları, şube sayıları ve işlemlerini devam ettirebilmek için ortaya koydukları sermayelerdir. Bu girdileri kullanarak elde edecekleri çıktı farklı şekillerde ölçülebilir. Bunlardan birincisi bakiyeli hesap sayısı, ikincisi ise işlem miktarlarıdır.

Bu girdi ve çıktılara göre verileri uygun olan ve faaliyetleri devam eden 116 aracı kurum kullanılarak gerçekleştirilen veri zarflama analizi sonucunda ortalama etkinliğin 0.273 gibi düşük bir değere sahip olduğu bulunmuştur. Değerlendirilen 116 aracı kurumdan sadece 4 tanesi tam etkinliğe sahiptir. 27 aracı kurum etkinliği ise %1 gibi çok düşük bir değerin altında gerçekleşmiştir.

Veri zarflama analizi kullanılarak yapılan etkinlik değerlendirmesi, gözlemler içindeki en etkin birimleri (burada aracı kurumları) tespit edip, diğerlerini yani etkin olmayanları bu etkin birimlere göre değerlendirmektedir. Yani yapılan değerlendirmede, eldeki gözlemler bir anlamda kapalı bir sistem olarak kabul edilir. Bir grup içerisinde etkin olan bir üretim birimi bir diğer grup içerisinde etkin olmayabilir.

Bu çerçevede bir aracı kurumun etkin olmamasının anlamı, değerlendirilen aracı kurumlar içerisinde etkin diye nitelendirilen kurumların, benzer çıktılara daha az girdi kullanarak ulaşabildiğini göstermektedir. Bu çerçevede değerlendirdiğimiz zaman etkin olmayan birimlerin çokluğu bir anlamda kaynakların israf edildiğini de gösterecektir. Yukarıda bahsedilen analizde girdi olarak aracı kurumların özsermayeleri, personel ve şube sayıları kullanılmıştır. Veri zarflama analizi, değerlendirilen her bir birimin etkin sınıra ulaşabilmesi için sahip olması gereken “hedef” değerleri vermektedir. Hedef değer ve gerçek değerlerin ortalamalarına baktığımız zaman sektöre ilişkin genel bir değerlendirme yapılabilir.

Çıktı olarak kullanılan bakiyeli hesap sayısı ve işlem hacimlerini sabit kabul edildiği takdirde, aracı kurumların etkin çalışan kurumlar olabilmeleri için girdilerinde indirim yapmaları gerekmektedir. Örneğin, mevcut durumda aracı kurum başına düşen ödenmiş sermaye miktarı yaklaşık 1755,5 milyar TL dir. Aynı çıktılara ulaşabilmek için gereken sermaye miktarı ise aslında 564 milyar TL dir. Olaya biraz ters açıdan bakarsak, ödenmiş sermaye toplamını baz alırsak, hedef seviyeye ulaşmak için mevcut ortalama sermaye miktarına sahip 38 aracı kurum yeterlidir.

Benzer şekilde aracı kurum başına şube sayısı (merkez şube, şubeler, irtibat büroları ve acente toplam sayısı) mevcut durumda 4.25 olmasına karşın, hedef değer 0.622’dir. Toplama bakarsak 493 adet şube mevcuttur ancak etkin çalışan aracı kurumları baz aldığımızda bu işlem 72 şube ile gerçekleştirilebilmektedir. Analizde kullanılan son girdi, personel sayısı için baktığımızda, mevcut durumda aracı kurum başına yaklaşık 49 çalışan olduğunu, bu sayının ise 15’e düşürülmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Yani sektörde toplam çalışan sayısı 5673, olması gereken sayı ise 1693’tür.

Ödenmiş sermaye de olduğu gibi personel ve şube sayıları içinde mevcut aracı kurum sayısının fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine kabaca olması gereken aracı kurum sayılarına bakarsak, personel sayısına göre 35, şube sayısına göre 17 aracı kurum, bu işlem hacmine ve bu bakiyeli hesap sayısına “etkin” bir biçimde ulaşmak için yeterlidir.

Daha önce belirtildiği gibi bu değerlendirmeler, etkin oldukları bulunan 4 aracı kuruma göre yapılmaktadır. Yani etkin olmayan bütün aracı kurumlar, bu 4 kurum kadar etkin çalışırlarsa ihtiyaç duyacakları girdi miktarları, hedef değer olarak gösterilmektedir.

Mevcut girdilerin sabit olduğu durumda çıktılarda meydana gelmesi gereken değişmeler de incelenebilir. Bakiyeli hesap sayısı aracı kurum başına 5664’ten 7107’ye, işlem hacmi ise 4.815.897 milyar TL’den 5,038,103 milyar TL’ye çıkmalıdır.

Çıkan sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde piyasadaki aracı kurum sayısının çok olduğuna ilişkin genel kanının doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim Sermaye Piyasası Kurulunun yaptığı son düzenlemelerle gerekli sermaye miktarlarını arttırması bu şişkinliğin giderilmesi açısından önemli bir adım olmuştur. Bunun yanı sıra gelecekleri henüz tam olarak kestirilemeyen TMSF elindeki aracı kurumların sektör dışından kişi veya kuruluşlara satılamayarak kapatılmaları ya da diğer aracı kurumlarla birleşmeleri durumunda da şişkinliğin biraz daha azalacağı beklenmektedir.

Aracı kurumların personelinin eğitimlerinin yetersizliği Türk Sermaye Piyasası için önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Aracı kurumlarda çalışan personelin bir kısmı bu konuda temel bir eğitim almamıştır. 2001 yılı sonunda çıkartılan lisanslama tebliği ile aracı kurum ve personeli için eğitim ve sınav zorunlu bir hale gelmiştir. Bu karar Türk sermaye piyasasının kalitesi ve geleceği açısından oldukça önemlidir.

Tablo 8: Banka ve Personel Sayısı (2003–2004)

Banka Sayısı

Şube Sayısı Personel Sayısı Yurtdışı Şube

Yurtdışı Personel Aralık Aralık Aralık Aralık Aralık

2003 2004 2003 2004 2003 2004 2003 2004 2003 2004 Kamu Bankaları 3 3 2.070 2.236 37.982 39.454 12 14 124 168 Özel Bankalar 18 18 3.609 3.736 70.622 76.932 22 24 302 350 TMSF Bankaları 2 1 175 1 4.518 403 1 - 3 - Yabancı Bankalar 13 13 209 209 5.451 5.798 4 4 29 35 Mevd. Bank. Top. 36 35 6.063 6.182 118.573 122.587 39 42 458 553 Kalkınma ve Yatırım B. 14 3 24 33 5.457 5.352 Kamusal Sermaye KYB 3 3 20 21 4.698 4.605 Genel Toplam 50 48 6.087 6.215 124.030 127.939 39 42 458 553

Kaynak: BDDK Yıllık Rapor, 2004, http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/rapor2004/2_1.pdf

(11.09.2005)

2.5.2.Bankacılık Sektörü

Türk mali sisteminin en büyük ve en önemli oyuncusu olan bankalar ve bankacılık sistemi, özellikle Şubat 2001’de yaşanan krizden en çok etkilenen sektör olmuştur. Uzunca bir süre ülkenin parlayan yıldızı konumunda olan, bankacılık sektörü, 2000 yılında uygulanan dezenflasyon programı ile su yüzüne çıkan yapısal bozukluklarından dolayı

yaşamaya başladığı sıkıntıları aşmadan, 2001 yılında patlak veren kriz ile önemli bir değişim ve dönüşüm sürecine girmek zorunda kalmıştır.

Son dönem sıkıntıların nedenlerini ve sonuçlarını incelemeden önce 1990 sonrasında bankacılık sektöründe yaşanan gelişmelere bakmak yararlı olacaktır. Bankacılık sisteminde kamu bankalarının ve fona devredilen bankaların önemli bir ağırlığı vardır. Aktif toplamları açısından baktığımızda neredeyse sektörün %40’ı bu iki grup tarafından oluşturulmaktadır. Toplam bankacılık sisteminin aktifleri ve ödenmiş sermayesi yıllar boyunca artmıştır. Her iki değer son 10 yıllık dönemde birbirlerine paralel bir seyir izlemelerine karşılık, 2001 yılında ödenmiş sermayenin artış hızının toplam aktiflerin artış hızından fazla olduğu görülmektedir.

Bankacılık sistemi ile kamu finansmanına ilişkin bazı göstergeler arasındaki ilişkilere bakıldığında, kamu borçlanma faizlerindeki artışların bankaların mevduat toplamının artmasına neden olduğu, hazine bonosu yoluyla borçlanmaya gidilmesi durumunda mevduatların yine arttığı, devlet tahvili ile borçlanmaya gidildiğinde ise mevduatlara tam tersine bir yansıması olduğu görülmektedir. Kamu borç stoku ile bankacılık sisteminin toplam aktifleri arasında da önemli bir ilişki vardır. Bu iki değişken arasındaki korelasyon %96.8 gibi çok yüksek bir değere sahiptir. Kamunun rahat borçlanabilmek için bankacılık sektörünü teşvik ettiği zaten bilinen ve çoğu kez eleştirilen bir politikaydı. Rakamlar bu ilişkiyi açıkça ortaya koymaktadırlar. Hatta bir adım daha ileri gidersek, kamunun bankacılık sistemine ilişkin politikalarına yöneltilen bir başka eleştiri ise, dış borçlanmayı bankalar üzerinden yaparak, riski bankacılık sistemine yüklediği biçimindedir. Bankacılık sisteminin yurtdışı banka ve diğer kuruluşlardan aldığı kredilerin, yurtiçi banka ve kuruluşlardan (TCMB dahil) aldığı kredilere oranı görülmektedir. Bu oran 1990 başında %60–70 civarında iken 2001 yılına gelindiğinde %700–800 civarına yükselmiştir. Yani bankacılık sistemi yurt dışından kamu yerine borçlanmış, aldığı kredileri ise ülkeye getirip kullanmıştır. Burada hemen başka bir sorun karşımıza çıkmaktadır. Bu sorun yurt dışından getirilen bu fonların hangi alanlara kanalize edildiği sorunudur.

Hazine istatistiklerine göre kamu borç senetlerinin en önemli alıcısı bankalardır. Gerçekten de bankaların bilanço büyüklüklerine baktığımız zaman bu çarpıklığı daha net görebilmekteyiz. 1990’lı yılların başında bankalar menkul değerlere yatırdıkları miktarın neredeyse üç katı miktarı kredi kullandırırken, 2001 yılı sonuna geldiğimizde menkul değerlerin miktarı kredi miktarına yetişmiş hatta küçük bir farkla da olsa üzerine çıkmıştır.

Bankacılık sisteminin ellerindeki kaynakları menkul değer veya kredi olarak tahsis etmelerinin, sektörün kar-zarar durumu üzerinde önemli etkileri vardır. Kar (zarar) miktarında meydana gelen değişmenin, kredi miktarının, menkul değerler cüzdanı toplamını ve şirketler kesimine verilen kredi miktarlarının aktif toplamına oranlarını kullanarak açıklamaya çalışan regresyon analizinin sonuçları aşağıda verilmektedir.

Regresyon analizinin sonuçları oldukça ilginç bilgiler vermektedir. Bu regresyon analizine göre bankacılık sisteminin kar miktarı ile menkul değerler cüzdanının aktif toplamına oranı arasında ters bir ilişki vardır. Yani bankalar ellerindeki kaynakların ne kadar çok kısmını menkul değerlere yatırırlarsa kar miktarları o kadar azalmaktadır. Ancak ilişkin in istatistikî olarak anlamlı olduğuna dair bir kanıt bulunamamıştır. Buna karşılık kredi hacminin aktif toplamına ve şirketlere verilen kredilerin aktif toplamına oranları arttıkça da kar miktarı artış göstermektedir. Bu iki ilişki ise istatistikî olarak %5 hata seviyesinde anlamlı bulunmuştur. Bu güne kadar bankacılık sektörüne ilişkin olarak yapılan çalışmaların neredeyse tam tersi bir sonuç elde edilmesinin 3 temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi kullanılan veri tüm mevduat bankalarına ilişkin veridir. Yani kamu bankaları da, fona devredilen bankalar da bu verinin içinde yer almaktadır. İkinci neden 2000 yılında uygulanan dezenflasyon programının bankacılık sisteminde meydana getirdiği değişiklikti. 2000 yılında birden bire kamu borçlanma faizlerinin çok düşük seviyelere inmesiyle, kamu senetleri banklar için cazibesini kaybetmiş, yıllardan beri yüksek maliyetlerle çalışan ancak karlılıklarını koruyabilen bankalar, bu dönemde karlılıklarını koruyabilmek için bir taraftan kredi hacmini artırmaya çalışırlarken diğer taraftan da özellikle idari maliyetlerini azaltma yoluna gitmişlerdir. Üçüncü neden ise 2001 yılında yaşanan finansal krizin de inceleme dönemi içinde yer almış olmasıdır. 2001 yılı bankacılık için bir anlamda kara bir yıl olmuştur. Özellikle kamu bankalarının ve fona devredilen bankaların 9 aylık bilançolarına bakıldığında sektörün toplam zararının hemen hepsinin bu bankalardan kaynaklandığı görülmektedir.

Kamu bankaları ve fona devredilen bankalar, özel sermayeli bankaların 9 aylık dönemde elde ettikleri karın yaklaşık 5 katı zarar ederek, bütüncül olarak bankacılık sisteminin zararda görünmesine neden olmuştur.

Verinin bileşiminden ve döneminden kaynaklanan bu sapmaları giderebilmek için bankacılık sisteminin karı ile menkul değerler cüzdanı, kredi hacmi ve şirketler kesimine verilen kredilerin aktif toplamına oranları arasındaki koşullu ilişki araştırılabilir. Koşullu ilişkinin araştırılması için bankacılık sektörünün kar ettiği dönemlerde 1, zarar ettiği

dönemlerde 0 değerini alan bir kukla değişken kullanılabilir. Kukla değişken kullanılarak gerçekleştirilen regresyon analizinin sonuçları aşağıda özetlenmektedir.

Aynı dönem kullanılarak kar ile seçilen değişkenler arasındaki koşullu ilişkiyi değerlendirmek için yapılan regresyon analizinin sonuçları önceki regresyon analizinde elde edilen sonuçlar çık farklıdır. Bankaların karı ile menkul değerler cüzdanının aktif toplamı oranı arasında pozitif yönde bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Buna karşılık kredilerin aktif toplamına oranı ile kar arasında ters yönlü bir ilişki olduğu saptanmıştır. Her iki sonuçta istatistikî olarak anlamlı sonuçlardır. Çarpıcı bir başka sonuç ise kredi hacminin tersine bankaların şirketler kesimine verdikleri kredi miktarının aktif toplamına oranları arttıkça kar toplamlarının da attığı şeklindedir.

Regresyon analizinde çıkan sonuç bankacılık sektörünün kendisinden beklenen temel görev olan finansal aracılık işlevini tam anlamıyla yerine getirmemesine karşılık, mali sistemdeki çarpıklıklardan yararlanarak karlılığını koruduğu şeklindedir. Nitekim benzer birimlerin nispi etkinliklerini belirlemeye yönelik olarak kullanılan Veri Zarflama Analizi ile yapılan çalışma bunu doğrulamaktadır. Bu çalışmada kamu bankaları dışındaki ticaret bankaları ele alınmış ve bankaların aracılık etkinlikleri ile karlılıkları değerlendirilmiştir. Bankaların temel işlevleri olan aracılık faaliyetlerindeki etkinlikleri, kredi mevduat yaratabilme kabiliyetleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Değerlendirmeye alınan 44 bankadan sadece 8 tanesinin etkin çalıştığı ve ortalama etkinliğin 0.568 olduğu bulunmuştur. Özel sermayeli ticaret bankaları 0.732, yabancı sermayeli ticari bankaları 0.886 ve fona devredilen bankalar ise 0.297 ortalama etkinlik değerine sahiptir. Etkinlik sıralamasına göre bankalar dört grup altında toplandığı zaman, en etkin bankalardan oluşan dörtte birlik grupta şube başına 34,5 personel düşerken, en az etkin dörtte birlik grupta ise bu sayı 20,1 personel olarak hesaplanmıştır. Bu ortalama değerler, en az etkin bankaların ki bunların hemen hepsi fona devredilen bankalardır, gerektiğinden daha fazla şubeye sahip olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan en etkin gruptaki bankalarda personel başına kredi miktarı 0.58 milyon dolarken, bu değer en az etkin bankalarda 0.092 milyon dolara inmektedir. Bir başka deyişle bu grupta yer alan bankaların etkin çalışabilmeleri için ya kredi ve mevduat toplamlarını artırmaları ya da personel ve şube sayılarını azaltmaları gerekmektedir. Bankaların temel işlevleri olan aracılık faaliyetlerinde pek etkin olmamalarına karşılık, karlı çalışma konusunda oldukça etkin oldukları, çalışmada tespit edilen bir başka gerçektir. 23 bankanın karlılık açısından etkin oldukları, ortalama etkinlik ölçülerinin ise 0.904 olduğu bulunmuştur. Aracılık etkinlikleri 0.297 gibi çok küçük bir değere sahip olan fona devredilen bankaların karlılık

etkinlikleri ise 0.775 olarak tespit edilmiştir. Çalışmada elde edilen son sonuç ise bankaların aracılık etkinliği değerleri ile karlılık etkinlikleri değerleri arsında korelasyon katsayısının 0.64, sıralamalar arasındaki korelasyon katsayısının ise 0.66 olduğudur. Aracılık ve karlılık etkinlik değerlerinin ortalamalarının istatistikî olarak birbirlerinden farklı oldukları da çalışmada elde edilen sonuçlardan birisidir.

Özetlemek gerekirse, Türk bankacılık sektörü mali sistemin çarpıklıklarında yararlanarak, temel işlevini yerine getirememesine, yüksek maliyetlerle çalışmasına karşılık karlılığını koruyabilmiştir.

2000 yılında kamu kâğıtlarının getirilerinin düşmesi nedeniyle bankalar temel işlevleri ile elde ettikleri gelirleri ile yüksek maliyetleri karşılayamaz duruma düşmüşlerdir. Bir anlamda akan suyun durması ya da en azından azalması, suyun altında kalan çirkinliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur76.

2.5.3.Kolektif Yatırım Kuruluşları

Türkiye’deki finansal sistem içerisinde yer alan kolektif yatırım kuruluşları; “Yatırım Fonları” ile “Yatırım Ortaklıkları”dır. Türkiye’deki yatırım fonları; A Tipi, B Tipi, Yabancı Yatırım Fonları, Emeklilik Yatırım Fonları ve Borsa Yatırım Fonları’ndan oluşmaktadır. Yatırım Ortaklıkları ise, A Tipi Yatırım Ortaklıkları, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları ve Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıkları olmak üzere üç türlüdür.

2.5.3.1.Yatırım Fonları

Türk sermaye piyasasında “A Tipi” ve “B Tipi” olmak üzere iki tür yatırım fonu faaliyet göstermektedir. Bunlardan portföy değerinin en az %25’i hisse senedinden oluşan fonlar A Tipi, kalanlar ise B Tipi yatırım fonları olarak nitelendirilmektedir. Bu iki ana grup, fon portföyündeki finansal enstrümanlara bağlı olarak 12 alt fon grubuna ayrılmıştır. Bunlar: Tahvil ve Bono Fonu, Hisse Senedi Fonu, Sektör Fonu, İştirak Fonu, Grup Fonu, Yabancı Menkul Kıymetler Fonu, Altın Fonu, Kıymetli Madenler Fonu, Değişken Fon, Karma Fon, Likit Fon ve Endeks Fondur.

Türkiye’de 2004 yılsonu itibariyle toplam 253 adet fon faaliyet göstermektedir. Bunlar arasında 95 adet ile “Değişken” ve 47 adet ile “Likit” fonlar, en yaygın fonlardır. Bu iki fon grubu toplam fonların %56’sını oluşturmaktadır. Bunları %13 pay ile tahvil ve bono fonları, %9 pay ile karma fonlar izlemektedir.

İlki 1987 yılında kurulan yatırım fonlarının toplam portföy değerleri 2004 yılında bir önceki yıla göre %24 (ABD Doları bazında %29) oranında artarak 24.5 milyar YTL’ye

76

(18.2 milyar ABD Dolarına) ulaşmıştır. Ayrıca 47 adet de yabancı yatırım fonu bulunmaktadır ve bunların Türkiye’de dolaşımda bulunan paylarının toplam değeri 2004 sonu itibariyle 20 milyon ABD Dolarıdır.

2004 yılında, A Tipi fonların portföy değeri bir önceki yıla göre yalnızca %1 oranında artarak 783 milyon YTL’ye yükselirken, B Tipi yatırım fonlarının portföy değeri